Azmi Karamahmutoğlu; Dem Partisi'ndeki kadar Kürtçü, milletvekili AKP'nin içinde de vardır!
Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu; Memleket sizin yapboz tahtanız değildir. Teröristle müzakere arayarak, teröristlerle masaya oturarak, terörizme taviz vererek her defasında memlekete kaybettiriyorsunuz. Bu hatanın tekrarındaki ısrarınız niye?
“DEM PARTİ ARTIK CUMHUR İTTİFAKININ ÜYESİDİR”
Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu partisinin Türkiye gündemine ilişkin görüşlerini haftalık basın toplantısında paylaştı.
SONDAKİKA, Azmi Karamahmutoğlu açıklamasında;
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 22 yıldır süren hükümetlerinin ülkemizde yaratmış olduğu kirliliğin gelmiş olduğu yeni örnek, en son yaşanmış olan Yenidoğan Çetesi skandalından sonra şimdi geçen hafta yaşanan yeni bir örnekle birlikte kirliliğin boyutuna bir kez daha tanık olduk. Yunus Emre Vakfı'nda ve Yunus Emre Enstitüsü'nde ona bağlı olan ortaya çıkartılan yolsuzluklar. Ne yazık ki buranın başkanı Şeref Ateş, şu an Almanya'da, Türkiye'de değil. Bu vakfın iki yardımcısı, enstitünün dolandırılmasıyla ilgili hedef tahtasında olurlarken beraberinde bunlardan bağımsız 8 kişi de soruşturma sonucu gözaltına alınmış vaziyette.
Başkan Yardımcısı Rahmi Göktaş, görevdeki Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş'ın eşi, kocası. Soruşturmadan az bir zaman önce görevinden istifa ediyor. Bir diğer istifa eden Başkan Yardımcısı da yine Milliyetçi Hareket Partisi’nde genel başkan yardımcılığını yürüten bilinen bir siyasinin oğlu olarak haberlerde yerini buldu. Bunlar ne vakıftan utanmışlar ne de vakıfın üzerindeki Yunus Emre adından utanmışlar. Bunun da takipçisi olacağımızı sizlere aktarmak istiyorum.
Geçen haftanın bir diğer önemli konusu Zafer Partisi politikalarını ilgilendiren bir diğer önemli açıklaması AKP hükümetinin İçişleri Bakanı olan Sayın Ali Yerlikaya'nın vermiş olduğu bir sayıya ilişkin. Bu rakam Esad rejiminin, Baas rejiminin çökmesinden sonra Türkiye'deki özellikle Suriyeli geçici koruma altındaki olanların ve kayıtsız gelmiş olan Suriyelilerin apar topar bir anda tamamının Suriye'ye geri döneceği beklentisinin boşa çıkmasına ilişkindi ki bu zaten gerçekliğe aykırıydı. Bizim de böyle bir beklentimiz yoktu.
Son bir ay içerisinde Suriye'ye dönen Suriyelilerin sayısı 30 bin kişiymiş. Değerli arkadaşlar hem hükümetin vermiş olduğu, gerçeği örten resmi rakamları ele aldığımızda, AKP’li yetkililerinin ağızlarından kaçırdığı rakamları ele aldığımızda Türkiye'de bulunan Suriyelilerin sayısının 6 milyon civarında olduğunu biliyoruz. Aylık 30 bin kişi bu istikrarlı bir şekilde devam edecek olsa bile, her ay 30 bin kişi dönecek olsa bile, Türkiye'deki kaçak ve sığınmacıların sadece Suriyelilerle ilgili olan bölümünün, sadece Suriyelilerin Türkiye'yi boşaltmalarının 13-14 yıl alacağını görüyoruz. Kaldı ki, beklenen Türkiye'deki kaçak ve sığınmacıların ve hatta geçici koruma altında bulunanların sadece %20'sinin ülkelerine döneceği %80'inin ise burada kalıcı olmayı deneyecekleridir.
Zafer Partisi iktidarından başka hangi siyasi parti iktidarda olursa olsun, buradaki bu yasadışı kaçak nüfusu Türkiye dışına geldikleri ülkelere gönderme konusunda herhangi bir politik kararlılığı yok. Nitekim Avrupa Birliği'nden gelen üç kuruşluk yardıma minnet ettiğimiz için, buraya AKP hükümetine sadakayı veren beraberinde buyruk verir gibi konuşuyor. Çünkü yardım alan buyruk alır.
Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Van der Leyen bir açıklama yaptı geçtiğimiz günlerde, ‘Türkiye'den Suriye'ye dönüşler kesinlikle gönüllülük esasıyla olmalı.’ Böyle buyurmuş Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı. Şimdi bu cümleyi biz bir diğerlerden hatırlıyoruz. Bu cümle sadece Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı'na ait değil. Bu cümleyi hiç değiştirmeden aynı kalıpla alıp kullanan siyasiler var. Bu siyasilerin beraberinde AKP'nin medyasında kamu kaynaklarından maaşlandırılan gazeteciler var.
AKP'li siyasiler de bu cümleyi aynen böyle kullanıyor. Cümlenin sahibi Avrupa Birliği. Buradaki sığınmacıların kaçakların Türkiye'de kalmasının sahibi de hakeza Avrupa Birliği. Yani sizin ensar, muhacir güzellemeniz sadece içerideki Türk seçmenini yanıltmak için ortaya koymuş olduğunuz bir aldatmacadır.
Bu aldatmacalardan birini geçtiğimiz hafta büyük umutlarla, özellikle çalışan ücreti kesimini beklediği büyük umutlarla ve 29-30 bin liralarda olmasını arzu ettiği asgari ücretin açıklanmasından sonra da yaşadık. Asgari ücretin açıklanmasına ilişkin hem Parti Genel Başkanımız hem Genel Başkan Yardımcımız Bartu Soral'ın değerlendirmeleri olduğu için bu basın toplantısına buna girmeyeceğiz. Fakat şunu tekrar bir hatırlatmak isteriz ki ülkemizdeki ücretlilerin, ücret gelirlerinin hemen hemen yarısının asgari ücret seviyesinde seyreder. Bunun böyle seyrettiği günümüzde asgari ücret açıklanıyor ve bakıyoruz ki açlık sınırıyla başa başa. Ardından emekli maaşları ele alınıyor. Emekli maaşları ise açlık sınırının çok da altında. Bırakın başa başa olmayı, çok çok altında. Oysa beklenti emekli maaşlarında hiç değilse asgari ücretle aynı olması şeklindeydi.
Bu mevcut durum, yani bu sadaka gibi verilen maaşlar hem emekli ücretleri hem asgari ücret sadaka düzeyindeki. Ülkemizin gelir dağılımındaki bozulmanın, yaşanan, var olan bozulmanın bundan sonra da süreceğini gösteriyor. Kamudaki işe alımlarda partizanlık yapılarak fırsat eşitliği bozulmuş. İşe girmede, istihdamda, mezun çocuklarımızın yahut meslek sahiplerinin kamudaki işe alımlarında fırsat eşitliğinden yararlanamadığını görüyoruz. Bu fırsat eşitliği bozulmuş.
Genç kuşak kendi gelecekleri için değil, beraberinde hem kendi gelecekleri bunun beraberinde ülkenin geleceği için de beklentisiz, umutsuz ve çaresiz bir gençlik var. Gençler gelecekten umutsuz oldukça evlenmek ve çocuk sahibi olmaktan kaçınır olmuşlar.
Çocuk sahibi olma isteği gerilerken, çocuk sahibi olma yaşı da büyüyor. Ülkemizde hanelerin nüfus yapısı değişiyor. Türk vatandaşlarının çocuk yapma sayıları azalırken, ülkemize giren kaçak nüfusun sayısı ise artıyor. Böylece sadece hanelerin değil, Türkiye'mizin nüfus yapısı da değişiyor.
AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan'ın yeniden Cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesini çözmek gibi bir sorunu var. AKP'nin böyle bir sorunu var. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeniden Cumhurbaşkanı adaylığı meselesini çözmek gibi bir sorunu var. Görüyoruz ki son iki aydır bu sorun ele alınmış vaziyette. İki ay önce, 5 Kısım tarihinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Meclis’teki konuşmasında şu sözler İmralı'daki terörist elebaşıyla başlatılan görüşmelerin içeriğini apaçık ortaya koyuyor.
Bahçeli demiş ki, ‘Eğer terör hayatımızdan sökülüp atılırsa Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir?’ Hangi şartta? Bu koşulla biz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı bir kez daha seçecekmişiz, doğru tercih olacakmışız. Devam ediyor Sayın Bahçeli, ‘Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi…’ Hangi kapsamda lazım gelen? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı bir kere daha seçmek için. ‘Recep Tayyip Erdoğan bize göre tek seçenektir.’ diyerek sözünü bitirmiş Sayın Bahçeli.
Görevleri arasında bu varmış ve ona göre de Sayın Erdoğan, Bahçeli için tek seçenekmiş. Her şey bununla beraber başladı 5 Kasım tarihinde. İşte bu sözler PKK ve elebaşı Abdullah Öcalan ile başlatılan görüşmelerin terör ile müzakerenin içeriğini anlatan apaçık bir fotoğraf ve net ifadelerdir. Dem Parti, PKK ve bölücü Kürtçü siyaset kendisine verilecek rüşvetler, tavizler karşılığında geçmişi milliyetçi olan Devlet Bahçeli ile aynı siyasal ortaklıkta buluşmuştur.
Evet, Devlet Bahçeli ile aynı siyasal ortaklıkta Dem Parti, PKK ve bölücü Kürtçü siyaset buluşmuştur. Ve artık Bunlar Cumhur İttifakı'nın birer üyesidir, birleşenidir. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ diyenler ile ‘seni tekrar başkan yaptıracağız’ diyenler arasında sahneye çıkanlar ile gözden düşenleri görüyoruz sadece. Bu gözden düşenler içerisinde terörle iltisaklı olduğu için Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan alındığı halde seni tekrar başkan yaptırabiliriz dediğinden dolayı şimdi yeniden devlet protokolüne adeta sokulan bir Ahmet Türk'ü görebiliyoruz.
Peki, Cumhur İttifakı ve onu oluşturan partilerle diğer yanda PKK ve DEM, böylesine bir hemhal olmuş, Türkiye'yi yeniden bir bilinmezliğin içerisine ve egemenliğini tartışmaya açan bir çabanın içerisine girmişken, son seçimlerde önde çıkmış olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin tutumunun ne olduğunu merak edip baktığımızda, CHP Genel Başkanı bu gelişmelere Ardahan'daki mitingden cevap veriyor ve diyor ki, ‘Ne tıkayan oluruz, ne bozan oluruz.’ Ne tıkayacaklarmış bu sürecin önünü ne de bu süreci, bu oyunu bozacaklarmış. İkisi de olmayacaklarmış. İnanın farklı bir şey beklemiyorduk. Özgür Özel'den farklı bir şey beklemiyorduk.
Türkiye'de herhangi bir kimlik üzerinden inanç yahut etnik kimlikler üzerinden ayrıştırma yapılmadığı için hemen her siyasi partide her etnik kimlikten ve inançtan insanlar bulabilirsiniz. Ne yazık ki en az DEM Partisi kadar biliyoruz ki ayrılıkçı, bölücü, siyasal Kürtçü sayısı kadar milletvekili DEM Partisindeki kadar milletvekili belki de ondan daha fazlası Adalet ve Kalkınma Partisi'nin içinde de vardır. Dem Partisi'ndeki kadar Kürtçü, milletvekili AKP'nin içinde de vardır.
Evet. Eğer milletin egemenliğini dağıtmak, bölüştürmek gibi bir politikanız varsa, bunun için millete gitmek zorundasınız. Devletin üniter yapısını bozmak, federalleşmek, özerk, muhtar bölgeler oluşturmak gibi bir siyasetiniz varsa, millete sormak zorundasınız. Eğer Türk vatandaşlarını başka isimler altında ayrıştırarak bölmek gibi politikalarınız varsa, anayasamızın bir bütün olarak kucakladığı Türk vatandaşlarına rağmen bunu yapamazsınız.
Çünkü memleket sizin deneme tahtanız değildir. Memleket sizin yapboz tahtanız değildir. Teröristle müzakere arayarak, teröristlerle masaya oturarak, terörizme taviz vererek her defasında memlekete kaybettiriyorsunuz. Bu hatanın tekrarındaki ısrarınız niye?
TBMM Başkanvekili resmi bir sıfat taşıyor, Sırrı Süreyya Önder. Bu resmi sıfatıyla birlikte beraberindeki Dem Partili vekilleri ve eski belediye başkanını Türkiye'nin dışına Suriye'ye göndermek, oradaki bir terör örgütüyle, YPG ile görüştürtmek, YPG'nin içinde bulunduğu SDG ile görüştürmek hangi siyasete hizmet eder ve hangi aklın ürünüdür? Bu siyasetin Ankara merkezli olduğuna ihtimal vermek istemiyoruz ve ihtimal de vermiyoruz. Bu siyaset Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekilini Suriye'ye götürüp, oradaki bir terör örgütüyle, YPG ile ve içinde bulunduğu SDG ile görüştürmek, TBBM Başkanvekilini, Ankara merkezli bir siyaset değildir.
Şehit ve gazilerimizi teröre, terör üzerinden siyasete kimler malzeme yapıyor? Şehit ve gazilerimizi. Terör üzerinden siyasete kimler malzeme yapıyor? Analar ağlamasın diyerek, terör örgütünü masaya çekenler yapıyor. Şehit ve gaziler üzerinden siyaset yapılıyor. Milletimiz, şu olsa bilinsin milletimizin hiç şehidi, hiç gazisi olmasaydı bile bu millet yine de PKK'nın ve patronlarının, PKK'nın patronlarının, siyasi taleplerinin karşısında dururdu.
Biz sadece AKP'yi eleştiriyor değiliz. Hem CHP'nin hem de AKP'nin içinde vatanseverler, milliyetperverler vardır. AKP'nin içinde de vardır çokça. Cumhuriyet Halk Partisi'nin içinde de vardır çokça. Vatanseverler ve milliyetperverler. İşte biz bu kaynaktan aldığımız güçle bu vatanseverlerin, milliyetperverlerin varlığından aldığımız güçle yolunu şaşıranları uyarıyoruz.
Türk milletinin egemenlik hakkına uzatılacak her el yine Türk milleti tarafından kırılacaktır. Lafa başladıklarında gelen tepkilerden sonra özellikle sadece anayasanın ilk üç ve onu koruyan dördüncü maddesinin değiştirilmeyeceğini söylüyorlar. Oysa biz ta ilk başına itibaren anayasa değişikliği ortaya atıldığında altmış altıncı maddenin de ilk üç madde kadar bizim için hayati ve vazgeçilmez olduğunu söylemiştik. Nitekim 6. madde bildiğiniz gibi egemenliği tarif eder. Kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ve bunun devredilemeyeceğini söyler. Hiçbir kimseye devredilemez egemenlik.
AKP hükümeti ve onun içinde bulunduğu Cumhur İttifakı, başlatmış olduğunuz terörle masaya oturma çabası, girişimi bir anayasal suçtur. Anayasal suç işliyorsunuz. Çünkü son genel seçimlerde oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi, meşruiyet kaynağı olan mevcut anayasayı ilga etmek için seçilmemiştir. Bu sebeple yeni anayasaya çalışmalarınıza kökten karşı çıkacağız. Şimdi biz bunu yaptıkça...
Bu itirazlarımızı yaptıkça Zafer Partisi'ni yalnızlaştırmak için zaman zaman yargıyı üzerimizde sopa gibi kullanan, zaman zaman adaleti bir sopa gibi parti üyelerinin bile sırtında kullanan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunun yanında Zafer Partisi'ni yalnızlaştırmak için güya AK Parti hükümeti kendi iktidarını bizimle aynı siyasal görüşe sahip olanlarca tahkim ediyormuş görüntüsü vermeye çalışıyor.
Oysa geçmişi milliyetçi olan bazı siyasileri şantaj ve tehditle yanınızda tutabilirsiniz. Türk milliyetçiliğini ipotek altına aldığınızı sanıyorsanız ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduğunuzu size göstereceğiz.
Cumhuriyetin kurucu fikri olan Türk milliyetçiliği düşüncesinin yanınızda tuttuklarınızla, tehditle boyun eğdirdiklerinizle anılamayacağını, Türk milliyetçiliği düşüncesinin nasıl haysiyetli, onurlu, gururlu bir yapısının olduğunu size ve Türk halkına göstereceğiz. Geçen günlerde Zafer Partisi'nin Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ bu doğrultuda çıkışını yaparak Karaman'daki ayın 9'unda yapacağımız mitinge halkımızı davet etmiştir. Prof. Dr. Ümit Özdağ şöyle seslenmiştir, ‘Türk milletine söz veriyorum. Türk milletinin yüzünü kızartacak, Türk devletine diz çökertecek, şehitlerimizin aziz ruhlarını incitecek süreci baltalayacağım.’ Evet. CHP Genel Başkanının tıkamayacağını, bozmayacağını söylediği süreç için Zafer Partisi ve onun genel başkanı biz bu süreci baltalayacağız diyor. Haydi bakalım AKP!
Bize de şantaj ve tehditlerle gelin de görelim bakalım. Haydi! Mesela görev verin. Kurşun askeriniz, kurşun kaleminiz Aydın Ünal'a görev verin. Yeni Şafak gazetesinde köşe verip kamu kaynaklarından besleyerek maaşlandırdığınız dolma kaleminiz Aydın Ünal'ı doldurun. Söyleyin. Bizim için de şantaj ve tehdit dolu mesajlar atsın bakalım. Kim tükürdüğünü yalayacak görelim bakalım.
Evet bazılarının böylesine teslimiyetine siz bile şaşırıyorsunuz ey AKP. Ve hatta sadece siz değil, Ahmet Türk bile kendi ifadesiyle şok oluyormuş. Devlet Bahçeli Bey'in tutumunu görünce şok olduğunu söylemiş. Şimdi Türk milliyetçilerinin tarihsel olarak sahip olduklarını koruma ve savunma zamanı.
Sahip olduklarımızı koruma ve savunma zamanı. Bu savunma hattındaki direnç Ahmet Türk’ten AKP'ye kadar bu direnç hepinizi şoke edecek. Siyasi parti tercihi ne olursa olsun her partiden seçmen Türk halkı kenetlenecek. Tek bir kuvvet olarak saray yanaşmalarının işbirlikçi ihanetini boşa çıkaracak.
Saraydaki oligarşi bizi yani vatanseverleri, milliyetperverleri engellemek için yeniden Bekir Ağa bölüğüne hapsetmeyi, Malta'ya sürgün etmeyi düşünebilir. Fakat kendilerine hatırlatmak isteriz ki Suriye'ye gittiklerinde ziyaret edecekleri bir kabir, o mezar Türk milliyetçiliğini yeneceğini sananların akıbeti hakkında fikir verecektir kendilerine. Saygıdeğer Türk kamuoyuna saygıyla duyuruyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları