CHP Ankara Milletvekili Önder Sav'ın yaptığı konuşmanın tam metninden; "Türkiye’ye akın akın gelen Amerikan askerlerine “geldikleri gibi gitsinler” diyelim. Bu tezkereye ret oyu kullanalım diyorum"
CHP Ankara Milletvekili Önder Sav'ın yaptığı konuşmanın metni şöyle:
TBMM Tutanakları - 1 Mart 2003
ÖNDER SAV (ANKARA); Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet tarihinin en önemli birleşimlerinden birini gerçekleştiriyor. Böyle önemli bir oturumda, vermiş bulunduğum önergeyi İçtüzüğün 63 üncü maddesine uygun bularak, usul hakkında görüşme açan Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanına teşekkür ediyorum.
Başbakanlığın, Anayasanın 92 nci maddesine göre izin verilmesine ilişkin talebini görüşüyoruz. Geliş şekli, çelişkili içeriği, karmaşık içeriği, hukuk devletine ve Anayasaya aykırılığı nedeniyle, bu tezkere, görüşülmesine yer olup olmadığı tartışmalarına açık bir tezkeredir.
Benim verdiğim önerge, aslında, hem Anayasaya aykırılık hem de görüşmelere yer olup olmadığı biçiminde iki ayrı özü içermekteydi.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulundurulmasına ilişkin tezkerenin temel unsuru, olmazsa olmaz şartı, bu tezkerede, milletlerarası hukukun meşru saydığı hal koşulunun var olup olmadığıdır. Uluslararası hukukun meşruluğunu belirtme yetkisi ne Amerika Birleşik Devletleri'nin ne İngiltere’nin ne de kimilerinin sandığı gibi Türkiye’nin yetkisindedir. Meşruluğu belirleme yetkisi, bizim de üyesi olduğumuz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne aittir.
Uluslararası anlaşmazlıklarda barışçı yollara gidilmesi esastır. Birleşmiş Milletler Silah Denetçileri Komisyonu ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının Başkanları Hans Blix ve Muhammed El Baradey, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne 7 Mart'ta son raporlarını, yeni raporlarını sunacaklar. Amerikan-İngiliz Ortak Karar Tasarısı, henüz, hangi akıbete uğrayacak belli değil. Kısacası, uluslararası hukukun inceleme süresi işliyor, daha somut bir sonuca varılabilmiş değil.
Bizim için üzüntü verici olan yönü, iç hukukumuzda da konunun aydınlanmamış, Amerika Birleşik Devletleri ile müzakerelerin henüz sonuçlanmamış ve anlaşmanın içeriğinin netleşmemiş olmasıdır.
Tezkere ile ilgili Bakanlar Kurulu kararı 24 Şubat 2003 tarihini taşıyor; bugün 5 inci gün; ancak bugün görüşebiliyoruz.
Bir Sayın Bakan, tezkerenin 27 Şubat Perşembe günü görüşülemeyişinin nedenini, bir gün sonra, yani dün, toplanmış olan Milli Güvenlik Kurulu kararının beklenmesine bırakıldığını ifade ediyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Sayın Genel Başkanı ise, tezkere konusuyla ilgili olarak, bütün milletvekillerinin görüşlerinin alınmasında yarar olduğunu ifade ediyor. Sayın Dışişleri Bakanı ise “Amerika Birleşik Devletleri ile müzakerelerin Genel Kurula kadar tamamlanacağını umuyorduk; ama, olmadı...” diyor.
Şimdi, allahaşkına, söyleyin, hangisine inanmalıyız? Hangi mazeretiniz haklı, hangisi doğru? Lütfen, kafanızda bir netleşin arkadaşlar. Netleşmeden, bu tezkereyi görüşmenin olanağını görmüyoruz.
Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz: “Biz, Türkiyeli veya Türkiyesiz amacımıza ulaşabiliriz” diyor. Öyleyse, bırakın Türkiyesiz amaçlarına ulaşsınlar da görelim. Bırakın Amerika'nın yakasını; ama, bırakmıyorsunuz! Ne yazık ki, kısa bir süre sonra, elma şekerini Amerika'nın yediğini, sapının da Türkiye'nin elinde kalacağını çok acı bir şekilde göreceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Savaş karşıtı bir eylemde, çok yerinde bir slogan gözüme ilişti; burada tekrarlamak, tutanaklara geçirmek istiyorum. “Amerika Birleşik Devletleri'nden korkmayın, Allah’dan korkun, Alllah’tan!” diyor o slogan. (CHP sıralarından alkışlar)
Amerika Birleşik Devletleri'nin savaş işbirlikçisi İngiltere’nin İşçi Partisi'nin milletvekillerinin yarıdan çoğu, savaş karşıtı bildiriyi imzaladılar.
Dünyanın hiçbir ülkesinde, kendi içhukukuna göre, Amerika Birleşik Devletleri'nin savaş eylemine parlamentodan destek kararı çıkmadı. Biz, bugün, Parlamentomuzdan böylesine bir destek kararının arayışı içerisindeyiz. 6 Şubatta, 621 sayılı tezkereyle verdiğimiz yetkiyle Irak’a müdahaleye kararı vermiş olduk. Türkiye, hukuken, savaşa o tezkereyle bulaştı. Bu yetki üzerine, nasıl olsa öbür yetkiler de arkadan gelecektir diye, Amerikan gemileri vızır vızır İskenderun Limanının etrafında dolaşmaya başladılar. İsimlerini tekrarlamakta zorlanacağımız pek çok gemi yük boşaltmaya başladı; Ro-ro gemisi gelip gidiyor, kargo gemisi yük boşaltıyor, araç ve mühimmat gemileri İskenderun Limanını dolduruyor. Daha 80 savaş gemisinin yakın yerlerde mevzilendiği söylentileri var. Bunları görüyor ve üzülüyoruz; ama, ben, günlerdir bir başka şeyi de görüyorum.
Görüyorum ki, hükümet, kan, barut, savaş, ıstırap kokan bir müdahale için sıkıntı içerisinde. Görüyorum ki, bu utanç verici savaş, Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarımızı, savaş gemilerinin getirdiği yükten daha ağır maddî ve manevi yük altında eziyor, ezdiriyor. Böyle bir dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde karar verirken, çok dikkatli, kendi vicdanlarımıza danışarak karar vermek zorundayız ve burada, uşşak makamındaki bir türküyü arkadaşlarımıza hatırlatmak istiyorum:
Şimdi, bu derdi, bu gam yükünü bizimle bölüşmek istiyorsanız; biz, o gam yükünü bölüşmeyeceğiz arkadaşlar. Size de, bu iğrenç savaşa bulaşmayın, bu pis gam yükünün altında ezilmeyin, yol yakınken dönün diyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Yoksa, sadece tezkereye oy verenler değil, bütün halkımız, bütün insanımız, bütün Türkiye sıkıntı çekecektir.
Daha, henüz 3-4 gün önce, bir Türk milletvekilinin, bölgesindeki İskenderun Limanının zincirli kapılarını aşamadığına tanık olduk. Hiç şüphe etmeyiniz; gelecekte, Millî Savunma Bakanının, Dışişleri Bakanının; hatta, Başbakanın bile, o zincirli kapıdan içeriye giremediğine tanık olacak, üzüleceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Cumhurbaşkanımız, Anayasanın 92 nci maddesinin uygulanmasının, uluslararası hukukun meşruiyet şartını içerdiğini söylüyor. Değerli bir hukukçu Sayın Meclis Başkanımız, 92 nci maddenin her cümlesinde, uluslararası hukukun meşruiyet şartının olması gerektiğine işaret ediyor. Özetle, Birleşmiş Milletlerin gündemindeki konuların sonuçlanması isteniyor.
Görüşmekte olduğumuz bu izin talebi, hukuki dayanaktan yoksundur, Anayasaya aykırıdır. 1991’de, Körfez Savaşı'nda alınmış olan kararın, Anayasa Mahkemesi'nde incelenmesinden sonra, biçim ve öz yönünden iptaline gerek olmadığı kararıyla, bu kararı karıştırmayalım. hangi halin meşru olacağı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin mutlak takdirine bırakılmış husus değildir...
Her somut olayda ve talepte, 92 nci maddenin aradığı meşruiyet şartının aranılması kaçınılmazdır; tıpkı bugün aramak zorunda olduğumuz gibi.
Alınacak karar “hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” diyen Anayasamızın 6 ncı maddesine ve “Anayasa hükümleri –herkesi- yasama, yürütme ve yargı organlarını ... bağlar” diyen 11 inci maddeye aykırı olacak ve 2 nci maddede yazılı olan hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmayacak.
Tezkere için alınacak karar, Anayasaya aykırı bir İçtüzük değişikliği olacaktır. Yeni alınacak karar, Anayasa usullerine aykırı, o usuller gözetilmeden alınmış, Anayasaya aykırı bir değişiklik olacaktır. Bütün bu, çok haklı hukuksal uyarılara karşı “biz yaptık, oldu” diyorsanız, diyeceğimiz çok şey var. Bu “biz yaptık, oldu” felsefesinin, dünya tarihinde tanıdığı en mahir ustalarından, en kurnaz, en zeki ustalarından biri olan Talleyrand bile “süngülerle çok şey yapılabilir; ama, üzerlerine oturulamaz” diyordu. (CHP sıralarından alkışlar) Süngülerin üzerine oturmayınız; 5 - 6 milyar dolarlık Amerikan kredisine aldanıp, bu kredilere kapılıp, iç ve dış hukuku zedelemeyiniz. Yüzde 90’ı Irak’a müdahaleye karşı olan halkımızın sesine kulak veriniz; yoksa, yarın, çocuklarınızın “siz, haktan, hukuktan, halktan, Müslümandan yana mı tavır koydunuz; Amerika’dan ya da Amerikan Dolarından yana mı tavır koydunuz” sözleriyle karşılaşacaksınız.
Aslında, biz, iki ayrı tezkere bekliyorduk. Sayın Başkan, müsamahanızı fazla istismar etmeden, bu, demin okunmuş olan tezkeredeki çelişkiye değinmek istiyorum. Başkanlık Divanı Kâtibimiz, altında Başbakan Sayın Abdullah Gül yazılı tezkereyi okudu. Bu tezkere, Bakanlar Kurulunun kararına dayanarak gelmiş tezkere; ama, elimizde iki ayrı tezkere var sanki. Bakanlar Kurulunun tezkeresinde olmayan bir ibare, Sayın Başbakanın göndermiş olduğu tezkerede var. Doğrusu, bunun, Bakanlar Kurulunu by-pass ederek konulmuş bir ibare olduğuna inanmak istemiyorum; ama, merak ediyorum; açıklanmasını, Sayın Başbakandan ve bakanlardan soruyorum. Şimdi, Bakanlar Kurulu kararında olmayan; ama, bugün, kürsüde biraz önce okunan Başbakanlık tezkeresindeki ek pasajı tutanaklara geçirterek, Yüce Kurulun bilgilerine de sunmak istiyorum.
Okuyor ikinci bendi, alttan beşinci satıra geliyor; “sağlayacak şekilde konuşlanmaları” deyiminden sonra, Bakanlar Kurulu kararında olmayan şu ibare ekleniyor: “...ve yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını üst uçuş amacıyla kullanmaları için...”
Sayın Bakanlar, sizin imzaladığınız metinde bu ibare yok. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Başbakan veya sizlerden birisi, bu ilavenin ne anlama geldiğini burada açıklamak zorundadır. (CHP sıralarından alkışlar)
Ayrıca, bütün bu tezkeredeki sıkıntıların yanında, usulle ilgili bu değindiğim konuların yanında, ümit ederim ve temenni etmem ki, usul konusundaki görüşmeler bittikten sonra, 6 Şubat'taki oturumda rastladığımız bir önergeyle karşılaşmayalım; yani, kapalı oturuma geçilme önergesiyle karşılaşmayalım.
1999 yılında yapılmış olan kapalı oturum tutanakları açıklandı; onları inceledim, sizler de incelediniz. O tutanaklarda, halkımızın bilmediği, o dönemde bu Meclis'te olan milletvekillerinin bilmediği, basınımızın bilmediği hiçbir konu yok. 6 Şubat'taki gizli oturumda, kapalı oturumdaki konuları hepiniz biliyorsunuz. Umuma açık bir görüşme yaptığımız için bunlara değinmeyeceğim; ama, soruyorum hepinize... 6 Şubat'taki oturumda, allahaşkına, kamuoyunun bilmediği, basının bilmediği, halkımızın bilmediği ne vardı; hiçbir şey. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, onun için, bu oturumu açık yapmalıyız.
Neden çekiniyoruz? Bizi buraya gönderen halkımızdan mı çekiniyoruz? Bize oy veren seçmenden mi çekiniyoruz? Yoksa, anaların, babaların yüreklerini ağzına getiren, acaba, savaş olacak mı kuşkusunu onlarla bölüşmekten mi çekiniyoruz? Bu oturumu açık yapalım ki, Anayasaya aykırılığı enine boyuna tartışalım. Açık yapalım ki, halkımız her şeyi bilsin, duysun, anlasın. Açık yapalım ki, sabahın erken saatlerinde çoluk çocuğunun nafakasını sağlamak için dükkânını açan, ama, siftah yapmadan kepenkleri kapatan esnafımız dinlesin bizi. (CHP sıralarından alkışlar) Açık yapalım ki, doğrudan gelir desteğiyle avutulan köylümüz uyutulmasın, bizi izlesin, kararını ona göre versin. Açık yapalım ki, ücretine el uzatılan işçimiz, maaşı kendisinden esirgenen memurumuz, ekmeğine el uzatılan emeklimiz bu konuşmaları izleyebilsin.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Sayın Genel Başkanı, dün, Siirt’te “biz, Irak sorununu kucağımızda bulduk” diyor. “Doğru” diyor bir arkadaşımız. O zaman ben sormak istiyorum: Peki, kucağınızda bulduğunuz bebeği uyutacağınıza, niye büyüttünüz?! (CHP sıralarından alkışlar) Kucağınızda bulduğunuz bebeği Amerikan mamalarıyla niye canavarlaştırdınız?! (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, o canavar sizi parçalamaya hazırlanıyor. Istırap çekmeden... Sizin ıstırap çekmenize gönlümüz razı olmaz. Biz “önce insan” diyen bir düşüncenin temsilcileriyiz; sizin ıstırap çekmenizi istemeyiz; ama, seksenbir yıldır savaş yüzü görmemiş ülkemizin başı derde girerse, ama sonu gelmez sıkıntılar insanlarımızın yakasına yapışırsa, ama bir tek Mehmetçiğin tabutu omuzlarda yükselirse, sizi, biz de affetmeyiz, Türk Halkı da affetmez, seçmen de affetmez! (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)
Son sözlerimi söylüyorum. Yokluk içinde bağımsızlık savaşı veren bir ulusun milletvekilleri olarak, bir komşu Müslüman ulusun bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, doğal kaynaklarına el uzatılmasına izin vermeyiniz.
Kendisi yalınayak cepheye mermi taşıyan, kağnı arabasının arkasında yürüyen, bebesinin örtüsünü “devlet malıdır, nem kapmasın” diye mermilere örten analarımızın, ninelerimizin kemiklerini sızlatmayalım.
Geliniz, Yüce Atatürk’ün Dolmabahçe önünde demirlenmiş düşman zırhlılarına bakarak ve yumruklarını sıkıp “geldikleri gibi gideceklerdir” dediği gibi, biz de, İskenderun Limanına demirlemiş olan düşman gemilerine ve Türkiye’ye akın akın gelen Amerikan askerlerine “geldikleri gibi gitsinler” diyelim. Bu tezkereye ret oyu kullanalım diyorum; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sabrınız için teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)
Önder Sav, konuşmasından sonra TBMM Başkanlığı'na gönderdiği tezkerede, "son cümlesinde geçen (düşman gemilerine...) sözünün yanlış söylendiğini, kendisinin (ABD gemilerini...) kastettiğini" belirtti ve sözünün tutanaklarda düzeltilmesini istedi. Birleşimi yöneten TBMM Başkanı Bülent Arınç, tutanakların, Önder Sav'ın isteği doğrultusunda düzeltileceğini söyledi.
Önder Sav Kimdir ?
1937 yılında Balıkesir Manyas ilçesi Işıklar köyünde doğdu.
Lisenin ardından Ankara'ya giderek, Deniz Baykal ile de tanışmasına vesile olan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudu.
Mezun olduktan sonra bir süre serbest avukatlık yapan Sav, 1950'lerin sonlarında dönemin Sivas Milletvekili Turhan Feyzioğlu vasıtasıyla siyasete girdi.
İlk olarak 15. TBMM döneminde (1973-1977) Ankara'dan CHP milletvekili seçilen Sav, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) - Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyonundan oluşan Birinci Bülent Ecevit hükümetinde Baykal ile birlikte kabinede yer aldı ve Çalışma Bakanlığı yaptı. Ecevit ile İsmet İnönü'nün başkanlık yarışında Baykal ile birlikte, Ecevit'in yanında yer almıştı.
1977-1980 arası 16. dönemde de milletvekili seçildi; 12 Eylül darbesinde partisi kapatılınca yeniden avukatlık mesleğine döndü. Sav, Ankara Hukuk Barosu Başkanlığı ve1989 ile1995 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı görevlerinde bulundu
Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP)-CHP birleşmesinden sonraki ilk seçimler sonucu oluşan 20. meclis döneminde (1996-1999) de Baykal'ın Ankara Birinci Bölge'den ilk sırada aday göstermesiyle yeniden milletvekili oldu; yine 22. dönemde de (2002-2007) milletvekilliği yaptı.
Baykal dönemi süresinde "CHP'nin ikinci kişisi" olarak bilinen Sav, 2001 yılından beri CHP Genel Sekreterlik görevini sürdürüyordu.
2008 yılında Baykal'ın partinin tüzüğünde değişiklik yaparak bulunduğu görevin yetkilerini kısması, kendisinin itirazları nedeniyle ertelendi.
2010'da Baykal'ın CHP'den istifa etmesi ardından partideki "ağırlığı" yeni kurultay sürecinde de hissedildi; partinin yeni genel başkanı Kılıçdaroğlu tarafından bir kez daha aynı göreve getirildi.
3 Kasım 2010'da ise bu görevden yine Kılıçdaroğlu tarafından alındı.