DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları patisinin haftalık Meclis Grup Toplantısında güncel gelişmelere dair değerlendirmelerde bulundu. DEM Parti Grup Toplantısına Adana ve Mersin’den Barış Anneleri İnisiyatifi ile çok sayıda kişi katıldı.
DEM Parti TBMM Grup Toplantısı'nda, 6 Şubat depremlerinin ardından depremzedelerin kendi kaderine terk edildiğini, 600 binin üzerinde insanın konteynerlerde yaşamlarını sürdürdüğünü savundu.
Depremin yıldönümüne ilişkin sinevizyon gösterisinin izletildiği grupta konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:
Depremzedelerin sorunları çözülene kadar dile getirmeye devam edeceğiz
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hoş geldiniz, baş göz üstüne geldiniz. Benzeri 600 yıl önce yaşanmış olan depremi, bu kadar büyük bir yıkımın ve ölümün olduğu depremi iki sene önce yaşadık. Bizlere daha acı gelen nedir, biliyor musunuz? Bu kadar acı ve ölümden sonra oradaki depremzedelerin kendi kaderlerine terk edilmiş olmasıdır. O kentlerin hala kendi kaderine terk edilmiş olmasıdır. Depremden sağ çıkan kardeşlerimize, “Biz sağ çıktık da ne oldu?” dedirtecek kadar zor koşulların olmasıdır. Depremin ikinci yılında ben Hatay’daydım, Tuncer Başkan ise Adıyaman’daydı. Depremzedelerle bir araya geldik, onların sorunlarını bir kez daha dinledik. Bu parlamento kürsüsünde depremzedelerin sorunlarını bir kez daha dile getireceğimizin, sorunları çözülene dek burada onların sözünü kuracağımızın sözünü verdik. Hep kurduk bu sözü. Bu sorunlar bitene, oradaki yaralar gerçekten sarılana kadar parlamento kürsüsünde de alanda da meydanda da onların sorunlarını dile getireceğiz. Deprem bölgesindeki yurttaşlarımızla bir arada olmaya devam edeceğiz. Ben depremde yitirdiğimiz bütün canları huzurunuzda bir kez daha anıyorum.
Depremzedeleri iki senedir oyalıyorlar
Acımız gerçekten çok büyük. Acımız o kadar büyük ki kelimelerle tarif edilemez. Ancak acıya acı katan şeylerden biri de 600 binin üzerinde yurttaşımızın o 21 metrekarelik konteynerlere iki senedir yaşamlarını sığdırmak zorunda kalmış olmasıdır. “Depremin yaralarını sardık” diyen iktidara sesleniyorum: Gidin, o konteynerlerin içini görün. O konteynerler iki senede yıpranmış, paramparça olmuş. O konteynerlerde insanlar yaşamak zorunda. Aileler hayatlarını oralara sığdırmak zorunda. Sadece 201 bin konut yapılıp teslim edilmiş. Bunların çoğunda da bölgesel ayrımcılık yaptı bu iktidar. Birçok yerde ise hala konut inşaatı başlatmadı. Adıyaman ve Malatya’nın bazı yerleri ile Antakya, İskenderun, Defne ve Samandağ’a doğru düzgün toplu konut yapılmadı. Yurttaşla kavga ediyorlar, rezerv alan ilan ediyorlar. Bir gün bu mahallede rezerv alan ilan ederler, halkın direnişiyle karşılaşıp o rezerv alanı başka mahalleye taşırlar. İki senedir rezerv alan ilan ettikleri Hatay’ı, Hataylı yurttaşlarımızı böyle oyalıyorlar.
Depremzedeleri müşteri olarak gören müteahhit anlayışlı bir iktidarla karşı karşıyayız
Samandağ’daki Mağaracık halkı, “Geçim kaynağımız olan tarım arazilerimiz istimlak edilmiş durumda” diyor. Hazine arazileri dururken, özellikle tarım arazilerine ve yurttaşın arazilerine çöreklenmeye çalışan bir anlayışla neyi hedeflediklerini bizler çok iyi biliyoruz. Burada iki şey hedefleniyor. Birincisi, depremzedeleri müşteri olarak gören müteahhit anlayışlı bir iktidarla karşı karşıyayız. İktidar depremzedelere konut satma peşinde. Diğeri de bölgenin demografik yapısını değiştirmeye yönelik plan ve projeler. O yüzden uzatıyorlar bu süreci bu kadar. Biz bir kez daha buradan iktidara çağrı yapıyoruz: Gölcük Depreminden bu yana vergi topladınız. Bu vergiler, gerçekten deprem için kullanılsaydı bugün hiçbir şeye ihtiyaç duyulmazdı. Depremzedeye konut satılacak, işyeri satılacak bir müşteri gözüyle bakmazdınız ve en az 1 milyon hane inşa edebilirdiniz. Konutu inşa edip yurttaşa parasız verebilirdiniz. Bu parayı zaten Türkiye’nin 85 milyon yurttaşı ödediği vergilerle sağlamış, bunun finansmanını zaten sağlamış. Ama bunlar ne yaptılar? Deprem vergisi adı altında topladıkları vergileri ve hatta depremden sonra hem yurt içinden hem de yurt dışından toplanan yardımları 5’li Çeteye peşkeş çekmek için uğraşıyorlar.
Depremzedeler tüm zorluklara rağmen felaket sermayedarlarına karşı direniyor
Depremzedeler sesini yükseltiyor. Hala okul yok birçok yerde. Hala hastane yok. Var olan hastanelerde de doğru düzgün doktor yok, hemşire yok. Oradaki yurttaş göç edip gitsin diye, oranın Arap Alevi’si, Türk ve Kürt Alevi’si göç etsin diye, demografik yapı değişsin diye aynı zamanda insanların asgari düzeyde yaşam koşulları yerine getirilmiyor. O nedenle okul, hastane, konut yapılmıyor. Ama şu bilinmeli ki yurttaşlarımız bütün bu zorluklara rağmen hiçbir şekilde oradan ayrılmıyor ve felaket sermayedarlarına karşı direnmeye devam ediyor. Başlarını sokacak bir evleri olsun diye mücadele etmeye devam ediyorlar. Topraklarına sahip çıkmaya çalışıyorlar. Şunun da altını özellikle çizmek istiyorum. Biz depremi bu kadar ağır bir biçimde yaşamışken ve unutturmayacağız diyorken, Ege’de yaşanan depremlere de tanıklık ediyoruz. Ege’de her gün onlarca deprem yaşanıyor. Bunlar hiç de hafif şiddette değil. Her biri 4’ün üzerinde yaşanıyor bu depremlerin. Yunanistan’ın adası (Santorini) boşaltıldı, oradaki volkanik dağın patlama ihtimali de var.
Yaşamlarımızı sevgiden tuğlalarla, dayanışmayla kuracağız
Olası bir İstanbul depremini konuşuyor deprem uzmanları ama iktidar ve yetkililer ne yapıyor? Sadece seyrediyorlar. Sanki Hatay ve Maraş merkezli depremler yaşanmamış, sanki Murat Kurum’un ağzından kaçırdığı gibi 130 bin yurttaşımız ölmemiş, sanki yüz binlerce konut yıkılmamış gibi. O nedenle biz unutturmamalıyız yurttaşlar olarak. Siyasi partiler ve üzerine sorumluluk düşen herkes bunu her fırsatta dile getirmelidir. Bizleri Ege’den doğru bekleyen bu tehlikeye karşı acil önlem alınması konusunda burada çağrımızı tekrarlıyoruz. Son sözümüz şu olsun değerli depremzede yurttaşlarımız: DEM Parti olarak depremin ilk anında yanınızdaydık ve şu ana kadar da sizlerin sesi ve soluğunuz olmaya devam ettik. Unutmayacağız, unutturmayacağız. Adına doğal affet dedikleri ama aslında insan eliyle, bu iktidarın politikaları sonucunda katliama dönüşen bir ölüm filmini hep birlikte yaşadık, izledik ve oyuncuları biz olduk. “Ma rıhna nıhna hon (gitmedik, buradayız)” diyen değerli depremzedelerin yanındayız. Siz gitmeyin, yerinizi yurdunuzu, toprağınızı terk etmeyin; sizlerle birlikte dayanışmayla kesinlikle bu sürecin altından kalkacağız. Kendi yaşamlarımızı ve kentlerimizi yeniden yeniden kuracağız; sevgiden tuğlalarla kuracağız, dayanışmayla kuracağız.
Eski vekillerin trafik cezalarını halka ödetmeye çalışıyorlar
Türkiye’nin sorunlarını ne yazık ki anlata anlata bitiremiyoruz. Bugün depremde halka bu felaketin en büyüğü yaşatılıyor. Ekonomik açıdan da deprem kadar bizlere acı çektiren bir felaketle karşı karşıyayız. Türkiye ekonomik uçurumda değil, tam anlamıyla tepetaklak uçurumdan aşağı yuvarlanıyor. Biz paramparça oluyoruz bu uçurumdan yuvarlanırken. Türkiye, en yüksek enflasyona sahip altıncı ülke konumunda. Türkiye’nin Ocak 2025 için açıkladığı yüzde 5,03 enflasyon oranı, dünyadaki 140 ülkenin yıllık enflasyonundan daha fazla. Asgari ücrete yaptıkları zam daha hesaplara yatmadan eriyip gitti. Milyonlarca asgari ücretliyi ve emekliyi açlık sınırının altında yaşamaya mahkum ettiler. Milyonlarca emekçi ve asgari ücretli, açlık sınırındaki bir maaşa mahkum edilmiş durumda. İktidar ise sanki bu ülkeyi kendi yönetmiyormuş gibi davranıyor. 2028’de Türkiye’yi düzelteceklermiş. Akılları başlarına yeni geliyor. Yeni fark ediyorlar ekonomik krizi. Böyle vaatlerde bulunma cüretini kendilerinde görebiliyorlar. Bu iktidar şimdi de eski vekillerin trafik cezalarını halka ödetmeye çalışıyor. Biz bunu kabul etmiyoruz. Milletvekili olarak da bunu kabul etmiyoruz. Yurttaşlarımız açlıkla böyle mücadele ederken, üzerlerine yeni vergiler ve giderler yüklenmesini kabul etmiyoruz. O yüzden eski vekillerin trafik cezalarını Hazine’den karşılama yaklaşımını DEM Parti olarak kesin bir dille reddediyoruz. Bunun karşısındayız.
Adaletsizliğe karşı grevde olan işçilerin direnişi bizim de direnişimizdir
Değerli yurttaşlarımız, bu iktidarın “sosyal yardım” adı altında dağıttıklarına bakmayalım. Bu iktidar, gerçekten emek ve emekçi düşmanıdır. AKP döneminde sendikalaşma oranı düşürüldü, grevler yasaklandı. Emekçilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 26’lara kadar düşürüldü. Şimdi işçi sınıfı bu adaletsizliğe itiraz ediyor. Her gün Türkiye’de irili ufaklı çok sayıda işçi direnişi ve grev var. Şimdi Çayırhan Maden ve Termik Santralinde çalışan işçiler, talepleri yerine getirilmediği için Beypazarı’ndan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçti. Antep’te tekstil işçileri düşük zam dayatmasına karşı direniş ateşini büyütüyor. İşsiz kalan 6 binden fazla KCF ve Pizza Hut işçisi, 6 binden fazla insan ve aileleri şu an işsizlikle karşı karşıya. Mücadeleleri bizim de mücadelemizdir. İşçi direnişi bizim de direnişimizdir. Bu adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı işçilerle ve emekçilerle dayanışmaya devam edeceğiz. Şu an eylem halinde olan bütün işçilere selam olsun! İşçi direnişine binlerce kez selam olsun!
Ekmek ve barış mücadelesini büyütelim, hep beraber kazanalım
Ekonomiyi düzeltmek için Şimşek getirildi. IMF’den beter bir IMF uyguluyor. IMF’siz bir IMF programı uyguluyor. Bakın, bu dönemde biz nelerle karşılaşıyoruz. Ucuz yağ kuyrukları, ucuz şeker kuyrukları çok duyduk. Ucuz ekmek kuyrukları başladı Ankara’nın göbeğinde. Bu iktidar biraz mütevazilik yapıp sokaklara inse görecek bu manzarayı. Yumurta kuyruğu var. 160 liralık 30’lu yumurtayı 130 TL’ye almak için yurttaşımız şu an kuyrukta. Dünyanın neresinde insanlar yumurta kuyruğuna girer? Derler ki sudan ucuz. Ama şimdi su da çok pahalı. Emin olun ki bir damacana su için bile insanların kuyruğa gireceği günler pek yakındır. Buradan iktidara sesleniyoruz: Gerçekten kendinizle ne kadar övünseniz az. Dünya tarihi çok fazla ekonomik krize tanıklık etti. Sizler kadar pişkin olanı çıkmadı. Bu krizin sanki müsebbibi ve Türkiye’ye bu şekilde yansımasının sebebi siz değilmişsiniz gibi siyaset yapabiliyorsunuz. 2028’de ekonomiyi düzelteceğinizi söyleyebiliyorsunuz. 22 senedir iktidarda olduğunuz halde.
DEM Parti olarak işçilerin, emekçilerin, yoksulların, açlıkla boğuşan yurttaşlarımızın, yarım kilo ucuz balık bulabilmek için dükkan dükkan gezen emeklilerin sesi ve soluğu olacağız. Olmaya devam edeceğiz. Buradan işçi ve emekçi kardeşlerime, bu ülkenin yoksullarına, emeklilerine sesleniyorum: Bizler bir olmazsak, beraber olmazsak; ekmek kavgası ile demokrasi kavgasını birleştirerek mücadele edemezsek bu ve bunun gibi iktidarlar daha çok hüküm sürer. O yüzden ekmek ve barış mücadelesini yan yana getirip büyütelim ki hep beraber kazanalım. Barış kazansın, yoksul kazansın, işçi ve emekçi kazansın.
Yaşam hakkımız için sonuna kadar mücadele edeceğiz
Sevgili kadınlar, değerli yurttaşlarımız, bugün 11 Şubat Özgecan Aslan’ın ölüm yıldönümü. Özgecan katledildiğinde hepimiz büyük bir vicdan sızısı yaşadık, meydanları doldurduk Özgecanlara sahip çıkmak için. Bir genç kadın evine giderken bir erkek tarafından alıkonuluyor, istismar edilmek isteniyor ve sonra katlediliyor. Erkekler tarafından katledilen bütün kadınları burada sizlerin huzurunda bir kez daha anıyorum. Kadın cinayetleri sadece kadınların değil, bu toplumun tamamının sorunudur. Pınar Gültekin Davasından da bahsetmeden geçemeyeceğim. Yargıtay davada bir kez daha katilin yanında durdu. Bir kadına saatlerce işkence ediyor, sonra yakarak katlediyor. Peki, bu kişi hakkında verilen ceza hangi gerekçeyle bozuluyor? Böyle bir katliam biçiminde canavarca his yokmuş. Bir kadın işkenceyle öldürülüyor, sonra yakılıyor ama bu canavarca his değilmiş. Orta Çağ engizisyon mahkemelerini ve o dönemdeki işkenceleri çağrıştırıyor bu yargı anlayışı. Bütün bunların altında yatan en önemli etken erkek yargı anlayışıdır. Erkek yargı, erkek sistemini koruyor, erkekleri koruyor. Kadınlar bu nedenle daha fazla katlediliyor. Biz kadınlar daha çok katledilmek istenmiyoruz. Yaşam hakkımız için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Dün olduğu gibi bugün de susmayacağız, boyun eğmeyeceğiz. Mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Haklarımızı talep etmekten vazgeçmeyeceğiz. Bütün zihinlere kazınana dek Jin Jiyan Azadî demeye devam edeceğiz.
Suriye halklarının kurtuluşu demokratik Suriye cumhuriyetini inşasıyla mümkündür
Ortadoğu'da Suriye’den Filistin'e kadar her yer yangın yerine dönmüş durumda. Halklar ve inançlar, kimlikler, bütün ezilenler büyük bir baskı ve şiddet altında. Ortadoğu'da yine halkların yok sayıldığı yönetimlere şahitlik ediyoruz. En son Suriye ‘de bunun örneğine tanıklık ediyoruz. Suriye’de Kürtleri, Alevileri, Durzileri ve diğer halkları yok sayarak bir gelecek kurulamaz. Zorla kurulan düzenler er ya da geç çatırdar. Suriye’de halkların kaderi kapalı kapılar ardında değil, herkesin katılımıyla adil ve eşit bir şekilde belirlenmelidir. Bu gerçeğe rağmen hala fetih hayalleri kuranlar var ne yazık ki. Halkları birbirine düşürmeye, yoksulları açlıkla tehdit etmeye çalışanlar var. Yapmayın. Bölgeye yazık ediyorsunuz. Suriye halklarının kurtuluşu herhangi bir etnik ve dini kimliğin hakimiyetiyle gerçekleşemez. Suriye’nin istikrar ve huzuru, herkesin kendini ait hissedebileceği yeni bir yapılanma modeliyle, bir demokratik Suriye ile mümkündür. Herhangi bir etnik ve dini sınıfa bağlı olmadan demokratik Suriye cumhuriyetini inşa etmekle mümkündür. “Kuzey ve Doğu Suriye’yi vuracağız, yok edeceğiz” diyenlere sesleniyorum: Bilgisayarda savaş oyunu oynadığınızı mı zannediyorsunuz? Vuracağız, kıracağız, öldüreceğiz… Sivillere saldırarak, sivilleri tehdit ederek kimse hiçbir yere varamaz. İnsanların hayatı üzerinden hiç kimse güç gösterisi yapmaya kalkmasın. Tişrin Barajında nöbette bulunan sivil halka yönelik saldırılar hız kesmiyor. Tişrin Barajı halklar arasında bir köprüdür. Türkiye, SMO adlı çeteler üzerinden yaptığı saldırılarla bu kardeşlik köprüsünü dinamitlemektedir. O yüzden herkes kendine gelsin ve ne yaptığını anlasın!
Filistin ve Rojava’nın üzerinden sömürgeci ellerinizi çekin
Ortadoğu'da egemenlerin ismi değişiyor ama halk düşmanlığı asla değişmiyor. Şimdi küresel güçler Gazze'de yeni bir etnik temizlik yapıyor. 50 binden fazla insan katledildi 7 Ekim’den bugüne kadar. Gazze’nin yüzde 70’i yok edildi. Şimdi de orada tatil beldesi yapmak için hayal kuranlar var. “Orayı ben satın alabilirim” diyenler var. Sanki çarşıdan turşu satın alıyorlar. Filistin halkı Nakba’yı unutmadı. Milyonlarca insanın evlerinden sürüldüğü o kara günü hiç kimse ama hiç kimse unutmadı. Tarih bunu bize acı acı hatırlatıyor. Bugün Gazze'de de yeni bir Nakba planlanıyor. Bu plan sadece Filistinliler için değil bölgedeki bütün halklar için felaket demektir. Çözüm bellidir: İsrail, Filistin topraklarından elini çekmelidir. Yerleşimci sömürgeciliğe son vermelidir. Filistin halkının talepleri karşılanmalıdır. Biz halkların barış içerisinde yaşadığı adil ve eşit bir Ortadoğu istiyoruz. Savaşla, talanla ve işgalle bu coğrafyaya huzur gelmez. Son 200 yıldaki Ortadoğu tarihine baktığımızda huzurun gelmediğini zaten hep birlikte görüyoruz. Filistin ve Rojava’dan sömürgeci ellerinizi çekin. Coğrafyamızdaki insanların Batılı emperyal güçler için inanın bir sinek kadar kıymeti yok. Bizi önemsiyorlar. Ortadoğu insanı ister Arap, ister Türk, ister Kürt, ister Acem olsun; ne olursa olsun onların umurunda değil kimin öldüğü. Onların sadece kendi çıkarları umurlarında. Ama insanlar bizim umurumuzda, her canlı bizim umurumuzda. İşte biz o yüzden Ortadoğu barışını bu kadar savunuyoruz. İşte biz o yüzden Ortadoğu’da acil büyük bir barış tesis edilsin istiyoruz. İşte biz o yüzden barış için acele ediyoruz. Çabuk, elinizi taşın altına koyun diyoruz. Bölgemizin topraklarını kanla değil barışla yoğuralım diyoruz.
Savcı kent uzlaşısını suç gerekçesi olarak göstermiş
Biz barışa bu kadar sevdalıyken, barışı yüreğimizin en derinliklerinden talep ederken ve bunun için mücadele ederken, Türkiye’deki iktidar neler yapıyor? Bakın bu sabah İstanbul’da 9 belediyeye operasyon gerçekleşti. Kartal, Ataşehir, Üsküdar, Sancaktepe, Fatih, Tuzla, Adalar, Şişli ve Beyoğlu. Burada yapılan siyasi bir darbedir. Bir kez daha bir siyasi darbe sabahına uyandık. Kent uzlaşısı, farklı dilde ve inançlarda insanların bulunduğu yerlerde birlikte yaşam talebidir. Dünyanın en demokratik hakkıdır kent uzlaşısı. Kent uzlaşısı, birlikte yaşamın formülüdür. Ama başsavcı bu sabah gerçekleşen operasyona gerekçe olarak kent uzlaşısını göstermiş. Kent uzlaşısını Kürtler ve Türklerin birliği, ortak mücadelesi ve ittifakı olarak tanımlamış ve bunu bir suç gerekçesi olarak göstermiş cumhuriyet başsavcısı. Ben inanmıyorum ki dünyanın hiçbir yerinde uzlaşıya böyle bir operasyon yapılsın. Uzlaşı nasıl suç olabilir? Başsavcıya bunu yaptıran iktidarın aklı çıksın uzlaşının zararlarını anlatsın topluma. Neymiş bakalım suç teşkil eden şeyler. Bir kentte yaşayan farklı halklar ve inançların, bir kentte yaşayan farklı dinamiklerin bir araya gelip “Beni kimi yönetecekse onu ben seçiyorum” demesinden daha demokratik, daha insani ne olabilir? Biz her yerde toplumsal uzlaşı ararken, bu iktidar “Sakın ha kimse uzlaşmasın, uzlaşırsanız vallahi tepenizde cumhuriyet başsavcı biter” diyor. Böyle bir akıl tutulması yok dünyada! Bu iktidar kendine gelsin biraz. Kendinize gelin! Ne yapmaya çalışıyorsunuz?
1 Ekim’den bu yana barışı ve uzlaşıyı dile getiren herkes suçlu mu?
Bir yandan barış diyecekseniz, bir yandan kent uzlaşısını gözaltına alma gerekçesi olarak kayıtlara geçireceksiniz. Devlet Bahçeli, “Türksüz Kürt, Kürtsüz Türk olmaz” demişti. Şimdi ne değişti? Eğer kent uzlaşısı suçsa, o zaman 1 Ekim’den bu yana bütün siyasi partiler olarak suç mu işledik? Ey cumhuriyet savcısı, ey iktidar, ey saray; 1 Ekim’den bu yana toplumsal uzlaşıdan ve barıştan bahseden Devlet Bahçeli’den tutun da bu parlamentoda bulunan bütün siyasi partiler, bütün toplum, Aleviler, kadınlar, mütedeyyinler, herkes toplumsal uzlaşı ve barıştan bahsediyor. 1 Ekim’den bu yana bunu dile getiren herkes suçlu mudur? Bunu size soruyorum ve sizi toplumun vicdanına bırakıyorum. Toplumsal uzlaşı aradığımız için suç mu işledik? Türk ve Kürt kardeş olsun dediğimiz için suç mu işledik? Gayrimeşru olan iktidarınızı bu şekilde sürdüreceğinizi zannediyorsanız büyük yanılıyorsunuz. Biz bunu asla kabul etmiyoruz. Bu iktidar yargı eliyle başta muhalefet olmak üzere siyasetin tamamını dizayn etmeye çalışıyor. Yargıyla bunu yapmaya çalışıyorsun. Devletteki yetkinle bunu yapmaya çalışıyorsun. Anayasayı çiğneyerek bunu yapmaya çalışıyorsun. Yasaları ayaklar altına alarak bunları yapmaya çalışıyorsun. Bunu asla kabul etmedik, etmeyeceğiz.
Kent uzlaşısını engellemeye hiç kimsenin gücü yetmeyecektir
DEM Parti olarak, bir Türkiye partisi olarak, Kürdistan’ın en ücra köşesinden Edirne’ye kadar, İzmir’e ve Çukurova’ya kadar örgütleniyoruz, örgütleneceğiz. Kent uzlaşısını bütün farklı halklar ve inançlarla, bütün dinamiklerle Hakkari’den Edirne’ye kadar inşa etmeye devam edeceğiz. Hiç kimsenin gücü bunu engellemeye yetmeyecektir. Biz bütün toplumsal dinamiklerle bir arada olmaya devam edeceğiz. Yalnız bu mu bizim öfkemizi büyüten? Bugün bir şey daha yaşadık. Bu sabah Van Büyükşehir Şehir Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan’a 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Bu karar, 14-0’la kazanmış olduğumuz Van halkının iradesini tanımama kararıdır. AKP, MHP ya da başka bir parti tek bir ilde büyükşehir de dahil olmak üzere 14’te 14 yapmış mı? Yok. Ama DEM Parti yapmış. Van’da biz bunu başarmışız. Tarihi bir başarıya imza atmışız. Bu ceza Van halkına verilmiştir. Bu, halkın iradesini gasp etmektir. Halkın iradesine bir siyasi darbe gerçekleştirmektir. Bunu asla kabul etmeyiz. Bunun ilk denemesi, mazbata verilirken Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Abdullah Zeydan’a zaten yapılmıştı. Bizler bunları asla kabul etmeyeceğiz.
Ey iktidar, diyalogdan mı çekilmek istiyorsun, biz bu sahte bahaneleri iyi biliyoruz
Sevgili Abdullah Zeydan şöyle ifade ediyor: “Askerin ifadeleri ve bilirkişi raporu lehimize olduğu halde karar siyasi bir talimatla verilmiştir”. Bu karar kesinlikle yok hükmündedir. Bu 100 yıllık yanlışta ısrar etme kararıdır, Kürt halkının iradesini tanımama kararıdır. Barışı ve diyalogu konuştuğumuz bir dönemde buna karşı alınmış bir karardır. Belediye eş başkanlarımıza keyfi ceza vermek, “barış istemiyoruz” demenin adıdır, başka bir şey değildir. İktidar açıkça nifak tohumları ekmeye çalışmaktadır. Bu akıl tutulmasından vazgeçin diyoruz bir kez daha. İktidar diyalogdan mı dönmek istiyor? Bu sorunun altını kalın kalın çizerek sormak istiyorum. Ey iktidar, bu uygulamalarınla ve Van Belediyemize yönelik bu cezalandırma sisteminle diyalogdan dönmek için bahane mi arıyorsun? Bizler bu sahte bahaneleri çok iyi tanıyoruz. Ne irademizi teslim ederiz ne de barış mücadelemizden bir milim dahi geri adım atarız. Size rağmen barışı inşa etmek için mücadelemiz devam edecek.
Öcalan’ın yapacağı çağrı bir dönemi kapatıp yeni bir döneme kapı aralayacak
Önümüz 15 Şubat. 15 Şubat sadece Kürtler için değil Ortadoğu’nun bütün halkları için bir kırılma noktasıdır. 15 Şubat 1999’da uluslararası hukuk ve insan hakları hiçe sayılarak Sayın Abdullah Öcalan’a yönelik bir komplo düzenlendi. Bu komployla Kürtlerle Türkleri, Araplarla Farsları, Sünnilerle Alevileri birbirine düşürmeye çalıştılar. Ama Sayın Öcalan bunu gördü ve şöyle dedi: “Beni bir ateş topu gibi yapıp Türkiye’nin üzerine atmak istediler ama demokratik cumhuriyet ve ortak vatan fikriyle halkların kardeşçe bir arada yaşama umudunu savundum.” Emperyalistlerin Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e kırdırma politikasını ifşa etti. Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü için çalıştı uğraştı. Şimdi 26’ncı yıldönümünde bu komployu tarihin çöp sepetine atmak için yeni bir mücadele daha yürütüyor. Sayın Öcalan önümüzdeki günlerde ülkenin kaderini değiştirebilecek, barışa giden yolu açabilecek tarihi bir çağrı yapmaya hazırlanıyor. Bu çağrı, Türkiye’de çatışmalarla şekillenen bir dönemi kapatıp barış ve demokrasiye duyarlı yeni bir sürecin kapısının aralanması için yapılıyor.
İktidarın çizmeye çalıştığı kara tabloya rağmen umutluyuz ve barışı toplumsallaştırmak için çalışmaya devam edeceğiz
Bizler DEM Parti olarak, bu çağrının öncesinde Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört bir tarafında değerli halklarımızla ve toplumsal kesimlerle buluşmalar gerçekleştirdik. Üç miting gerçekleştirdik İstanbul, Amed ve Mersin’de. 42 merkezde halk buluşmaları gerçekleştirdik. Alevi canlarımızla buluştuk, mütedeyyin kardeşlerimizle buluşacağız. Bu ülkenin aydınları, yazarları ve gazetecileriyle buluşacağız. Kadın hareketiyle, insan hakları ve doğa hakları savunucularıyla buluşacağız. Çalışmalarımızı bu süreçte devam ettiriyoruz. Biz barışı toplumsallaştırmak için DEM Parti olarak her türlü çabayı harcamaya devam edeceğiz. İktidarın çizmeye çalıştığı bu kara tabloya rağmen umutluyuz. Yaptığımız bu kadar görüşmeden ortaya çıkan tablodan umutluyuz. Bu ülkedeki bütün farklı kesimlerle, bütün toplumsal dinamiklerle ve muhalefetteki birçok kesimle yaptığımız görüşmelerde barışın olması gerektiği söylendi. “Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemle çözülmeli” dediler. Bunu demokrasi mücadelesinin büyütüleceğinin bir göstergesi olarak görüyoruz.
Dünyanın hiçbir yerinde tek taraflı barış olmaz,
ey iktidar senin barış planın nedir?
Bu, bizim barış umudumuzu büyütmektedir. Peki, iktidarda tablo nasıl? Bunu biz iktidara soruyoruz: 100 yıllık Kürt meselesini şiddet ve çatışma zemininden hukuki ve siyasi zemine taşıyacak bir hazırlığınız var mı? Var mı bir hazırlığınız? Kürt meselesini çözmüş bir Türkiye’de insanlar birbirine güven duyar, kimse kimseyi dışlamaz, kimse de dışlandığını hissetmez. Ortak bir ülkede, ortak bir yaşamı demokratik bir zeminde inşa etmiş oluruz. Mahallede, işyerinde, sokakta herkes kendini daha fazla güvende hisseder. Daha güçlü bir hukuk düzeni oluşur. Herkes için bu durum daha çok özgürlük ve eşitlik getirir. İç barışını sağlayan bir Türkiye içeride huzurlu ve dünyada güçlü olur; barış dediği zaman sözü dinlenir. Barış sadece bir kesimin değil hepimizin nefes almasını sağlayacak, hayatımızı güzelleştirecek bir şeydir. Barışta kazanan sadece Kürtler olmayacak, 85 milyon yurttaş olarak hep birlikte kazanacağız. Madem içinden geçilen süreç hepimizin geleceğini değiştirecek, o halde buna denk bir çalışma ve hazırlık şarttır. İktidarı bu konuda üzerine düşen görev ve sorumluluğu yerine getirmeye çağırıyoruz. Kendilerine çok basit bir çağrı yapıyoruz. Dünyanın neresinde barış tek taraflı olmuş? Bunu iktidar da devlet de çok iyi biliyor.
Tek taraflı barış olmaz. Barışın güçlenebilmesi için, diyalog sürecinin barışla taçlanabilmesi için iktidarın bir yol haritası açıklaması şarttır. Planını açıklamalıdır. Yaptığımız bütün halk toplantılarında bize gelen çok net bir soru var: “Yahu siz bu kadar barış diyorsunuz da iktidar barış yapacak gibi davranmıyor. Bu nasıl olacak?” Bu soruyu sadece biz sormuyoruz, 85 milyon yurttaşımız adına soruyoruz: Ey iktidar, çözüme dair planını çık kamuoyuna açıkla. Devlet Sayın Öcalan’dan büyük bir sorumluluk üstlenmesini bekliyor ama en temel koşulları dahi sağlamıyor. Dış dünyayla hiçbir temas kuramayan bir müzakereciden yüz yıllık bir meseleyi çözmesi beklenmektedir. Bu şartlarda sağlıklı bir müzakere süreci yürütülebilir mi? Yürütülemez. Çözüm isteniyorsa, gerçekten silahların susması hedefleniyorsa Sayın Öcalan’ın örgütüyle doğrudan temas kuracağı bir zemin oluşturulmalıdır. Sayın Öcalan’ın koşullarını oluşturmayan her akıl, silahın devreden çıkmasını ve barışın sağlanmasını istemeyen akıldır.
Barıştan korkuyor musunuz?
Buradan iktidara soruyoruz: Sayın Bahçeli’nin çağrısıyla bir yere kadar gelen ve toplumun, muhalefetin, Meclis’in, sivil toplum örgütlerinin, tüm toplumsal dinamiklerin destek verdiği bir barış sürecinde, bir diyalog sürecinde siz neden yavaş davranıyorsunuz? Neden bu diyalogu sabote edecek adımlar atıyorsunuz? Yüzyılın barış fırsatı önümüzde duruyorken Meclis neden şimdiden yetkilendirilmiş bir komisyon oluşturmuyor? İktidar barış sürecini güvence altına alacak adımları neden atmıyor? Çözümü büyütelim demekte neden çekince var? Barıştan korkuyor musunuz? Asıl soru bu. Barıştan korkuyor musunuz? Barıştan korkmuyorsak zaten bu konuştuklarımızın hepsi tek tek hayat bulur. Sayın Öcalan'dan gelecek olası bir çağrıdan sonra işimizin kolay olmadığının farkındayız. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve çoklu krizlerden kurtulması için önümüzde uzun ve meşakkatli bir yolun olduğunun farkındayız. DEM Parti olarak, bu meşakkatli yolda yürümeye talibiz. DEM Parti olarak, acılarımızı sarmak için, acılarımızı hafifletmek için, çözüm üretmek için bu yolda yürümeye talibiz. Bu tarihi yolda Türkiye’deki bütün dinamikleri bu sorumluluğu üstlenmeye sizlerin huzurunda bir kez daha davet ediyoruz. Gelin, barışın tohumunu hep beraber bu coğrafyada ekelim. Gelin, barışı hep beraber büyütelim.
Öcalan, Kürt kimliği üzerine açılan terör parantezinin Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olduğunu ifade ediyor
DEM Parti İmralı Heyetimiz bu hafta sonu Kürdistan Bölgesel Yönetimine önemli bir ziyaret gerçekleştirecek. Bu ziyaret çerçevesinde Kürt halkının çok önemli liderlerinden biri olan Sayın Mesud Barzani ile kapsamlı bir görüşme gerçekleştirecek. Görüşmede Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümü ve bölgesel istikrar konusunda sayın Barzani’nin görüş ve önerileri alınacak. Heyetimiz ayrıca Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Sayın Neçirvan Barzani ve Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Sayın Bafil Talabani ve Başbakan Yardımcısı Sayın Kubat Talabanı ile de bir dizi görüşme gerçekleştirecek. Bu görüşmelerde Kürt halkının ortak geleceğine dair önemli meseleler ele alınacak, çözüm ve işbirliği olanakları değerlendirilecek. Heyetimiz bu temaslar sonucunda edineceği görüş ve önerileri Sayın Abdullah Öcalan ile paylaşacak. Bu ziyaretin Kürt sorununun çözümüne ve bölgesel barışın güçlenmesine anlamlı katkılar sağlayacağını yürekten umut ediyoruz. Kürt halkının geleceğine dair ortak akıl ve diyalog zeminini güçlendirecek bu tür temasların bölge halkları arasında dayanışmayı ve kardeşliği büyüteceğine dair inancımız çok yüksek. Sayın Öcalan yapılan görüşmelerde, “Türkiye’deki demokrasi, emek, özgürlük, ekoloji, kadın, insan hakları ve gençlik mücadelesini hep birlikte büyütmek için görev ve sorumluluk almalıyız” diyor. Anti-Kürt politikasının ortaya konulduğu dönemlerde, bütün bu mücadele alanlarının nasıl iktidarlar ve devlet geleneği tarafından engellendiğinin de altını çizmiş. Sayın Öcalan bu görüşmelerde, Kürt’ü bir tehdit olarak gören devlet algısının artık ortadan kalkması gerektiğini vurguluyor. Kürt kimliği üzerine açılan terör parantezinin Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olduğunu ifade ediyor.
Terör parantezi kapatılmadan demokrasinin güçlenmesi mümkün değil
Bugüne kadar özellikle Kürt sorununa mesafeli olan kesimlere sesleniyoruz. Hak, hukuk adalet ve demokrasi isteyen ama Kürt sorununa mesafeli yaklaşan bütün kesimlerden istirhamımızdır. Bu yaklaşımın ne anlama geldiğini lütfen dikkatle inceleyin. Mücadelenize değen taraflarını lütfen dikkatle inceleyin. Bir asırdır Kürt kartı iktidarın elinde bir siyasi dizayn aracına dönüşmüş durumda. Bu parantez kapatılmadan Türkiye’nin gerçek anlamda özgürleşmesi ve demokrasinin güçlenmesi mümkün değildir. Kürtlük üzerinden yaratılan korkular sadece Kürt halkının değil tüm Türkiye toplumunun geleceğini ipotek altına alıyor. İktidarlar bu politikayla Kürtleri “terör” ile ilişkilendirilerek, bir beka kaygısı yaratarak yönetmeye kalkıştılar bugüne kadar. İşçi ve yoksul “Ben açım, geçinemiyorum” diye sesini çıkardığında, hop dur bakalım deyip onu da terör parantezinin içine alıyor. Kadınlar, gazeteciler, gençler, insan hakları savunucuları kendi sorunlarını demokratik zeminde dile getirmek istediklerinde, onları da terör parantezi içine alıyor.
Öcalan’ın paradigma diye tarif ettiği demokratik siyaset üzerindeki bütün prangaların kalkmasıdır
İktidarlar bekaları için Kürt sorununu kullandılar; işçiyi, emekçiyi, muhalif gazeteciyi bu şekilde böldüler. Türkiye halklarının rızasına zoraki el konuldu. Böylece halkların eşitsizlik, adaletsizlik ve açlıkla baş başa kalmasının önünü açtılar. Türkiye’yi içeride otoriterleştiren ve yoksullaştıran, dış politikada iflasa götüren hep bu anti-Kürt siyasettir, bunu bahane eden terör parantezinin kendisidir. Kürtleri ve onların varlığını bir şeye bahane eden siyasetin artık biteceği ve paradigmanın komple değişeceği bir dönemin açılmasını istiyoruz. Hani ana akım medya tartışıyor ya, paradigma diyor ya. Bu paradigma nedir acaba? Artık Kürt bir tehdit olmamalı, terör parantezi kapanmalı ve demokrasiyi askıya alan bütün koşullar ortadan kalkmalı. İşte Abdullah Öcalan’ın paradigma diye tarif ettiği şey budur, demokratik siyaset üzerindeki bütün prangaların kalkmasıdır. Siyasetin üzerindeki beka paranoyasının kalkmasıdır. Kürt-Türk ilişkilerini, farklı halkların ilişkilerini korkular ve paranoyalardan arındırmaya çalışan bir Öcalan ve paradigması var. Bu akıl, bugüne kadar otoriterliğin can suyu olan Kürt karşıtlığının artık sona ermesinin ve demokrasinin kapılarının sonuna kadar açılmasının zeminini hazırlıyor. Bu paradigma yalnızca Kürtlerin değil tüm Türkiye’nin özgürleşmesi için bir umut kapısıdır. Unutmayalım ki dümeni doğru tutarsak hepimiz güvenli limana varırız.
Barış herkesin kazanmasının ve özgürleşmesinin yoludur
Bu paradigmayı bütün toplumun en iyi şekilde anlaması için özel olarak yoğunlaşan, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemle çözülmesi için hücresinde İmralı’da yoğun bir şekilde çalışan Sayın Abdullah Öcalan’a buradan selamlarımızı iletiyoruz. Sözlerimi değerli Vedat Türkali’nin “Türkiye Barışını Arıyor” konferansındaki konuşmasından küçük bir alıntıyla tamamlayacağım: “Bana diyorlar ki sen Kürt müsün, neden bu kadar bu işin üstünde duruyorsun? Hayır ben Türküm. Ama rahat rahat ne mutlu Türküm diyebilmek için yapıyorum. İki bakımdan yapıyorum. Bir, insani olarak yani bir yanımın, insan yanımın ezilen halkın yanında olması için. Ben buna yabancı kalamam. İkincisi, ben de acı çekiyorum, ben de eziliyorum” diyor. Çünkü başka halkı baskı altında tutan hiçbir ülke kendi halkını özgür bırakmaz. Ben de özgür değilim”. Barış herkesin kazanmasının ve özgürleşmesinin yoludur. Kürtler özgürleşerek, Türkiye demokratikleşerek kazanacak. Bunun için Vedat Türkali bir Türk olarak, Garo Paylan bir Ermeni olarak, ben bir Arap olarak, George bir Süryani olarak, Ali bir Alevi olarak ve Ömer bir Sünni olarak Kürt sorununun çözümü için DEM Parti çatısı altında mücadele ediyoruz. Bu mücadele Türkiye'nin demokratikleşmesi ve hepimizin eşit ve özgür bir ortamda yaşaması içindir. Rêya aştiyê vekirî be. Amal’ el’ an yaftah al’tariyk el selem. Umut ve barış yolumuzu aydınlatsın. Barışın ve umudun yolu açık olsun. Mutlaka kazanacağız. Mutlaka başaracağız. Mutlaka bu kanlı coğrafyayı barışla taçlandıracağız. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.