CHP ne yapıyor? (2)
Çiğdem Toker; Baskıcı bir rejimden demokratik bir hukuk düzenine geçiş için ihtiyaç duyulan tek şeyin üstelik o baskıcı rejimin hamiyetiyle darbe kanunlarının 'ayıklanması' olduğunu mu sanıyorsunuz?
Baskıcı bir rejimden demokratik bir hukuk düzenine geçiş için ihtiyaç duyulan tek şeyin üstelik o baskıcı rejimin hamiyetiyle darbe kanunlarının “ayıklanması” olduğunu mu sanıyorsunuz?Fena halde yanılıyorsunuz.
Örnek istiyorsanız buyrun, İl İdaresi Kanunu’ndan başlayalım.
Hani iktidarın çift fonksiyonlu tasarımıyla, gayet kullanışlı bir düzenleme olarak uyguladığı sokağa çıkma yasakları var ya. Çocuk-kadın demeden Kürtlerin sokak ortasında güpegündüz öldürülmesine de, öldürüldükten sonra cenazelerinin morglarda üst üste defnedilmeden bekletilmesine de gerekçe oluşturan.
Hani bu yasaklar da İl İdaresi Kanunu’na dayandırılıyor ya...
İşte bu kanunun, bir darbe yasası olduğu zannediliyorsa; yürürlük tarihine bakılsın ve bu tarihin 80’ler filan değil, 1949; yani CHP’nin tek parti iktidarı dönemine ait olduğunu görülsün.
Baskıcı rejimler, işini “her türlü” halleder. Hallederken de zamanı hızlı, etkin kullanır. Sıkıyönetim ve olağanüstü hal olmadan sokağa çıkma yasağı uygulayamayacağını görürse misal; ve o sırada Meclis kapalı, istediği yasayı geçirecek sayısı yoksa; tüm mevzuatı tarayıp uygun bir düzenlemeyi illa ki bulur. (Sokağa çıkma yasaklarının Temmuz 2015’te, yani 8 Haziran seçimlerinden sonra başladığını anımsatalım.) O maddeyi yaşam hakkını ihlal edecek biçimde kullanmanın anayasaya aykırılığı ise teferruattan ibarettir. Tek parti döneminde, kim bilir hangi realite için çıkarılmış madde metninde, bir “vali” bir de “tedbir” kelimesinin geçmesi yeterlidir.
•Tıpkı Yeni Anayasa için, bayat bir romantizm numunesinden başka mana içermeyen romantik mektuplar yazılıp, komisyonlar kurmaktan söz ederken; “cuma” düzenlemesinin, tek imzalık Başbakanlık genelgesiyle halledilebildiği gibi. (Anayasanın din ve vicdan özgürlüğü hükmüne dayandırılan bu genelgenin aynı anayasanın laiklik ilkesini ihlal etmesi de yine keyfek eder bir teferruattan ibarettir.)
• Tıpkı -hadi geçelim insanlığı, merhameti- din ve vicdan özgürlüğünün “olmazsa olmaz”ı; defnedilme hakkını bir yönetmelikle zorlaştırarak, yine o beğenmedikleri darbe anayasasını ihlal etmek gibi.
Mevcut iktidarın eski veya yeni herhangi bir anayasaya hiç ihtiyaç duymaksızın istediği her şeyi; genelge, yönetmelik, acele kamulaştırma; yani Meclis’e ihtiyaç duymaksızın yürütme marifetiyle yapacak güç ve “niyette” olduğunu ve her gün yaptığını herhalde ana muhalefet partisi hatırlıyordur.
Hatırlanması gerekli bir diğer başlık da 2011 deneyimi:
2011’de başlayıp iki yıl sonra sıfırlanan “Yeni Anayasa” serüveni, muhalefete önemli bir sorumluluk üstlendiği duygusu yaşatmıştı. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na 104 üniversite, 5 enstitü, 58 vakıf, 102 dernek, 32 platform, 19 diğer STK, 21 kamu kurumu, 21 parti, 34 meslek örgütü, 30 sendika; toplamda 426 görüş iletti. Komisyon 250 kez toplandı. Yazım aşamasında 554 gün geçti. Fiilen de 233 gün çalıştı.
Sonuç: 172 maddelik müzakere metninin 60’ında uzlaşıldı ve masa AKP’nin çekilmesiyle dağıldı.
Bugünse, cenazelerin defnini güçleştiren bir yönetmeliğin murat edilip yayımlanabildiği; cenaze sahiplerinin ölülerini sokaktan alabilmek için yargıya başvurmak zorunda kaldığı bir ülkede yaşıyoruz. Yine de “Yeni Anayasa” çağrısına iyimserlikle bakanlar için bir “samimiyet” testi sunulabilir. “Defin”le ilgili yönetmelik değişikliğine bakınız. Aileler cenazelerini, sanki sokağa çıkma yasağı nedeniyle “alamıyor” değil de keyfe keder almıyormuş gibi kurulan o cümleye: “Ailesi veya yakınları tarafından üç gün içinde teslim alınmayan”.
Bu “niyet” mi geçirecek bizi demokratik bir anayasa düzenine, yoksa sergilenen kötülükler ve bu kötülüklerin hızı karşısında, geleneksel muhalefet araçlarıyla yetinmeyip anlık politikalar üretmenin zorunluluğunu anlamak mı?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları