loading
close
SON DAKİKALAR

Petrolden pay? Olur, hay hay!

Petrolden pay? Olur, hay hay!
Tarih: 18.04.2014 - 00:00
Kategori:

Necdet Pamir; Bunun araçları ise; bölgede üretilen petrol ve HES’lerden elde edilen, elektrik dahil tüm ekonomik varlıklardır.

Talep

12 Nisan günlü gazetelerde bir haber: “Diyarbakır Belediye Başkanı seçilen BDP’li Gültan Kışanak, demokratik özerklikle ilgili adım atmaya başladıklarını söyledi. Kışanak, petrol başta olmak üzere, bölgede üretilen enerjiden yerel yönetimlere pay verilmesi gerektiği görüşünde”.

Açıklamanın ilerleyen satırlarındaki “yereldeki tüm enerji kaynaklarından, yeraltı, yerüstü zenginliklerinden, ekonomik varlıklardan, yerelin pay alması lazım” biçimindeki ifadelerden de anlaşılacağı gibi; temel amaç “demokratik özerklik”tir. Bunun araçları ise; bölgede üretilen petrol ve HES’lerden elde edilen, elektrik dahil tüm ekonomik varlıklardır.

Daha önce de benzer talepler yapıldı

Benzer talepler, Türkiye’nin gündemine daha önce de getirildi. Özellikle 2006 yılı sonları ve 2007 yılı başında, TBMM ilgili Komisyonları ve Genel Kurulu’nda görüşülen ve daha sonra, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından kısmen veto edilen 5574 sayılı “Türk Petrol Kanunu” çerçevesinde, üretilen petrolden alınan devlet payının % 50’sinin (önce işletme ruhsatının alındığı Belediye’ye verilmesi önerilmiş, daha sonra yapılan değişiklikle) ilgili İl Özel İdaresi’ne bırakılması hükmü yasa metninde yer almış ve TBMM Genel Kurulu’nda 17 Ocak 2007’de kabul edilmişti.

Dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’in Karşı Çıkış Gerekçeleri

Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Sezer, diğer bazı maddelerle birlikte bu maddeyi de “Anayasa’ya aykırılık” olduğu görüşüyle TBMM’ye iade etmişti.

Sayın Sezer, veto gerekçesinin açıklandığı metinde, öncelikle 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası ile “tekil devlet modeli”nin zayıflatıldığına işaret etmiş, daha sonra ise ayrıntılı olarak, söz konusu maddenin İdare’nin bütünlüğünü zedeleyecek içeriğine vurgu yapmıştı. Sayın Sezer’in o gün dile getirdiği görüşlerini anımsatmakta, bugüne de hukuk diliyle ışık tutacağı düşüncesiyle, yarar var.

• "22. 02. 2005 günlü, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası ile tekil devlet modeli yerine, 'idari vesayet' zayıflatılarak 'yerel' ağırlıklı devlet modeline geçilmesine olanak sağlanmış, yetki genişliğine dayanan güçlü merkezi yönetim yerine, görev ayrılığına dayalı güçlü yerel yönetimlere yer verilmiştir. İl özel yönetimleri, mali ve idari özerkliğe kavuşturularak merkezi yönetimin denetim ve gözetimi kaldırılmış ya da zayıflatılmıştır."
Ardından, Anayasa'nın merkezi yönetime ilişkin düzenlemeler içeren 123, 126 ve 127. madde hükümlerine değinen Sayın Sezer, şunları kaydetmişti:

• "Görüldüğü gibi, Anayasa'da tekil devlet modelinin yönetsel örgütlenmedeki temel ilkeleri, 'merkezden yönetim', 'yerinden yönetim' ve bunları tamamlayan 'idarenin bütünlüğü' olarak belirlenmiştir.

• Merkezi yönetim ve yerel yönetimler; devletin örgütlenmesinde, hizmeti ve coğrafyayı esas alarak iki temel parçayı oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının yönetsel örgütlenmede farklı sonuçlara yol açmaması için Anayasa'da yerinden yönetim, 'devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği' ve 'idarenin bütünlüğü' ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. 

• 'İdarenin bütünlüğü' ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların 'bir bütün' oluşturduğunu anlatmaktadır.

• 'İdarenin bütünlüğü', merkezin denetim ve gözetimi ile sağlanabilmektedir.

• Yerinden yönetimin, devletin birliğini ve kamu hizmetlerinin tutarlılığını bozabilme sakıncası, devlet ve onu temsil eden merkezi yönetimin, yerinden yönetim kuruluşlarının eylem ve işlemlerini denetleme yetkisiyle önlenebilmektedir. Ne var ki, 5302 Sayılı Yasa'yla getirilen sistem, bu denetimin gereğince yapılmasını engelleyecek içeriktedir.

• 5302 Sayılı Yasa'yla il özel idarelerine tanınan 'mali ve idari' özerklik, merkezi yönetimin denetim ve gözetim yetkisinin zayıflatılması yerel yönetimleri oldukça güçlendirmiştir. Bunun yanında, kimi özel idarelere petrol ve doğalgaz üretiminden alınan devlet payının yarısının aktarılması, idarenin bütünlüğü ilkesiyle bağdaşmayacak sonuçlar doğuracak niteliktedir.

• Ayrıca, devlet payının yarısının işletme ruhsatının bulunduğu ilin özel idaresinin hesabına aktarılması, ülke kaynağının tüm toplumun çıkarı yönünde kullanılması yerine bir ya da birkaç ilin hizmetine sunulması, petrol zengini iller yaratarak bölgesel dengesizlikleri artıracaktır.

• Öte yandan, petrol ve doğalgaz üretiminden alınan devlet payının yarısının işletme ruhsatının bulunduğu ilin özel idaresine özgülenmesi, doğal kaynaklar üzerindeki bölgecilik akımlarını besleyecek ve tekil devlet yapısına zarar verecektir. "

Dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Sezer, veto gerekçesinde, ayrıca; ülke kaynaklarının ulusun tümüne ait olduğunu belirterek, şu hususları da dile getirmişti:

"Karada elde edilen ve tüm ulusa ilişkin olan petrol ve doğalgaz üretiminden alınan devlet payının yarısının, öteki bölgelerin ve illerin gereksinimi ve devletin mali kaynaklarının, kimi koşullarla yurdun tüm bölge ve illerinin kalkınmasında kullanılması gerektiği göz ardı edilerek, doğrudan bir ya da birkaç ile özgülenmesi makul ve adil bir çözüm olarak görülemez.

İller arasındaki gelişmişlik farklarının giderilmesi amacıyla getirilen etkili özendirme araçlarını içeren yasal düzenlemeler bulunduğu da gözetilerek, kamuya ilişkin doğal zenginlik olan petrol ve doğalgaz kaynaklarından elde edilen devlet payının yarısının, işletme ruhsatının bulunduğu yerin İl Özel İdaresi’ne aktarılmasının haklı dayanağı bulunmamakta ve bu uygulama, kimi sakıncaları da kendi içinde taşımaktadır.

Diğer gelirler yönünden il ayrımı yapılmazken doğal kaynaklardan elde edilen gelirler söz konusu olduğunda böyle bir ayrıma gidilmesinin haklı bir gerekçesi olamaz.

Doğal kaynak gelirlerinin bir il ya da bölge insanının değil, Türk toplumunun hizmetine sunulması ulusal çıkarların gereğidir. Bunun için oluşturulacak bir fondan, ülke kalkınması ve halkın gönencinin artırılması amacıyla tüm illerin belli ölçütlerde yararlandırılmasının en uygun yol olacağı değerlendirilmektedir."

AKP’nin Irak’ın Kuzeyine Yönelik Politikasıyla da Bağlantılı

Sayın Sezer’in dile getirdiği bu son husus, sadece ülkemizde yeniden gündeme getirilen ve İdare’nin tekilliğini ve bütünlüğünü tehdit eden boyutu açısından değil, AKP’nin Irak ile yürütmekte olduğu son derece tehlikeli “politikası” açısından da dikkate alınmalıdır. Zira AKP iktidarı, maceracı ve özellikle yandaş şirketler üzerinden yürüttüğü “politikası” nedeniyle, tam da bu uyarıların tersine hizmet eden bir değirmene su taşımaktadır. AKP iktidarı, Türkiye’de BDP’nin taleplerine göstermelik biçimde karşı çıkarken (Enerji Bakanı’nın açıklaması), Irak’ta yaptıkları ile tam bir çelişki sergilemektedir. Bu maceracı politika, ülkemizin ve bölgemizin istikrarı açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Bu iktidar, uzun süreden bu yana, Irak Anayasası’na göre tüm Irak halkına ait olan petrol ve doğal gazı, Irak’ın kuzeyinde üretildiği gerekçesiyle, Irak Hükümeti’nin uyarı ve protestolarına karşın kuzeydeki bölgesel yönetimle birlikte, Türkiye üzerinden yasa dışı olarak ihraç etmekle suçlanmaktadır. Daha önceleri tankerler ve kamyonlarla yapıldığı Irak hükümetince açıklanan “kaçak petrol ihracatı”nın, şimdi Habur’u “by-pass” eden bir boru hattı ile Kerkük-Ceyhan boru hattı üzerinden sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Bakan Taner Yıldız, bu petrolün Ceyhan’da depolandığını ve taraflar anlaşınca satılacağını açıklamaktadır. Irak Devlet Petrol Pazarlama Şirketi (SOMO) ise müşterilerine, “SOMO tarafından sağlanmayan Irak petrolüne dokunmamalarını, özellikle Genel Enerji başta olmak üzere söz konusu satışı yapan şirketleri dava edeceğini” açıklamaktadır. SOMO “Ülkeden çıkarılan ve Irak halkına, merkezi hükümet aracılığıyla yapılmayan tüm ödemeler, Irak milli refahından çalınmaktadır.” demektedir (25 Mayıs 2013, Reuters). Aynı haberde, Irak Başbakan Yardımcısı Şehristani’nin, “Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Yönetim üzerinden Türkiye’ye petrol satan şirketleri uyardığı” hususu yer almaktadır.

Irak Anayasası’na, Yasalarına Aykırılık ve Toprak Bütünlüğüne Tehdit

Irak Anayasası (110, 111, 112. Maddeler), “Irak’ta üretilen petrol ve doğal gazın, hangi bölgede üretilirse üretilsin, tüm Irak halkına ait olduğunu; Federal Hükümet’in bu kaynakların en uygun ve yararlı biçimde üretilmesi için bölgesel hükümetler ve vilayetlerle işbirliği yapacağını” hükme bağlamıştır.

Ayrıca, 101 ve 272 sayılı yasalar da ülkeden petrol, gaz ve petrol ürünleri ihraç ve ithal yetkisini, münhasıran devlet şirketi SOMO’ya vermektedir. Hal böyleyken, AKP iktidarı, gene yandaş şirketler aracılığıyla, Türkiye’yi kaçakçılık yapan ülke konumuna düşürmek pahasına; Irak petrolünü, Barzani ile el ele vererek pazarlama çabasından vazgeçmemektedir. Irak’ın kuzeyinde üretilen petrolün ve gazın taşınması için sadece birer (biri petrol, ötekisi gaz için) şirkete yetki verilmiştir. İşin “ilginç yanı”, Irak’ın kuzeyinden gelebilecek petrol ve gaz için, EPDK gene aynı (birer) şirkete lisans vermiştir. Bu şirketler; petrol için PowerTrans, gaz için Siyah Kalem şirketleridir.

AKP takımı, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimle birlikte, tüm Irak halkına ait olan petrol ve gazı, Irak hükümetine RAĞMEN Türkiye üzerinden pazarlamak üzere boru hattı döşemiştir. Bu nedenle de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ağzından “Irak Hükümeti, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin Türkiye üzerinden petrol ihraç etmesine karışamaz” diyen bu takımın, ülkemizde Gültan Kışanak ve benzerleri ayrılıkçı söylemlerle öne çıkarken, konuşmasının hiçbir tutarlılığı ve dolayısıyla inandırıcılığı yoktur. İktidarın bu maceracı politikası, ayrılıkçı söylemlere zemin hazırlamakta ve onlara “argüman sağlayarak” cesaretlendirmektedir.

Konuyla İlgili Sayısal Bazı Veriler

• Türkiye, tükettiği petrolün ancak % 8’ini yerli olarak üretmektedir. Yerli üretimin tamamına yakını Güney Doğu Anadolu bölgesinden yapılmaktadır. Bugüne kadar arama, sondaj, üretim ve işletme amacıyla on milyarlarca dolar yatırım ve harcama yapılmıştır. Bu yatırımlar, Diyarbakır Belediyesi tarafından yapılmamıştır.

• Petrol arama ve üretimi için sadece son 10 yılda yapılan yatırım 6.6 milyar dolardır.

• 2012 yılında petrol ve doğal gaz üretimi üzerinden elde edilen toplam devlet hissesi geliri 426 milyon TL’dir.

• Bu faaliyetlerden elde edilen diğer vergi, stopaj ve harçlar toplamı ise 750 milyon TL’dir.

• GAP kapsamındaki barajlara yapılan toplam devlet yatırımı 22 milyar dolardır.

• Ülkemizdeki en yüksek elektrik kayıp ve kaçak (ödememe) oranı G. D. Anadolu bölgesindedir. Diyarbakır için bu oran % 73.3’tür. DEDAŞ’ın yıllık zararı 1.5 katrilyon TL’dir.

• Türkiye’de ödenen verginin sadece % 0,3’ünü (binde 3) Diyarbakır ödemektedir. Fert başına ödenen vergi (2012 yılında) 510 TL’dir. Aynı oranlar İstanbul için sırasıyla % 44,5 ve 9.084 TL’dir.

• Fert başına yapılan kamu yatırımında Diyarbakır üstten 10. Sıradadır. İstanbul ise 70. sıradadır.

Sonuç olarak;

1. Gültan Kışanak ve benzeri BDP sözcülerinin dillendirdikleri “petrol başta olmak üzere, bölgede üretilen enerjiden yerel yönetimlere pay verilmesi” gibi görüşlerin temel hedefinin “İdare’nin bütünlüğü” ilkesini ve tekil devlet modelini ortadan kaldırarak, özerklik yolunda bir adım atmak olduğu açıktır. Yapılması gereken, kalkınmada farklılığı olan bölgelerimize, bütçeden hakkaniyete uygun pay ayırarak, varsa eşitsizliklerin hızla giderilmesini sağlamaktır. Anayasa'da tekil devlet modelinin yönetsel örgütlenmedeki temel ilkeleri, 'merkezden yönetim', 'yerinden yönetim' ve bunları tamamlayan 'idarenin bütünlüğü' olarak belirlenmiştir.

2. Bu taleplerin Anayasa’ya aykırılığı açıktır. Umarız, bu tür konular, Cumhurbaşkanlığı pazarlığının unsurlarından biri olarak bir “paket” içinde yer almamaktadır.

3. Öte yandan, Irak ve diğer komşularımızla olan ilişkilerimizde, onların toprak bütünlüklerini ve hükümranlıklarını zedeleyebilecek en ufak bir hareketin içinde olunmaması gerektiği de açıktır. Türkiye, petrol ve doğal gaz faaliyetleri dahil tüm uluslar arası ilişkilerini, Irak Federal Hükümeti ile, “devletten devlete ilişki” ilkesi çerçevesinde yürütmelidir. Aksine maceracı politikalar, Orta Doğu’da yıllardır dinmeyen yangına, petrol ve gaz basarak, milyonlarca sivilin canına mal olan bu korkunç yangını körüklemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.

* Yasin Majid, Maliki’nin sözcüsü, Center for Strategic and International Studies’teki konuşmasından; 28 Şubat 2013

Necdet Pamir

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları