Kürt sorununa ilişkin hazırladıkları 7 raporu yeniden gözden geçireceklerini söyleyen Karakaş, PKK’nin yapacağı bir ateşkes veya eylemsizlik kararını destekleyeceklerini bildirdi.
Kürt sorununa ilişkin hazırladıkları 7 raporu yeniden gözden geçireceklerini söyleyen CHP Parti Meclis Üyesi Ercan Karakaş, PKK’nin yapacağı bir
ateşkes veya eylemsizlik kararını destekleyeceklerini bildirdi. ANF’ye konuşan Karakaş “Barışın muhatabı Öcalan’dır. Onunla görüşmeler yeniden başlamalıdır” dedi.
1991 ve 1995 yıllarında SHP’den meclise giren Ercan Karakaş, 2010 Aralık ayında yapılan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Parti Meclis Üyeliğine seçildi. 1994 yılında bir grup aydınla kurduğu Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV)’in yönetim kurulu başkanlığı yapan Karakaş, Türkiye’deki sosyal demokrat hareketinin önemli isimlerinden biri.
Geçtiğimiz hafta yapılan Sosyal Demokratlar Partisi (SPD) kurultayının davetlileri arasında Karakaş da vardı. Genel başkan yardımcıları Faruk Loloğlu ve Yakup Akkaya ile birlikte Berlin’e gelen Karakaş, CHP’deki Kürt tartışmalarını, ‘Dersim özrü’ ve silahların susması konularında ANF’ye önemli açıklamalarda bulundu.
Şimdiye kadar
Kürt sorunu konusunda 7 kapsamlı rapor hazırladıklarını söyleyen Karakaş, yakın bir dönemde bütün raporları gözden geçirerek yeni bir çalışma yapacaklarını bildirdi. Başbakan Erdoğan’ın Dersim çıkışını Kürt sorunundaki çıkmazına bağlayan CHP’li Karakaş, barışın muhataplarıyla yapıldığına dikkat çekerek, Öcalan’la yeniden görüşmelerin başlamasını istedi. İşte Karakaş’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
- Buradan başlarsak, Almanya’daki sosyal demokratlar hareketini iyi tanıyan birisi olarak SPD kurultayını nasıl buldunuz?
Olumlu buldum. 2013 seçimlerine ciddi bir hazırlık yapıyorlar. Aslında hazırlık 2009 seçimlerinden sonra başladı. SPD çok köklü bir parti, 147. yılını yaşıyor. Zaman zaman düşüşleri oluyor. Fakat kendisini yenileme yeteneği olan bir parti. Bunun sonucunu da hemen aldılar; bu yılki eyalet seçimlerinde iyi bir başarı elde ettiler. Şu anda 8 eyalette başbakanları var. Bu kongrede sosyal, ekonomik ve ırkçılığa karşı kabul edilen taslaklar, zan ediyorum 2013’teki seçim kampanyasının esasını teşkil edecek.
Ayrıca üyelerin dışında parti yönetiminde değişik isimlerin söz sahibi kılınması yeni bir şey. Yine başka bir iddiaları var; Avrupa’nın en modern sosyal demokrat parti olacağız. Bu bakımdan kongre iyi bir çalışmaydı. Özelikle de Helmut Schmidt’in gelip kongrede ‘Avrupa parçalanmayacak’ demesi ve ‘nasyonal egoist’ kavramını ortaya atması çok önemli. Biliyorsunuz; Schmidt partinin sol kanadından değildir, orta ve muhafazakar kesimi temsil eder. Ancak o konuşma tarihi bir konuşmaydı ve dünyanın ihtiyacı olan bir konuşmaydı.
- Sizin de bir dönemler göçmenlik hayatınız olduğu için özellikle soruyorum; Almanya’daki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı Türkiye’den nasıl görünüyor?
Açıkçası siyasi partiler bu konuyu uzun yıllar gündeme almadılar. Şimdi de acı bir şekilde gündeme geliyor. Hatırlıyorum 1970’lerde göçmenlerin partilere üye olması bile çok sık rastlanan bir şey değil. Ama şimdi CDU bile üye yapıyor, hatta bakan bile yapıyor. Bu iyi bir şey, bu kurultayda da herkes ırkçılığa deyindi. Konuşmaları samimi buldum. Bu konunun sadece yasalarla olmayacağı ve bir görev olduğu vurgusunu da önemli buluyorum. Yine göçmenler için bir çalışma grubunun oluşturulması da iyi bir şeydi.
Türkiye’ye gelirsek. Türkiye hala göçmenlerin sorunlarıyla yakından ilgilenmiyor. İlk zamanlar malum; işte insanlar çalışıyorlardı, döviz gönderiyorlardı. Ama buradaki partiler gibi Türkiye’deki partiler de uzun süre göçmenlerle ilgilenmediler, örgütleme de yapmadılar. Yavaş yavaş değişiyor, örneğin biz CHP olarak yeni bir iletişim ağı kuracağız, yeni üyeler kazanma yoluna gideceğiz. Irkçılık konusunda Türkiye’de de bir duyarlılık yaratmak gerekir. Çünkü ırkçılık bir ülkeyle de sınırlı değildir, bir beladır. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde popülist politikacılar, yabancıları krizin nedeni olarak gösterip bu politikaları yaygınlaştırıyorlar.
-Peki Türkiye’ye dönerken, sosyal demokratlar için SPD kongresinden neler götüreceksiniz?
Tabii, her ülkenin özel koşulları var. Ama ben buna rağmen ülkeler ve partiler arası etkileşime inanıyorum.
Kürt sorunu için de aynı şey geçerli; başka ülkeler de aynı sorunlar yaşamışlar ve bir ölçüde çözmüşler. Bizim koşullarımız özgün olabilir, fakat bir etkileşim de vardır. Modellere bakmak lazım, aynısını almak şart değil. Alttan üste doğru; işte bütün taslakların basılı hale getirilip delegelere dağıtılması önemliydi.
Zaten partiler de üyelerini aktif tutmak için katılım süreçlerini genişletiyorlar. Belediye başkan adaylarının belirlenmesi için ön seçimlerin yapılması ve parti politikalarına üyelerin katılması çok önemli bir şey. Genel olarak partiler ve siyasete olan ilginin azaldığı bir dönemde SPD doğru bir yolda. Bizim de bu örneklere bakmamız lazım, aşağıdan yukarıya doğru, üyeleri aktif hale getirmeliyiz. Ancak Türkiye’deki siyaset çok merkeziyetçi. Partilerimiz lider partisi. Halbuki partileri program ve üye partisi haline getirmemiz gerekir. Bir başka konu da Türkiye’de partiler üyelerini eğitmiyor.
- Türkiye’deki partilerin en büyük çıkmazı da Kürt sorunu. Bunu en derin yaşayan da galiba AKP iktidarı. İkinci yılı dolan ‘açılım’ bir kelime oyunu muydu?
Başbakan, bir açılım yapacağını söyledi ve herkes ‘silahlar susup, barış ortamına gelecek miyiz’ diye umutlandı. Fakat gördük ki daha isim konusunda bile hükümet zigzag çizmeye başladı. Kürt açılımı, demokratik açılım oldu. Sonra birlik, beraberlik açılımı oldu. Zaten bu isim krizinde de görüldü ki meselenin ciddi şekilde ele alınmadığı, programa bağlanmadığı gördük. Nitekim başbakan, bir yıl önce Diyarbakır’da ‘Kürt sorunu vardır, benim sorunumdur’ derken ‘Kürt sorunu yoktur’ dedi.
Bu yaklaşım, içerik eksikliğini gösteriyor. Bir temel sorunu çözecekseniz; önce onu gündeminize alırsınız, tartışırsınız ve kendi ilkeleriniz açısından bir çözüm önerisi bulursunuz. Sonuçta da bunu yazılı olarak parti görüşü olarak gündeme getirirsiniz. Türkiye’deki en büyük hatalardan biri; sözlü siyaset yapılmasıdır, yazılı siyaset yapılmıyor. Eğer yazılı yaparsanız, onu takip etmeniz ve kitlelerin desteğini almanız da kolay olur.
- Hükümetin yazılı yapmadığı çalışmalardan biri de son dönemlerde Dersim tartışmalarıydı. Erdoğan’ın o ayak üstü özrünü neye bağlıyorsunuz?
Bence Dersim de açılımla ilgili bir konuydu. Başbakan ‘Kürt sorunu yoktur’ demişti. Bu arada Hüseyin Aygün ile yapılan söyleyişi yayınlanınca, bunu CHP’yi köşe sıkıştırmak için ve açılım konusunda kendi sorumluluğunu unutturmak için bir il başkanları toplantısında tamamen gelişi güzel, bir araya sıkıştırılmış bir sözle ‘Literatürde varsa özür dilemek, biz de özür diliyoruz’ dedi. Halbuki bu iş ciddi bir iş. Mesela; biz dedik ki mecliste faali meçhul cinayetleri araştırma komisyonu kurulsun. Onunla da yetinmedik; son 30 senede orada yaşananları araştıracak Kürt sorununda hakikatler komisyonunun kurulması için milletvekillerimiz mecliste önerge verdiler. Bu iki komisyon, AKP’li milletvekillerinin oylarıyla red edildi.
Dersim’e gelirsek; Başbakan’ın çıkışı tamamen siyasi beceriksizliğini örtme girişimiydi. Ayrıca Dersim ile ilgili bir başka mesele var; Alevi yurttaşların sorunları. Hükümet Alevi çalıştayları yapmıştı; ben de onun siyasi kısmına katılmıştım ve orda da dile getirdim; şimdi Alevi yurttaşların zorunlu din dersleri ve Cem evleri ile ilgili talepleri çok kolay çözülecek taleplerdir. Bu konuda 12 maddelik bir taslak hazır; CHP ve BDP buna evet diyor. O zaman buyursun; meclisten bunu geçirsin. Ama hiçbir adım adım atılmıyor. Çünkü AKP’nin lider kadroları Aleviliğe bir sapma olarak bakıyor. Kısacası Başbakan Dersim konusunda samimi olsaydı ertesi gün Alevi yurttaşlar için bazı pratik adımlar atardı.
- Ama diğer taraftan Dersim konusunda CHP de net bir tavır almadı. Hem Hüseyin Akgün’e sahip çıkılmadı, hem de Diyarbakır il başkanı aynı gün görevden alındı.
Hüseyin Akgün’ün Dersim konusunda 4 kitabı var, bunlardan ikisini okudum. Sorununun çözümü için yıllardır çalışıyor, AİHM’e gitmiş davaları da var. Böyle bir insanın meclise geldikten sonra 20 yıldır takip ettiği sorunu konusunda hassas olması çok doğaldır. Söylendiğinin aksine bu konuda çalışma yapıyor diye partiden her hangi bir ceza gelmemiştir. Gerek Dersim konusunda gerekse geçmişte yaşanmış diğer konularda tarihi ile yüzleşmemiz gerekir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun da söylediği gibi; bunu yeni bir sorun yaratmak için değil, toplumsal barışı getirmek için yapmamız gerekir.
Örneğin Almanya’da öldürülen göçmenler için meclis özel gündemle toplandı, soruşturma komisyonları kuruldu. Yine İsveç’te yetimhanelerdeki mağdur çocuklar için özel özür töreni düzenlendi. Aynı şey niye Dersim için yapılmasın? Bizim önerimiz şu; Arşivler açılsın ve araştırma komisyonu kurulmasını istiyoruz. Geçen hafta bu konuda BDP, CHP’den önce bir önerge verdi ve AKP’nin oylarıyla red edildi.
- BDP ve CHP’nin bu konuda neden ortak çalışmaları yok?
Ben mecliste değilim, tabii ki destek verilmeli. Bu konuda meclisteki bütün grupların ortak çalışmaların olması gerekir.
- Peki Diyarbakır il başkanının aynı görevden alınması tesadüf müydü?
Partilerde sık sık görev değişiklikleri olabilir. Eskileri alınır, yenileri getirilir. Diyarbakır’ı bu kapsamda ele almak gerekir. O güne denk gelmesi ayrı bir tesadüf.
- Seçilmiş bir tesadüf müydü?
Ben öyle düşünmüyorum. Çünkü Diyarbakır’da bir yeniliğin yapılması için aylar öncesinde konuşuluyordu. Daha geniş bir çevreye hitap edecek bir yönetimin getirilmesi gündemdeydi. Bizim Dersim konusunda tavrımız nettir, tekrar söylüyorum; arşivler açılmalı, komisyonlar kurulmalı ve bu toplumsal barışa katkı sunmalı. Kimse de bana ‘niye düşünüyorsun?’ demiyor.
- Bu aralar CHP’nin yeni çalışması olacak mı?
1989’da daha
Kürt sorunu tartışılmazken benim de hazırlık sürecinde yer aldığım Kürt raporu ile SHP bir çığır açtı. Oldukça güçlü bir rapordu. Esasında da “Türkiye’nin böyle bir sorunu var ve çok yönlü bir sorun. Bir güvenlik sorununa indirgenemez, sosyal, ekonomik ve kimlik boyutları var” şeklinde tespitler vardı. Sonra biz bu rapora daha değişik raporlar ekledik.
Kürtçe eğitim ve Kürdoloji konularında kurultay kararlarımız var. Bölgeye yaptığımız gezilerden sonra da örneğin Tunceli Raporu veya Yüksekova Raporu gibi çalışmalarla çözüm önerilimizi tekrar ettik. Yani aşağı-yukarı 7 kapsamlı rapor ve birçok kurultay kararı elimizde var. Belki güncel olarak şunu söyleyebilirim; bütün raporları yeniden elden geçirerek, çözüm önerilerini de içine alacak şekilde yeni bir çalışma yapmamız gerekir. Bu konuda bazı çalışmalar var.
- Peki bu raporlar işe yarıyor mu?
Raporlar şöyle işe yaradı; biz ilk raporu yayınladığımızda Özal dahil herkes bizi suçladı. DGM bizim ve kurultay hakkında dava açtı. Türkiye’de Kürt sorununun konuşulur hale gelmesinde SHP’nin ve daha sonra CHP’nin bu tutumunun çok faydası var. Bu raporların hepsine tekrar bakılıyor; akan kan nasıl durur, bütün dünya örneklerine de bakılarak dağdaki insanlar nasıl siyasete katılacak gibi konularda kafa yorma devam ediyor.
- Ama aynı dönemde ‘KCK operasyonları’ adı altında yüzlerce insan tutuklandı.
AKP yönetimi ‘ileri demokrasi’ diyor. Fakat ben normal demokrasinden bile yana olduğunu görmüyorum. Gerçekten onlarda otoriter bir demokrasi anlayışı var. Basın, ifade özgürlüğü çok büyük oranlarda zedelendi. KCK davasını da böyle değerlendirmek lazım; Zarakolu olsun, Prof. Dr. Büşra Ersanlı olsun, bu insanların içeriye alınması kamu vicdanını yaralıyor. Bu insanlar fikir insanları, yazdıkları ortada.
Yine Diyarbakır’da kelepçeli fotoğraf vardı, bunların hepsi demokratik bir ülkede olmayacak şeyler. Çünkü yasama, yargı, yürütme birbirine içine geçti.
Kürt sorunu çözülsün, silahlar sussun diyoruz. Bunun koşulu da insanların sivil alanda örgütlü serbestçe siyaset yapmalarıdır. Ama bu alanı da daraltıyoruz. O zaman bir çelişki ortaya çıkıyor, çıkmaz da buradan kaynaklanıyor.
- Yeni bir silahların susma sürecini destekler misiniz?
Sorunun çözümüne yardımcı olacak, çatışmaların önünü kesecek her türlü süreci destekleriz. Bu sorun çözülecekse; bu sorunun tarafları var. Dünya örnekleri gösteriyor ki bu taraflar bir şekilde konuşuyorlar, bir uzlaşı arıyorlar, silahları susturacak bir ortamın yaratılmasına çalışıyorlar. Nitekim devletin yetkilileri de Öcalan ile bu görüşmeleri yapmışlardır. Çatışmalar devam ediyor, bunun son bulmasını ve herkesin demokratik hayata katılmasını istiyoruz. Hükümet bunu sağlamak için elbette bu görüşmeleri yeniden yapmalıdır. Yani barışı yapacaksak, barış tarafları ve muhatapları ile oluyor.
BDP “biz meşru alandaki kısmını yaparız, ama silahlar başka bir örgütün elinde olduğu için o örgütle görüşmeniz gerekiyor” diyor. Doğru bir tavır, çünkü İngiltere ve İrlanda’ya bakıyoruz; elinde silah olanlar barış yapmak için bir şekilde bir diyalogu kuruyorlar. Barış yapacaksanız; bunun muhatabı da Öcalan’dır ve onunla görüşmeler yeniden başlamalı.
- CHP’nin içinde sizin gibi düşünmeyenlerin sayısı fazla. Zorlanmıyor musunuz?
Elbette CHP içinde de farklı düşünceler var, diğer kitle partilerinde olduğu gibi. Fakat bir mesele bütün boyutlarıyla tartışıldığı zaman, Kürt raporlarında olduğu gibi CHP içinde bir çoğunluk sağlanıyor. CHP tabanı, sorunun çözümünden yana olan, barışın egemen olmasından yana olan bir tabandır. Yeter ki bu meseleye derli toplu bir bakış ortaya konulsun.