loading
close
SON DAKİKALAR

Bülent Somay: 'Aile Türkiye’de de çöküyor!'

Bülent Somay: 'Aile Türkiye’de de çöküyor!'
Tarih: 10.07.2016 - 15:54
Kategori: Söyleşi

Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı Direktörü Bülent Somay, ‘Cinselliğe Dair Vazgeçmemiz Gereken 100 Efsane’yi yazdı.

'Aile bir üreme merkezi mi? ‘Gavur’ ellerinde yaşanan cinsellikle bizimki aynı mı? Muhafazakârların eşcinsellerle yaşaması mümkün değil mi? Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı Direktörü Bülent Somay, ‘Cinselliğe Dair Vazgeçmemiz Gereken 100 Efsane’yi yazdı. 

Cinselliğe dair yanlış bildiklerimiz üzerine bir kitap yazdınız. Okuyunca “Bunca yanlışa rağmen yine bugüne iyi gelmişiz” diyor insan.

- Bir şey ne kadar çok tabulaşırsa o kadar da çok konuşuluyor demektir. Tüm dünyada böyle. Türkiye’de de durum aynı. Bugün cinsellik özel alanda da kamusal alanda da çok fazla konuşuluyor.

Niye bu kadar konuşur olduk bir anda?

- Çünkü cinselliğin zapturapt altında tutulabildiği tek kurum olan aile çözülüyor. Türkiye’de de dünyada da. Batı’da da Doğu’da da. Sadece çözülme biçimleri farklı.

Ne oluyor peki?

- Örneklere bakalım. 1980’lere gelindiğinde teenage, yani 12-18 yaş arası diyebiliriz, genç kız hamilelikleri çok artmıştı. Derken AIDS paniği geldi ve bir on-on beş sene bu hamilelikler azaldı. Çocuklar feci şekilde korkutuldular. Özellikle Amerikan eğitim sistemi hastalıktan korunmayı öğretme yerine korkutma yoluna gitti. Şimdi yeniden ve çok hızla artıyor bu yaş grubundaki hamilelik oranı. Kürtaj yaptıranlar yaptırıyor; diğerleri 14-15 yaşlarında çocuk sahibi oluyor. Ailenin denetleyici gücü giderek azalıyor ve yerine yeni bir alternatif de gelmiyor.

Türkiye için durum nedir?

- Aynı şey Türkiye için de geçerli. Ama bizde başka bir sonuç çıkıyor ortaya: Kız çocukları çok erken yaşta evlendiriliyor. Eskiden de vardı ama şimdi bu artıyor. Bizim için geçerli olan bir ikinci konu daha var: Aile yapısının çökmesiyle evlilikler de sonra eriyor ve Türkiye’de erkeğin psikolojik yapısı henüz buna hazır değil.

Neden?

- Ömür boyu tekeşlilikten sıralı tekeşliliğe geçemediği için erkek, kadına şiddet artıyor. Cinayetler artıyor. Adam, kendi ‘malı’ gibi gördüğü ve bir zamanlar onun olmuş bir kadının, onu kendisi boşasa bile başka bir erkeğin ‘cinsel nesnesi’ olmasına izin veremiyor. Bu arada kendisi gitmiş, genç bir kız bulmuş, evlenmiş tekrar... Ama onun için fark etmiyor.

Batı’da niye böyle değil bu?

- Eğitim sayesinde. “Benim karımdır, kimse ona bir şey yapamaz” demiyor erkekler. Zaten kendiliklerinden yapamaz hale geliyorlar. Ama orada bir başka sorun var.

Nedir?

- Özellikle belli bir yaşı aşmış, alt-orta sınıftan kadınlarda bir yalnızlaşma var. Çünkü kendi yaşıtları erkekler genç kızlarla takılmaya çalışıyor. Çok derin depresyon problemleri başladı bu yüzden. Kadına şiddet de var tabii ama sayıca daha az. Erkeğin en iyi becerdiği şey kadınları öldürmektir çünkü! Yine de bu cinayetler Türkiye’deki kadar yoğun ve göz önünde değil. Bu arada ev içindeki, aile içindeki taciz ve tecavüzlerin sayısı da ciddi oranda artıyor.



EV İÇİ TACİZ ÇOK FAZLA



Ama bunu ölçemiyoruz sanırım.

- Nimet Çubukçu’nun kadın ve aileden sorumlu bakan olduğu sırada ‘aile içi cinsel istismar’ üzerine bir araştırma yapılmıştı. Çok geniş bir araştırmaydı bu. Farklı yörelerin, farklı sınıfların hepsi bir araya getirildi. Büyük bir rapor açıklanacaktı ama açıklanamadı sonra. Çubukçu’ya sorulduğunda “Bunu yayımlamıyoruz; toplumda infiale neden olur” demişti. Şimdi bu büyük araştırmanın sadece basit bir raporunu ve birtakım parçalarını biliyoruz; oralarda da aile içi cinsel taciz ve tecavüzün çok yüksek olduğu söyleniyor.

Batı’da beşte bir gibi bir oran olduğunu yazmışsınız kitapta.

- Evet, örneğin Amerika’daki araştırmalar yüzde 18 gibi bir rakamı gösterdi. Avrupa’da da beşte bir oranı çıkıyor. Türkiye’de bu rakamın daha az olması için hiçbir sebep yok; bilakis daha fazla olması için sebep var.

Korku mu sebebi?

- Elbette. Bu vakalar Batı’da hukuka yansıyor; Türkiye’de yansımıyor. Üzeri kapatılıyor. Ailede de toplumda da... İşte en son Ensar Vakfı vakasıyla gördük. Sessizlik.

Yine de son dönemde çok görünür oldu bu mesele... Pandora’nın Kutusu açıldı sanki.

- Evet ama kapanıyor da. Bir çocuğun bir cümlesi yüreğime çöktü; hiç unutmayacağım. Altı ya da yedi yaşında bir çocuk: “Babamın sütü çok acı” demişti. Bu hakikaten sözün bittiği yer.



TABU VE YÜCELTME AYNI ANDA YAŞANIYOR



Cinsellik konusunda neden çoğu sorun ailede başlıyormuş gibi görünüyor?

- Bunun çok basit bir nedeni var. Aile, cinselliğin hem yüceltildiği hem de yok edildiği yerdir. Bir kadın ve bir erkek cinsel ilişki kurup üreyebilsinler diye kurulmuştur; cinsellik de o manada çok önemlidir. Ama bir yandan da ailenin üyeleri arasındaki cinsel ilişki şiddetle yasaklanmıştır. Siz bu ikili yapıda herhangi bir çocuğu eğitemezsiniz. Aynı fiil bir yandan büyük bir şiddetle yasaklanıyor; bir yandan da destekleniyor. Çocuğun bunu ayırt edebilmesi mümkün değil. Biz çocukların, annelik, babalık, kardeşlik gibi kültürel ilişki biçimlerini bilerek doğduklarını var sayıyoruz ama öyle doğmuyorlar tabii, bunları öğreniyorlar. Tabuyu ve yüceltmeyi aynı anda öğreniyorlar.

Cinsellik de başa bela haline geliyor yani...

- İnsanlık tarihinin en büyük problemi cinselliğe çok fazla önem atfetmek. Bu, evet, bizim hayati fonksiyonlarımızdan biri ama barınmak, karnımızı doyurmak gibi diğer hayati meselelerimizi o kadar abartmıyoruz. İçinden çıkılmaz hale getirmiyoruz.



ESAS KORKULAN, ÖTEKİLERİN BİRLEŞMESİ



Eşcinsel grupların Galler’deki maden grevine desteği ‘öteki’leri yakınlaştırdı.


Bülent Somay: Bir de ben sorayım, ‘Pride’ filmini izledin mi?

Yenal Bilgici: Hayır.

Somay: Bu konuda yapılmış en güzel filmdir ve gerçekten yaşanmış olaylardan yola çıkarak anlattıkları itibariyle çok da önemlidir.

Ne anlatıyordu?

- Gay-lezbiyen grupların 1984’te Galler’de greve giden madencilerle nasıl dayanıştığını... 1984’teki Onur Yürüyüşü’nde bir grup, grevin haberini alınca “Onlar da bizim gibi itilmiş insanlar” diyerek madencilere destek atıyor. Sonra aralarında yardım toplayıp gönderiyorlar; derken bu yardım süreklilik kazanıyor. Hatta kendilerine LGSM diyorlar (Gay’ler ve Lezbiyenler Madencileri Destekliyor). Böyle böyle iki grup arasında bir ilişki kuruluyor; önce sendikadan bir temsilci onları ziyaret ediyor; ardından grubun içinden on-on beş kişi maden kasabasına gidip bir süre kalıyor. Küçük kasaba ortamında onları yadırgayanlar da çıkıyor tabii ama gel zaman git zaman muhafazakâr madencilerle bile anlaşıyorlar; kadınlar zaten onlara bayılıyor... Birbirlerini anlıyorlar kısacası. Derken Thatcher, o bölgeye yiyecek ikmalini kesiyor ve grev de bitmek zorunda kalıyor. Film de bir sonraki Onur Yürüyüşü’ne bağlanıyor.



Pride (Onur) filminden bir kare


Daha da büyük bir destek var herhalde...

- Bilakis. LGSM, diğer gruplar tarafından ortamı politize etmekle suçlandığından iyice arkalara itiliyor bu yürüyüşte. Onlar da “Ne yapalım, kaderimizse çekeriz” gibi kendilerine ayrılan küçücük bölüme yürürken, madencileri görüyorlar. Bu defa onlar desteğe gelmişlerdir. Hem de sekiz otobüs!

Epey duygusal sahneymiş... Tüylerim diken diken oldu...

- İki defa izledim; ikisinde de hüngür şakır ağladım. Tabii oraya sığmazlar, yürüyüşe de damga vurur madenciler... Esas korkulan şeyi de böylece yapmış olurlar.

Nedir esas korkulan?

- Ötekilerin birleşmesi! Bundan korkar sistem. Toplum çünkü kendi dengesini zaten kuruyor. Çok trans varsa; insanlar onları bıçaklıyor ya da polis onları gettolara sıkıştırıyor. Dolayısıyla bu gruplardan kendi başına zarar gelmiyor. Yani tek başına olduklarında bir problem yok. Ama madenciler ve gay’ler buluşunca mesela, durum değişiyor. Gezi sonrasında da böyle oldu işte.

Ne olmuştu o zaman?

- Gezi’den sonraki Onur Yürüyüşü’nde 50 bin kişi vardı. Meydan yine yasaktı; İstiklal’den Tünel’e yüründü ve orada kalındı! Ondan beri de Pride’da dayak yiyorsun! Gezi’de de böyleydi; Müslüman, TKP’li, Kemalist, gay tüm gruplar bir araya gelebileceklerini gördü. Ne zaman Antikapitalist Müslümanlar namaz kılarken TKP’liler onların başında nöbet tuttu; rejim açısından en dehşet verici şey yaşandı.
Korktu rejim!



GERÇEK MUHAFAZAKÂRLIĞA EVRİLİYORLAR



2013’te Gezi Olayları’ndan sonraki Onur Yürüyüşü’ne (Pride) 50 bin kişi katıldı.


Cinsellik Türkiye’de LGBT-İ hareketi üzerinden sıklıkla tartışılıyor. Son ‘Pride-Onur Yürüyüşü’nde Taksim’de toplanmaya çalışanlar gaza boğuldu. Gezi sonrası Pride ile de sıkıntısı arttı sanki iktidarın.

- O kesimin kanaat önderleri daha liberal göründükleri dönemde mesela eşcinsellik için “Hastalık değildir ama günahtır; günaha girmek de kendi özgürlüğüdür” diyorlardı. Buydu başlangıç; şimdi Katolik pozisyona doğru kayıyorlar. Kaçınılmaz
bir şey bu.

Neden kaçınılmaz?

- Tarihteki en iyi muhafazakâr örgütlenme Katolik Kilisesi’dir. Tüm muhafazakârlar, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Hindu, Katolik Kilisesi’nin 12-15’inci yüzyıl arası pozisyonuna gelecekler. Neoliberal muhafazakârlıktan gerçek muhafazakârlığa doğru evriliyorlar. Tavırlarında çok belirgin zaten bu.

Nedir o tavır?

- Ne dediklerine bakın: “Trans ol ama evinde ol ciğerimi ye.” Tam da Kemalistlerin onlara yaptığı şey bu. Görünmez ol sakın, kamusala çıkma! Eşcinsel misin? Evinde kal, ne yaparsan yap! İran’da da böyle mesela. İçki mi içiyorsun, evinde iç! Parti mi vereceksin, evinde ver! Rejim bunun üzerine kurulu 1979’dan beri. İmge devrinde yaşıyoruz, görünür olmak en tehlikeli şey.



BİRBİRİNE SIĞINANLAR EN ANLAMLI AİLE



Buffy The Vampire Slayer, Tara ve Willow


** Amerikan televizyonlarının en devrimci dizilerinden biri ‘Buffy the Vampire Slayer’dır. Efsane bir bölümü vardır dizinin. Dizide lezbiyen ilişki yaşayan bir genç kızın ailesi türlü yalanlarla kendi kadınlarını hep kontrol altında tutmakta ve bir yaşa geldiğinde eve kapatmaktadır. Bu aile, kızı sevgilisinden ayırmak istediğinde, arkadaşları “Onu götüremezsiniz” der. Ailesi, “O bizim kanımızdan, size ne oluyor” diye çıkışır onlara. Arkadaşları cevap verir: “Biz onun ailesiyiz.”

** Birbirlerini seçerek bir araya gelmiş ve birbirleri için her şeyi yapmaya hazır insanlar grubuna aile denir. Kazara içinde doğduğun değildir. Seçilerek kurulan bir şeydir. Çok önemli bir şey söylüyor bahsettiğim dizi. Ben aile kavramına karşı değilim ama bu kontrol altında tutmaya çalışan aileye karşıyım. Hasbelkader oluşmuş, aksaklıklarla yürüyen ve “Kol kırılır yen içinde kalır” diyen aileye karşıyım. Ama karşı olmasam da; muhafazakâr davransam da, annelerinizin ayaklarını öpün de desem, kürtaj yaptırmayın diye de buyursam gidiyor o aile. Ben ne yapmak gerekir ona bakıyorum. Aksi takdirde şu an olan olacak. Kaos var. Hepimiz alternatifi hayal etmeliyiz. Benim kafamdaki alternatif bu bahsettiğim. ‘Birdcage’ filminin girişinde translar “Biz bir aileyiz” şarkısını söylerler. Son derece düşman bir dünyaya karşı, birbirine sığınmış translar.. O aile, işte en anlamlı aile.

Yenal Bilgici - Hürriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları