Ayşe Arman'nın Ayşe Özyılmazel ile röportajı; Hisar’da kırmızı bir köşk. Ayşe Özyılmazel, bir müzisyen arkadaşıyla paylaşıyor.
Hisar’da kırmızı bir köşk.
Ayşe Özyılmazel, bir müzisyen arkadaşıyla paylaşıyor.
Çok tatlı, kutu gibi bir ev.
Üzerinde bir jean bir tişört, çıplak ayak, kapıyı açıyor.
Sekiz kilo vermiş, ipince, dünya güzeli bir kadın.
Makyajsız ama fıstık gibi.
Dudaklarda sadece kırmızı bir ruj ve ellerinde, ayaklarında kırmızı ojeler.
Bu aralar çok heyecanlı.
Yakında üçüncü albümü çıkıyor.
Ama önce haberci şarkı ‘Nefis’in klibi geliyor.
O klip çok konuşulacak, çünkü boru dansı yapan Ayşe’yi izleyeceğiz.
Boru dansından girdik, erkeklerden çıktık.
En samimi haliyle anlattı.
Boru dansı nereden çıktı?
-Kasım ayında, hayat boyu veremediğim kilolarımı verdim. Önce beş, sonra üç... Tam sekiz kilo! Bir anda kendimi acayip iyi hissettim. Dedim ki, “Bari bir şey yapayım da kilomu koruyayım ve fit olayım!” Baktım, millet, Bebek’te boru dansı öğreten Burcu’dan söz ediyor...
Eeee?
-Yeni klibim için fikir de arıyordum. Burcu’nun karşısına dikildim: “Bana da boru dansı öğret!” dedim.
Neymiş bu boru dansı?
-Spormuş! Benim tabii hiçbir fikrim yok. Gittim Bebek’teki yere... O da ne! Çocuklu, çocuksuz, evli, bekâr bir sürü kadın. Nasıl bir kalabalık anlatamam.Yıkılıyor! Acayip moda...
Başladın mı hemen derslere?
-Hemen! Çok da hevesliydim. Burcu, “Önce ısınacaksın” dedi. Ayna karşısında birtakım hareketler gösterdi. Var ya, ben daha ısınırken bittim!
Neden?
-Meğer bu, en ağır sporlardan biriymiş. Sıkı kondisyon gerektiriyor. Ölüyordum ağrıdan! Ama her gün gittim. Bacaklarım morardı, dizimde kocaman kocaman çürükler oldu. Acıdan ağladığımı biliyorum. Hani millet, “Ay çok seksi!” filan diyor ya, sen bir de bana sor...
Aşk bana yasaklanmalı
Ben her âşık olduğumda, ilk iki ay bebek isterim. “Evlenelim, n’olur çocuğumuz olsun!” Zaten bir tuhaf âşık oluyorum. Bence yasaklanmalı bana. Hep uçuyorum, hatta aklımı oynatıyorum. Hep o, hep o... Her an ne yapmalıyım, onu nasıl mutlu etmeliyim... Hediyeler alıyorum, sürprizler yapıyorum. İnanılmaz ilgileniyorum ve sonunda mahvoluyorum! Ben artık bundan çok yıprandım. Artık sağlıklı bir ilişki yaşamak istiyorum. Öyle bir ilişkim olursa hemen isteyeceğim çocuk. Ama henüz hazır değilim!
Yaptığım senfoni eseri değil ki!
Bu klip için boru dansı öğrendin, yaptın. Hiç düşündün mü, “Ya müziğimin önüne geçerse?” diye... “Ya şarkıdan çok, boru, dans ve bedenim konuşulursa” diye...
-Yaptığım senfoni eseri değil ki! Altı üstü pop müzik! Dans, müziğin önüne geçecek diye bir şey söz konusu değil yani... Pop müziğin içinde fiziğin, giysin, makyajın, ne taktığın, şovun bunların hepsi var. Dans da onun bir parçası, bedenin de. Ben merak ediyorum ve deniyorum. Gelişmek, öğrenmek ve eğlenmek neden kötü olsun ki?
Borunun tepesindeyken aklına gelmeyen tek şey seks!
Boru dansı, bir sevgili için de etkileyici bir hamle olabilir...
-İyi de sevgilim yok. Olsa da kusura bakmasın hiç uğraşamam. Adamla yemeğe çıktım. İçki içtim, eve geldim. Pole dance mi yapacağım? Hadi niyetlendim diyelim, bunun için özel boru mu yaptıracağım eve? Tamam seksi bir dans, o dönüşler, bakış atmalar, bedenin hali, giydiğin mayo, topuklu ayakkabılar... Ama hakikaten her yerin ağrıyor. Bundan sonra boru dansı yapan kadınların önünde saygıyla eğileyeceğim.
Özel bir giysisi var mı?
-Ya deri bir şey olacak üzerinde ya da bacakların çıplak olacak. Çorap boruda tutmuyor çünkü, kayıyor. Ben mayo giydim, bacaklarım çıplaktı.
Boru dansı yaparken, kendini aynada gördüğünde bir tuhaf hissediyor muydun?
-Valla, ben o sırada, borudan düşmemek için kendimi parçaladığımdan nasıl göründüğümün farkında bile değildim. Hep soruyorlar, cevap veriyorum: Borunun tepesindeyken aklına gelmeyen tek şey seks! Ama klibi seyrettiğimde, “Vay!” dedim “Ne kadar hoşmuş!” Bir de şu var: 35 yaşındayım, artık çıtır filan değilim. Ben kendi bedenimin sınırlarını da öğrenmek için bu dansı yapmak istedim. Bir de tabii, hayatıma giren bazı erkeklere ders olsun istedim.
Nasıl yani?
-Bir erkek arkadaşım vardı. Bana sürekli, “Sen işte böyle şişmansın, böyle kilolusun!” diyordu. Şimdi bir görsün lütfen. Bir kadın neye niyet ederse başarabilir. Nokta. Bu kadar... Bazı adamlar, bizde kompleks yaratmak istiyorlar. Tipimize, kilomuza, oramıza, buramıza takıyorlar, amaç özgüvenimizi sarsmak. Hele ki ünlüysen, beğeniliyorsan, başarılıysan... Oysa bir kadının görünüşü, ne giydiği bence hiç önemli değil. Mühim olan hali, tavrı, sohbeti. Ama işte onlar, eğer balık etliysen başlıyorlar orana burana laf etmeye. Ben takmıyorum sanıyordum ama için için, “Ha öyle mi? Ben sana göstereceğim!” dermişim...
Peki şu anda bir sevgilin olsaydı, hoşuna gider miydi bu boru dansı klibi?
-Deli misin? Kıyametler kopardı! O yüzden hiç kimseyi istemiyorum hayatımda. Oh be. Özgürüm. İstediğim gibi takılabiliyorum, davranabiliyorum, hesap vermem gerekmiyor. Dünya varmış. Çok sıkılmıştım ben: “Neden öyle yaptın? Onunla niye konuştun? Neden onu giydin?”
Niye karışıyorlar ne giydiğine? Açık mı buluyorlardı?
-Bilsem. Sıradan bir gömlek bile kavga konusu olabiliyordu. Önce seni olduğun gibi beğeniyor. Mini eteğinle, dekoltenle, neşeli hareketlerinle, dansınla. “Süper!” diyor, “Ben bu kadınla olmalıyım” Seni elde ettikten sonra ise “Ne bu ya! N’apıyosun sen? Ne giydin öyle? Çıkar o gömleği” demeye başlıyor. “Bikini mi giydin? Olmaz! Mayo giy!” gibi kavgalar oluyor. Bütün bir yaz Alaçatı’da tişört ve mayoyla oturdum, denize bile giremedim! Benden bütün kadınlara tavsiye: Sakın ha, bu tarz adamlarla beraber olmayın! Bitersiniz. Çünkü bir gün kalkıyorsun, aynada kendine bakıyorsun, ışığın yok. Gitmiş. Berbat bir şey! Böyle adamlar yüzünden, insanı gözünün feri sönüyor!
VAR MI ÖYLE BİR MUCİZE ADAM
Benim birlikte olduğum adamlardan hiçbiri boru dansı klibine izin vermezdi. Mucize bir adam varsa, ortaya çıksın lütfen! Bir adım öne gelsin. Hemen onunla tanışmak istiyorum.
Erkeklere heyecan veriyor
Boru dansı yaparken insanın kafasından neler geçiyor?
-“Düz müyüm? Bacağımı doğru uzatıyor muyum? Karnım çıktı mı? Kalçam düştü mü?” Ama adamın birini etkiler miyim, etkilemez miyim böyle şeyler aklına bile gelmiyor. Fakat erkek arkadaşlarıma, “Boru dansı yapıyorum” deyince, “Sahiden mi! Bize de yapar mısın, yavrum benim!” diyorlar. Nedense erkeklere çok heyecan verici geliyor.
Sen peki bunu nerede kullanmayı düşünüyorsun?
-Videolarda. Sonra canlı olarak da belki yapabilirim. Bir kulüpte değil de konserde. Çok istediğim biriyse, günün birinde, belki bir gün bir erkeğe de yapabilirim...
Libidom sıfıra indi
Kilolar ne kadar zamanda gitti?
-Bir buçuk ayda. Şeyda’yla. Sonra da korumaya geçtim. Anlayacağın hep diyet, hep diyet! Yemek sadece niyet! Hâlâ böyle...
Bu kadar kısa zamanda kilo vermek zor değil mi?
-Olmaz olur mu? Berbat bir şey. Ama aynı zamanda şahane! Karnın düzleştikçe düzleşiyor. Her sabah daha ince uyanıyorsun. Bedenine inanamıyorsun. Alışveriş yapıyorsun, satın aldığın pantolonlar ufaldıkça ufalıyor. Tabii ki o sekiz kilo, “Yiyelim, içelim gezelim”le verilmiyor. Acı çekiyorsun. Yaşamıyor gibi oluyorsun. Libidon sıfıra iniyor. Ama beni tetikleyen bir şey vardı tabii...
Neydi o?
-Normal kadınlar sevgililerinden ayrıldıklarında ne yapar? Kimi, boşluğu düşer. Kimi, hüngür hüngür ağlar. Kimi, “Nerede, kiminle n’apıyor?” diye peşine adam takar. Kimi falcılara taşınır, tarotlar falan baktırır. İçmeler, bayılmalar, sarhoş olmalar. Genel olarak bir dağılma, afallama... Bana ne oluyor? Bir adamdan ayrıldığımda, daha doğrusu kurtulduğumda, kendimi müthiş iyi hissediyorum. “Seninle yine baş başa kaldık Ayşe” diyorum, “N’apıyoruz şimdi? Kendimize koyduğumuz yeni hedef ne?” İlişkide ıskaladığım, ikinci plana attığım kendimi düşünmeye başlıyorum. Bu sefer de “Madem albüm, klip, e o zaman zayıfla, güzelleş” dedim...Yoksa ne diyeti ya!
Yani klip çekmeyecek olsaydın zayıflamaz mıydın?
-Hayatta yapmazdım! Çünkü hayatın kesintiye uğruyor. İçemiyorsun. Rakı-balık bitiyor. Bir buçuk ay içki içmedim. Makarna, pilav, pirinç, ekmek, tatlı hak getire! Sokağa çıkıyorsun, millet içiyor, eğleniyor, gülüyor. Sen içmiyorsun, öyle suratlarına bakıyorsun. Evine gidiyorsun. Bir de bağırıyordum insanlara. Çünkü sinirlerim bozulmuştu. Asabi, çekilmez bir şey olmuştum. Ama sonuçtan memnunum tabii.
Her şeyin sebebi bu klipse... Hayat normale dönünce ne olacak?
- Bu kadar acı çekip bu kadar kilo verdikten sonra, geri alır mıyım? Asla! Artık mantı yiyeyim, tatlı yiyeyim yok...
Mümkün mü peki böyle yaşamak?
-Değil! Ama bir şekilde dengeleyeceğim.
Sekiz kilo verince adamların tavrı değişiyor mu?
-Adam gibi adam, senin iki kilonla ilgilenmiyor. Umursamıyor bile. O hatta diyor ki, “Hadi yiyelim, içelim, bak ne aldım sen seversin!” İşte doğru adam bu! Ötekilerse istiyorlar ki, yanlarında havalı ve zayıf kadınlar olsun. İşte o tipler, seni böyle görünce, “Vay incelmiş, süper olmuş, şuna bir yazayım” diyor. Böyle adamlardan bir halt olmayacağını bildiğimiz için ilgilenmiyoruz!
Üçüncü albüm... Bu sefer olacak!
Seninle ilgili insanlardaki algı, ‘Müzisyen olmaya çalışan bir köşe yazarı...’
-Hadi ya! Ben aslında müzisyen bir aileye doğmuş, sonradan yazar olmuş biriyim. Şarkı yazıyorum, şarkı yapıyorum. Babam ve İstanbul Gelişim’le söyledim iki-üç yıl...
Yani aslında müzisyen misin? Kendini öyle mi tanımlıyorsun?
-Neden hem yazar hem müzisyen olamıyorum? Hem oyuncu hem manken varken ya da hem doktor hem şarkıcı...
Ferhat Göçer de sonunda birinde karar kaldı, hekimliği bıraktı...
-Ben aslında şarkı yazıyorum. Murat Boz’a verdim mesela iki tane. Olağanüstü bir şey şarkı yazmak. Ama gazetecilik okudum. Babamla 2002-2003’lerde şarkı söylüyorduk. Gayet de iyiydim. Ama babamdan maaş almak beni rahatsız etti. Dedim ki, “Benim kendime ait bir hayatım, bir evim olmalı.” O dönemde babamla bir kavga patırtı, evi terk ettim. E n’apacağım? İletişim okuduğum için mesleğimi yapayım, çünkü paraya ihtiyacım var diye düşündüm. Hıncal’a gittim. Önce onun köşesinde yazmaya başladım, sonra köşem oldu. Beğenildi. Bir anda, bana yazarlıkta bir kapı açıldı. Ben de müziği bıraktım. Sonra ne zaman ki kendime ait bir ev, bir hayat, bir düzen kurdum, “Ya” dedim “Ben aslında müzik yapmak istiyorum...”
Asıl hedefin ne müzikte? Nereye ulaşmaya çalışıyorsun?
- Hedefim dünya çapında bir yorumcu olmak değil, zaten olamam. Benim pop müziğine uygun normal bir sesim var. Ben bir Sertab Erener değilim. Ama çok iyi şarkılar yazabiliyorum. Bu konuda ilerlemek istiyorum. 40-50’den sonra boruların üstünde dönemeyeceğim, öyle bir hayalim de yok. Ama o yaşlara gelince, insanlara şarkılar yapabilmek isterim. Budur.
Yazıyla para kazanabilmek çok kolay bir şey değil. O yüzden mi başka alanlar? Yoksa gerçekten müzik senin kalbinde yatan aslan mı?
-Hem öyle hem de evet, para önemli. Bu yaşamı sürdürebilmek istiyorum. Yazarlıktan ne kazanacaksın ki? Müziği sevmiyor olsaydım da bir ikinci işim mutlaka olurdu. Bugünkü medyada bir varsın, bir yoksun. Her şey olabilir. Bir hata yaparsın ya da bir şey olur, devam edemezsin. Ya da en basitinden patron seni istemez.
Bu şimdi kaçıncı albüm?
-Üçüncü olacak...
Peki, beklediğin ilgiyi göremezsen, n’apacaksın?
-Bu sefer olacağına inanıyorum. Eminim. Klibi çektiğimiz şarkının adı ‘Nefis.’ Albümün haberci şarkısı. Albüm de iki ay sonra çıkacak. Beğenileceğini düşünüyorum.
İlişkide ben anneme adamlar da babama dönüşüyor
Erkeklerle ilişkin de bugüne kadar çok konuşuldu. Yürümeyen nedir?
-Şöyle anlatayım: Adam, benimle tanışıyor. Ben neşeli, şen şakrak, dans eden, mini etek de giyen, çok insan tanıyan, sosyal biriyim. Bayılıyor buna. Diyor ki, “Bu süper bir şey, hayat dolu! Ne yapıp edeyim, bu kadınla birlikte olayım!” Aramızda bir elektrik oluyorsa -daha net söyleyeyim, ben âşık oluyorsam- ilişki başlıyor. Sonra ufak ufak adam bana, “Şöyle yapma, böyle yapma! Bu kim? Onunla niye konuştun? O gömleğin düğmesi neden açık? Şurada fotoğrafın çıkmış! Bacağın açık...” filan demeye başlıyor! Gören de ben porno yıldızıyım sanır anasını satayım! Ben genç bir kadınım. Ama hep aynı şey geliyor başıma. Sadece benim değil, kız arkadaşlarımın çoğunluğuna da oluyor bu.
Sence neden?
-Çünkü biz adam akıllı, düzgün, sakin, seven adamları beğenmiyoruz!
Nasıl adamları beğeniyorsunuz?
-Sürekli “Ben bilirim” diyen, egosu aşırı yüksek, ele avuca sığmayanları... Adam etmek istiyoruz ya onları! Ama maalesef mümkün değil. Adam neyse o...
Ve bu adamlar ilişki başladıktan sonra senin değişmeni mi istiyorlar?
-Evet. Beğenmiyorlar, burun kıvırıyorlar... Ben n’apıyorum o arada? Sanki evliliğe, kocaya çok meraklıymışım gibi, elimde bez, tezgâh siliyorum, pilav pişiriyorum, “Bu pilav da çok iyi tanelenmedi, neden acaba?” diye endişelenen bir kadına dönüşüyorum. Neden böyle yaptığımı da buldum...
Nedenmiş?
-Annelerimiz! Bize böyle öğrettiler çünkü. Ne zaman hayatıma bir adam girdi, benim kariyerim, işim, yokuş aşağı gitti. Annelerimizden ne öğrendik biz? “Aman babanın giysileri hazır olsun! Ütüsü iyi olsun! Yemeği istediği gibi pişsin. Meyvesi gitti mi? Bilmem nesi oldu mu?” Babaya o davranışı görüp, doğrusunun öyle olduğuna şartlanıyorsun. Okuduğun okullar, aldığın eğitimler, mesleğin, hayatın, hedeflerin hiç önemli değil. Sonunda sen, annen sana ne öğrettiyse, babandan ne gördüysen osun!
O zaman, sen annene dönüşüyorsun, adamlar da babana... Öyle mi?
-Evet! Bir sabah bir baktım, babam ve annem evin içinde! Ben annem olmuşum, o zamanki erkek arkadaşım da babam... Dedim ki “Ayşe, kendine gel!”...
Her seferinde mi böyle oluyor?
-Çoğunlukla... Bir de acı olan nedir biliyor musun? Ben modern, şehirli bir kadınım güya. İşim var. Belli bir param var. Hobilerim var. Sokağa çıkıyorum, seyahatlere gidiyorum. Ama ben, bir ilişkiye girdiğim saniyede, o kadın gidiyor, yerine evlilik programlarında koca arayan bir kadın geliyor.
Neden?
-Öyle kodlanmışım. Bir kere kızların, babayla sorunlarını halledebilmeleri gerekiyor. Bu da çok kolay değil.
Baban, senin hayatının neresinde duruyor?
-Yanımda hemen, Bodrum bölümünde! Biliyorsun, onlar Bodrumlu oldular. Gittiğimde ya da onlar İstanbul’a geldiklerinde görüşüyoruz. O kadar başka bir adam olmuş ki, tanıyamadım babamı. Çok değişmiş. Sakin, sabırlı ve çok iyi bir baba.
Baban hep seni onaylasın mı istedin?
-Elbette. Hepimizin istediği bu değil mi? Babamın iki ufak kardeşimle ilişkisine de bayıldım. Özendim. Kıskandım. Biraz da buruldum. Ama hem onlar hem babam için mutlu oldum. Biri üç, biri beş yaşında dünya muhteşemi çocuklar. Babam da mutlu, onlar da mutlu. Yüzlerinden belli. Dedim ki, “Hayat böyle bir şey. Babamın imtihanıymış, benim imtihanımmış. Hepimizin imtihanıymış...” Demek ki şartlar o gün öyle gerektiriyordu. Çok ünlüydü. Turnesi vardı. Annemle genç evlenmişlerdi. Bu kadarını yapabilmiş. Ama şu anda şahane bir baba.
Bu baba meselesine epey kafa yormuş duruyorsun...
-Evet. Babalar hakikaten çok dikkat etmeliler kızlarını büyütürken. Onları sevsinler, onlarla ilgilensinler, korusunlar, kollasınlar. O kadar mühim ki. Çünkü babamız kurduğumuz ya da kuramadığımız ilişki, bütün bir hayat, erkeklerle birlikteliğimizi etkiliyor.
Beni hiçbir zaman sevmedi ki!
“Her ilişkiden çırak ayrılıyorum” diyorsun, ne demek istiyorsun?
-Bir türlü ustalaşamıyorum. İlişki bittikten sonra sevgi, his, paylaşma, değer, kıymet olarak elimde hiçbir şey kalmamış oluyor. Sıfıra sıfır...
Çok üzücü bu söylediğin.
-Ama hep böyle oldu. Her ilişki bittiğinde, “Beni hiçbir zaman sevmedi ki!” dedim. Acı ama böyle...
Peki bunun çözümü nedir? Doğru adamları seçmeye çalışmak mı?
-Elbette... Bir de benim hayatıma biri girdiğinde, onu hayatımın orta yerine oturtuyorum. Her şeyi onun üzerinden yaşamaya başlıyorum. Ondan daha önemli hiçbir şey olmuyor. Neden yapıyorum bunu? Bu neyin ihtiyacı? Bilmiyorum. Ama buraya kadar! Bundan sonra böyle bir şey olmayacak! Benim için artık hayatımın ilk sırasında ben varım. Bir numara ben. İki numara hayatım. Yani işim, arkadaşlarım, sporum, ne istiyorsam. Üç numara yaşadığım ilişki...
Ayşe Arman - Hürriyet