10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü olan bugüne Türkiye, kara bir tabloyla giriyor.
10 Aralık
Dünya İnsan Hakları Günü olan bugüne Türkiye, kara bir tabloyla giriyor. Polis kurşunuyla insanların rahatça öldürülebildiği, 64 gazetecinin cezaevlerinde tutulduğu, binlerce Kürt siyasetçi, belediye başkanının, akademisyenin, 30’u aşkın avukatın, yüzlerce öğrencinin “terör örgütü üyesi-yataklık” gibi iddialarla özgürlüklerinden mahrum edildiği bir gün.
Sadece “parasız eğitim” pankartı açtıkları için öğrencilerin 18 ay hapis yattığı ya da “puşi” takmanın terör örgütüyle bağlantılandığı bir Türkiye’de insan hakları karnesi kapkara.
Birleşmiş Milletler Örgütü (BM), 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni 10 Aralık 1948’de kabul ederek, bugünü de “Dünya İnsan Hakları” günü olarak ilan etti. Türkiye de BM üyesi olarak aynı tarihte İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini onayladı. O tarihten bu yana da 10 Aralık
Dünya İnsan Hakları Günü olarak Türkiye’de ‘kutlanıyor.’
Verilere göre, Türkiye’de yargı yollarının tükenmesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 2010 yılında götürülen insan hakları ihlallerinden 15 bin 200’ü bekliyor. 2001 yılında bu dosyalara yenileri eklendi. Türkiye AİHM’e başvuran ülkeler içinde ilk sıralarda yer alma rekorunu kırıyor, tıpkı cezaevlerinde en fazla gazeteci bulundurma rekoru gibi...Türkiye’den AİHM’e 2005 yılında 2 bin 488, 2006’da 2 bin 328, 2007’de 2 bin 830, 2008’de 3 bin 706, 2009’da 4 bin 474, 2010’da ise 5 bin 821 başvuru yapılmıştı. Henüz 2011 yılı başvuruları konusunda bir istatistik yayınlanmasa da 2010 yılını geçtiğini söylemek abartı olmaz.
2011 yılı “temel insan haklarının tahrip edildiği bir yıl” olarak da tarihe geçti.
AKP Hükümeti’nin 2005 yılında yenilediği CMK, TCK ve TMK ile insan hakları ihlallerinin daha da artacağı ortada.
TİHV’nın raporuna göre 2011 yılı içerisinde yaşanan çatışmalarda 330 kişi yaşamını yitirdi. İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken toplantı gösteri ve yürüyüş özgürlüklerini kullanırken, güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu da 6 kişi yaşamını yitirirken, bu veriler 2011’in tamamını içermiyor.
Bu gösterilere katılan 271 kişi de yaralandı. 19 kişi “yargısız infaz” ile yaşamını kaybetti. TİHV’ına işkence gördükleri için başvuran sayısı işkence için 450’nin çok üzerinde. İfade ve basın özgürlüğü açısından ise durum daha da vahim; halen 64’den fazla gazetecii tutuklu, yüzlerce gazeteci hakkında binlerce dava sürüyor, engellenen, kapatılan internet siteleri de eklendiğinde basına yönelik baskıların vehameti ortaya çıkıyor. Davaları kesinleşen 322 kişiye 6 yüz 73 yıl hapis cezası verilmesi AKP’nin özgürlüklere bakışını da ortaya koyuyor.
2011 yılı insan hakları ihlallerine ilişkin somut rapor bugün TİHV ve İHD tarafından basın toplantısıyla duyurulacak.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, 2011 yılı insan hakları tablosunun hiç de iyi olmadığının altını çizdi. Türkdoğan, “Başta yaşam hakkı, işkence, kötü muamele, ifade ve basın özgürlüğü açısından durum geçen yıldan daha kötü” dedi.
Özellikle yaşam hakkı ihlallerinin oldukça fazla olduğunu belirten Türkdoğan, “Zaten Hükümet Programı’na eleştirimizi yöneltirken, ‘insan hakları başlığı olmayan bir program ile karşı karşıyayız’ demiştik. Hükümet bu programda ısrar ederse, korkarım ki durum daha da kötüleşecek. Ama 2011’e damgasını vuran yaygın gözaltı ve tutuklamalar, özgürlüklerin engellenmesi oldu” dedi.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, insan haklarına ilişkin değerlerin olağanüstü tahrip edildiği bir dönemin yaşandığının altını çizdi. Toplumun çok değişik kesimlerinin, çok değişik gerekçelerle insan haklarının ihlal edildiğine dikkat çeken Bakkalcı, Kürt sorunundan, futbol sorununa, gençlerden kadınlara, gazetecilerden akademisyenlere, hukukçulara, aydınlara kadar geniş bir kesimin baskı altında olduğunu belirten Bakkalcı, “Siyasi iktidarın kendi dışında hissettiği, kendisinden görmediği çok büyük çoğunluğun, 74 milyonun büyük çoğunluğunun hiçbir insan hakkı ile donatılmadığı anlamına geliyor bu” dedi.
İnsan hakları kurumları olarak yasal düzenlemeler, uygulamalar ve yetkililerin söylemlerine bakarak, olayları dökümante ettiklerini belirten Bakkalcı, bu üç başlığın 2005’den itibaren başlayan olumsuz sürecin bugün doruğa ulaştığını söyledi. Yaşam hakkı ihlali, toplantı ve gösteri hakkının ihlali, işkence ve kötü muameleye vurgu yapan Bakkalcı, insanların kendilerini özgür hissedebilecekleri ortamlardan uzaklığa dikkat çekti.
Son birkaç aylık rakamları bile alt alta toplamakta güçlük çektiklerini belirten Bakkalcı, “Herkes keyfi şekilde gözaltına alınabiliyor” dedi. Adil olmayan yargılamaya, uzun tutukluluk sürecine vurgu yapan Bakkalcı, 2005 yılında 55 bin olan tutuklu sayısının bugün 135 binlere dayandığının altını çizdi. Bakkalcı., “Tutuklu sayısının bu kadar sürede 2,5 misli arttığı bir süreç daha yoktur” dedi. Bunun da Türkiye’nin insan hakları açısından nereye geldiğini gösterdiğini kaydeden Bakkalcı, bunun da “birlikte yaşama zemininin yok edilmesi anlamına geldiğini” söyledi. Bakkalcı Kürt sorununda uygulanan geleneksel güvenliğe dayalı yaklaşımın çok baskın ve yaygın uygulandığının da altını çizdi.
Türkiye’nin, ya artık bu noktada insanı esas alan, insan haklarıyla dolatılmış bir ortam yaratılması ya da tümüyle insan haklarının rafa kaldırılacağı gibi hassas bir noktada olunduğunu belirten Bakkalcı, bunca yaşanmış acılardan sonra bu gelinen noktanın “tahammül edilemez” olduğunun da altını çizdi.
Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan, İnsan Hakları Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, Türkiye’nin karanlık tarihi aydınlatılmadan insan haklarından söz edilemeyeceğini ifade etti. Yazılı açıklama yapan Gürkan, “AKP’nin, Türkiye’nin aydınlatılması gereken karanlık tarihini, siyasi cinayetleri gündem yapmaktan kaçınıyor. DTP’nin kapatılmasından sonra BDP hedefe konmuş, KCK Operasyonları adıyla her gün bir operasyon yapılıyor, tutuklamalar devam ediyor. Aydınlar, hukukçular, sendikacılar, gazeteciler, politikacılar hedef haline getirilmiş bulunuyor. Türkiye’nin karanlık tarihinden söz ediliyor, Dersim Katliamı ve sonuçlarından dolayı özür dilenir gibi yapılıyor, ancak mevcut durum, kaygı ve endişe verici. Çeteleşme, faili meçhul cinayetler, ırkçılık, provokasyon ve tertiplerin, devletten bağımsız kişi ve çetelerin girişimleri olarak kabul edilmesi isteniyor. Susurluk olayında olduğu gibi, gerçeklerin üzeri kapatılarak sistemin aklanması isteniyor. Sivas katliamı davası zaman aşımına bırakılıyor” dedi.
Gürkan, gerçek bir demokratikleşme için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:
*Türkiye tarihindeki tüm provokasyonlar, bütün darbeler ve girişimleri soruşturulmalı, sorumlular cezalandırılmalıdır.
*Basın, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engeller kaldırılmalı, parti kapatmalara son verilmeli, tam siyasal demokrasi sağlanmalıdır.
*Kriz Yönetim Merkezi lağvedilmeli, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi kaldırılmalıdır. TSK’nın siyasete müdahalesi son bulmalı, İç Hizmet Kanunu kaldırılmalıdır.
*JİTEM, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler, Koruculuk dağıtılmalı, polise öldürme ve işkence yetkisi veren PVSK kaldırılmalı, keyfi dinlemelere son verilmeli ve özel hayatın dokunulmazlığı sağlanmalıdır.
*Tüm aydın, gazeteci ve politikacı cinayetlerindeki kontrgerilla parmağı açığa çıkarılmalıdır. 1938 Dersim, 1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, Güçlükonak katliamlarının dava dosyaları yeniden açılmalı, Kürt bölgesinde gerçekleştirilen toplu katliamların, faili meçhul cinayetlerin sorumluları cezalandırılmalıdır.
*Sadece halka karşı sorumlu olan “Karanlıkları Aydınlatma Komisyonu” kurulmalıdır.
* Kürt sorununun tam hak eşitliği temelinde demokratik çözümü sağlanmalı, Kürt halkının dil, kültür ve özgürlük talepleri karşılanmalıdır.
*Örtülü ödenek kaldırılmalı ve örtülü ödeneğin Yassıada’dan bu yana nerelere harcandığı açıklanmalıdır.
*Tüm inanç gruplarının laiklik kapsamındaki hak ve özgürlük talepleri karşılanmalıdır.
*Kadınların özgürlüğü; siyasal, sosyal ve ekonomik alanda tam eşitliği sağlanmadan gerçek bir demokrasiden söz edilemez.
*Irkçılık yasaklanmalı; halka karşı işlenen suçlar açığa çıkarılmalı, sorumluları cezalandırılmalıdır.
*Muhalif siyaseti “terör” diye etiketleyen hukuk garabeti Terörle Mücadele Kanunu kaldırılmalıdır.
*Anti-demokratik tüm yasalar kaldırılmalı, Darbe Anayasası yerine demokratik yöntemle belirlenmiş halk temsilcilerinin oluşturduğu kurucu meclis eliyle demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır.