loading
close
SON DAKİKALAR

Azmi Karamahmutoğlu; Bugün Halep'i ele geçirdiğini zanneden ABD, İsrail güdümünde olduklarını görmüyor mu?

Azmi Karamahmutoğlu; Bugün Halep'i ele geçirdiğini zanneden ABD, İsrail güdümünde olduklarını görmüyor mu?
Tarih: 02.12.2024 - 16:41
Kategori: Siyaset

Zafer Partisi'ne Gönül vermiş olanları, Zafer Partisi'nin politikalarını benimseyenleri misafir olarak 8 Aralık tarihinde Kurultay salonumuzda ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağız.

Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, partisinin gündeme ilişkin görüşlerini düzenlediği basın toplantısıyla Türk kamuoyu ile paylaştı.

Azmi Karamahmutoğlu: 26 Ağustos 2021 tarihindeki kuruluşuyla birlikte Zafer Partisi 3. yaşını doldurdu. 3. yaşını doldururken artık olağan büyük kurultayının da tarihine kavuşmuş bulunuyor. Bu sebeple gelecek pazar günü ayın 8'inde 8 Aralık tarihinde Zafer Partisi'nin 2. Olağan Büyük Kurultayını yapacağız. Bu kurultay Ankara'da gerçekleşecek. Davette bulunmak istiyorum.

Zafer Partisi'ne Gönül vermiş olanları, Zafer Partisi'nin politikalarını benimseyenleri misafir olarak 8 Aralık tarihinde Kurultay salonumuzda ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağız. Şimdiden Zafer Partisi'nin ikinci olan büyük kurultayı Türk siyasetine hayırlı ve uğurlu olsun.

Geçen hafta güney komşumuz Irak'ta, Kerkük'te bir nüfus sayımı gerçekleşti. Kerkük'teki Türk nüfusunun gücünü, etkisini kırmak, azaltmak için Kerkük'e dışarıdan günübirlik nüfus taşınması yapıldı. Bu günübirlik nüfusun taşındığı oyun, bir nüfus sayımından ziyade bir nüfus sayımı hile bazlıydı. Uluslararası anlaşmalardan doğan haklarımızdan kaynaklı olarak Kerkük'teki Türklere sahip çıkmamız gerekirken Türkiye olarak AKP hükümetinin Barzanistan yönetimini gücendirmemek için Kerkük Türklüğünü yalnız ve sahipsiz bıraktığını içimiz burkularak izledik. Egemen emperyal güçlerin himayesindeki bu kabile devletçiyi bir yandan halkların kardeşliği türküsünü tuttururken diğer yandan sahipsiz gördüğü Türk nüfusunun haklarına küstahça tecavüz edebilmektedir. Bilinmesini isteriz ki Zafer Partisi ve Türk Milliyetçiliğinin kadroları olarak bu şımarıklığı ve küstahlığı sadece AKP hükümetinin iş başında bulunduğu bir dönemde yapabilirler, gösterebilirler.

Zafer Partisi iktidarı döneminde herhangi bir coğrafyada hiçbir Türk sahipsiz bırakılmayacaktır. Aynı şekilde emperyalizmin kucağı da yine halkların kardeşliği türküsünü söyleyenler yakın bir zamandır bir diğer güney komşumuz olan Suriye'de kendini göstermektedir. Yalnızca Suriye'deki Türklerin varlığını değil, beraberinde kurdurulmaya çalışılan garnizon terör devleti aracılığıyla Türkiye'ye sınır komşusu olarak ülkemiz için de tehdit oluşturma çabasında bulunan bir yapıdan söz ediyoruz.

Gözümüzü boyamak için ‘yaşasın halkların kardeşliği’ diyen sahtekarlığa karşı kahrolsun halkların kalleşliği diye karşılık veriyoruz. Bilhassa son üç gündür Suriye'deki geçmiş sicili pek de iç açıcı olmayan Heyet Tahrir-e Şam, kısaca HTŞ adlı örgütün Halep'e girmesiyle başlayan çatışmalarla güney komşumuzda işler iyice arapsaçına döndü, karmaşıklaştı. Suriye'deki gerek devlet dışı örgütlenmelerin kendi aralarında ve Suriye devletiyle Suriye askeri askeriyesiyle yaşanan çatışmalardan zarar gören taraflardan biri de Türkiye'dir.

Bizim Suriye'de olan bitene yaşananlara karşı Zafer Partisi olarak birinci önceliğimiz hiçbir sivilin hiçbir canlının zarar görmemesi kanının akmamasıdır. Suriye'de istikrar ve düzenin sağlanması Türkiye'nin stabilizasyonu için de önemlidir. Sadece Halep şehrinden bir milyonluk nüfus ülkemizde geçici sığınmacı adıyla barınmaktadır.

Ülkemizdeki Suriye'den gelmiş olan geçici sığınmacıların ve kaçakların bir an önce ülkelerine geri dönebilmesi, gönderilmesi için Suriye'deki koşulların olgunlaşmasını sağlayacak politikaları AKP hükümetinden beklemek hakkımızdır. Bunun aksi istikrarsızlaştırılmış bir Suriye'nin Türkiye'ye göç ettirilmiş milyonlarca nüfusun Türkiye'de kalış süresinin uzaması ve Türkiye'nin düzeninin bozulması istikrarsızlaşması demektir.

Fakat üzülerek belirtmeliyim ki böylesi olumlu adımların atılmasını AKP hükümetinden bekleyecek bir hayalperestliğin de içerisinde değiliz. Adil ve şeffaf bir yargılamayla giydirilen cezasını çekmekte olan terör ağası Abdullah Öcalan, bu yaşananların ve bu sürecin tam da ortasında ve göbeğindedir. Haftalardır başlatılan terörizmin literatüründeki kavramlarla terör ağası Abdullah Öcalan'ın salıverilmesi ve hatta yüce Meclis'te konuşturulması teklifi yalnızca basit bir siyasal sapma değildir.

Dem Parti Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Devlet Bahçeli'yi eleştirenlere tepki vererek beyanda bulunmuş. Demiş ki Devlet Bahçeli'nin çağrısına karşı süreci itibarsızlaştırma çabaları genellikle tuzu kuru cenahtan geliyor. Böyle buyurmuş Sırrı Süreyya Önder. Halbuki bu lakırdıyı edenin bilinir ki tuzu da ekmeği de kanlı. Oturduğu Dem Parti milletvekilliği koltuğu da kanlı. Sürecin itibarsızlaştırılmasından söz eden Sırrı Süreyya, bizden beklediği şeyi yani terörizme teslim olmayı muteber bir davranış olarak Türk milliyetçilerine yutturabileceğini mi sanıyor?

Bebeklerden başlayarak sivil vatandaşların, öğretmenlerin, polis ve askerlerin kanıyla, canıyla seçmenleştirdiğiniz vatandaşların sizi taşıdığı milletvekilliği koltuğu size itibar değil sadece maaş, sosyal güvenlik ve özlük hakları kazandırır. Fakat itibar kazandırmaz.

Bu kazancınız, üstelik de bu kazancınız On binlerce Türk yurttaşının kanı, canı, hayatı üzerine kurulu bir saltanattır Sırrı Süreyya. PKK terör baronlarının tercihiyle, işaretiyle adaylaşıp, milletvekili olan Dem Partili Sırrı Süreyya Önder PKK'nın döktüğü kanın üzerinde taşındığı milletvekilli koltuğunda oturmaktasın.

Üzerinde oturduğun milletvekilliği koltuğu, kan denizinde yüzmektedir. Sivil vatandaşların kanıyla, polislerin, askerlerin kanıyla oluşan bir kan denizinde yüzen bir milletvekilliği koltuğunda oturarak itibardan söz ediyor ve güya Türk Milliyetçilerinin gözünü boyamaya çalışıyorsun. İçinde yüzdüğün kan denizi başını yastığa geceleri koyduğunda seni uykuya düşürebiliyor mu?

Şaşırıyorum. Vicdanı olanın bu utançla yaşaması çok ağır bir yük olmalı. Vicdanı olan bebeklerin, sivillerin, asker ve polisin kanıyla milletvekili koltuğuna da taşınmaz.

Zafer Partisi Güvenlik Politikaları Kurulu'nun almış olduğu kararı size aktarmak istiyorum.

HTŞ terör örgütünün 27 Kasım 2024'te Halep yönünde başlatmış olduğu saldırı ve oluşan güvenlik riskleri konusunda Zafer Partisi'ndeki uzman arkadaşlarımıza yaptığımız değerlendirme sonuçlarını sizlerle paylaşıyoruz. Bilindiği üzere HTŞ 27 Kasım 2024'te Hizbullah'a ağırlıklı olduğu bölgede başlamak üzere saldırıya başlamıştır.

Öncesinde İsrail'in bölgedeki kritik hedeflere yönelik saldırılarıyla ilerleme istikameti açılmış ve HTŞ'ye ciddi bir direniş ile karşılaşmadan kısa sürede Halep'te kontrolü sağlamıştır. HTŞ'nın hızlı ilerlemesinde Suriye rejim güçleri ve Rus kuvvetlerinin hazırlıksız yakalanması ve acilen bir savunma hattı tesis edememeleri de etkili olmuştur. Bu ortamda HTŞ, cumartesi günü öğleden sonra Halep Havalimanı'nı ele geçirmiş ve aynı gece Hama istikametinde yola çıkmıştır.

Cumartesi gecesi Esad'a karşı Şam'da bir darbe girişimi olduğu konuşulmuş fakat daha sonra bu servis edilen haberler teyit edilememiştir. Bölgedeki Rus güvenlik kuvvetlerinin, Rus askeriyesinin de hazırlıksız yakalanması ve başlangıçta herhangi bir direniş gösterilememesi ve hatta Halep'in doğusundaki Kureyş hava üstünün HTŞ'nin eline geçmesi önemli bir gelişmedir. Bu durum HTŞ saldırısının organize ve hazırlıklı olduğu.

HTŞ saldırısının organize ve hazırlıklı olduğu, yani 3 gün öncesindeki pozisyona ilişkin olarak kendilerinin önceden bilgilendirildiği, izlenimini vermektedir. Bunu göstermektedir. Bununla birlikte Rus kuvvetlerinin pazar günü sabah başta İdlib olmak üzere başlatmış olduğu hava harekatıyla birlikte bölgedeki askeri durum dengelenmesi ve rejimin devamının sağlanması halen daha ihtimal dahilindedir.

Çünkü Rus askeriyesinin gerek Suriye'de konuştuğu Rus askeriyesinin gerekse intikal ettirilecek olan güçlerin ne tür pozisyon alacağı henüz daha Rus Devlet Başkanı tarafından açıklanmadığı için ve Esad'ın Rusya'daki görüşmelerinin içeriği sahaya yansımadığı için bu konuda bir açıklık yok.

Türk hükümetinin yaptığı basın açıklamasında bölgedeki hükümetimiz, bölgedeki askeri birliklerin emniyetlerinin alındığını ve Türkiye'nin bölgede yeni bir göçe neden olacak eylem ve oluşumlara katılmayacağını açıklamıştır. Dileriz bunu yaparlar. Yapmamaları halinde de gelecek olan, göçle gelecek olan nüfusu yine ensar ve muhacir adıyla güzellemesine karşılayacaklarını da biliyoruz. Ancak AKP hükümeti 2017'den beri HTŞ terör örgütü ile İdlib bölgesinde iş birliği içindedir. Astana ve Soçi süreçleri kapsamında İdlib kırsalına yerleşen HTŞ, terör yapısını kontrol etme ve bölgede gerginliği azaltma görevi AKP hükümetince üstlenilmiştir.

AKP hükümeti işbirliği yaptığı Selefi cihatçı HTŞ terör örgütünden Suriye Milli Ordusu'na benzer şekilde Suriye rejimi ve YPG'ye karşı saldırmasını istemektedir. Bu amaçla Türkiye, İdlib çevresindeki gözlem noktaları oluşturmuş fakat zaman içerisinde bu gözlem noktaları uygulama etkinliğini yitirmiştir. HTŞ'nin yaptığı saldırı ile AKP'nin İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki üstlenmiş olduğu rol ne yazık ki geçici olarak da olsa uygulama dışı kalmıştır.

Oluşan durumun, Astana sürecinin çözüm ortakları olan Türkiye ve Rusya arasında bir gerginlik ve güven sorunu yaratmakta olduğu izlenmektedir. HTŞ, El-Kaide ve türevi selefçi cihatçı bir terör örgütüdür. Geleneksel Türk Devlet aklı ve dış politikasındaki temel esas, Türkiye'nin diğer devletlerle resmi diplomatik ilişkiler kurmasıdır.

Oysa AKP hükümeti, Irak'ta aşiret yapılarıyla, Suriye'de ise önce PYD ve sonra HTŞ terör örgütleriyle ilişki ve işbirliği yapmaktadır. 2013-2014 döneminde PYD terör örgütü ile ilişki kurulması sonucunda bu örgütün elebaşı Salih Müslim üç kez Türkiye'ye gelmiş, resmi protokol ile karşılamış ve devlet yetkilileri ile görüştürülmüştü. 2015'ten sonra PYD'nin aslında PKK ile bir olduğu gerekçesiyle terör örgütü ilan edilmiş ve bu örgüte karşı silahlı mücadele başlatılmıştır.

PYD örneğinden ders almayan AKP hükümetinin 2017'den beri HTS terör örgütü ile İdlib bölgesinde bir işbirliği sakıncaları barındıran faaliyetler içerisinde olduğunu gözlemliyoruz. AKP hükümeti nereden aldığı yetkiyle terör örgütleri üzerinden politika ve sözüm ona güvenlik üretme hakkını kendinde görmektedir. Terör örgütleri ile ilişki üzerinden güvenlik oluşturmak mümkün müdür?

AKP hükümeti Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğunun farkında değil midir? AKP hükümeti PYD-YPG örneğinde olduğu gibi bugün birlikte olunan terör örgütünün yarın konjonktür değiştiğinde Türkiye'ye silah doğrultma cüretinde bulunacağını düşünemiyor mu bunu tecrübe etmiş olduğu halde? Yoksa AKP hükümeti 22 yıldır yönetimde olmasına rağmen, geleneksel Türk devlet akıl ve devlet ciddiyetini hiç kavrayamamış ve devleti bir aile şirketi olarak mı görmüştür?

Değerli basın mensupları, gelinen nokta, Türkiye'yi yöneten siyasi ortaklığın öngörülemez ve hesapsız riskleri yüklenmiş olabileceğini düşündürmektedir. Devlet Bahçeli, 28 Mayıs 2023'te, ''Önümüzdeki süreçte çok şey değişecektir. İnşallah Türkiye değişmez.'' diye bir cümleyi sarf ederken, bu sözün arka planında ne olduğunu ve bildiklerini artık açıklamak zorundadır.

Çünkü öyle ki, Türkiye, Bahçeli'nin bu sözü etmiş olduğu zamanki Türkiye bile değildir. Birtakım değişikliklere uğratılmıştır. Bahçeli'nin bir yıl sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi grup toplantısında, Türkiye Milleti ifadesini kullanırken yeni bir siyasi işaret şeyi daha fırlatmıştır.

Cumhur İttifakı ortaklığı, ikinci açılım ve anayasa değişikliğiyle Türkiye'yi karanlık ve tehlikeli bir yola sokmaya çalışmaktadır. Zira Suriye'de yaşanan HTŞ saldırısı ve diğer gelişmelerin Türkiye'deki açılım ve diğer gelişmelerden bağımsız ve tesadüf olduğunu düşünmek mümkün değildir. Şimdi durup bir düşünmek gerekir.

“HTŞ saldırısı ve Esad'ı devirme ya da Suriye'yi zayıflatma girişimleri kimin işine yarar veya kimin çıkarınadır?" diye sorarsak cevap elbette İsrail'dir. İsrail'in Lübnan'daki girişmiş olduğu kara harekatındaki başarısızlığını kabul edip, ateşkes ilan ettiği günün ardından başlayan HTŞ saldırısı kimin elini rahatlatmıştır?

HTŞ terör örgütünün Suriye'nin kuzeyinde İran ve Hizbullah hedeflerine saldırması ve İranlı bir generalin hayatını kaybetmesi tesadüf müdür? 10 yıl önceki IŞİD saldırılarını hatırlayınız. 2015'te de benzer saldırıları IŞİD gerçekleştirmiş, IŞİD'e yönelik ortak operasyonlar sonunda onun çekildiği alan Suriye PKK'sı olan PYD ile doldurulmuştur.

Boşaltılan alan PYD-PKK'ya terk edilmiştir. Bu kapsamda Fırat'ın doğusunda oluşan defacto alan ve bu bölgede ABD desteği himayesinde kurulmaya çalışılan siyasi yapının Akdeniz erişimli teröristan kurma amacına yönelik olduğunu hala bilmeyen var mı? Anılan teröristanın ABD-İsrail ortak projesi olduğu ayan beyan açık ortada değil mi?

Daha da önemlisi bahse konu terör devleti Türkiye hamiliğinde gerçekleştirilmeye çalışılmıyor mu? Gerek ikinci açılım süreci başlatılan ve gerekse HTŞ taarruzu ile Suriye'nin kuzeyinde, Irak'ın kuzeyindekine benzer şekilde özel bir siyasi PKK hedeflenmiyor mu? Bu apaçık görülmüyor mu?

Başında da Irak'taki yapılanmaya Türkiye tamamen karşı çıkarken sonrasında hamiliğine soymadı mı? Irak'ta yaşanılan sürecin aynısı, bu kez de yeni Suriye'de kurulacak olan garnizon terör devleti için Türkiye'ye, üstelik Cumhur İttifakı'nın bütün birleşenleri tarafınca yaşatılmaya çalışılmıyor mu? İkinci açılımın ve HTŞ'nin Hama ve Halep saldırılarını alkışlayanlar ve buradan zafer çıkartanlar, oturdukları yerden oradaki çatışma için kendilerini muzaffer görenler, 10 yıl önceki IŞİD senaryosuna benzer bir şekilde HTŞ bölgeden çekilince, atılınca bölgedeki boşluk PKK ile doldurulacaktır.

Bu durumda Türkiye ve Türklük adına yaşanılacak olan kayıp tahayyül edilemiyor mu? Bugün Halep'i ele geçirdiğini zanneden ABD, İsrail güdümünde olduklarını görmüyor mu? Bu ele geçirdiğini zannedenlerin ABD'nin ve İsrail'in güdümünde oldukları görülmüyor mu?

Orta Doğu'da Türkiye'yi hedefine alan siyasi bir dönüşüm uygulanmaya çalışılıyor. Bu dönüşüm, 2011 Arap Baharında Libya'dakine benzer bir şekilde devrilemeyen ülkelerin, yani içeriden halk ayaklanmasıyla, politik olaylarla devrilemeyen ülkelerin, yani Suriye, İran ve Türkiye'nin bir domino taşı gibi devrilmesini içeren politik, askeri savaşları da içeren bir uygulamalar bütünüyle önümüzde serili. AKP hükümet yetkilileri iç siyasette İsrail'e karşı sert bir tavır takınıp demediğini bırakmazken, jeopolitik mücadelede ABD-İsrail koalisyonunda yer almaktadır AKP hükümeti.

HTŞ üzerinden verilen vekalet savaşında ABD-İsrail çıkarlarına hizmet etmektedir.

Bu yol, Irak, Suriye, İran ve Türkiye'yi, bu dörtlüyü, Irak, Suriye, İran ve Türkiye'yi hedef alarak dört parçalı bir teröristan ile bölgedeki siyasi yapı ve dengeleri tamamen yıkmayı amaçlıyor. Arap coğrafyası ile Türklerin ve İran'ın arasına ayrı bir hat çekilmek istemiyor. Türkiye'de devlet haklarının gereği olarak, ulusal ve bölgesel istikrar ve güvenlik için dört parçalı emperyalist terörist projesine karşı durmaktadır.

Türkiye'nin tarihsel devlet haklı bunu gerektirmektedir ve bu terör devletinin oluşumuna Türkiye karşı durmalıdır ve durmaktadır da. Zira bir yandan da Irak'taki ve Suriye'deki terörist unsurlarla mücadele edildiğini görüyoruz. Nitekim bugün de yine önemli bir terörist başının, çok sayıda askerimizin kanına girmiş, şehit etmiş olan bir teröristin bugün imha edildiğini öğreniyoruz.

Yaptığı bu faaliyetten dolayı Milli İstihbarat Teşkilatımızı kutluyoruz. Türkiye'de devlet aklın gereği bunu gerektiriyor. Bu yolda Suriye'nin devlet bütünlüğünün yok edilmesi, ülkenin dört farklı parçalara, siyasi yapılara bölünmesi ve bu terör devletine Akdeniz erişiminin sağlanması, Türk milli çıkarları için bir felaket senaryosudur.

Bu bakımdan AKP hükümeti Esad'ı devirmek hedefine geri dönmemelidir. Ahmet Davutoğlu başbakanının zamanında çıkılan bu yol yanlış bu yoldu. Bu yoldan sapılmıştı.

Hatadan dönülme çabaları içine girilmişti fakat şimdi görüyoruz ki zayıfladığı düşünülen Esad'ın karşısında yeniden Davutoğlu'nun Türkiye'ye sokmuş olduğu yanlış yola girilmesi niyeti var. Bir kez daha AKP hükümetini buradan ikaz etmek isteriz ki bu yola dönmesinler. Mesele Esad'ın devrilip devrilmemesi meselesi değildir. Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasının desteklenilmelidir. Suriye'nin toprak bütünlüğü zira Türkiye'nin güvenliği ve bölge istikrarı bakımından hayatı önemlidir. Sorumluluk makamındakiler başta olmak üzere konunun bu yönde anlaşılması ve görüş birlikteliği oluşması çok önemlidir.

Aksi halde yaşanılacak olumsuzluklar ve kayıpların büyüklüğü anlaşıldığında geç kalınmış olunacaktır. AKP hükümeti ABD-İsrail koalisyonunda yer almamalı, bölgesel istikrar ve güvenliğe katkı verecek bölgesel bütünleşme yolları inşa edilmelidir. HTŞ saldırıları Türkiye-Suriye arasında resmi diplomatik ilişkiler ve işbirliği tesisi için son bir fırsat olabilir belki.

Bu fırsat heba edilmemelidir. Zafer Partisi olarak Türkiye'nin güvenliği ve bölge istikrarına yönelik gelişmeleri dikkatle izlemekteyiz. Temennimiz Genişletilmiş BOP ortaklığı yerine, milli politikalar ve ulusal güvenliği tesis edecek devlet aklının hakim kılınmasıdır.

Kaynak : istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları