loading
close
SON DAKİKALAR

İdil Eser: Bizi ajanlıkla suçlayanlar casus edebiyatını da bilmiyor

İdil Eser: Bizi ajanlıkla suçlayanlar casus edebiyatını da bilmiyor
Tarih: 05.11.2017 - 09:37
Kategori: Söyleşi

Büyükada davasının 'casusluk' ve 'darbe girişimi' ile suçlanan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, 'Bizi ajanlıkla suçlayanların polisiye veya casus edebiyatını da bilmediklerini düşünüyorum. Profilimize, geçmişimize bakın...

Büyükada davasının 'casusluk' ve 'darbe girişimi' ile suçlanan 8 sanığından biri olan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu. 'Bizi ajanlıkla suçlayanların polisiye veya casus edebiyatını da bilmediklerini düşünüyorum. Profilimize, yaşam biçimimize, geçmişimize bakın; bizden ajan çıkarmak için çok çok uğraşıyor olmak lazım' dedi.

İdil Eser'in Kübra Par'a verdiği röportaj şöyle:

- Öncelikle geçmiş olsun... 4 ay tutukluluk sonrası özgürlüğünüze kavuştunuz. Davanın detaylarını da konuşalım ama önce dikkatimi çeken başka bir şey var... Tutuklu kaldığınız süre boyunca birinci dereceden yakınınız olmadığı için avukatınız dışında kimseyle görüştürülmemişsiniz. Hikâyenizi merak ettim. Neden yalnız bir kadın İdil Eser?

11 yaşında Üsküdar Amerikan Koleji’nde daimi yatılı okumak üzere İstanbul’a geldim. Babam mühendisti ve büyük fabrika projelerini seviyordu. O zaman Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nin inşaatında çalışıyordu. Ailem orada yaşıyordu. Ben 16 yaşındayken babam öldü. Onun verdiği çalkantıda iflas da ettik. Babam ölmeseydi İngiltere’de fizik okuyacaktım. Mecburen Boğaziçi Fizik’e girdim. Sonra İstanbul İşletme’ye geçtim. Ardından Amerika’ya gidip Columbia Üniversitesi Uluslararası İlişkiler’de yüksek lisans yaptım. Sonra da Chicago’da Rus tarihi doktorası yaptım. Doktorama başladığımda annemin rahatsızlığı ortaya çıktı. 14 yaşımdayken annem kanser olmuştu ama onu çok hızlı atlatmıştı. İkinci defa çıktığında bütün vücuduna yayıldı. Ben de okulu bırakıp döndüm. Annemi de kaybedince başka birinci derece akrabam kalmadı...

- Af Örgütü’yle yolunuz nasıl kesişti?

2 Mayıs 2016’da başladım. Ben işe başladıktan 2.5 ay sonra darbe girişimi oldu. Herhalde dünyanın en şanssız direktörlerinden biriyim.

- Daha önce ne yapıyordunuz?

Ondan önce 3-5 sene çalışmaya ara vermiştim ama hep sivil toplum kuruluşlarında çalıştım. Helsinki Yurttaşlar Derneği’nde, Tarih Vakfı’nda, TEMA’da çalıştım. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nde bir projenin uzmanlığını da yaptım. Çok fazla sivil toplum kuruluşu tecrübem vardı.

- Af Örgütü, Türkiye’de ilk ne zaman kuruldu?

Resmi olarak 2002’de kuruluyor ama çok daha öncesinde aktivistlerin bünyesinde bir sivil oluşum olarak vardı.

- Game of Thrones DVD’lerinize el koydukları doğru mu?

6 gün sonra evlerimiz aranmış ve evimden tonlarca hard disk çıkmış. Arkadaşlarım da “İnşallah Game of Thrones’u seviyorlardır” diye dalga geçmişler. Benim çok ciddi bir dizi, film, belgesel ve e-book koleksiyonum vardır. Game of Thrones’u da çok seviyorum. Çıktığımda ilk yaptığım işlerden biri, Game of Thrones’un son sezonunu seyretmek oldu. (Gülüyor)

‘JAMES BOND KARAKTERİ OLMAK İÇİN FAZLA YAŞLIYIM’

Tutuklanmanıza neden toplantı tam olarak neydi?


Aslında toplantıyı İnsan Hakları Ortak Platformu düzenlemişti. Basında birçok yerde Uluslararası Af Örgütü’nün toplantısı gibi çıktı ama öyle değildi. Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları Gündemi ve İnsan Hakları Derneği vardı. Kadınlar Koalisyonu gibi başka STK’lardan da insanlar çağrılmıştı. Gayet zararsız, kendi halinde bir toplantıydı. Bir ‘Stresle Baş Etme Yöntemleri’, bir de ‘Dijital Güvenlik’ oturumları oldu.

- Neden bu iki konu?

Hak ihlali alanında çalışan STK’larda görev yapanlarda ikincil travma oluşur. Yani başkalarının travmatik hikâyelerini duydukça sizde de ikincil travma olur. Genellikle mülteciler ve buna benzer sahada çalışan kuruluşların çoğu, kendi çalışanları için düzenli olarak bir travma tedavisi yapar. Dijital güvenlik de aynı derecede önemli bir konu. Dolayısıyla bu iki konu gündeme geldi.

- Neden Büyükada?


Çok basit! Çünkü en ucuz fiyatta oteli orada bulmuştuk! 4 ya da 5 gün sürecekti. Değişik yerlerden fiyat alındı. Ayrıca ada, insanların daha kolay ulaşabilecekleri bir yer. Çok esrarengiz bir tarafı yok. Büyükada değil Züyükada olsaydı gene aynı sorun çıkar mıydı, bilmiyorum. 15 Temmuz’dan önce Büyükada’da bir toplantı olduğu için insanların bir Büyükada saplantısı var. Hiçbirimizin aklına böyle bir şey gelmedi, kimse de çıkıp uyarmadı. Gizli saklı herhangi bir şey yapmaya çalışmadığımız için insanın aklına böyle şeyler gelmez ki.

- “Gizli saklı değildi” diyorsunuz ama sizi ajanlıkla suçladılar.

Tabii ki ajan değiliz. Bizi ajanlıkla suçlayanların polisiye veya casus edebiyatını da bilmediklerini düşünüyorum. Profilimize, yaşam biçimimize, geçmişimize bakın; bizden ajan çıkarmak için çok çok uğraşıyor olmak lazım. Her şeyden önce bir James Bond karakteri olmak için fazla yaşlıyım! Bizi götüren Terörle Mücadele ekipleri de “Terörist teyzeler” diye şakalaşıyordu.

- Ama siz hem Chicago’da okumuşsunuz, üstüne bir de Moskova hikâyesi var... Uluslararası geçmişinizden etkilenmiş olabilirler mi?

Hayır, benden etkilendiklerini hiç sanmıyorum. Uluslararası Af Örgütü’nün adından etkilendiler. Daha sonra baktığımda, basında sürekli “Af Örgütü’nün düzenlediği toplantı” diye geçtiğini gördüm. Toplantıyı Af Örgütü düzenlemedi. Ayrıca Af Örgütü’nün merkezi Londra’da ama Af Örgütü İngiliz kuruluşu değil. Dolayısıyla sürekli bir yanlış anlaşma söz konusu. Sivil toplum kuruluşlarını da bilmediklerini düşünüyorum. Uluslararası Af Örgütü’nün bazı raporlarını her kesimden çok beğenen oluyor. Bazı raporlar ise bazı insanları rahatsız ediyor çünkü insan hakları ihlalleri ile ilgili raporlama yapıyoruz. Bizim görevimiz bu.

‘AF ÖRGÜTÜ BATI’YI ÇOK CİDDİ ELEŞTİRİYOR’

- Türkiye’yi Batı’ya şikâyet ediyorsunuz ve bundan mı rahatsızlık duyuyorlar?

Tabii ki etmiyoruz. Biz Batı’yı da Türkiye’ye şikâyet ediyoruz. Aslında, dünyadaki her hükümeti, her devleti eleştiriyoruz. Bizim özelliğimiz, herhangi bir ihlal olduğunda, o ihlal dünyanın neresinde olursa olsun, eleştiriyi aynı şekilde yapmaktır. Trump’ı da aynı kelimelerle eleştiriyoruz, Macron’u da aynı kelimelerle eleştiriyoruz, Mesela mülteci krizinde, Uluslararası Af Örgütü Batı’yı çok ciddi eleştirdi. Aynı zamanda Fransa’nın türban yasağıyla ilgili kararını çok sert eleştirdi.

