loading
close
SON DAKİKALAR

Yeni bir 'Geceyarısı Ekspresi' yaratmayalım

Yeni bir 'Geceyarısı Ekspresi' yaratmayalım
Tarih: 18.06.2017 - 00:00
Kategori:

Can Ataklı: Ne yaparlar bilemiyorum, Amerikan Büyükelçiliğinin Amerikalı korumalarını mı tutuklatırlar, İncirlik'teki askerleri mi kovarlar, göreceğiz bakalım.

ANALİZ

Fikir özgürlüğü kavramı insanlar bir arada yaşamaya ve örgütlenmeye başladığı binlerce yıl öncesinden beri en önemli kavramlardan biri. Binlerce yıl içinde yüz binlerce kişi fikir özürlüğü kavramını yerli yerine oturtmak için canlarını ortaya koyarak mücadele verdi, bu uğurda nice canlar feda oldu.
Medeni dünyada artık fikir özgürlüğü tartışması yok.
Ancak bizim gibi her alanda tam gelişmemiş ülkelerde demokrasinin en temel ilkesi olan fikir özgürlüğü bir türlü yerli yerine oturmuyor.
Demokrasi ve hukuk kavramları toplumun içine işlemeyince, biat kültürünün de etkisiyle fikir özgürlüğü hakim otoriteyi destekleme olarak algılanıyor bunun aksi ise hainlikle damgalanıyor.
Demokrasi ve hukuku “işleri geciktiren” unsur olarak gören hakim otoriteler de fikir özgürlüğüne inanmadıkları gibi kendilerinin beğenmediği her türlü fikri “baskı, zorbalık ve şiddetle” engellemeye çalışıyor.
Mantık şu; “Bize karşıysa fikir değildir, dolayısıyla özgürlüğü de söz konusu olamaz.”
Bizim gibi ülkelerde baskıcı yönetimler fikir özgürlüğü kavramını ancak ve ancak kendilerinin desteklenmesi olarak görürler. Eleştiri istemezler, karşı fikirlerin “yerli-milli” olmadığını savunarak yok edilmesi gereken görüşler olarak tanımlarlar, soru sorulmasına tahammül edemezler, denetimden ise hiç hoşlanmazlar.
En kestirme yolu seçerek hakim otoriteyi bir sopa gibi kullanıp istemedikleri her fikri şiddetle yok ederler.
Bu biat kültürüne boyun eğen, bilgisiz, eğitimsiz, kültürsüz ve en önemlisi maddi olarak yoksul ama sayısı çok fazla kesimler tarafından da hararetle desteklenir. Kendi haklılığını karşısındakinin kafasını kırarak göstereceğine inananlar, bağlı oldukları hakim otoritenin de aynı şekilde davranmasını alkışlarlar.
Şu sıralar Amerika ile bir kriz yaşıyoruz. Amerika gezisinde bir grup Erdoğan'ın kaldığı yerin önünde protesto eylemi yapmıştı. Erdoğan'ın korumaları da protestoculara tekme tokat saldırmış, çıkan olayları Amerikan polisi güçlükle bastırmıştı.
Erdoğan'ın korumaları “kahraman” olarak Türkiye'ye dönerken konu Amerika tarafında kapatılmadı. Sonunda Amerika 12 Türk koruma polisi için arama ve tutuklama kararı çıkardı.
AKP Genel Başkanı Erdoğan buna büyük tepki gösterdi. Dedi ki “Bize 30-40 metre uzakta PKK'lısı, FETÖ'cüsü aleyhimize gösteri yapıyorlardı. Olmadık hakaretler savuruyorlardı. Amerikan polisi hiçbir müdahalede bulunmadı. Korumalarım beni korumak için oradalar. Kendimizi George'un, Hans'ın korumasına bırakacak değiliz herhalde.”
Aynı konu Amerika ve tabii bütün medeni ülkeler için daha farklı. Onlar fikir özgürlüğüne çok önem veriyor. Tek koşulla; fikirler asla şiddet kullanılarak kabul ettirilmeye çalışılamaz. Bu nedenle Amerika'da Erdoğan'ı protesto eden ama el kol işaretleri ve bazı hakaret içeren sloganlar atmak dışında bir şey yapmayan insanlara tekme tokat saldırılmasını anlamıyorlar.
Çünkü benzer eylemler Amerika'da her gün oluyor. Örneğin Beyaz Saray önünde her gün ortalama 15 protesto eylemi oluyor ve göstericiler şiddet kullanmadığı sürece Amerikan polisi kılını bile kıpırdatmıyor.
Bizde ise Beyaz Saray önünde yapılan gösterilerden herhangi biri Beştepe'deki sarayın önünde yapılsa, protestocuların tamamı sıkı bir dayaktan geçirildikten sonra tutuklanır ve haklarında ağır cezalar istenen davalar açılır.

YENİ BİR GECEYARISI EKSPRESİ YARATMAYALIM

Erdoğan'ın 12 koruması için Amerika'da tutuklama kararı çıkarılmasından sonra iktidar ve yandaşları çok öfkelendiler. AKP Genel Başkanı “bu nasıl hukuktur?” diye sorarken Dışişleri de Amerikan Büyükelçisini çağırarak “ne yapıyorsunuz?” diye soruldu. Aslında akıllarından geçen büyükelçiyi korumaların önüne atıp bir güzel dövdürmektir ama diplomasi gereği yapmamışlar demek ki.
Şimdi de öğreniyoruz ki Türkiye Amerika'ya karşı bir misillemeye hazırlanıyormuş.
Ne yaparlar bilemiyorum, Amerikan Büyükelçiliğinin Amerikalı korumalarını mı tutuklatırlar, İncirlik'teki askerleri mi kovarlar, göreceğiz bakalım.
Ama bu “misilleme” konusu bana geçmişteki bir olayı hatırlattı. Hani şu hala başımızı ağrıtan “Geceyarısı Ekspresi” filmini ve kahramanını.
Olayın aslını tam bildiğinizi sanmıyorum. Anlatayım.
60'lı yılların ortalarından itibaren Amerika gençlerinin uyuşturucu batağına saplanmakta olduğunu görerek bir dizi önlem almaya karar verdi. Bu nedenle önceliği uyuşturucu yapımında kullanılan tarımsal ürünlerin yasaklanması geliyordu.
Türkiye o tarihlerde haşhaş (afyon) ekiminde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri. Amerika Türkiye'ye de baskı yapıyor. Dönem Demirel'in dönemi. Demirel önemli ölçüde Türk köylüsünün haşhaş ekimi ile geçimini sağladığını belirterek buna karşı çıkıyor. Amerika çiftçinin zararını karşılamak için yılda 3 milyon dolar ile kaçakçılıkla mücadele edebilmesi için polise uçak, silah, cephane vermeyi teklif ediyor.
Demirel Amerikalılara “kendi ülkelerine işlenmiş uyuşturucunun girmesini önleyemeyenler bizden haşhaş ekimini yasaklamamızı isteyemez” diyor.
Demirel sonunda baskılara dayanamayarak haşhaş ekimini 7 ille sınırlıyor.
İşte tam bu sırada Atatürk Havalimanı'nda ilginç bir olay yaşanıyor. William Hayes adlı 23 yaşında Amerikalı bir üniversite öğrencisi vücuduna sarılmış halde 2.5 kilo esrarla yakalanıyor ve tutuklanıyor.
Dönemin iktidarı bunu Amerika'ya karşı koz olarak kullanarak “Gördüğünüz gibi kaçakçılığı kendi adamlarınız yapıyor, bizim uyuşturucu ile ilgimiz yok, ilaç için kullanılan haşhaşı uyuşturucu haline getiren sizsiniz” diyor.
Hayes yargılanıyor ve esrar bulundurmaktan 4 yıl hapse çarptırılıyor. Ama işte o sırada ne oluyorsa oluyor, Yargıtay kararı sanık aleyhine bozuyor, mahkeme tekrar görülüyor ve Hayes bu kez “uyuşturucu kaçakçılığından” tam 30 yıl hapse çarptırılıyor. Oysa eğer karar bozulmasa Hayes kısa bir süre sonra tahliye edilecekti hatta ailesi bile bu nedenle İstanbul'a oğullarını almaya gelmişlerdi.
Rivayete göre Amerika Demirel'in haşhaş ekimini 7 ille sınırlamasına da tahammül edememiştir ve Türkiye'ye bir ambargo hazırlığı içindedir. Hayes de buna misilleme olarak “esrar bulundurmak” yerine “uyuşturucu kaçakçılığı” ile cezalandırılmıştır.
Ardından 12 Mart muhtırası ve askerlerin güdümündeki ara rejim hükümetleri dönemi gelir. Bu hükümetlerin yaptığı ilk şey haşhaş ekimini tamamen yasaklamaktır. Amerika nihayet muradına ermiştir.
Ama 1973'te bu kez Ecevit iktidara gelir ve haşhaş ekimini tekrar serbest bırakır. Amerika buna müthiş öfkelenir. Ambargo tehdidini tekrarlar. Tam bu sırada Kıbrıs'ta Sampson darbesi yapılır. Türkiye Barış Harekatını gerçekleştirir. Ambargo haşhaş için değil Kıbrıs'a çıktığımız için konur bu kez.
1975 yılında ise William Hayes, her nasılsa İmralı gibi çok korunaklı bir ada cezaevinden firar etmeyi başarır.
Yine rivayete göre, bu genç adama haksızlık yapıldığı bilinmektedir ve Amerika ile ilişkiler daha fazla bozulmasın diye kaçmasına yardım edilmiştir.
Ama o Hayes Amerika'ya dönünce başından geçenleri bir kitap olarak yayınlar. Kitap yönetmen Oliver Stone'un dikkatini çeker. Stone Hayes'in başına gelenleri “Geceyarısı Ekspresi” adını verdiği filmle anlatır. Film dünyanın bütün ülkelerinde büyük yankı uyandırır.
Yıllarca bu film üzerinden Türkiye aleyhtarı propaganda faaliyetleri sürdürülür.
FilmTürkiye'de ise yasaklanır.
Erdoğan'ın korumalarına tutuklama kararı üzerine hükümetin “misilleme hazırlıkları” yaptığını öğrenince yakın tarihimizdeki bu olay aklıma geldi.
Misilleme lafı bile heyecan uyandırabilir ama süper güçlerle misilleme oyununa girince aklımıza hiç gelmeyen şeylerle karşılaşabileceğimizi de unutmamak gerek.

Can Ataklı: Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları