loading
close
SON DAKİKALAR

Can Ataklı; Koca Diyanet başkanı yalan söylemekten utanmaz mı?

Can Ataklı; Koca Diyanet başkanı yalan söylemekten utanmaz mı?
Tarih: 21.09.2017 - 00:00
Kategori:

Can Ataklı; Böyle bir yalan nasıl söylenir? Bırakın Müslüman olmayı normal bir insanın böyle bir yalanı vicdanına sığdırması mümkün mü? Bu zata şunu söylemek isterim.

O gazeteciler yine namuslu çıkmadı

BUNU YAZMAK GEREK

AKP Genel başkanı Tayyip Erdoğan'ın “kavun seçer” gibi seçip uçağına aldığı “iliştirilmiş” gazetecilerden ricada bulunmuştum. “Bir kereliğine gazetecilik yapın” diyerek Erdoğan'ın Amerika gezisini bu kez “emredilenlerin” doğrultusunda değil, gazetecilik ilke ve kurallarına göre kamuoyu ile paylaşmalarını istemiştim.
Hepsinin genel karakterini bildiğimden böyle bir şeyin olmayacağını elbette biliyordum. Sonuçta haklı çıktım. Uçağa alınan sözde gazeteciler yine kendilerine “verilen bilgiler” ve istenen “övgüler” dışında bir şey yazamıyor.
Dünkü gazetelerde Erdoğan'ın Amerika başkanı ile fotoğrafı vardı. Yandaş gazetelerin tamamı “samimi bir görüşme” başlığını kullanmıştı. Amerika'daki sözde gazeteciler sadece övgüler yazmıştı. “Trump kalkıp Erdoğan'ın yanına geldi, ikili çok samimi bir görüşme yaptı, Trump Türkiye'ye teşekkür etti” başlıkları yazılarını süslüyordu. Oysa aynı sırada Trump Erdoğan'ın korumaları için satın alınan silahların teslim edilmemesi için hazırlanan bir kararı imzalamıştı, yine aynı saatlerde PYD'ye 110 TIR'lık silah ve mühimmat teslim ediliyordu. Ama olsun, iki lider “samimi bir hava içinde” görüşüyorlardı.
Peki, bu “samimi” görüşmede ne konuşulmuştu. Trump yerinden kalkıp Erdoğan'ın yanına gelme gereğini niye duymuştu? Bunlar haberlerde yok. Şimdi diyebilirsiniz ki “Gazeteciler o kadar yaklaşamaz ki, ne konuştuklarını duymaları mümkün mü?” Haklı görünebilirsiniz. Ama “gazetecilik mesleği” böyle bir şey değil.
Size normal bir gazeteci nasıl çalışır anlatayım. Bu tür gezilere büyük heyetlerle çıkılır. Bu heyette gazeteciler, işadamları, bazı bürokratlar olduğu gibi cumhurbaşkanının danışmanları, ailesinden kişiler ve bazı bakanlar olur. Gazetecilik “iyi ilişkiler kurma” mesleğidir bir açıdan. Bu nedenle normal bir gazeteci bu kadar geniş bir heyetten mutlaka en az birkaç kişiyle diğerlerinden daha yakın ilişki kurar. Bu kişiler kimsenin bilemeyeceği, duyamayacağı bilgilere sahiptir genellikle. Normal bir gazeteci bu ilişkilerini kullanarak ve tabii ki doğru sorular da sorarak muhataplarından özel bilgiler alırlar. Örneğin Erdoğan'ın Trump'la görüşmesinde neler konuşulduğunu bilen en az 10 kişi vardır o heyet içinde. Ve genellikle bu tür bilgiler “devlet sırrı” niteliğinde değilse pek saklanmaz. Yani bilgi sahibi kişiler bunları güvendikleri, iyi ilişkide oldukları gazetecilere çoğu kez “kaynak belirtilmemek” kaydıyla anlatırlar.
Bizin iliştirilmiş sözde gazeteciler ya bu ilişkileri hiç kurmuyorlar ya da fazla vıcık ilişki kurdukları için kendilerini aynı zamanda devletin birer parçası gibi gördüklerinden aldıkları bilgilere paylaşmıyorlar.
Yazdıklarımı “Sen taraflı olduğun ve uçağa alınmadığın için bunları yazıyorsun” diye eleştirenler olursa şunu söylemek isterim. “Bu iliştirilmiş sözde gazeteciler yıllardır Erdoğan'ı dış gezilerde izliyorlar. Bugüne kadar bir tane bile atlatma haber, özel haber gördünüz mü? Bir tanesi bile diğerlerinden farklı bir haber yazamaz mı yani? Açın bakın bugüne kadar yayınlanmış haberlere. Hepsi aynı tornadan çıkmış gibi. Tabii zaten başkası da olamaz ki. Sonuçta hepsi
emir kulu.”

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

HERKESİN TERÖRİSTİ FARKLI TABİİ

AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan New York'ta PBS kanalında yayınlanan “News Hour” programında Woodruff'a bir röportaj verdi. Erdoğan röportaj sırasında Amerikalı gazeteciyi azarlayarak “Öncelikle siz teröriste neden terörist demiyorsunuz, bunu merak ediyorum. Önce teröriste terörist deyin” dedi. Erdoğan'ın kastettiği cemaatçilerdi. Amerikalı gazeteci doğal olarak cemaatten söz ederken “teröristler” demedi. Çünkü birincisi bir gazeteci yabancı bir ülke devlet adamıyla görüşürken bu tür tanımlamaları kullanmaz, ikincisi bir gazeteci uluslar arası ortak kararlarla tanımlanmamış hiçbir örgüt için terörist tanımını kullanmaz. Cemaate terörist diyen sadece biziz. Yabancı bir ülke gazetecisinden cemaate terörist demesini şu anda bekleyemeyiz.
Ayrıca şunu da bilmemiz gerekir. Herkesin teröristi de farklıdır. Örneğin Suriye'de orduya karşı çarpışan örgütler Esad için terörist bizim içinse özgürlük savaşçıları. Örnekleri çoğaltabiliriz. PYD bize göre terörist, başta Amerika olmak üzere içinde bulunduğumuz NATO'ya üye ülkelere göre ise müttefik. Rusların terörist dediği Çeçenlere biz “İslamın
kılıcı” diyoruz.
AKP Genel Başkanı'nın PBS'e verdiği röportaj sırasında söylediği bazı cümleler de dikkat çekici. Erdoğan cemaat için “ülkemizde hükümeti devirmeye yönelik süreçlerin içerisinde yer alan birçok birey, hukuk çerçevesi içerisinde yargılanıyor çünkü bu kişiler emniyetin, ordunun içine sızmışlardı. Ordunun üniformasını giyiyorlardı ancak zihinlerinde kendi terörist ajandaları vardı. Polise ve bakanlıklara sızmışlardı” diyor. Soruları soran Woodruff “Peki sizin hükümetiniz neredeydi, bunca sızmayı nasıl göremediniz?” diye sorsa Erdoğan ne cevap verecekti acaba?
Kandırıldığını dünyaya mı ilan etmiş olacaktı?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

KOCA DİYANET BAŞKANI YALAN SÖYLEMEKTEN UTANMAZ MI?

Diyanet İşleri'nin başına yeni biri getirildi. Ali Erbaş'mış adamın adı. Bugüne kadar cemaatin Abant toplantılarının müdavimlerinden, hâlâ bulunamayan Adil Öksüz'ün yakın arkadaşı, cemaate çok yakın biriymiş.
Kendisini herhalde “halife vekili” falan sandığı için Diyanet İşleri Başkanı gibi değil de bir din devletinin bakanı gibi konuştu görevi teslim alırken. Laikliğe falan dil uzattı, onları yazmayacağım, ama güya “din adamı” olan birinin herkesin gözünün içine baka baka yalan söylemesi akıl alır gibi değildi. Biz Müslümanlığı öğrenirken önce ahlaki boyutunu öğrenmiştik. “Yalan söylenmezdi, iftira atılmazdı, çalmak çırpmak olmazdı. Bunları yapanlara Müslüman denilmezdi.” Böyle öğrendik. Ama Diyanet'in başına oturtulan zat dedi ki “Babam Kuran'ın yasaklandığı yıllarda jandarma gelirken Kuran'ı Kerim'i taşların arkasına saklardı. Jandarma gidince Kuran taşların asından alınırdı.”
Böyle bir yalan nasıl söylenir? Bırakın Müslüman olmayı normal bir insanın böyle bir yalanı vicdanına sığdırması mümkün mü? Bu zata şunu söylemek isterim. “Babanızın köyünde cami var mıydı? Eğer cami varsa, imamı da var, imam varsa beş vakit ezan okunuyor, namaz kılınıyor, cenazeler kaldırılıyordu demektir. Peki Kuran'ı Kerim yasaksa bunlar nasıl olabilirdi?”

ŞAŞIRDIM

SINIF ATLAMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Acun Ilıcalı 15 yıl öncesine kadar çalışkan, yeteneğini kullanarak kendine iyi bir kariyer yapmaya çabalayan bir gazeteci-televizyoncuydu. Sonra yeteneğini çok iyi sergilediği bir yarışma programı ile tüm Türkiye'nin sevgilisi oldu. Sonra AKP ve cemaatle iyi ilişkiler kurdu, hem Fetullah Gülen'in hem de Erdoğan'ın gözüne girdi. Ondan sonra da Allah “yürü ya kulum” dedi.
O Acun Ilıcalı gitti yerine “dolar milyoneri, televizyon kanalı sahibi” biri geldi. Sınıf atlamanın “feriştahını” yaşadı.
İki gündür Acun Ilıcalı'nın “dillere destan” düğünü konuşuluyor medyada. Dünya Jet-set'inin kaldığı otellerde kalıyorlar, dünyanın en zenginlerinin gidebildiği mekanlarda düğün yapıyorlar, yüzlerce kişiyi Türkiye'den Fransa'ya taşıyorlar.
Acun Ilıcalı hangi görgüsüne, hangi yaşam kültürüne güvenerek böyle ihtişamlı bir işe soyundu? Sanırım “çok parasının olması”nın bunu sağlamaya yetip de artacağına inanıyor.
Ama şunu söylemek isterim. Dünya zenginleriyle aşık atmaya kalkışmak, Türkiye'de savunduğu “manevi değerlere” aykırı etkinlikler düzenlemek, çok zengin ve güçlü olduğunu hissetmek ve hissettirmek bir süreliğine egosunu çok şişirebilir. Ama Türkiye'de ve dünyada pek çok örneği göz ardı etmemeli bu televizyoncu dostumuz. Bir anda zengin olup şaşıran ve bu tür şovlara soyunanların neredeyse hiçbiri abat olmadı. Türkiye'den örnekleri saymaya başlayayım mı yoksa zaten o da biliyor mudur?

Bİ SORALIM BAKALIM

IRAK'IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ VAR DA SURİYE'NİN NİYE YOK?

Amerika'da konuşan AKP Genel Başkanı Erdoğan Barzani'nin referanduma gidecek olmasının öncelikle kendisine yararı olmayacağını söyleyerek “Irak'ın toprak bütünlüğüne zarar verilmesine evet diyemeyeceklerini” belirtti. Yani sanki bu bölgede kurulacak bir Kürt devleti bizi rahatsız etmiyor aslında ama Irak'ın toprak bütünlüğü bozulursa bölgede dengeler bozulur ve çatışmalar çıkar. İyi de Irak'ta toprak bütünlüğüne bu kadar saygılı ve duyarlı olan iktidar Suriye konusunda neden aynı duyarlılığı göstermiyor? Suriye'nin toprak bütünlüğünün bozulması için 6 yıldır elimizden geleni yapmıyor muyuz?
Bana göre Barzani'nin referandumu konusunda asıl ve net tavrımızı Erdoğan- Trump görüşmesinden sonra ortaya koyacağız. Çünkü Erdoğan her ne kadar Barzani'ye karşı sert bir söylem kullanıyorsa da sanki işi biraz zamana yaymaya çalışıyor. Sanki artık bir önemi kalmış gibi topu Milli Güvenlik Kurulu'na atarak “Kesin ve net tavrımızı o toplantıda belirleyeceğiz” diyor. Yani “hele şu Trump'la görüşme bir bitsin” demenin kibarcası sanki.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları