CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin Kanal B’nin canlı yayınında güncel olaylarla ilgili soruları yanıtladı...
CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin Kanal B’nin canlı yayınında başta Silivri’deki adalet dağıtmayan yargı olmak üzere güncel olaylarla ilgili soruları şöyle yanıtladı;
Sunucu- Stüdyomuzda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Denizli Milletvekili Adnan Keskin var. Efendim hoş geldiniz.
Adnan KESKİN - Hoş bulduk, iyi yayınlar diliyorum.
Sunucu- Teşekkür ediyoruz. Ergenekon davasının bugün yine duruşması vardı. Çok gergin saatler yaşandı, jandarmanın müdahalesi gerçekleşti. Bunun dışında duruşma salonunda rahatsızlananlar olduğu bilgisi geldi. Milletvekillerinin, gazetecilerin, avukatların giremediği belirtildi ve 11 Nisan tarihine ertelendi duruşma. Geçtiğimiz dönemde de mütalaa açıklanmıştı. Gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adnan KESKİN- Aslında uzunca bir süredir yaşanan olumsuzluklar Türkiye’de yargının iktidarın şube müdürlüğü konumuna geldiğinin tartışılmaz kanıtlarını oluşturmaktadır. Yargı mensupları ve hakimlerinde adaleti linç etme göreviyle işe baktıklarının kanıtını oluşturmaktadır. Bu mahkemelerde yalanlar kanıt, iftiralar belge haline gelmiştir. Bu mahkemelerde maalesef hukukun evrensel kuralları ayak altına alınmış, siyasal iktidarın düşüncesini benimsemeyen, siyasal iktidarın karşısında olan insanların aylarca, günlerce savunmasız bir şekilde Silivri toplama kampında etkisiz hale getirilerek kodese tıkılmasına neden olmuştur.
Şimdi bugün yaşadığımız olaylara bakınız. Nasıl bir yargı ki, kanıt toplama talepleri reddediliyor. Çok ilginç şeyler var. Bakınız bu Ergenekon davasında hükümeti devirmekle suçlanan insanlarla ilgili bir tek objektif kanıt yakalama şansınız yoktur. Hükümeti devirmeyle ilgili herhangi bir eylemi maalesef iddiama makamı dosyaya taşıyamamıştır. Bir tek kanıt getirmiştir Danıştay davası, Ergenekon davasına eklenerek Danıştay davasındaki işlenen cinayeti bu hükümeti devirmekle suçlanan Ergenekon sanıklarının eylemi olarak dosyaya aktarılmıştır. Orada bir gizli tanığın beyanı dikkate alınarak Ergenekon davasında şiddete başvurulduğunun güya kanıtı yakalanmış gibi iddialar ortaya konmuş.
Ama burada ilginç bir şey vardır. Şimdi ilticayla mücadele belgesinin dışarıya sızmasından sonra o tarihlerde görevli olan Genel Kurmay Başkanlığındaki bir general yurtdışında bulunan Genel Kurmay Başkanına başvurur, Genel Kurmay Başkanından bu belgenin açığa çıkmasına karşı takınılacak tavrı sorar. Şimdi savcılık Türkiye’deki bulunan Işık Koşaner’e sormayarak yurtdışında bulunan Genel Kurmay Başkanına sorulmasını Genel Kurmay Başkanını terör örgütünün başı olarak değerlendirmektedir. Sen Türkiye’deki bulunan Genel Kurmay Vekili Işık Koşaner’e sormayıp da yurtdışında bulunan Genel Kurmay Başkanına sorduğundan ötürü Genel Kurmay Başkanı demek ki bu örgütün başıdır ki ona sorulmuştur diye bunu kanıt olarak koymaktadır. Ama aynı savcılık Işık Koşaner’in dinlenmesi konusundaki talebi reddetmiştir, mahkemede savcının bu talebine uyarak bu iddianın, bu yorumun doğru olup olmadığını en iyi şekilde açığa çıkaracak olan Işık Koşaner mahkemeye geldiği halde dinleme talebini reddetmiştir. Bu kadar peşin hükümlü, bu kadar yapay yaklaşımlar ortaya koyan bir mahkemeden adalet beklemek mümkün değildir. Peşin verilmiş olan cezaların peşin yargılaması yapılmaktadır.
Dolayısıyla bugünde yaşanan sıkıntılar, özellikle dinleyicilere karşı kullanılan fiziki güç, biber gazı, hasta insanları rahatsız edecek şekilde saldırılar verilecek kararın kamuoyunun vicdanındaki yaratacağı tepkisinin endişesi, korkusu ve telaşı içerisindedir. Cumhuriyet savcılığı böylece anlaşılıyor ki, mahkumiyet isteyeceği için bugün orada bulunan yurttaşlarımızın vicdanlarının isyan etmesinin ortaya koyacağı tepkiden çekinerek ortalık gerilmiştir.
Biz, arkadaşlarımız geçen gün İçişleri Bakanlığına giderek bakanla görüştüler. Geçen duruşmalarda yaşanmış olan olumsuzlukların, saldırıların devreye sokulmaması için gerekli önlemlerin alınmasını talep ettiler. İki tane Genel Başkan Yardımcısı arkadaşımız bizim bu girişimimize rağmen bugün yaşananlar bir vahşettir, bir hukuk devletinde olmaması gereken olumsuzluklardır. Yargılamalar açıktır. Açık yargılamalar kapalı hale getiriliyor. Onu izlemek için oraya giden insanlar demokratik tepkilerini koyan insanlar, oradaki haksız bir şekilde tutuklandığı yönünde kamuoyunda genel bir kanaat oluşumuna karşın sahip çıkmak isteyenler maalesef insanlık dışı muamelelere tabi tutuluyorlar. Onların üzerine biber gazı sıkılıyor, tazyikli su sıkılıyor, bazı insanlar bayılıyor, hasta insanlar ciddi rahatsızlıklar geçiriyor.
Bu nasıl bir yargılamadır ki, avukatlar duruşmadan dışarıya çıkarılıyor, avukatların kanıt toplama talepleri reddediliyor. Avukatlar hatta sanık sandalyesine oturtuluyor. O da yetinmiyor avukatların taleplerini reddeden mahkeme güvenlik güçlerine görev vererek avukatları salonda dövdürüyor. Bunları yapan bir mahkemenin tarafsız, adil, objektif bir karar vermesini beklemek mümkün müdür? Bu mahkemelerde görev alan hakimler anlaşılıyor ki, siyasal iktidarın talimatları ve buyrukları doğrultusunda bu yapay kanıtlara dayanarak sanık konumundaki insanları mahkum etme kararlılığı içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu mahkemeler maalesef yanlı bir hale gelmişlerdir. Bu mahkemeler maalesef adaleti gerçekleştirecek nitelik ve kaliteden uzaklaşmışlardır. Bu mahkemeler verilen talimatların maalesef gereklerini yerine getirecek bir konuma düşmüşlerdir. Yaşananlar bir hukuk devletinde olmaması gereken, görülmemesi gereken… Hangi demokratik ülkede bugün Silivri’de yaşanan olumsuzluklar yaşanmaktadır? Hangi demokratik ülkelerde adaleti gerçekleştirmekle görevli olan tarafsız, yansız hakimler avukatları, gazetecileri dışarıya çıkartarak kapalı kapılar arkasında oyun oynamaktadır? Bu tavrı bile mahkemelerin ne kadar yanlı olduğunu tartışma götürmez bir şekilde açığa çıkarmıştır.
Şimdi bakınız Başbakanımız tabi böyle talimat verirse elbette ki yargıçlar bölünür. Dün Başbakan Devlet Bahçeli hakkında savcıların harekete geçmesini söylüyor. Türkiye’de kuvvetler ayrılığı varsa böyle bir talimat verme yetkisi ve hakkını nereden buluyor Tayyip Erdoğan? Kuvvetler ayrılığına saygısı olan, demokrasiye saygısı olan, yargının bağımsızlığını kabul eden, içselleştiren bir Başbakan bu şekilde talimat verir mi? Geçmişten beri Başbakanın bu talimatlarla yargının yönlendirdiği çok berrak bir şekilde görülmüştür. Geçmişte biliyorsunuz özelleştirme kararlarıyla ilgili Başbakan çıkmıştır özelleştirme kararı veren hakimleri hedef tahtası haline getirmiştir. Mayınlı arazilerin temizlenmesiyle ilgili Anayasa Mahkemesinin kararı ortaya çıktıktan sonra Anayasa Mahkemesinde görev yapan hakimlerimizi yerden yere vurmuştur, onları suçlamıştır. İktidarın talepleri doğrultusunda, beklentisi doğrultusunda karar vermeyen bütün yargı mensupları suçlanmıştır.
Şimdi Başbakan yeni bir alışkanlığı, yeni bir yaklaşımı devreye sokuyor. Kendi karşısında muhalefet yapan, muhalefet partilerin liderleri ve mensuplarına da yargının sopasını göstererek korkutmaya çalışıyor. Bütün bunlar Başbakanın bir faşist özlem içerisinde olduğunu, faşizan uygulamalara hukuki kılıf hazırlama peşinde olduğunu berrak bir şekilde günışığına çıkarmaktadır.
Sunucu- Şimdi uzun tutukluluklar konusu çok tartışıldığı bir dönemde Başbakan Erdoğan katıldığı bir televizyon programında hatta uzun tutukluluklardan rahatsız olduğunu söylemişti ve demişti ki, benim yargıya talimat vermem mümkün değil demişti. Bu cümleyi peki nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adnan KESKİN- Yani Başbakanın yaptığı şu; biliyorsunuz timsah yavrusunu yedikten sonra oturur gözyaşları dökermiş. Sayın Başbakan her konuda zaten böyle çifte standart uyguluyor. Bakıyorsunuz çıkıyor işte Eski Genel Kurmay Başkanıyla ilgili tutuklamanın yanlış olduğunu, uzun tutuklamaların haksızlık olduğunu ifade ediyor. Ama öbür taraftan bunları ortadan kaldıracak yasal düzenlemeleri gündeme getirmekten çekiniyor. Üç kere Türkiye’de yargı reformu paketi getirildi. Dördüncüsü geldi şimdi. Üç yargı reformu paketinde tutuklamaların uzun sürmesini engelleyecek, adaletin hak duygularını rencide edecek uygulamalardan uzaklaşılmasını sağlayacak, özellikle halkın iradesiyle seçilmiş olan milletvekillerinin parlamentoya gelerek halkı temsil etme görevlerini yerine getirecek bir yasal düzenlemelerin hiçbirisini parlamentoya taşımamaktadır. Şimdi yargı reformu diye kamuoyuna bir propagandayla takdim edilen dördüncü yargı reformu getirildi. Maalesef o konuda da toplumun beklediği doğrultuda düzenlemeler yoktur.
Şimdi eğer bir Başbakan söylediği sözlerde içtenlikliyse, samimiyse, toplumu kandırma peşinde değilse o zaman yapılacak bir tek şey vardır dördüncü yargı paketine, bir, iki, üç, dördüncü, en azından dördüncü yargı paketinde bu konuda uzun tutuklamaları ortadan kaldıracak, tutuklamaları fiilen mahkumiyet haline dönüştürecek uygulamaları ortadan kaldırmasını sağlayacak düzenlemeler getirirdi. Bu konuda hiçbir düzenleme getirilmiyor, ama Başbakan kamudaki duyulan rahatsızlıkları ortadan kaldırmak, bu konuda olan tepkileri aşındırmak amacıyla televizyon kameralarına çıkıyor bende bunlardan rahatsızım diye şikayetlerde bulunuyor, yüksünmede bulunuyor. Aynı Başbakan bu sefer çıkıyor televizyon ekranlarında anayasanın temel ilkesini ihlal ederek diyor ki, yavru muhalefetin Genel Başkanı hakkında gerekli işlemleri yapınız. Bundan evvelde biliyorsunuz BDP milletvekilleriyle ilgili böyle bir talebi dile getirmişti. Savcıların harekete geçmesini sağlamıştı. Recep Tayyip Erdoğan güne göre, zamana göre, toplumdaki algılamaya göre tavır değiştiren, karar değiştiren, adalet anlayışı çarpık olan, demokrasi anlayışı çağımızın demokrasi anlayışına uymayan, yetki bendedir, çoğunluk bendedir, ben istediğimi yaparım diyen faşist eğilimleri olan bir siyaset adamıdır, bir devlet adamıdır. O nedenle söylediklerinin hiçbirisinin ciddiyetle ilgisi yoktur. Söylediklerinin hiçbirisinde samimi değil. Bu her konuda böyledir. Yalnız yargı konusunda değil, başka konularda da böyledir.
Şimdi bakınız diyor ki, sevgi dönemi, barış dönemi, kucaklaşma dönemi diye laflar söylüyor değil mi? Bunlara inanabilir misiniz? Bir taraftan onu söylüyor, öbür taraftan diyor ki, muhalefet partilerine de bunlar kudurmuş diyor. Bunların ağızlarındaki köpüklerden anlıyorum diyor. Bunlar vatan haini diyor. Şimdi samimi olan bir Başbakan kucaklaşmadan, barıştan, kardeşlikten bahseden bir Başbakan bu cümleleri söyler mi? Böylesine bir ana muhalefet partisinin liderlerini kudurmuş diye niteler mi? Ana muhalefet partisinin, yavru muhalefet partisinin başkanının ağzındaki köpüklerden anlıyorum diye onlarla ilgili aşağılayıcı bir üslup kullanır mı? Ve onları vatan hainliğiyle suçlar mı? Hangisine inanacağız? Her konuda Tayyip Erdoğan işine geldiği gibi, bukalemun gibi renk değiştiriyor. Bugün beyaz dediğine ertesi gün kara diyor. Geçmişte biliyorsunuz PKK’yla ilgili yaklaşımında da böyle değil miydi? Hatırlarsınız referandum döneminde gitmişti Kayseri’de Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı ve MHP’nin Genel Başkanıyla ilgili şerefsizlik iddiasında bulunmuştu. Demişti ki, ey Kılıçdaroğlu, ey Bahçeli, benim PKK’nın öncü kadrolarıyla görüştüğüme ilişkin haberler söylüyorsunuz, iddialar ortaya koyuyorsunuz bunları ispat etmeniz gerekiyor. Çünkü müddeyi Arapça bir tabirle bunu ispat etmezseniz sizi müfteri ilan edeceğim demişti. Ve demişti ki, ben PKK’yla bugüne kadar pazarlığa oturmadım, bizim partimizin gündeminde böyle bir şey yoktur. Önümüzdeki günlerde oturmayacağız demiştir. Siz bunu kanıtlayamazsanız şerefsizsiniz demiştir. Ama daha işte aradan 1,5 – 2 yıl geçmeden ülkede en büyük moral otoriteyi temsil eden, Başbakanlık sıfatını taşıyan Tayyip Erdoğan o dediklerinin hepsini unuttu, insanların, toplumunda belleklerinin aşılmasına sığınarak o gün o tarihte oturmayacağız, oturmadım dediği PKK’nın lideriyle masanın öbür tarafında oturarak pazarlıklar yaptı. Bunun bir sürü örnekleri vardır. BDP’ye de biliyorsunuz bunlar PKK’nın uzantıları demişti. Hatta bunların dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin öneriler söylemişti. Çıkmıştı kamuoyunda açıklamalar yapmıştı. BDP milletvekillerinin Şırnak’ta PKK militanlarıyla karşılaşmasında yaşanan olayları gerekçe göstererek fezlekenin parlamentoya taşınacağını söylemişti, dokunulmazlıkların kaldırılacağını söylemişti. Ve demişti ki, bunlar PKK’nın iradesinin parlamentodaki uzantıları demişti.
Şimdi bunları ortadan kaldırdı bu sefer bunlarla anayasa değişikliğinde başkanlık önerisini geçirebilmek için dirsek temasına geçildi. Aynı masada PKK’nın uzantısı dediği, şiddetin parlamentodaki temsilci olarak nitelediği insanlarla pazarlıklar yapmaktadır. Başbakanın işine geldiği zaman adaleti başka türlü yorumlar, hakkı başka türlü yorumlar. İşine geldiği zaman insan haklarını başka türlü yorumlar. Televizyonlara çıkar, çocuklara saldırır, ana alda git diye bir takım iddiaları vardır. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın adalet konusunda özellikle haksız bir şekilde tutuklanan insanlarla ilgili bir rahatsızlık duyacağını sanmıyorum. Vicdanı olan bir Başbakan bu Ergenekon davaları yaşadıklarımıza bakın. Ergenekon davasında tutuklanan bir insan Ergenekon’un kasası olarak suçlandı. Adamcağız hayatını kaybettikten sonra belediye tarafından maalesef defnedildi. Parası olmadığı için ailenin. Diri diri insanlar hapishanede ölüme terk ediliyor. Hasta olan insanlar tedavi olabilmek için günlerce beklemek mecburiyetinde kalıyor. Bilim adamları rahatsızlığı tarafsız tabipler tarafından saptanan bilim adamları aylarca adli tıptan rapor alabilmek için bekletiliyor. Bunlardan bir Başbakan rahatsızlık duymuyorsa, bu tür olumsuzlukları ortadan kaldırmak için gerekli girişimleri yapmıyorsa, yasal düzenlemeleri yapmıyorsa bu Başbakanın televizyon ekranlarına çıkıp gözyaşı dökmesinin, kardeşlikten, barıştan bahsetmesini samimi bulmak mümkün müdür? İçtenlikli bulmak mümkün müdür? Bütün gayretler, bütün amaçlar toplumdaki tepkileri aşağıya doğru çekmek, toplumdaki tepkilerin demokratik reflekslerin dışa vurmasını engellemeye yönelik gündem saptırıcı yaklaşımlardır.
Sunucu- Şimdi çok sayıda başlık çıktı önümüze. Bir tarafta Ergenekon davasındaki konuyu noktalayacağız, bir yanda 4. Yargı paketi, anayasa, İmralı süreci başlıkları karşımıza çıktı programının başında da konuştuğumuz gibi. Şimdi Ergenekon davasında mütalaa açıklandı ki mütalaayı nasıl değerlendiriyorsunuz onu da bir yandan merak ediyorum. Bundan sonraki süreç ne olacak? Nasıl bir süreç bekliyor bizi? Ve nasıl mütalaayı değerlendirdiniz hukukçu olarak?
Adnan KESKİN- Şimdi bakınız, önce bir örgütten bahsediliyor değil mi? Önce bir örgütte bu kadar sanık yan yana getirilmiştir. Dünya görüşleri, yaşam tarzları, topluma bakışları birbirinden farklı, toplumun var olan sorunlarıyla ilgili aynı çözüm reçeteleri benimsememiş insanlar aynı örgütün mensupları olarak, sanık olarak çıkartılmaktadır. Peki bu kadar farklı anlayışta, bu kadar farklı dünya görüşüne sahip olan insanların bu kadar toplumun sorunlarına, demokrasiye bakışta farklı çözüm reçeteleri bulunan insanların bir araya gelerek Ergenekon gibi bir örgütü kurduğunun kanıtı nerededir? Hangi kararları almışlardır? Örneğin İbrahim Şahin’le Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ hangi kararı almıştır? Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri Mustafa Balbay’la Haberal ne zaman bu insanlarla yan yana gelmişlerdir de ortaklaşa hükümeti devirme konusunda bir karar almışlardır? Dosya içerisinde bunun bir tane örneğini bulamazsınız. Bu insanları yan yana getirecek herhangi bir ortak değer yoktur. Savcıların ürettiği ütopya, savcıların ürettiği bir takım iddiaların dışında.
Bu konuda şimdi dava açılmıştır ama maalesef bu insanları yan yana getirecek ortak değerlerle herhangi bir değerler yakalanamamış, kanıtlar bulunamamıştır. Ortada bir örgütten bahsedilmektedir. Bu örgütün lideri kimdir? Bu örgütün örgütlenme şeması nedir? Bu örgütte kararları kim almaktadır, talimatları kim vermektedir? Bu konuda da herhangi bir şekilde dosyada bir kanıt yoktur. Artık bir gizli tanık icat edilmiştir. O gizli tanıkların hangi amaçlarla, hangi vaatlerle, hangi yönlendirmelerle verildiği kuşkulu, tartışmalı ifadelerle biraz önce söylediğim gibi Danıştay davasının Ergenekon davasına monte edilmesindeki yaşadığımız gizli tanığın beyanında olduğu gibi bir takım gizli tanıkların iddialarıyla bu insanlar sanık olarak oturtulmuştur. Bugüne kadar bu insanların tutuklu kalması, tahliyelerinin yapılmaması, mahkemelerde avukatların kanıtların toplanması konusunda taleplerin reddedilmesi, Genel Kurmay Eski Başkanının ta mahkemeye kadar geldiği halde dinlenmemesi, peşin kararların, peşin cezaların peşin kararlar halinde açıklanacağının açık kanıtıdır. Anlaşılıyor ki Balyoz davasında olduğu gibi mahkemeler kanıt toplama ihtiyacı duymadan, savunma hakkının gerekleri yerine getirilmeden, savunma hakkını kısıtlayarak, zaman zaman savunma hakkını kullanmak isteyen avukatları da sanık sandalyesine oturtup onları da yıldırarak vermiş olduğu peşin kararı açıklama peşinde olduğu anlaşılmaktadır. Bugün yaşadığımız olumsuzluklarda, güvenlik güçlerine talimatlar vererek, milletvekillerinin oraya sokulmama gayretleri, gazetecilerin oraya sokulmama gayretleri bu olumsuzlukların, bu yanlışlıkların, bu haksızlıkların medya kanalıyla kamuoyuna yansıtılmasını engellemeye yönelik girişimlerdir. Benim kanaatime göre kararlar verilmiştir. Duruşmalar durumu kurtarmak için, duruşmalar insanları kandırmak için yürütülen bir tiyatro oyununa dönüştürülmüştür.
Sunucu- Şimdi diyorsunuz ki, çok sayıda olumsuzluk var, hukuksuz çok sayıda başlık var. Peki bunlarla ilgili mesela Yargıtay aşamasında mı hukuk yerini bulur? Nasıl işler süreç? Yani usul hatalarından bahsediyorsunuz.
Adnan KESKİN- Karar verirse Yargıtay’da tabi bunun, böyle bir kararın Yargıtay’da ciddi bir incelemeye tabi tutulduğunu da yansız ve tarafsız hakimler tarafından bu kararların kabul edilmesi mümkün değildir. Balyoz davasında bir gazetecinin şöyle bir değerlendirmesi olmuştu. Mahkemenin vermiş olduğu karar temyiz dilekçesi niteliğinde. Yani biz vicdanen çok rahat değiliz, doğru bir karar vermedik, bizim bu kararımız bozulur diye eksiklikler var diye nitelemişti. Eğer böyle kararlar aynı doğrultuda çıkarsa, yine Balyoz davasında olduğu gibi kanıtlar doğru ve sağlıklı değerlendirilmezse ki değerlendirilmeyeceği anlaşılıyor. Biraz önce avukatların yapmış olduğu açıklamalarda onların duymuş olduğu ızdırabın dışa vurulmasıdır. O ızdırabın etkisiyle yaşadıkları bir isyanın televizyonlara yansımasıdır. O zaman Yargıtay’a kalıyor iş. İnşallah umuyorum, diliyorum Yargıtay’da görev yapan ceza dairesinin hakimleri toplumumuz için, adalet anlayışımız için Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir alın kiri olacak olan bu kararlar bozulur. Haksız bir şekilde tutuklanan, yargılanan bu insanlar özgürlüklerine kavuşur. Türkiye Cumhuriyeti devleti de böylesine haksız, böylesine adaletsiz bir kararı alnında taşımak zülyetinden kurtulur.
Sunucu- Şimdi 4. Yargı paketinden bahsettiniz. 4. Yargı paketi aslında ilk konuşulmaya başladığı zaman uzun tutukluluk süreleri de dile geldi hatta onunda çözümü konusunda maddeler içerecek dendi. Nasıl yaklaşıyorsunuz 4. Yargı paketine?
Adnan KESKİN- Orada getirilen şeyde şudur; tutukluluk halinde, tutukluluğun ortadan kaldırılması konusunda sanık veya vekilleri bir talepte bulunursa geride kalan, şuan ki yürürlükte olan kurala göre mahkeme gıyaben karar veriyordu. Sanık veya vekili dinlemeden, onu konuşturmadan toplanıyordu evrak üzerinde, dosya üzerinde inceleme yapıyordu tahliyesinin kabulüne ve reddine karar veriyordu. Şimdi 4. Yargı paketinde böyle bir tahliye talebi geldiğinde sanık veya vekilinde dinlenmesine bir düzenleme var. Yani bir karar vermezden evvel sanığı çağıracak, avukatını çağıracak, tahliye talebinde bulunmuşsunuz gerekirse bunu sözlü olarak açıklayın diye onlara konuşma imkanı sağlayacak ve onların dinledikten sonra karar verecek. Şimdi böyle mahkemelerde böyle yasal düzenlemelerle sonuca gidemezsiniz.
Bakınız, bu mahkemelerle ilgili doğru ve sağlıklı objektif bir karar alabilmek için uygulamaları biraz hatırlamamız gerekiyor. Bu mahkemelerde hatırlarsınız aramalarla ilgili biraz katı davranan, polisten gelen her arama kararına biraz mesafeli bakıp peki demeyen kaç tane hakim bu mahkemelerde görev yaparken başka yerlere gönderilmiştir? Çok sayıda hakim bu tür arama kararlarını doğru bulmadığı için, hukuki bulmadığı için reddetmiştir. Red kararı veren hakimler yapay bir gerekçeyle oradan alınmıştır bir başka yere gönderilmiştir. Keza tahliye kararı veren mahkemelerin kararlarına muhalefet şerhi koyan, tahliye olması gerektiği şeklinde muhalefet şerhi koyan çok sayıda hakim özel yetkili mahkemelerden alınmış, başka yerlere gönderilmiştir. Adeta cezalandırılmıştır. Hakimlerin vicdanıyla vermiş olduğu kararı yüksek hakimler ve savcılar kararı doğru bulmadığı için, sen bu konuda verdiğin karar yanlıştır diye bu insanları başka yere göndermiştir.
Şimdi böyle uygulamalara sahne olan, sanık lehine düşünen, hak ve özgürlüklerin ayak altına alınmasını istemeyen hakimler verdikleri kararlardan ötürü başka yerlere tayin ediyorlarsa, onlar görevlerinden uzaklaştırılıyorsa o zaman iktidar, hakimler ve savcılar yüksek kurulu bu mahkemelerde iktidarın istediği doğrultuda karar verecek hakimlerin görev yapmasını arzuladığının açığa çıkmasıdır bu. Açık bunun kanıtıdır. Niçin cezalandırdılar bu hakimleri? Bir hakim kendi vicdanıyla pozitif olarak bakarak arama talebinin yasal olmadığı konusunda bir inancı varsa ve o konuda bir karar verdiyse siz bu hakimi başka yere gönderirseniz o zaman yargının bağımsızlığından, yargının yasalar çerçevesinde hukukun evrensel kurallarından hareket ettiğine ilişkin sözlerinizin bir geçerliliği olabilir mi? Bunun toplumda bir değeri olabilir mi? Zaten özel yetkili mahkemelerle ilgili ilk kuşkular, ilk rahatsızlıklar bunlarla başlamıştır. Görev yapan bir sürü hakim Anadolu’nun değişik yerleşim yerlerine gönderilmiş, o insanlar buradan uzaklaştırılmış. O hakimler kalsaydı belki bu kararlar böyle olmayacaktı. Şimdiye kadar belki çok sanığın tahliyesi konusunda kararlar çıkacaktı. Karar çıkmasa bile muhalefet şerhi koyan hakimlerin muhalefet gerekçeleri topluma yansıdıkça toplumun adaletsizlikler ve haksızlar karşısındaki demokratik refleksi üst noktalara çıkacaktı. Ciddi bir şekilde bu mahkemelere karşı toplumda biriken tepki oluşacaktı. Onu engellemek için bir gece yarısı operasyonuyla, kararlarla bu hakimler gönderilmiştir.
Şimdi bunlar yapıldıktan sonra buradaki görev yapan hakimlerin artık tarafsız olduğuna inanan olabilir mi? Böyle bir saflık içerisinde olan yurttaşımız var mıdır? Görüntü olarak çıkıyorlar iktidar mensupları, sözcüleri yargı bağımsızdır, hakimlere müdahale edilmez gibi güzel laflar söylüyorlar, kutsal laflar söylüyorlar. Ama uygulamaya baktığınız zaman bu lafların hiçbirinin anlamının olmadığı çok açık bir şekilde görülüyor.
Sunucu- Şimdi kısa bir reklam arası verelim. Ondan sonra kaldığımız yerden devam edeceğiz 4. Yargı paketini konuşmaya. Yeni anayasayla ilgili bugün komisyon toplantısı var. Onu da konuşacağız. Tabi akil insanlar tartışması var, İmralı süreci var bunlara da değineceğiz ama öncesinde kısa bir reklam aramız olacak.
Tabi izleyicilerimizden sorular geliyor 4. Yargı paketi konusuna dönmeden önce ilk bölümde çok sayıda eleştirilerde bulundunuz bu yargılamalarla ilgili. Bir izleyicimiz diyor ki, Adnan Menderes Cumhuriyet Halk Partisi döneminde asılmadı mı? Yassı adayı ne çabuk unuttu Cumhuriyet Halk Partisi diyor.
Adnan KESKİN- Çok teşekkür ederim dinleyicimize de arkadaşımızın belleğinde herhalde bir yanlışlık var. Cumhuriyet Halk Partisi o zaman iktidarda değildi, 27 Mayıs ihtilalini yapan insanlar o tarihte siyasi erki kullanıyorlardı. Tarihe tartı sunmayan bir gerçek olarak şu yerini almıştır. O tarihlerde Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olan rahmetli İsmet İnönü Menderes ve arkadaşlarının asılmaması için ihtilali yapanların nezdinde ciddi girişimler sergilemiştir ve bu konuda bunun böyle olduğunu rahmetli Menderes’in çocukları ve eşi de kamuoyuna açıklamışlardır. Bizzat Berrin Menderes İsmet Paşa’ya gidip başvuruda bulunmuştur ve İsmet Paşa’da rahmetli Berrin Menderes’in kendisine başvurusundan sonra o tarihlerde ihtilali yapmış olan General ve Milli Birlik komiteleri nezdinde bu idamların yanlış olacağını, idamın yapılmaması gerektiğini söylemiştir.
Yalnız orada değil Cumhuriyet Halk Partisi tarihimizin geri dönemde olan bütün idamlara, siyasi suçlardan ötürü yapılan idamlara karşı çıkmıştır. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı konusunda da TBMM’de yapılan tartışmalar ibretliktir. Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki ne kadar tutarlı, istikrarlı davrandığını öğrenmek isteyen bu yurttaşımız ve başka yurttaşlarımız gitsinler meclisteki tutanaklara baksınlar. O tarihte de Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı, Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüleri o insanlarında idamının yanlış olacağını, siyasi suçlarda verilen idamların zaman içerisinde toplumda ciddi tepkilere neden olacağını çok açık bir şekilde vurgulamışlardır. İki; Cumhuriyet Halk Partisi uzunca bir dönemdir idam cezasının kaldırılması konusunda istikrarlı bir yaklaşım sergilemiştir.
Şimdi bu arkadaşımız öyle sanıyorum ki, ya yanlış bir bilgilendirme veya kasıtlı olarak böyle bir soruyu gündeme getirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi Menderes’inde, Polatkan’ında, Zorlu’nun da idamlarının yanlış olduğunu, yapılmaması gerektiğini vurgulamıştır. Bu konuda ciddi bir mücadelede vermiştir. Ama o tarihlerde siyasi gücü elinde bulunduran, ihtilal yapan kişiler bu talepleri doğru bulmamışlardır.
Sunucu- 4. Yargı paketiyle ilgili devam edelim konuşmaya. Şimdi 4. Yargı paketi aslında bu sorunları çözmedi dediniz ilk bölümde konuştuğumuz Silivri’deki yargılamaları.
Adnan KESKİN- Bir, iki, üç çözmedi. Biliyorsunuz bu 4. Yargı reformu. İktidarımız diyor ya her gelişinde reform yapılıyor yargıda falan diyor. Biliyorsun orada böyle ideolojik boyutlu propagandalarda yapılıyor. Herkes de umutlanıyor. Yargı reformu geliyor, Türkiye’deki adaletsizlikler, hukuksuzluklar ortadan kalkacak, adalet tarafsız, yansız bir şekilde işleyecek diyor. Ama üçünde bu gerçekleştirilmedi şimdi 4. getiriliyor. Bir müddet sonra 5. gelir.
Şimdi bakın, burada getirilen şeylerden birisi tabi iktidar bunu açıkça söylemiyor. Bir tanesi askerlikle ilgili madde koymuşlar. Ama asıl burada getirilen yasa tasarısının amacı şu; Türkiye hak, adalet ve özgürlükler açısından çok ciddi sıkıntısı olan bir ülke. Bu konuda verilmiş olan kararların çoğu AİHM’den bozularak geri gönderiliyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun bir şekilde kararlar çıkmadığı için AİHM Türkiye’de bu doğrultuda verilmiş olan kararları bozuyor ve diyor ki, kardeşim sen iç hukuku düzelt bu kararlar yanlıştır diyor. Şimdi 4. Yargı paketi temel hak ve özgürlüklerle Türkiye’nin uluslararası düzeyde yaşamış olduğu bu olumsuzlukları kurtarmaya yönelik bu paket getiriliyor gibi bir algı yaratıldı. Ama bunda böyle bir düzenleme yok.
Bakınız Türkiye’de en önemli tartışılan konulardan birisi seçilmiş olan milletvekillerinin tutukluluğunun sürmesi. Hatırlarsınız meclisin ilk açıldığında Cumhuriyet Halk Partisi ve AKP’nin yöneticileri bu arkadaşlarımızın tahliye edilmesi konusunda ortak bir tavır geliştirme konusunda anlaşmışlardı. Hatta bu konuda bir protokolde imzalanmıştı. AKP’nin grup başkanvekillerinin altında imzası olan bu protokol maalesef her konuda olduğu gibi iktidar tarafından ciddiye alınmamış ve onun gerekleri yerine getirilmemiştir. Bu arkadaşlarımız parlamentonun açıldığı tarihten bugüne kadar tutuklu hale gelmiştir.
Şimdi Türkiye’nin önemli bir gündem maddesi olan, uluslararası camiada Türkiye için ciddi eleştirilere neden olan bu konuyla ilgili herhangi bir 4. Yargı paketi düzenlemeleri yoktur. Yani bu arkadaşlarımız yine biraz önce vurguladığımız, niteliklerini vurguladığımız özel yetkili mahkemelerde görev yapan zatların insafına terk edilmektedir. Şimdi bu kadar gündemde olan bir konuyla ilgili herhangi bir düzenleme getirmeyeceksiniz, ondan sonra dönüp diyeceksiniz ki, 4. Yargı paketi temel hak ve özgürlüklerle Türkiye’nin yaşamış olduğu sıkıntıları ortadan kaldıracak. Bir şey getiriyor yalnız 4. Yargı paketi. Anlaşılıyor ki siyasi iktidar bu süreçte, başlatmış olduğu çözüm süreciyle beraber muhatabına karşı tarafa, kişilere veya onların temsilcilerine belli sözler vermişlerdir. KCK davasında tutuklanan sanıkların tahliyesini gerçekleştirmek için bir düzenleme getiriliyor. Terörle mücadele yasasındaki terörle mücadeleye ilişkin maddenin unsurları değiştirilerek bu konuda şiddet unsuru eklenerek dolayısıyla KCK davasından dolayı tutuklanmış olan kişiler parlamentodaki bu görüşme tamamlandıktan sonra yasal değişiklik nedeniyle ortadan çıkarılacaktır, onlar tahliye edilecektir. 4. Yargı paketinin asıl gizli olan amacı, hedefi budur. Bu amacın anlaşılmasını engellemek, bu konuda toplumdan gelebilecek tepkileri perdelemek amacıyla başka şeyler. Örneğin askerlikten soğutan veya askerliğe gitmeyi öngören kişilerle ilgili bir düzenleme konulmuştur. Terör örgütünün simgelerini kullanan, rütbelerini kullanan, giysilerini yapanlarla ilgili bir madde konulmuştur. Cebir, şiddet içeren eylemleri sergileyenlerle ilgili, yayın yapanlarla ilgili bir madde konulmuştur. Ama asıl beklentilere cevap verecek olan Türkiye’nin temel hak ve özgürlüklerdeki yaşadığı olumsuzlukları, sıkıntıları ortadan kaldıracak herhangi bir düzenleme sözkonusu değildir. İktidar bu konuda içtensizdir, samimiyetsizdir, toplumu kandırmanın peşindedir. Açıkça çıkıp şunu diyemiyor. Ben Abdullah Öcalan’la yapmış olduğum pazarlıkların sonucunda onun sempatizanı olan, onun örgütüne mensup olan KCK davasından tutuklu sanıkları tahliye ettirme taahhüdünde bulundum. Bu taahhüdümün gereklerini yerine getirebilmek için 4. Yargı paketini getiriyorum. Barış sürecinin başarıyla neticelenmesi için böyle bir düzenleme yapmayı kaçınılmaz… dürüstçe bir açıklama yapmıyor. Böyle bir görüşü dile getirmiyor. Ama sanki temel hak ve özgürlüklerle Türkiye’nin özellikle AİHM nezdinde yaşamış olduğu olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yönelik bir girişimin peşinde olduğuna ilişkin bir algı yaratıyor.
Sunucu- Bir izleyicimiz şunu soruyor. Peki bu süreçte bu hem 4. Yargı paketinde, hem Ergenekon konusunda, hem diğer yargı paketlerinde CHP elini taşın altına gerektiği kadar koymuş mudur?
Adnan KESKİN- Koymaz olur mu? Ciddi bir şekilde mücadele ediyor. Bakınız arkadaşlarımız çok ciddi bir şekilde bu yargı paketine muhalefet şerhi koydular. Bu konuda arkadaşlarımızın hazırlamış olduğu muhalefet şerhleri o kadar geniş ki. Başka evrensel bir takım literatürlerden, kaynaklardan yararlanarak bu konudaki koyduğumuz muhalefet şerhi çok açıktır. Ama komisyonlardaki iktidar çoğunluğu dolayısıyla parlamentodaki iktidar çoğunluğu muhalefet partilerinin bu konuda koymuş olduğu muhalefet gerekçesini maalesef yasama aktarmasını engellemekte. İktidar parmak çoğunluğuna dayanarak kendi düşüncesi doğrultusunda şekillenmiş olduğu tasarıları yasallaştırmaktadır.
Sunucu- Şimdi yine çok tartışılan bugünün önemli konularından birisiyle devam edelim. Anayasa komisyonunun toplantısı var. Ki anayasada artık partilerin teklifleri konuşuluyor ve her partinin kendine göre farklı noktaları var. Kimisi başka bir tanıma gidiyor vatandaşlık konusunda. Kiminde dil cümlesi farklı. İlk 4 maddenin değiştirilip değiştirilmemesi konuşulan konulardan birisi. Bu konuda nasıl yaklaşıyorsunuz hem CHP olarak, hem sizde teklifinizi sundunuz. Ki bir izleyicimizde diyor ki, bu anayasayı Cumhuriyet Halk Partisi durdurmalı bu çalışmaları. Elbirliğiyle durduracağız çağrısından da bahsediyor hatta sizin partinizden. Bu konuda neler düşünüyorsunuz bunları halk merak ediyor.
Adnan KESKİN- Şimdi biliyorsunuz bu konuda Cumhuriyet Halk Partisine hiç hak etmediği şekilde eleştiriler geliyor. Hatta zaman zaman bizim tabanımızda da bu konuda tepkiler dile getiriliyor. Masayı terk ediniz, bu görüşmelere katılmayınız diye. Özellikle bizim dışımızdaki bazı partilerde Cumhuriyet Halk Partisini kendi tabanında aşındırmak için bu tür talepleri biraz daha körükleyerek sık sık gündeme getiriyorlar ve Cumhuriyet Halk Partisine eleştiri oklarını yöneltiliyorlar. Önce Cumhuriyet Halk Partisine seçim sürecinde, yani genel seçimler sürecinde kendi seçim beyannamesinde demokratik bir anayasanın yapılmasını topluma vaat etmiştir. Ben iktidara gelirsem temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak, herkesin bu ülkede özgürce yaşamasını sağlayacak, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu bir anayasayı yapacağı taahhüdünde bulunmuştur.
Şimdi TBMM’ye böyle bir talep gelmiştir. Topluma böyle bir taahhütte bulunan bir siyasi parti böyle sivil bir anayasa hazırlanması gündeme geldiğinde ben bu komisyonda yer almıyorum diye ilkokul çocukları gibi sokakta kavga ederek mızıkçılık yapması tutarlılık olmaz, doğru olmaz. Halka yapmış olduğumuz taahhütlerin gerekleriyle çakışmaz. O nedenle bu komisyonda yerimizi aldık.
İki; Cumhuriyet Halk Partisi bu komisyonda yer almakla en azından AKP’nin bu konudaki iki yüzlülüğünü, AKP’nin bu konudaki temel hedeflerinin toplum tarafından algılanmasına ciddi katkılar yapmıştır. Bakınız, bizim komisyonda bulunan arkadaşlarımız temel hak ve özgürlüklerle ilgili çok sayıda teklif vermişlerdir. Güya televizyon ekranlarında hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını isteyen gözüken AKP’nin komisyondaki üyeleri maalesef Cumhuriyet Halk Partisinin, arkadaşlarımızın vermiş olduğu önerilerin tümüne ambargo koymuşlardır ve onların görüşmesini engellemişlerdir. Yargıyla ilgili Türkiye’de anayasada çok ciddi düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Yaşadığımız şu olumsuzluklar anayasada özellikle el atılması, düzeltilmesi, yeniden yazılması gereken kuralların başında yargıyla ilgili olan kurallar olduğunu çok açık bir şekilde tartışmaya neden olmayacak bir şekilde açığa çıkarmıştır. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi mensubu arkadaşlarımız taleplerde bulunmuşlardır. Bunlarda AKP tarafından reddedilmiştir. Şimdi bizim kırmızı çizgimiz anayasanın başlangıcı 4 maddedir. Hiç kimse Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda taviz vereceğini, bu 4 maddenin görüşülmesi, bu 4 maddeyle ilgili herhangi bir değişiklik önergesine bizim sıcak bakmamız, bu konuda görüşmelere izin vermemiz mümkün değildir. Nitekim arkadaşlarımız böyle bir tavrın takipçisi olmuşlardır. Verdiğimiz tekliflerde de bu 4 maddenin herhangi bir şekilde tartışılmayacağı çok açık bir şekilde komisyona verdiğimiz metinde yer almıştır.
Burada şimdi masayı niye Cumhuriyet Halk Partisi terk etsin? Biz çağdaş bütün temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir anayasa yapılmasını istiyoruz. Bunun Türkiye için bir ihtiyaç, bir gereksinme olduğuna inanıyoruz. Ama iktidar partisinin amacı farklı, iktidar partisi Tayyip Erdoğan’ın içinden bir türlü atamadığı diktatörlük özlemlerine bir yasal kılıf hazırlama peşinde ve bu amaçla da başkanlık sistemini gündeme getirdiler. Komisyonun çalışma kurallarını ayak altına alarak, Tayyip Erdoğan çıkarak başkanlık sistemine övgüler düzdü ve kendi partisi tarafından komisyona başkanlık sisteminin anayasa yerleştirilmesi, monte edilmesi konusunda öneriler sundular. Bu başkanlık sistemi aslında başka ülkelerde uygulanan başkanlık sistemiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir başkanlık sistemidir. Bu tamamıyla Tayyip Erdoğan’ın sultanlığını tescil etmeye, Tayyip Erdoğan’ı futbolda 20 yıl evvel var olan tek seçenekli siyasette tek kişi olmayı kabul ettirmeye yönelik bir başkanlık sistemidir. Başkana yargıya müdahale etme, yargıdaki hakim ve savcılar yüksek kurulunun içinde görev alacak kimseleri tayin etme yetkisi veriyor. Mecliste kabul edilmeyen yasa teklifleri veya tasarılarının yerine başkanın kararname çıkarma yetkisi veriliyor. Başkana meclisin fesih etme yetkisi veriyor. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılıyor tek kişi başkan oluyor. Burada düzenlemelerdeki olumsuzluklara toplumdan tepki geldikçe diyor ki, bu Türkiye’ye özgü bir başkanlık sistemidir diye bunu kapatmaya çalışıyor.
CHP’de en azından bu konularda çok ciddi bir şekilde direnç gösteriyor. Bunun komisyonda görüşülmesi bile engellendi CHP. Biz komisyonda belki bulunmasaydık, o komisyonda biz görev almasaydık AKP bu teklifleri komisyona getirecekti, komisyonun önerisi olarak parlamentoya taşıyacaktı.
Ama bizim bu direnmemizden bizim AKP’nin getirmiş olduğu tekliflere, tepkilere karşı gösterdiğiniz tepkiden rahatsız olan iktidar partisi Mart sonuna kadar almazsa biz B planımızı devreye sokarız dediler ve Mart sonuna kadar bitirilmezse kendi hazırlamış oldukları tasarıyı, teklifi parlamentoya taşıyacaklarını söylediler. Şimdi bu süreci etkilemiştir. Herhalde insanlarımızda şunu görmüştür; AKP bu komisyonun çalışmasında içtenlikle yaklaşmamıştır. Tamamıyla bu komisyonda yer alması başka konuklarda olduğu gibi yine insanlarımızı ve toplumu kandırmaya yönelik bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Önümüzdeki günlerde bu konuda AKP’nin tavrını göreceğiz. Komisyonu terk ederek kendi tasarısını meclise taşıyıp taşımayacağını hep beraber yaşayarak yakalama fırsatını bulacağız.
Sunucu- Başbakan Erdoğan’ın bir açıklaması var. Diyor ki, başkanlık sistemi bürokratik oligarşiyi kırar ve diğer partilerin korkmasının sebebi başkan çıkaracak kişileri olmamasından dolayıdır ve daha demokratik bir sistemin olduğuna dair söylemlerde bulundu. Sunulan veya konuşulan taslak böyle mi? Nasıl yorumluyorsunuz?
Adnan KESKİN- Bakınız, bir kere şu cümle bile Tayyip Erdoğan’ın demokrasi anlayışının ne kadar sakat ve çürük olduğunu ortaya çıkarıyor. Yani koca 75 milyonluk ülkede Tayyip Erdoğan’dan başka başkanlığa talip olacak, toplumumuzun kabul edeceği başka bir insan yok mu? Tayyip Erdoğan Allah etmesin yaşamını yitirirse bu toplum dumura uğramış, Tayyip Erdoğan’dan sonra demokrasisini bu toplumda gelecek herhangi bir insan yetiştiremeyecek mi? Demokrasiye inanan, toplumda bu tür insanların sayısının çok olduğunu içtenlikle benimseyen bir insan böyle bir söz söyleyebilir mi?
İki; bürokratik oligarşi diyor. Allahınızı severseniz ülkede bürokrasi falan mı kaldı? Tamamıyla AKP’nin dizayn ettiği, artık kamu görevlileri bile AKP’nin geçici varisleri haline geldi. Hangi kurumda artık iktidara karşı direnebilecek, iktidardan gelen olumsuz, hukuk dışı taleplere itiraz edecek bir tek kamu görevlisi kalmıştır? O kadar tahrip edildi ki, yeteneği, bilgisi, becerisi o görevlere gelmeye müsait olmayan insanlar, imamlar, fark etmediği bir şekilde bürokrasinin en üst noktalarına getirdiler. Bir tek özellikleri var. İktidardan gelecek talimatlara, iktidardan gelecek buyruklara göz kapalı imza atacak insanlar bürokrasinin yönetim kadrolarının başına geldiler.
Şimdi bu kadar bürokrasiyi takip edeceksin, bürokrasiyi tamamıyla kendi yandaşlarına dizayn edeceksin ve döneceksin kamuoyuna bürokratik oligarşiden bahsedeceksin. Bu Başbakanın yeni ortaya attığı kuyruklu yalanlardan birisi daha. Hangi kararın, hangi tasarrufu bürokrasi tarafından engellenmiştir Tayyip Erdoğan’ın? O kararları, o istekleri yargı tarafından engellendiği için yargı tahrip edilmiştir. Niye linç edilmiştir? Televizyon ekranına çıkmıştır, o kanalları veren hakimleri hedef göstermişti Recep Tayyip Erdoğan. Danıştay davası gibi bir dava hedefe ulaşabilmek için amacından, zemininden uzaklaştırarak sanığın yakalandığı vermiş olduğu ifadelerdeki gerçekler saklanarak Ergenekon Davasına eklenmiştir. Bu kadar tahrip edilen bir ortamda bürokratik oligarşiden bahsedip sanki bazı kararlarının, bazı tasarruflarının hayata geçiremediklerini bürokrasiye yüklemek dürüst bir tavır değildir. O endi çapsızlığının, kendi beceriksizliğini görürdü.
Bakın Suriye’de durduğumuz yerde kavgaya giriştik, neredeyse savaşın eğişine geldik. Suriye içişlerine karışan bir ülke haline geldik. Daha bir, iki yıl evvel en yakın dostumuz olan. Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinden, dışişlerinde görevli elçilerimizden, dışişlerin üst noktasından müsteşardan, genel müdürlerinden bu konuda iktidarın yanlış politikasıyla bir tek açıklamamı çıkmıştır?
Bakınız, yargıda adaletsizlik yer alıyor. Hukuk ayak altına alındı bu memlekette. 70’e yakın hukuk fakültesinden bahsediliyor. Hangi hukuk fakültesinin senatosundan, dekanından, rektöründen bu hukuksuzluklar ve adaletsizlikler karşısında bir tepki geldi. Basın işlevini yapamaz hale gelmiş. Basın tamamıyla Tayyip Erdoğan’ın talimatları ve buyruklarını yerine getiren, insanların haber alma ve bilgi alma özgürlüğünü ortadan kaldıran…
Bakınız, bugün Silivri’de vahşice olaylar yaşanıyor. İnsanların üzerine tazyikli su sıkılıyor. Biber gazı dökülüyor. Jandarma copunu kullanıyor. 20’ye yakın ulusal televizyonumuz var. Neden bir tanesi, iki tanesi, üç tanesi yayın yapıyor da diğerleri böyle bir olayı görmezlikten geliyor da İngiltere’nin eski Başbakanının ölümünü birinci haber olarak veriyor?
Böyle bir basın var mıdır, dünyada demokrasi olan ülkelerde? Bu basına artık benimde engel diye nitelemek, kim inanır? Şimdi bu kadar 10 bin, 20 bin insan Silivri’de. Otobüslerle gitmişler. Orada barikatlarla karşı karşıya geliyorlar. Barikatları yıkmak isteyen insanlar fiziki baskıya maruz kalıyor. Ama televizyonlarımızda bu hukuksuzluğun, bu saldırının görüntülerini veren herhangi bir haberi göremiyorsunuz.
Şimdi böyle bir basın varken Başbakan neden şikayet ediyor? Hangi olumsuzluğu Başbakanın basınımızda eleştirilmiştir? Hangi yanlış kararları Başbakanımızın talimatları dışında yapılmıştır. İnsanlar görevden atılıyor? Köşe yazarları bir makalesinden dolayı işinden ediliyor, hatta öyle acı şeyler yaşanıyor ki, bir gazeteyi satın alan Türkiye’nin en büyük işadamlarından birisi burjuvalığa yakışmayacak bir teslimiyetle Başbakan telefon açıyor, ben şu gazeteyi aldım başına kimi getirdim diyor? Niye şikayet ediyor Başbakan? Bırakınız bürokrasiyi, oligarşiyi filan sen basını bile teslim almışsın. Basının patronları senin gözünün içine bakıyor. Basının köşe yazarları senden korkusuna özgürce yazamıyor. Haber yazan gazeteci arkadaşlarımız yazdıkları haberlerin çıkacağı umuduyla yaşamıyor. Gazetelerin karargahına gelen haberler süzgeçten geçiriliyor. Tayyip Erdoğan’ın öfkesini, hışmını üzerine çekmemek için verilmesi gereken haberlerin çoğu verilmiyor.
Çünkü bütün bu gerçekler yaşanırken başkanlık sisteminin efendim, bürokrasi, oligarşiyi ortadan kaldırmak için ben başkanlık sistemi istiyorum diyen bir insanın hangi lafına inanacağız. Bunların samimi olması mümkün müdür?
Şimdi Başbakan kalkıyor, Anayasanın temel hükmünü ihlal ediyor, Devlet Bahçeli hakkında işleme geçin savcılar diyor, hakimler diyor. Yani ne istiyor? Yakında böyle bir tasarruf başlarsa, Devlet Bahçeli hakkında bir soruşturma başlarsa hiç şaşırmayın. Tayyip Erdoğan’ın söylediği her şey maalesef yargı tarafından ele alınmıştır ve gerekleri yerine getirilmiştir.
Anlaşılıyor ki, önümüzdeki günlerde muhalefet partinin liderleriyle ilgili senaryolar, bir takım lobilerde üretilen kanıtlarla muhalefet partisi liderleri ve sözcüleriyle ilgili yeni Ergenekon iddialarıyla karşı karşıya kalacağız.
Sunucu- Bir izleyicimiz diyor ki, neden CHP olarak bu durumu halka anlatmıyorsunuz? Neden mitingler yapmıyorsunuz? Neden çok fazla konuşmuyorsunuz? Genel Başkan neden sessiz bu konularda diye?
Adnan KESKİN- Biraz önce vurguladım. Türkiye’deki olan ulusal kanalların büyük çoğunluğu CHP ile ilgili
haberleri RTÜK’leştirerek, anlamsızlaştırarak, kendi mantık bütünlüğü içine alarak durumu kurtarmak için onlarla de ilgili haber yapıyoruz gibi çok büyük çaptırma yaklaşımlar sergileniyor.
Dolayısıyla bakınız, CHP çok ciddi eylemler sürüyor. Bu hafta 4-5 Genel Başkan Yardımcısı hakkında biz farklı yerlerdeydik. Haluk Koç Samsun’daydı, Bülent Tezcan Tokat’taydı, Gökhan Günaydın Ordu tarafındaydı. Bugün 80 tane arkadaşımız Silivri’ye gitti. 80 tane milletvekilinin, genel başkan yardımcılarının bulunduğu binlerce, onbinlerce insanın katıldığı bir etkinlikte yaşanan olumsuzlukları vermeyen medyanın CHP Genel Başkanının yaptığı grup toplantısını kuşa çevirerek veren bir medyanın CHP ile ilgili sağlıklı ve doğru bilgi vermesi mümkün müdür?
Bizim medyamız yok, bizim yandaşımız yok, bizim holdingimiz yok. Bizim bir tek gücümüz var; bu soruyu soran yurttaşa sesleniyorum; demokrasilerde diyet ödemeden nimet yakalanmaz. Herkes Türkiye’de haksızlıklar karşısında, adaletsizlikler karşısında demokratik tepkisini, refleksini dışarı vuracaktır. Bu haksızlıkları yapan insanların karşısında direnecektir. Bizde direnerek hakkımızı alacağız, gerekirse diyet ödeyerek hakkımızı alacağız. CHP’ye insanlar destek olsun, omuz versin, onbinlerce, yüzbinlerce insan CHP’nin yürüttüğü bu mücadelede saflarını, yerini tutarsa bu haramzade iktidardan da Türkiye’nin kurtulması gerçekleşir.
Bu akil adamlar görevlendiriliş biçimiyle, Başbakanın bunlardan beklentisiyle ve burada görev alan insanlar açısından baktığınızda bir toplum mühendisliği projesidir bu. AKP toplumun algılarını değiştirmek, değer yargılarını bitirmek, tarihten gelen simgeleri aşındırmak için bu insanları kullanmaktadır.
Bakınız akil adam denen insan bilgisiyle, tecrübesiyle, deneyimiyle, yaşantısıyla örnek olan insanlardır. Bu konuda görev alan öyle insanlar var ki, cinayet teşvikçiliği yapanlar, cinayet işlerini öğrenenler, Gümüşhane Baro Başkanının öldürülmesine alkış tutan insanlar bu akil adamların içerisindedir.
Gözyaşından, anaların ağlamasından bahsediyor Başbakan, Mart ayında iş kazalarından 59 tane insan öldü. Bu akil adamlar içinde yer alan sendikaların genel başkanları o 50 tane insanın anasının, eşinin gözyaşını hiç vicdanlarında hissetmediler mi? Çocukların yaşadığı travmayı hiç kendi iç dünyalarında yaşamadılar mı?
Bu konuda ağzını açmayan, 59 tane insanın tepkisizlikten, yasal noksanlıktan hayatını kaybettiği bir sürece sesini çıkarmayan bir insan orada gelecekte akil adam olarak görev yapacak ve bu akil adamlarda Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu…
Bunlar AKP’nin söylemediğini söylemek için görev alan insanlardır. Bir şey soracağım burada; hangisi Tayyip Erdoğan’ın Abdullah Öcalan’la yaptığı pazarlıkta neyi verdiğini, neyi kaybettiğini biliyor? Bu yapılan pazarlıklar federasyon mudur? Başka bir siyasi çerçeve midir? Bu konuda bilgi sahibi var mı? Bir insan bilmediği konunun iyiliği ve doğruluğu konusunda hangi vicdanı, hangi ahlaki anlayışla gidecek propaganda yapacaktır. Bu sürecin doğru, iyi, güzel olduğunu söyleyecekti. Bilinmeyen bir şeyle ilgili bir insanın doğru, iyi, güzeli söylemesi karanlıkta kürek çekmeye benzer.
Sunucu- Çok teşekkür ediyoruz.
Vişne Haber Ajansı