Türkiye'nin en popüler köşe yazarı, televizyoncu Ahmet Hakan '2012'de o da Ergenekon'dan tutuklanacak' iddialarının ardından ilk kez konuştu.
- Ergenekon davasıyla ilişkilendirilmeniz yeni değil ama en son Rasim Ozan Kütahyalı tarih vererek tutuklanacağınızı söyledi... Onun söylediğiyle kalmadı, arkasından başkaları da bu iddiayı çeşitli biçimlerde dile getirdi. Neden?
Ben de bunu merak ediyorum... Bir insan için 'sen tutuklanacaksın' demek çok saçma bir şey! Suçum ne peki? Hiçbir şey yok ortada. Hangi yasayı ihlal etmişim? İşte, memleket o hale geldi ki herhangi bir yasayı ihlal etmeniz, herhangi bir suç işlemeniz gerekmiyor demek ki... Yeni dönemin fotoğrafını yansıtan bir durum bu.
- Endişe ediyor musunuz?
Hiç endişe etmedim, etmiyorum. Bu iş şöyle oluyor: Biri diyor ki 'Sen tutuklanacaksın.' Sen de dikkate almıyor, 'Bu çok aptalca bir şey' diyor, geçiyorsun. Bir daha diyor, gülüp geçiyorsun. Bir daha söylendiği zaman 'Tutuklayın o zaman, korkmuyorum' diyorsun... Bu sefer, 'Korkuyorsun ki böyle diyorsun.' Peki, diyorsun korkuyorum; o zaman da 'Ha bak, itiraf etti' diyor. Böyle bir sersemlik karşısında insan hangi pozisyonda kalacağını da bilemiyor. Sadece kahkahalarla gülüp geçmek istiyorum; aptalca bir şey. Hiçbir suçu olmayan bir insan tutuklanabiliyorsa bu memlekette, beni de tutuklayabilirler. O zaman 'bekliyoruz' demekten başka yapacak bir şey yok. Bununla mücadele edilemez.
- Oda TV ile ilgili soruşturmada adınızın geçtiği iddia ediliyor. Oda TV'de yazı yazdınız mı?
Önce şunu söyleyeyim: Benim herhangi bir soruşturmada adım geçmiyor. Hayır; yazmadım. Kaldı ki yazsam ne olur! O da ayrı bir hikaye ama yazmadım. Yani bunu diyenler yalan söylüyor. Diyorlar ki 'Deniz Hakan ismiyle yazmışsın.' Kardeşim Deniz Hakan diye bir kişi var, bir gazetede yazı yazıyor. O zaman başka isimleri söylüyorlar... Bir kez daha söylüyorum: Yazmadım; yazsam da kime ne?
- Reha Muhtar, 'Oda TV'de siyasi içerikli yazı yazmadım' sözünüz üzerine öyleyse siyasi içerikli olmayan yazılar yazmış olabileceğinizi yazdı...
Ben de yine 'seni ne ilgilendiriyor, buradan ne çıkar' diyorum. Siyasi içerikli olmayan bir şeyi yazsam ne olur, yazmasam ne olur. Zaten ben her gün yarım sayfaya yakın yazı yazan bir adamım. Fikirlerimi ifade edebileceğim bir mecra arayışım yok ki. Yazıyorum, yazarken de fikirlerimi herhangi bir sansüre tabi tutmuyorum. Ne düşünüyorsam onu yazıyorum. Orada başka, öbür tarafta başka yazı yazacak bir adama benziyor muyum ben? Burada her gün iktidarı övüyor; müstear isimle de aleyhinde mi yazıyorum?
- Peki, bütün bunlardan sonra, köşenizde yazdığınız eleştirel yazılar için elinizin geri gittiği oluyor mu?
Eğer bu yeni dönemin ön plana çıkardığı tipler, bir eşiği aşmışlarsa yani senin hiçbir suçun yokken sana 'tutuklanacaksın' diye tehditlerde, şantajlarda, iftiralarda bulunabiliyorsa sen de kendini artık koyuveriyorsun. Yani herhangi özel bir dikkate gerek yok. Zaten aşırı uçlarda bir insan değilim. Kendimi iktidar karşıtı ya da yandaşı olarak konumlandırmıyorum ki. İktidarın düzgün yaptığı işleri öven, kötü yaptığı işleri eleştiren biriyim. Bu pozisyonumu sürdürüyorum. Eğer eşik buna bile tahammül edemez hale geldiyse yapacak bir şey yok; rahatlamış durumdayım bu açıdan.
- Televizyonda bakan konuk aldığınızda da 'hükümete yaklaşmaya çalışıyor' diye eleştiriliyorsunuz. Bu durum sizi kilitlemiyor mu?
Aldırış etmediğiniz zaman problem yok, aldırış etmemek lazım. Ben bir bakanı ne madara etmek için ne de ona yalakalık yapmak için konuk ederim. Normal, sorulması gereken soruları soruyoruz, o da cevabını veriyor. Dolayısıyla beni öyle bir çıkmaza sokmuyor bunlar. Sadece ayıp buluyorum söylenenleri, yazılanları.
- Son dönem yazılarınızda fazla 'mavra' yapmıyorsunuz artık; daha bir ciddileştiniz. Neden?
Bunu ben de düşündüm... Bilinçli bir şey değil, gündemdeki tartışma konuları bu ciddiyeti getirdi. Memnun değilim aslında, bu kadar ciddi olmak istemiyorum ama mecburen ciddi oluyorsunuz. Türkiye'deki koşullar beni buraya itti, ben artık ciddi olayım demedim... Artık işin ölçüsü kaçtı. 'Özgürlükçü, liberal, demokrat' insanlar bile liberal, demokrat ve özgürlükçü fikirlerin ortaya konmasını yadırgar hale geldi. Biraz bunun sinir bozukluğu var.
- Programınızın da tansiyonu yükseliyor. Seçilen konular daha fazla ses getiriyor son dönemde...
Editöryal ekibimizde bir değişiklik oldu. Bu da programa taze kan demek. Onların etkisi var ama ele aldığımız konular da ciddiyeti gerektiriyor.
- Hrant Dink davasının sonuçlanmasının ardından çıkışınız da dikkat çekti bam telinize basan neydi?
Pek arşive bakma alışkanlığım yoktur ama Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra ne yazmışım diye baktım... Öldürüldüğü günün ertesinden itibaren o zaman da büyük reaksiyona yol açan 'hepimiz Ermeni'yiz' sloganını yazmışım. O reaksiyon karşısında bu sloganın ne anlam ifade ettiğini anlatmaya çalışmışım. Beş sene önce 20-25 yazı yazmışım; bugün yazdıklarımın benzerleri hepsi de. Beş sene önce yapılan bu tartışmalar, Hrant Dink'in öldürülmesinin artık insanlarda, Ermeni kimliğinin bir hakaret unsuru olarak kullanılması gibi meselelerin aşılıp geçilmesine yol açtığını düşündürmüştü... Bugün elektronik postalarda, sosyal alemde yapılan yorumlarda falan gördüm ki halkımızın önemli bir bölümü, bu konularda hala eski anlayışlarını sürdürüyor; beni öfkelendiren, reaksiyonel yapan bu hayal kırıklığı.
- O günlerde yazdığınız başka yazılar referans gösteriliyor, tutumunuzun farklılığına. Örneğin Kemal Kerinçsiz'i övdünüz mü?
Kerinçsiz ile ilgili yazdığım yazının tamamına bakıldığında, övgü değil tam tersi eleştiri olduğu açıkça görülür. Ayrıca Kemal Kerinçsiz ile ilgili yazıyı Hrant Dink öldürülmeden aylar önce yazmışım, sanki Hrant Dink öldürülmüş, ben de o yazıyı yazmışım gibi yazılıyor bugün. Arşivde eşelenirken Kemal Kerinçsiz yazısı bulunuyor 'Ama sen beş yıl sonra 'hepimiz Ermeni'yiz'i gündeme getiriyorsun, sıkıysa o günlerde yazsaydın' deniyor. Hrant Dink öldürüldükten sonra ne yazmışım, arşiv faresi onu görmüyor. İnsan niye buna tenezzül eder, anlamıyorum! Güya özgürlükçü, demokrat adam. Yerim senin özgürlükçülüğünü. Al o yazıyı, köşende yayınla ve sor; Ahmet Hakan, bu yazıda Kemal Kerinçsiz'i övmüş mü? Adamsan, yiğitsen bunu yap! Bunu yapmıyor, aradan cımbızlıyorsun; tıpkı Hrant'ın yazdığı yazıdan cımbızlayarak 'bu adam Türklere hakaret etti' diyen Yargıtay savcısı, yerel mahkeme gibisin. Bu ne kadar aşağılık bir tutum! İkinci olarak, Ahmet Hakan, Hrant Dink öldürüldükten sonra 20 tane yazı yazmış, onları da görmüyorsun. Ahmet Hakan, Hrant Dink öldürülmeden önce onu CNN Türk'te ekrana çıkartmış; 301. maddeden yargılandığında kimse onun yanında değilken kendini ifade etmesine bir zemin hazırlamaya gayret etmiş; bunları görmüyor, tutup Kemal Kerinçsiz'i övmüş diye yazıyorsun.
- Dink'in ardından 'bu cinayette örgüt yoktur' gibi tespitlerde bulundunuz mu?
'İnşallah örgüt işidir çünkü örgüt işi değilse durumumuz çok daha kötü demektir' diye bir yazım var. Onun dışındaki yazıların tamamı Hrant'ın Ermeni kimliği, 'hepimiz Ermeni'yiz' diyen insanların aşağılanması ve bunun anlaşılmamasına yönelik. Örgüttür veya değildir konularına girmemişim. O tek yazıda da eğer örgüt işi değil de birkaç gencin yaptığı işse o birkaç genç sadece birkaç gençten ibaret değil, toplumda var olan bir nefretin dışa vurumudur. Eğer toplumumuzda böyle bir cehalet, böyle bir nefret varsa işimiz daha zor, demişim. Şunu da söylememiz lazım, örgütler de böyle bir duygu ikliminden cesaret alır. Bir örgütsel bağın varlığı, toplumda böyle bir duygu dünyasının olmadığı anlamına gelmez. Var ki yapıyor. Yani o günkü yazımda ifade etmediğim belki bir eksiklik yani 'örgüt varsa işimiz kolay'; hayır, örgüt varsa da işimiz kolay değil aslında. Bugün baktığımda onu görüyorum.
Burnundan kıl aldırmaya meraklı bir adamım
- Çarşamba günü sosyal medya temalı bir toplantıda bulundunuz.
İnternet dünyasındaki yeni gelişmeler, konvansiyonel medya, sosyal medya gibi konularla ilgili tartışmalar açıyorlarmış. Ben de katıldım ve çok yararlandım. İnternet medyasındaki gelişmeler üzerine teorik olarak çok fazla şey bilen biri değilim. Daha çok pratikle ilgiliyim. Orada hem teorisini yapan insanları dinleme fırsatını buldum hem de ben pratikte nerede durduğumu anlattım.
- Sosyal medyada durduğunuz yer bana enteresan geliyor. Bambaşka bir Ahmet Hakan var twitter'da, hiç sınırınız yok. Bunun riskleri yok mu?
Günümüzde 'tanrı yazar' yani eski, Babıali tipi yazarlar bitti. Burnundan kıl aldırmayan, söz söylenmez benim sözümün üstüne diyen, tekzip yayınlamayan, herkesi eleştiren ama asla eleştiriye tahammül edemeyen yazar tipi demode oldu. Teknik olarak bu mümkün değil. Artık internet dünyasındaki gelişmeler sayesinde çırılçıplaksınız. Mümkün olduğunca apaçık olacaksınız. Savaşınızı, var oluşunuzu apaçıklık üzerinden ifade edeceksiniz. Yeni düzen bunu gerektiriyor. Dolayısıyla böyle bir değişim olmamış gibi, yine burnundan kıl aldırmayan bir adam gibi davranmanın alemi yok. Yeni duruma adapte olmak gerekiyor. Ben sadece yeni duruma adapte olmak açısından değil, kişilik olarak da bu yeni duruma yakınım. Ben zaten şeffaf olmaya, eleştiriye açık olmaya, tekzip yayınlamaya, burnundan kıl aldırmaya meraklı bir adam olduğum için bu yeni durum buna cuk oturdu. O yüzden twitter'da da savunmasız, eşit ilişkiler kuruyor ve bundan rahatsız olmuyorum.
- O zaman da Ahmet Hakan bugün Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümünü es geçti, diye eleştirilebiliyorsunuz...
Twitter'da gündemi takip edeyim, bugün günlerden şudur, en önemli madde budur öyleyse bunun üzerine söz söyleyeyim diye bir strateji belirlemedim. Orada yazar olarak, gazeteci olarak, programcı olarak değil de orada bir birey olarak var olmak istiyorum. Bu eleştiriyi yapanlar, bunu ayırt edemeyenler.
- Twitter'daki bu açıklığınızı kız arkadaşlar bulma mecrası olarak yorumlayanlar da var...
Öyle mi diyorlar? Ahbaplarım var oradan tanıdığım; insanlarla görüşüyorum, konuşuyorum ama böyle bir mecrayı o anlamda kullandığım iddiası çok saçma. Manasız.
- Kadınların bir şekilde size 'yazdıkları' kaçınılmaz; iyi geceler öpücükleri, rüyada sizi görmeler... Bunları retweet de ediyorsunuz...
Bana gelen ağır eleştirileri de, böyle öpücük göndermeleri de retweet ediyorum. Burada, bu tür tepkilerle karşılaşıyorum, siz de bunları bilin, duyun diye... Başka bir niyetim yok. Twitter'ın kendine özgü durumundan dolayı, takipçilerimi haberdar etmek için yapıyorum bunu.
- Twitter ahbaplarınızla buluşuyor musunuz?
Kadın-erkek çok arkadaşım oldu ve o insanları tanımış olmaktan çok mutluyum. Hep birlikte sinemaya gittik, Gülden Karaböcek konseri dinledik; güzel yani, memnunum.
- Tweet'lerinizde çok sık bahsi geçen 'Peder Bey', bu yazdıklarınızı biliyor mu?
Bire bir takip etmiyor ama ona söylemişler. Gülüyor; anlayışlı bir insan.
- Annenizin çörekleri de meşhur...
Annem de arar; yine ne yazmışsın twitter'da, bak bana söylediler diye. Onlar da eğleniyorlar.
- Evlat olarak memnunlar mı sizden?
Ailesine aşırı düşkün biri değilim ama ben her gün temas halindeyimdir. Her gün konuşurum; kararında bir ilgi benimki.
Bana silahla gel, bombayla gel
- Ergenekon'un tarifi konusunda kafanız net mi?
Gayet net. Ergenekon başı sonu belirsiz bir heyulaya dönüştürülmüş durumda. Nerede başladığını, nerede bittiğini bilmiyoruz. Eğer siz, 'Ergenekon, Sevgi Erenerol'dur, Veli Küçük'tür, Kemal Kerinçsiz'dir, Ümraniye bombalarıdır, Cumhuriyet'e bomba atılmasıdır, Danıştay baskınıdır' derseniz; eyvallah, o zaman ben sizinle birlik olur Ergenekon'a karşı mücadele ederim. Ama siz 'Ergenekon Ahmet Şık'tır, Nedim Şener'dir, Oda TV'dir, Mustafa Balbay'dır. Mehmet Haberal'dır' derseniz, size bir dakika derim... Orada yokum ben. Hangisini kastediyorsunuz Ergenekon derken? Mustafa Balbay ile siyasi görüşlerimin örtüşmemesi, Haberal ile aynı dünya görüşünü paylaşmamam ayrı şeyler ama ben bu insanların Hrant Dink'in katili olan Ergenekon olduğuna inanmıyorum. Hem Nedim Şener'in, Ahmet Şık'ın haklarını savunmak mümkündür. Hem de Hrant'ı Ergenekon öldürdü demek mümkündür. İkisi arasında bir çelişki yok.
- Biraz körlerin fili tarifine dönüyor galiba Ergenekon'u tarif...
Evet, tam bunu anlatmaya çalışıyorum. Benim zihnim berrak. Bana, silahla, bombayla baskınla gel, o zaman Ergenekon'a karşı senin yanında mücadele edeyim ama sen bana kitapla, haberlerle, telefon görüşmesiyle gelirsen tabii ki yanında bulamazsın.
Dönek olmadığımı anlatamadım
- Peşinizi bırakmayan 'dönme' meselesini de bir kez daha sormak istiyorum... En son üniversiteli gençlerin karşısına çıktığınız televizyon programında o kadar iştiyakla bu soru soruldu ki; sizin İskele-Sancak programınızı yaptığınız dönemde çocuk olan bu gençlerin de siz söz konusu olduğunda sadece bu meselenin üzerine gidiyor olmaları ilginç geldi bana...
Türkiye'de her iktidar döneminde kim güçlüyse anında ona göre hizalanma olduğu için bu dönek sözcüğü çok tutmuş bir sözcük. Dönek dendiğinde, aslında içselleştirmediği halde güç değiştikçe fikrini değiştiren adam anlaşılıyor. Hakikaten böyle insanlar var. 12 Eylül'de Kenan Evren'e selam durur, ardından geçer Tansu Çiller'ci olur, sonra Tayyip Erdoğan gelir Tayyipçi olur... Dönek kelimesi bu nedenle çok tutuyor. Beni durumumu da bu durumla karıştırıyorlar. Ben, 12 Eylül'de Kenan Evren'e, 28 Şubat'ta generallere, ondan sonra Tayyip Erdoğan'a selam durmuş bir adam değilim. Benim değişimim döneklik denilen o antipatik kelimeyle açıklanabilecek bir değişim değil. Derdim bu! Bunu tam olarak anlatamadığımı düşünüyorum.
Yeni dönemin gazetecilik adetleri
- Aynı gazetede yazdığınız insanların fikirlerinden mesul müsünüz?
'Eskiden yoktu, iş bu adet yeni çıktı' diye Ziya Paşa'nın ünlü beyti vardır. Bu da böyle bir saçmalık. Gazeteler artık bir misyon gazetesi haline dönüştüğü için, kitle gazetesi ayrımı hesaba katılmıyor. Niye aynı olsun? Benim yazdığım gazetede fikir anlamında hiçbir ortak bağım olmayan birçok insan var. Niye onun yazdığı yazılardan sorumlu olayım ki? Taraf Gazetesi'nde yazan herkes birbirinden sorumlu mu? Ama işte bu da yeni dönemin yeni adeti...
- Neden siz, neden sizinle ilgili peki bütün bu konuşulanlar?
Bu soruya cevap verecek durumda değilim. Bunu beni kafaya takan adamlara sormak lazım. Çünkü 'kıskanıyorlar, çekemiyorlar' falan gibi magazin ünlüsü diliyle konuşmak istemiyorum. Bilmiyorum, neden ben...
- Sizden başka bir de Ertuğrul Özkök var. İkinizin ortak paydanızı söyleyebilirseniz belki neden hakkında fikriniz olur?
Ertuğrul Özkök ile bizim dünya görüşümüz, dünyaya bakış açımız, olayları yorumlama tarzımız aynı değil ki. Gayet ayrıştığımız yönler var. Ben ona itiraz eden yazılar yazıyorum, o bana itiraz eden yazılar yazıyor. Bunu onlara sormak lazım. Niye bu adamları hedef alıyorsunuz? Keşke açıklasalar da biz de anlasak. Diyelim ki, Hırant Dink katledilmiş ben de 'bu herifi ne güzel katlettiniz' diye alkışlamışım... Beş sene sonra da doğru yolu bulmuşum. Hesaplaşmasını da yapmışım. Demokrat bir insan bundan memnun olmaz mı? Demokrat bir insan bundan neden rahatsız olur, anlamıyorum. 'Faşist değilsin diye seni takdir edecek değiliz' diyor. Kardeşim ben senden takdir beklemiyorum ki. Ben, niye rahatsız olduğunu soruyorum.
Başbakan okusun diye gazete yapılmaz
- 4 Yüz projeniz de çok eleştirildi. Fehmi Koru, sizi 'mahşerin 4 atlısı'na benzetti...
Gazeteciliğe yatırım yapmak yerine, yapanlarla ilgili ileri geri konuşmalar yapılıyor. Tamam, biz kötü yaptık; biz dördümüz tek tek insanların karşısına çıkamıyoruz; eyvallah! Hepsine tamam; ama sen de bir şey yap. Yazılı basın alanının artık hızlı habercilik yaparak doldurulamayacağı büyük ölçüde anlaşıldı. Farklı bir şeyler yapman gerekiyor. Biz bunu bulduk, yapıyoruz. Fehmi Koru'da bir şey bulsun, o da yapsın. Gündemdeki birtakım olaylar ve olgular üzerine dört farklı bakış açısını yansıtmak için yapıldı. Okunsun hem de konuşulsun. Konuşulsun derdi, gayri meşru bir dert değil ki. Konuşulacak tabii. Ortaya konulan metin, yapay bir metin değil. Hepimizin kendi görüşleri. Zaten okunsun diye, konuşulsun diye röportajlar yaparız, haberler yaparız, yorumlar yaparız... Derdimiz bu; başka ne derdimiz olacak? Gazeteler sadece Başbakan okusun diye yapılmaz.
Gülay Altan