- Davadaki suçlamalara gelelim... Nedir şu meşhur Türkiye haritası, uçaklar, darbe planları?

Çalışmalarımızda bazen “Duygularınızı, vizyonunuzu, sıkıntılarınızı bir resimle anlatabilecek olsaydınız, ne resmi yapardınız?” deriz. Bu, çok sık kullanılan bir metottur. Orada da aslında bir harita falan yok. İnsanlara stres kaynaklarını anlatmaları söylendiğinde, nedense harita çizmişler. Ülkeyle ilgili sorunları olduğu içindir. Ama mesela Şeyhmus’un resminde de asansör var. Çünkü Şeyhmus da asansöre binmekten hoşlanmıyormuş. Ben de ülkenin kendisini çizmiştim. İçinde de beni strese sokan birçok şey vardı. Mesela trafik vardı, insanlar vardı, hatta kedilerim bile vardı. Çünkü ben bir seyahate gittiğimde kedilerime kimin baktığı, onların mamalarının verilmesi, kumlarının temiz olması gibi konular benim için stres kaynağı oluyor.

- Bir de uçak varmış.

Oradaki uçaklar da herhangi bir uçak olabilir. Çok ciddi anlamlar yüklemeye de gerek yok. Kimi zaman bir pipo sadece pipodur, bir resim sadece bir resimdir.

-Asıl ciddi suçlamalardan biri Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç’a yönelik. Kılıç’ın telefonunda ‘ByLock’ olduğu ileri sürülüyor.

Taner Kılıç’ın telefonunda ByLock olmadığına dair 2 bilirkişi raporu var. 20 senedir kendisini tanıyan insan hakları savunucuları var. Taner Kılıç’ın Gülen Cemaati üyesi olması kadar absürd bir suçlama olamaz.

- İddialardan biri de sizin telefonunuzdan çıkan bir PKK’lı mesajı...


Benim telefonumdan değil, bilgisayardan çıktığı söylendi. PKK’lı mesajı da değil. Biri bizim Uluslararası Af Örgütü’nün Facebook sayfasına üyelik koşullarını öğrenmek için mesaj atmış. Sonra da “Size dürüst davranmak istiyorum. Bu benim asıl adım değil, Irak’ta PKK için savaş cerrahı olarak çalışıyorum” diye bir mesaj göndermiş. Biz de ona bakıp “Bu insan ya deli ya trol ya da bizimle kafa bulmaya çalışıyor” diyerek cevap vermedik.

- 2002’de Recep Tayyip Erdoğan’ın şiir yüzünden yargılanmasına da Uluslararası Af Örgütü karşı çıkmıştı, değil mi?

Tabii. Uluslararası Af Örgütü’nün kurucularından, bu davada bizimle birlikte tutuklanan Özlem Dalkıran, o dönemde Erdoğan’ı ziyaret edenler arasında da bulunuyor. Bizim için hakkı ihlal edilen kişinin kimliği ya da görüşleri önemli değil, bir ihlal söz konusu olup olmadığı önemli. Aslında bu kadar basit!

‘20 SENEDİR ERTELEDİĞİM DÖVMEYİ YAPTIRDIM’

- Büyükada’ya tekrar gittiniz mi?


Hayır, gitmedim. Kesinlikle gitmeyeceğim. Bırakın Büyükada’yı, Adalar’a bile adım atmam artık! Bir toplantıya gittim ve gerçekten pişmiş tavuk gibi hissediyorum. O toplantıya biraz da şunun için gitmiştim: Çok yoğun çalıştığım bir 3.5 ay olmuştu. Çok yorgundum. İnsanlar bana, “Sürmenaj olacaksın ve çok sinirli, huysuz oldun” diyorlardı. Hem biraz kafamı dinlerim hem biraz havuza girerim, belki denize girerim diye düşünerek gitmiştim. Sonra da ufak tefek tatil planlarım vardı. Onların yerine yazı Silivri’de yatarak geçirdim!

- Silivri’deki günler nasıldı?

Türkiye’de o kadar uzun süre içeride kalan insanlar var ki 4 ay, her ne kadar haksız yere yatmak için uzun bir süre olsa da, uzun süre kalan gazetecilerin yanında sözünü etmeyecek kadar kısa bir süre. Derya adında bir koğuş arkadaşımla beraber kalıyordum.

- En zor tarafı neydi?

İnsanları görememek herhalde en zor tarafıydı. “Eee napıyorsun?” deyip saçma sapan şeylerden konuşmayı özledim. Bir de orada aşırı derecede az uyaran var. Dışarı çıktığınızda sizi yoran şeylerden bir tanesi de o. Rengi ve müziği özledim. Mesela bir gün avlumuza cart yeşil renkli bir çekirge geldi. Bayağı uzun bir süre o çekirgeye baktık. Çünkü doğa ile ilişkiniz çok kopuk. Bu şiddetli fırtına olduğunda da Bakırköy’deydim. Orada da gökten koca koca yapraklar düşmüştü ve insanlar onları saklamıştı. Doğanın her parçası kıymetli hale geliyor.

- Çıkınca ne hissettiniz? İlk ne yaptınız?

Arkadaşlarımı görüp onlarla vakit geçirdim. Kedilerimle bir araya geldim. Çok fazla gereksiz şeyiniz olduğunu da anlıyorsunuz. Arkadaşlarım bana hep, “Kullanmadığın çok fazla eşyan, kıyafetin var” diyorlardı. Doğruymuş...

- İçeride öğrendiğiniz başka bir şey oldu mu?

Hiçbir şeyi ertelememeyi öğrendim.

- Çıkınca “Şunu ertelemiştim, yapayım” dediğiniz bir şey oldu mu?

Evet, ayak bileğime dövme yaptırdım! Keltik düğümlerinden bir motif. Bunu aslında Chicago’da yaptırmaya karar vermiştim ama 20 senedir erteliyordum!

‘KARŞI KOĞUŞTAN HEDİYE NEŞET ERTAŞ SÖYLEDİLER’

- Uluslararası Af Örgütü İsveç Seksiyonu, doğum gününüzü kutlamak için İsveç’in 25 yerleşim biriminde insanlara yaş pasta ikram etmiş. Dünyanın farklı yerlerinde kutlamalar yapılmış... Hayatınızın en büyük doğum günü partisini kaçırdığınıza üzüldünüz mü?

Aslında çok kalabalık, çok büyük partilerden hiç hoşlanmam. Ama tam o doğum günü kutlamaları olurken ben de Robert Graves’in ‘Ben, Claudius’ ve ‘Tanrı Claudius’ kitaplarını okuyordum. Roma İmparatoru’nun doğum günü de dünyanın değişik şehirlerinde kutlanıyor. Her yerde doğum günüm kutlandı diye “Roma İmparatoriçesi oldum” dedim! Koğuş arkadaşım küçük bir kurabiyenin üzerine İdil yazıp altına meyvelerden süs hazırlamış. Kâğıttan da bir tane mum yapmış. Gece 12.00’yi geçtiğinde onu yakıp “İyi ki doğdun İdil” diyerek bana geldi. Karşı koğuştan da hediye olarak Neşet Ertaş söylediler. Değişik bir doğum günü geçirdim. (Gülüyor)

- Uluslararası toplumdan epeyce mesaj geldi. Sizce bu baskılar tahliyenizi hızlandırdı mı yoksa ters mi etki etti?

Bence hızlandırdı ama ters teptiği, belli şeyleri engellediği zamanlar da oluyor. Bazı şeylerin nasıl ifade edildiği de önem taşıyor. Uluslararası toplumun söylediği bazı şeylerin de çok ince bir şekilde ifade edildiği söylenemez. Kimi zaman neşter gereken yere baltayla giriyorlar diye de düşünmüyor değilim.

- Gelen mesajlar arasında en dikkat çekeni galiba Edward Snowden’ın videomesajıydı değil mi?

Evet. Snowden benim de çok değer verdiğim biri, o açıdan önemliydi.

- Bundan sonra sizi nasıl bir süreç bekliyor?

Dava sürüyor. Sadece tahliye olduk. 22 Kasım’da bir sonraki duruşma var. Yönetim kurulu başkanımız da söz konusu davaya dahil edildiği için muhtemelen biraz zaman alacak diye düşünüyorum. Şahsen ben, yönetim kurulu başkanımız, içerideki gazeteciler, Osman Kavala gibi insanlar serbest kalana ve tutuksuz yargılanana kadar bu konularda çalışmaya devam edeceğim. Sonuçta hiç kimse yargılanmamaktan bahsetmiyor. Esas olan tutuksuz yargılanmaktır.


ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları