CHP Sözcüsü Deniz Yücel: Suriyelilere mülteci değil de, 'turist' mi desinler?
Cumhuriyet Halk Partisi Parti Sözcüsü Deniz Yücel, 20 Kasım 2023 Pazartesi MYK gündemiyle ilgili Basın Toplantısı yaptı.
CHP Sözcüsü Deniz Yücel yaptığı açıklamada;
Değerli Basın Mensupları, Bizleri televizyonları başından ve sosyal medya üzerinden takip eden kıymetli yurttaşlarımız, Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Devam eden MYK toplantımızda ülkemizin sıcak gündemine ilişkin değerlendirmelerimiz oldu.
Gündem değerlendirmelerimize geçmeden önce,
3 gün önce kaybettiğimiz, kaliteli mizahı, ilkeli duruşu, Atatürkçü, aydın ve muhalif kimliğiyle ekranlarda yer alması zaman zaman AKP Türkiye’sinde engellenmiş Metin Uca’yı saygıyla anıyorum. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum.
Bir başka gazeteciyi, Barış Pehlivan’ı da 3 ay özgürlüğünden mahrum ettiler.
“Geç gelen adalet, adalet değildir” sözü, artık bizim ülkemizde ne yazık ki “adalet gelsin de ne zaman geliyorsa gelsin”e dönüştü.
Barış Pehlivan yine araştıracak, yine yazacak, yine eleştirecek, yine gündem oluşturacak. Her türlü baskıya, tehdide ve engellemelere karşın, topluma gerçekleri duyuracak olan sizlersiniz. Yani bağımsız ve özgür medya… Cuma günü, Halk TV, TELE 1, KRT’ye yine para cezası verildi.
Şaka gibi ama geçen hafta Flash TV, emekli maaşlarının düşüklüğünü eleştiren bir yayından dolayı RTÜK'ten idari para cezası aldı.
Peki, medya kuruluşları ne yapsın?
İşsizlik yüzde 10 demek yerine, çalışma oranı yüzde 90 mı desinler?
Suriyelilere mülteci değil de, “turist” mi desinler?
İşsizler ordusu yerine, “istihdam edilmeyi bekleyen genç kitle” mi desinler?
“Emeklinin parası yok, evden çıkamıyor” demek yerine “Emekliler evde dinleniyor” diye mi manşet atsınlar?
Herkes havuz medyası gibi, pembe yayıncılık mı yapsın?
Katliamcı terör örgütleri, tacizciler, soyguncular, mafya mensupları ve çeteler haber yapılmasın mı? Yoksulluk, açlık, işsizlik gündeme getirilmesin mi?
Yolsuzluklar, sosyal medya üzerinden yapılan kara para aklamaları, kadına şiddet olayları özgür basın ve medya olmasaydı nasıl açığa çıkacaktı?
İktidar ve yandaşları rahatsız olmaya devam etsin. Gerçekler açığa bir şekilde çıkacak. Çünkü bu ülkede kalemini satmamış, gerçekleri yazan, dürüst ve ilkeli, özgür ve bağımsız çok sayıda gazeteci var.
Sizin ısmarlama cezalarınız da onları yıldıramayacak.
Değerli arkadaşlar,
Mesela özgür basın bizim sorularımızı gündeme getirmese, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın akıllara ziyan açıklamalarını konuşamayacaktık. Sayın Bakan, Niğde milletvekilimiz Ömer Fethi Gürer'e verdiği yanıtta, "Türkiye’de yoksulluk ya da açlık sınırı içinde yaşayan kişi yok" demiş...
Vedat Bey en son ne zaman bir pazara gidip alışveriş yapmış merak ediyoruz…
-Kıymanın fiyatını,
-Ekmeğin kaç liraya satıldığını,
-Sütün 6 ay içinde kaç kez zamlandığını,
-Kasap ve marketlerde parayla kemik satıldığını acaba biliyor mu?
Sayın Bakanın enflasyondan, zamlardan, kiralardaki fahiş artışlardan haberinin olmadığı belli.
İşte Türkiye’nin gerçeği bu, değerli arkadaşlar… Halktan kopuk Cumhurbaşkanının, halktan kopuk bakanları… Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.
Kıymetli basın mensupları,
OECD ülkelerinde ortalama enflasyon yüzde 8, Türkiye’de ise yüzde 72... Bir bardak çay 20 lira, bir simit 10 lira.
Dört kişilik bir aile, üç öğün kişi başına bir çay bir simit tüketse bile aylık 10 bin 800 liraya ihtiyacı var.
Ailesine bakmakla yükümlü bir asgari ücretliye, geçinmek için 602 lira para kalıyor. Sayın Bakana tavsiyemiz, 1 ayı değil sadece bir günü asgari ücretle geçirmeyi denesin. Belki o zaman vatandaşın hayatta kalma mücadelesini anlar.
Ancak bu Sayın Işıkhan’ın akıllara durgunluk veren ilk açıklaması değil. Sanırım son da olmayacak. Geçen hafta kayıtlı işsizlik oranı yüzde 9 virgül 2 olarak açıklandı… Her 5 gençten biri, Her 3 kadından biri işsiz…
Ama Sayın Çalışma Bakanı çok değil bir ay önce “Ülkemiz son yıllarda istihdam rakamlarında tarihinin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda” diye açıklama yapıyordu…
Bizim iktidarımızda halktan kopuk bakanlar değil, Halkın dertleriyle dertlenen, halkın sorunlarına çözüm üreten bakanlar olacak. Değerli Arkadaşlar, bugün Dünya Çocuk Hakları Günü,
Ülkemizde her 2 çocuktan biri yoksulluk çekiyor. Geçen yıl 31 bin 890 çocuk cinsel saldırıya uğradı. Cinsel suç mağduru çocuk sayısı 9 yılda 3 katına çıktı. Suça sürüklenen çocuk sayısı 10 yılda ikiye katlandı.
Bu ülkede çocuk olmak bu kadar zorken Dünya Çocuk Hakları Günü kutlu olsun demek de kolay olmuyor.
Bizler taşıdığımız değişim meşalesini, çocuklarımızın geleceği aydınlansın diye yaktık.
Çocuk işçiliğinin olmadığı, Onları bedenen ve ruhen koruduğumuz, Geleceklerinin daha doğmadan ipotek altına alınmadığı, Haklarını sadece kâğıt üzerinde değil okulda, evde, sokakta, kısacası hayatın her alanında gözettiğimiz; güzel bir Türkiye'yi hep beraber kuracağız.
Onların laik ve çağdaş eğitim sisteminde eğitim görme hakkına el uzatanların karşısında biz olacağız!
Dünya Çocuk Hakları Gününde bir kez daha vurgulayalım. Eğitim, çocukların en temel haklarından biridir.
Ama bu; anayasamızda yazdığı gibi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre bir eğitim olmalıdır. Milli Eğitim Bakanının imzaladığı protokolleri, çağdaş ve laik eğitim sistemini yıpratmaya yönelik attığı adımları ve bazı cemaatlerin yöneticileri ile çektirdiği fotoğrafları dikkatle takip ediyoruz.
Geçtiğimiz günlerde müfredatla ilgili bir açıklama yapmış.
Diyor ki, "Bu değişiklikle, çocuklarımıza gereksiz ve düzeylerinin üzerinde bir bilgi yüklemesi yapmayacağız. Derslerin tamamında sadeleşme olacak."
Biz de buradan hemen soralım... Erdoğan'ın her iş cinayetini, Madenlerdeki kayıpları, İş yerlerindeki ihmaller zincirini gündemden düşürmek için kullandığı “Fıtrat" ifadesi, yeni müfredatın temel unsurlarından biri mi olacak?
Biz, “aklı ve bilimi kendine rehber edinen”, “çevreye, doğaya, insanlığın gelişimine ve dünya barışına” duyarlı, hayatın her alanında “Eşitliği, özgürlüğü ve demokrasiyi benimseyen” nesiller yetiştirmek için çabalarken AKP iktidarı, yüzünü daha fazla gerici zihniyete dönüyor.
Tek tip öğrenci, tek tip birey, hatta kindar bir nesil yetiştirmek için uğraşıyorlar.
Bakın buradan uyarıyoruz... Eğitim sistemini akıldan, bilimden, çağdaşlıktan, Mustafa Kemal Atatürk'ün yolundan uzaklaştıracak adımlar atmaya sakın ha yeltenmeyin!
Karşınızda CHP'yi ve bu değerlere sahip çıkan gençleri, velileri ve yurttaşları bulursunuz.
Değerli basın mensupları,
Geçtiğimiz hafta Devrimci İşçi Sendikalar Konfederasyonu “Vergide adalet, gelirde adalet” sloganıyla İstanbul’dan Ankara’ya yürüdü.
İşçi ve emekçi kardeşlerimiz, haklı taleplerini ortaya koydu.
Biz de CHP olarak Ankara Ulus Meydanı’nda noktalanan yürüyüşe destek verdik. Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in orada ifade ettiği gibi, “Biz bu yollara yabancı değiliz.” Bundan sonra da sendikalar, dernekler, sivil toplum kuruluşları tüm haklı taleplerinde bizim desteğimizi alacak.
Meydanda, sokakta, eylemde, grevde onların yanında olacağız.
Değerli Arkadaşlar, şimdi içimizi acıtan, kamu vicdanını derinden yaralayan bir olaya değineceğim.
2007 yılında bu ülkenin alnına kara bir leke sürüldü. “Ama biliyorum ki, bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmazlar” sözünü kana buladılar.
2007’de güvercinlere kıydılar, 2023’te kıyanları serbest bıraktılar. Türkiye’de yaşamak, masumların sınavı oldu. 17 yaşında bir çocuktan katil yarattılar.
Sonra, o yarattıkları katilde iyi hal aradılar, ama aydın ve özgür düşünceye “Ne halin varsa gör” dediler. Böyle bir dönemde Ogün Samast’ın tahliye edilmesinin bir tesadüf olmadığını biliyoruz.
Türkiye bir yargı darbesiyle karşı karşıyayken, bu tahliye kararıyla “günü gelir katilimize de sahip çıkarız” mesajı veriyorlar.
Muhalefete, gazetecilere, onlar gibi düşünmeyenlere akılları sıra gözdağı veriyorlar.
Onlar Ogün Samast’ı hatırlattıkça, Erhan Tuncel’i, Yasin Hayal’i ve türevlerini korudukça; Biz Uğur Mumcu’ya, Ahmet Taner Kışlalı'ya, Abdi İpekçi'ye, Bahriye Üçok'a ve Muammer Aksoy'a sarılacağız ve hukuka tutunacağız.
Rakel Dink’in gözlerini bir kez daha dolduran, kalbini bir kez daha kıran, (kendi deyimiyle) onu yasın en ağır günlerine geri yollayan bu adalet anlayışını affetmeyeceğiz.
Değerli arkadaşlar,
Ortadoğunun göbeğindeki insanlık dramı 45. gününde… İsrail Gazze’de sivillere yönelik saldırılarına devam ediyor.
En son Gazze’nin en büyük hastanesi olan Şifa hastanesini ele geçirip zorla boşaltarak, yüzlerce hastayı ve onlarca prematüre bebeği sokağa attılar. Vefa hastanesiniyse bombaladılar.
Hastanelerin hedef alınması uluslararası hukuka ve savaş hukukuna aykırıdır, insani olarak kabul edilemez.
Gazze’de ateşkesin bir an önce sağlanarak sivillere insani yardımın ulaştırılmasını istiyoruz. Gazze konusunda gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan bir aydır arabulucu ve garantör olmaya çalışıyor.
Erdoğan Astana’dan Almanya’ya, gittiği her yerde bu talebini dile getiriyor, ülkemizin itibarını zedeliyor. Bölgede hiçbir ülke Erdoğan’ı arabulucu, Türkiye’yi ise garantör olarak kabul etmiyor, Erdoğan ve Fidan’ın tek taraflı teklifleri karşılıksız kalıyor.
Erdoğan geçtiğimiz hafta Almanya’ya resmi bir ziyarette bulundu.
Burada Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier tarafından gayet soğuk karşılandı, hatta Alman medyasında alay konusu oldu. Elbette bundan mutluluk duymuyoruz. Daha da ötesi, ülkemiz adına ziyadesiyle üzülüyoruz.
Ancak Erdoğan’ın güven vermeyen, yalpalayan, tutarsız ve hamaset odaklı dış politika anlayışının kendisini ve ülkemizi dış dünyada getirdiği nokta ne yazık ki budur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Almanya ziyaretinde Eurofighter savaş uçağı almak istediğimizi ifade etmesi, Alman yetkililerin buna sessiz kalması üzerine Alman Başbakanının yanında “Dünyada savaş uçaklarını üreten sadece Almanya mı? Birçok yerden bunların çalışmasını yaparız” diyerek Türkiye’yi parasıyla uçak almak için kapı aşındıran bir ülke olarak göstermiştir.
Geçmişte F-35 projesinden atılan, Rusya ziyaretinde SU-35 almak isteyen, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletlerinden bir türlü F-16 uçağı bile alamayan bir ülke haline geldik.
Ülkemizin ekonomisini yerle yeksan eden AKP ve Erdoğan’a bir soru soralım;
Erdoğan ABD’ye diyor ki, “Neden Doğu Akdeniz’e uçak gemisi gönderiyorsun? Amerika nere, Doğu Akdeniz, İsrail, Filistin nere?” Bunu ifade eden Erdoğan’ın, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ABD’ye gidip ABD’li yatırımcılardan Türkiye’ye yatırım yapmasını istiyor.
Amerika’dan buraya yatırımcı gelir mi?
Tabi ki HAYIR!
Halkın oylarıyla seçilmiş bir milletvekilinin Anayasa Mahkemesi kararına aykırı olarak cezaevinde tutulduğu bir ülkeye yabancı yatırımcının gelmesini beklemek en hafif tabiriyle hayalperestliktir.
Hatay Milletvekili Can Atalay’ın üzerinden başlatılan Yüksek Yargı Krizi’nin anayasal düzene yapılmış bir darbe girişimi olduğunu daha önce de ifade etmiştik. Anayasa Mahkemesi’nin tüm kararlarının bağlayıcı olduğu gerçeğini görmezden gelen Erdoğan, yargıda da bir U dönüşü yaparak önce “Yargıtay da bir yüksek mahkemedir” diyerek Yargıtay kararını desteklemiş; ardından, “Ben bu olayda hakemim” diyerek pozisyon değiştirmişti…
Biz en başından beri bu Anayasa krizinin arkasında başka bir senaryo olduğunu vurguladık.
Sayın Erdoğan’ın en son yaptığı açıklamasıyla, yüksek yargı organları arasında çıkarılan krizin asıl tarafları da ortaya çıkmış oldu.
Erdoğan'ın tüm derdi, ömrü yettiğince o koltukta oturmak…
Allah kendisine ömür versin. Ama siyasi ömrünün sona yaklaştığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Bunu o da görüyor ki; Dünkü açıklamasıyla, 2017 referandumunda ısrarla savunduğu ve Türkiye için "devrim" diye nitelediği" 50+1 düzenlemesinden de kolayca vazgeçebiliyor.
Ama burada asıl merak ettiğimiz, bu konuda kesinlikle taviz vermeyeceğini söyleyen Devlet Bahçeli ve MHP kurmaylarının tavrı olacak. Acaba MHP kendilerinin dışlandığı, onlara gerek duyulmayan bu yeni senaryoyu nasıl değerlendirecek?
Cumhur İttifakı'nda çok büyük bir kriz olduğu ortada. Bahçeli, o dönemde, "yüzde 50 + 1" koşulunun tartışılmasının güvensizliğe neden olacağını vurguluyordu.
Cumhurbaşkanlığı Seçimindeki 50 + 1 koşulunun partiler arası uzlaşmayı sağladığını ifade ediyordu.
Demek ki, AKP’nin MHP’ye artık ihtiyacı kalmadı. Hatta MHP’yi sırtında bir yük olarak görmeye başladı.
Biz, Cumhur İttifakı'nın hesaplaşmasına, Hatay halkının iradesi ile seçilen Can Atalay'ın kurban edilmesine izin vermeyeceğiz.
Sizin siyasal hesaplarınız nedeniyle TBMM'ye had bildirilmesine asla sessiz kalmayacağız.
Milletin Meclis’inde Anayasa uygulanıncaya kadar "Adalet Nöbetimizi" sürdüreceğiz.
Biz milli iradenin yok sayılmasını kabul etmediğimiz için Meclis’te nöbet de tutarız, Ağacı korumak için parkta da sabahlarız, Yurt sorunu yaşayan gençlerle bankta da otururuz, hak, hukuk, adalet için 435 kilometre yürür, halkımız aydınlığa çıksın diye karanlıkta da kalırız.
Ek: Önümüzdeki Yerel Seçimde de, halkın dertleriyle dertlenen, halkın sorunlarına çözüm üreten adaylarla seçimlere gireceğiz.
Adaylarımızı belirkerken katılımcı, kapsayıcı ve demokratik yöntemler uygulanacaktır.
Belediye başkan adaylarımız belirlenirken, aynı Merkez Yönetim Kurulumuz ve Gölge Kabinemiz belirlenirken olduğu gibi mümkün olduğunca "Eşit Temsil" prensibine uyulmasına özen gösterileceğini de, buradan bir kez daha ifade edeyim.
MYK Toplantımızın bir diğer gündemi, Genel Başkanımız Sn. Özgür Özel'in ve Gölge Bakan MYK Üyelerimizin Hatay'a, Deprem Bölgesine yaptıkları ziyaret ve hazırladıkları raporlarıydı.
MYK toplantısında deprem bölgesindeki çiftçilerin sorunlarını, Milli Eğitimdeki, Tarımdaki, Sağlıktaki sorunları ve çözümlerini konuştuk.
Bir diğer konu, Cumhuriyet Halk Partisinin ÇKS'ye kayıtlı emekli çiftçilere yapılan, ikramiye haksızlığının giderilmesi için Anayasa Mahkemesine yaptığı başvurunun, her ne kadar Anayasa Mahkemesi henüz karar vermemiş ise de etkili olduğunu ve olumlu sonuç verdiğini görüyoruz.
Zira basına yansıyan haberlere göre Erdoğan'ın bu haksızlığın giderilmesi yönünde talimat verdiğini öğrenmiş bulunmaktayız.
Ancak bunun için bir yasal düzenleme yapılması gerekiyor.
Bu yasal düzenleme yapılırken CHP olaral şunu hatırlatmak isteriz.
Bir emekli neden çalışır?
Oğlu işsiz olduğu için çalışır,
Mutfak masraflarını karşılayamadığı için,
Kirasını, elektrik, su parasını, kullanmış olduğu ihtiyaç kredisini ödeyemediği için çalışır,
Bu yasal düzenleme yapılırken, bu ödenecek 5 bin TL ikramiyelerin tüm emeklileri kapsamasının Türkiye'nin ekonomik koşullarına ve Sosyal Devletin gereklerine uygun olacağını ifade etmeliyim.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları