Silivri'de yatan Mustafa Balbay yargısız infazının bininci gününü de devirdi. Bugün 1003. gün.
Neyle suçlandıklarını bilmeden yüzlerce gündür tutuklu kalan, ailesinden, büyümekte olan çocuklarından ayrı bırakılan, tek kişilik hücrelerde kesinleşmemiş yargılarının kesinleşen cezalarını çeken onca insandan biri.
Demokrasiyle, insan haklarıyla bağdaşmayan bu isyan ettirici tablonun halen seyrediliyor olması çok vahim. Tutukluluğa bu derece kolay karar veren, haklarında kesin hüküm bulunmayan insanların davalarının aylarca, yıllarca tutuklu olarak devam ettiği bir hukuk sistemi er ya da geç bütün toplumun canını yakmaya başlar.
Buna bağlı olarak iç hukuk sisteminde adaleti bulamadığına inanıp da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuranların sayısı her geçen gün katlanarak artıyor.
Bir toplumun adalet sistemi o toplumun bel kemiğidir, ona olan inanç yok edilirse ayakta durmak imkânsız hale gelir.
Dersim
1938’de Dersim’de yaşanan dram, insanlık sınırını aşıp bir insanlık suçuna dönüşmüş; bölgede kitlesel düzeyde katliama varan bir vahşet vuku bulmuştur. Olayların canlı tanıkları hâlâ aramızdadır. “Dersim dört dağ içinde, gülü var bağ içinde... Ne oldu ağlama ne oldu” diye yakılan ağıtların adresi Dersim, Osmanlı-Türk tarihinin acılı ve kara bir sayfasıdır. Bu sayfayı biraz olsun ışığa kavuşturmak için zulüm gören, onca acıyı çeken insanlardan özür dilemek, yapılanları geri almak imkânsız olsa da hatanın elden geldiğince telafisini yapmak tarihi bir utançtan çıkmak için gereklidir.
Bu noktada gözden kaçırmamamız gereken durum, olayların, ancak meydana geldikleri zamanın koşulları içinde değerlendirildiklerinde adaletli bir yargılamanın nesneleri olabilecekleridir. 1930’ların Dersim meselesini bugünün sınırları içinde yargılayıp infaz etmeye kalkarsak objektif ve adil bir yaklaşımdan uzaklaşmış oluruz. Önemli olan bugün tarihin doğru ve objektif gözlüklerle okunması ve zamanında haksızlığa uğramış kişi ve gruplara haklarının iade edilmesidir.
Tarihte yapılan yeniden okumaların Dersim’le sınırlı kalmaması ve 20. yüzyılın başından itibaren yakın tarihin ayrıntılı olarak incelenip yeniden anlamlandırılması gerektiği ise atlanmaması gereken bir başka gerçektir.
Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın Dersim’le ilgili yaptığı açıklamanın ardından BDP’den gelen ve Dersim’in araştırılmasını talep eden önerge AKP adına konuşan Mehmet Metiner’in, bu işin gelip geçici komisyonlar tarafından çözülemeyeceğine dair parti görüşünü beyan etmesiyle reddedildi. “Katliam” olarak değerlendirilen Dersim olaylarıyla ilgili dilenen özre rağmen Meclis’te konuyla ilgili araştırma komisyonu kurulmasına karşı çıkılması hem akılların karışmasına yol açmış, hem de önemli bir samimiyetsizlik göstergesi olmuştur.
Gerçek anlamda temiz ve aydınlık bir toplumsal gelecek için geçmişle çekinmeden yüzleşmek, korkmadan özeleştiri yapmak zorunludur.
Tanilli’nin Mirası: Özgür Düşüncesi
Yakın tarihin özgür düşünce ortamının simge isimlerinden, Uygarlık İşçisi Server Tanilli 80 yıllık aydınlanma, bilgelik, bilimsellik serüveninin ardından 80 yaşında yaşamını kaybetti. Aslında kaybetti yanlış ifade olur, “devretti” demeliyiz. Dolu dolu ve apaydınlık yaşanan bir ömür, tarihe açılan yepyeni düşünce pencereleri, insan hakları savunuculuğu, onca yazdıkları ve konuştukları aracılığıyla yetiştirdiği öğrencilerine, insanlarına aktarıldı. 7 Nisan 1978’de, evine 150 metre kala uğradığı saldırıda 5 hain kurşunun hedefi olmuştu Tanilli. Kurşunların çıktığı silahı tutan eller o tarihten bu yana meçhul olarak kaldı. Ancak göğsüne isabet eden kurşun onu öldürmeye yetmedi; felç bıraktı. Bu tarihten sonra tekerlekli sandalyede sürdürdüğü hayatından, fikirlerinden, düşüncelerinden yılmadan bize aydınlık saçmaya devam etti.
Bu bilge, kültür dolu, esprili yakın tarih filozofuna o hiç korkmadığı ölüm karşısında Allah’tan rahmet; yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı ve sabır, onun yolundan gitmeyi seçenlere ise aydınlık bir yaşam diliyorum.
Sadık Çelik