loading
close
SON DAKİKALAR

DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları: İktidar artık güven artırıcı somut adımlar atmalı, çözümün iradesi ortaya konulmalıdır!

DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları: İktidar artık güven artırıcı somut adımlar atmalı, çözümün iradesi ortaya konulmalıdır!
Tarih: 28.01.2025 - 12:10
Kategori: Siyaset

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, TBMM'de partisinin haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, TBMM'de partisinin haftalık grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
 
 
SONDAKİKA, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, şunları söyledi:
 
Alagaş’a hapis cezası verilmesi barış arayışlarının baltalanmasıdır, kabul etmiyoruz
 
Hepinize selam ve saygılarımı sunuyorum, hoş geldiniz. Ne yazık ki pozitif bir gündemle başlayamıyoruz. Bugün Siirt Belediyesi Eş Başkanımız Sofya Alagaş’a 6 yıl 3 ay ceza verildi. Bu kadar cezayı biraz önce verdiler. Bu ceza halkın iradesine ve yerel demokrasiye apaçık bir saldırı ve darbedir. Belediye Eş Başkanlarımızı hedef alan bu saldırıları ve barış arayışlarının bu şekilde baltalanmasını asla kabul etmiyoruz. Bir yandan barış konuşulurken, diğer yandan belediye eş başkanlarımıza dönük böyle bir ceza sisteminin uygulanmasını kabul etmiyoruz. Bu karar, yargının muhalif olan bütün kesimlere karşı siyasallaştığının bir başka göstergesidir. Bu karar, yargının başta DEM Parti olmak üzere, bütün muhalefete karşı saldırısının, darbesinin ve operasyonunun bir başka göstergesidir. Bunu kabul etmek mümkün değil. Cezaevlerine, baskılara ve siyasi soykırım operasyonlarına karşı bir tek adım geri atmadık, mücadelemizden bir an olsun bile geri durmadık. Belediye eş başkanlarımıza, parti yöneticilerimize, muhalif kesimlere dönük bu gözaltılar ve tutuklamalarla bizlere geri adım attıracağını sanıyorsa bu iktidar ve yargı sistemi, büyük yanılıyor. Tarihimize dönüp baktıklarında büyük yanıldıklarını göreceklerdir. Bizler bu siyasi soykırım operasyonlarına karşı asla diz çökmeyeceğiz, aman dilemeyeceğiz; mücadelemizi her şeye rağmen sonuna kadar devam ettireceğiz.
 
Türkiye’yi kolay ölümler ve değersiz hayatlar ülkesi haline getirdiler
 
Geçen hafta yine tarifi imkansız bir acı yaşadık. Büyük bir yangın yaşandı. Türkiye’yi kolay ölümler ve değersiz hayatlar ülkesi haline getirmek isteyenlerin neden olduğu bir yangın felaketiyle karşı karşıya kaldık. Rant hırsı ve denetimsizlik onlarca eve, milyonlarca yüreğe ateş düşmesine sebep oldu. Ülke olarak çok büyük bir acıya büründük. 36’sı çocuk 78 yurttaşımızı kaybettik bu yangında. Yaşamını yitiren bütün canlarımızın ailelerine ve sevdiklerine, Türkiye halklarına partimiz adına başsağlığı dileklerimizi iletiyorum, yaralı olan bütün canlarımıza acil şifalar diliyorum. Türkiye bir haftadır Kartalkaya'da meydana gelen yangını ve ortaya çıkan felaketi konuşuyor. Yitirdiğimiz canlarımızı, ihmaller dizisini konuşuyoruz. İktidar ise ne bir özür diliyor ne de istifa kelimesini ağzına alıyor. Sadece tüm gücüyle sorumluları koruma çabasına girmiş durumda. Bu felakete kapı aralayanlar, sermaye kazansın diye denetim yapmayanlardır. Otel sahibine teşvikler verilmiş ve otel sahibi aldığı bu teşviklerle yüz milyonları bulan paralar kazanmış ama yangın engelleyecek, alarmı verecek bir sistemi, söndürme sistemini kurmamış. Büyük bir rahatlıkla teşvik paralarını cebine indirmiş. Bunca kazanca rağmen bir tane önlem almamış olan iş insanını kim koruyor? Bu iktidar koruyor. İstiyorlar ki yangını sıradan görelim. Bu yangın bizim için ne münferit olaydır ne de bir kazadır. Bu yangın bir otel etrafında dönen iktidar-sermaye ilişkisinin çok acı ama çok acı bir fotoğrafıdır. Bu iktidar öyle bir sistem yarattı ki denetime sahip oluyorsunuz; eksikliklerin listesi size veriliyor ve bunu beğenmeyip başka bir şirkete giderek parasıyla rapor alıp yolunuza devam ediyorsunuz. Bütün yanlışlıklarına ve tedbirsizliklerine rağmen parayla yollarına devam ediyorlar. İşte bunlar 3-5 kuruş elde etmek için denetimi ahbap çavuş ilişkisine dönüştürüp 36’sı çocuk 78 yurttaşımızı yangında kaybetmemize sebep olmuştur.
 
Yerel yönetimlerin yetkisini sınırlayan, kayyım atayan anlayış Bolu’daki yangının sorumlusudur
 
Bu felaket sıradandır deyip hiçbirimiz geçemeyiz. Bu yangının etrafında dönen bütün bu eksikliklerin aslında mevcut sistemin eksikliğinin göstergesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu felaketin nedeni aşırı merkeziyetçi yönetimdir, liyakatsiz atamalardır. Kurumların içini boşaltan rantçı ve rüşvetçi anlayışın ta kendisidir. Bu facianın asıl sorumlusu, bütün yetki kendi elinde olsun diye yerel yönetimlerin yetkisini sınırlandıran ve yerelin yetkilerini merkeze tahvil eden anlayışın ta kendisidir. Muhalefet kazanınca kayyım atayayım, olmazsa yerel yönetimin yetkilerine el koyayım diyen anlayış bu felaketlere zemin hazırlamaktadır. Türkiye hem yüz ölçümü bakımından hem de nüfusu bakımından büyük bir ülkedir. Yangın, deprem, sel vb. felaketlerin can kaybıyla sonuçlanmaması için kent kent hem alt yapının hem üst yapının en iyi şekilde inşa edilmesi gerekir. Bu da yerelin yetkisinde olmalıdır. Yerele bu olanaklar tanınmalıdır. Aynı biçimde merkezi hükümete düşen görev de düzgün bir denetim mekanizması kurmaktır. Bunları yapabilirsek, bu felaketlerin ve faciaların ölümle sonuçlanmasını pekala engelleyebiliriz. Bu zor değil. Ancak iktidar, yapı denetimlerini dahi özel şirketlere verdi. Müteahhitler artık yapı denetim şirketlerini kendileri kuruyor. Biz bunu 6 Şubat depreminde o kadar büyük bir acıyla deneyimledik ki. Müteahhit kendi denetim şirketini kuruyor, denetimini kendi kendine yapıyor.
 
Kayyım atanmış, yetkileri sınırlandırılmış, felç edilmiş yerel yönetimler Türkiye'yi felakete sürükler
 
Yerel yönetimlerin yetkilerini bakanlıklara devrediyorlar. Bakanlıklar gerçek bir denetim yapmıyor ve rüşvet ağına bulaşmış durumda. Kayyım atanmış, yetkileri sınırlandırılmış, felç edilmiş yerel yönetimler Türkiye'yi felakete sürükler. Yetkileri ve olanakları artırılmış olan, merkezi hükümet tarafından denetlenen yerel yönetimler ise insan ve yaşam kurtarır.
Liyakatsiz atamaların bu ülkenin kurumlarını nasıl çökerttiğine dair çok konuştuk. Yandaşları atıyorlar. Bu yangın felaketinin sorumlusu devletteki tüm kurumlara ve kadrolara yandaşları yerleştiren liyakatsizlik şampiyonu bu iktidardır. Yıllardır ortaya çıkan her katliamda sorumluları cezasızlıkla ödüllendirdiler. Öve öve bitiremedikleri AFAD’ın kağıttan kaplan olduğunu depremde gördük. Çadır ve konserve satan Kızılay’ı gördük. Kurumsal çöküşü gerçekleştiren merkezi anlayış tam da budur. Bu felaketlerin sebebi, devleti şirket gibi yöneten, yurttaşı müşteri gören, yurttaşın canını değersiz bir eşya gibi gören bu iktidardır. Bizler felaketlerin kol gezdiği bir ülkede yaşadığımız için adına kaza dedikleri ama aslında cinayet olan olaylarda ölüyoruz. Daha 2 yıl önce gerçekleşen depremde insanlar, denetlenmeyen ve “imar barışı” adı altında rant alanlarına çevrilen binalarda yaşamlarını kaybetti.
 
Bunlar ne memleketi ne insanını seviyor; bunların sevgileri ranttır, çıkardır, iktidardır
 
Çocuklar tacize uğruyor, katlediliyor. Narin’in ne yaşadığı daha hafızalarımızda dipdiri duruyor. Kadınlar şiddet görüyor, kadınlar her gün katlediliyor. Hayvanlar sokak ortasında eziyetle katlediliyor. Bize reva görülen bu ölümler, iktidarın memleket sevgisinin göstergesidir. Bunlar ne memleketi seviyor ne insanını. Bunların bir tek sevgileri var; o da ranttır, çıkardır, iktidardır. Başka da hiçbir şey yoktur.
Değerli yurttaşlarımız; toplum olarak bu yaşadıklarımıza, bize yaşatılanlara alışmamalıyız. Bunları asla normal görmemeliyiz. Bugün Kartalkaya’da yangın olduysa, Diyarbakır Çınar’da ve Mardin Mazıdağı’da gerçekleşen yangınlarda gerekenler yapılmadığı içindir. Aladağ’daki öğrenci yurdunda gereken denetim yapılmadığı içindir. Soma, Ermenek, Şirvan ve İliç’teki maden facialarında etkin soruşturma yürütülmediği içindir. 6 Şubat depreminde kimseden hesap sorulmadığı içindir. Çorlu tren kazasında, kusuru yağmurda aradıkları içindir. Tren katliamında ölen Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Öz hakkında devlet soruşturma başlattı. Adalet ve hak arayan insanların duygusunu herkes bilsin ve anlasın. Mısra Öz’ün sözlerinde bu çok güzel özetlenmiş. “Benim vazoda duran çiçeğim solup ölmedi, çocuğum öldü” diyor Öz. Bunun için adalet arayışı içerisinde. Böyle bir yönetim biçimini asla kabul etmiyoruz. Böyle bir yargı sistemi, böyle bir yönetim biçimi olmaz olsun! Sevgili Mısra Öz yalnız değildir. DEM Parti olarak sonuna kadar onun mücadelesinin yanında olacağız.
 
Kültür ve Turizm Bakanı başta olmak üzere, bu felakette sorumluluğu olan bütün yetkililer derhal istifa etmelidir
 
AKP’nin 22 yıllık iktidarı döneminde 24 büyük facia yaşandı. Bu facialarda 100 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Bu rakamları da doğru söylemiyorlar, yayın yasağı getiriyorlar ya. Konuşulmasın diye de her türlü baskıyı yapıyorlar. Bunu dile getireni gözaltına alıp tutuklayabilecek bir vicdansızlığın içine girmiş durumdalar. İSİG raporuna göre, AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’den bu yana iş cinayetlerinde 32 bin 478 işçi yaşamını kaybetti. Yanlış duymadınız. İş kazalarında 32 bin 478 işçi hayatını kaybetti. Peki, bu ülkeyi ölüm ülkesine dönüştüren iktidardan bunca felaket ve katliam sonrasında bir sorumlu çıktı mı? Hayır. Bir istifa var mı, hayır. Kaç istifa olduğunu soracak olursanız, kocaman bir sıfır! Lamı cimi yok; Kültür ve Turizm Bakanı başta olmak üzere, bu felakette sorumluluğu olan bütün yetkililer derhal istifa etmelidir. Sadece istifa yetmez, yargı önünde de hesap vermelidirler. Bu katliamın hesabı sorulmadığı müddetçe yeni katliamlara kapı aralanacağını ve biraz önceki örneklerde olduğu gibi, çok daha büyük felaketlerin yaşanacağını biliyoruz. Bu yüzden de bu kürsüden bir kez daha ifade ediyoruz: Kültür ve Turizm Bakanı bir saniye dahi beklemeden istifa etmelidir. Bu, bir tercih değil zorunluluktur. Bunlara alışmayacağız, susmayacağız; yapılan bütün bu haksızlıklara karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz. Mücadelemiz, yaşam hakkımız içindir.
 
Otoriterlik ve merkeziyetçilik felaketlere davetiye çıkarıyor; demokrasi olsaydı, denetim olurdu ve hesap sorulurdu
 
Türkiye’nin yaşadığı bu vahşetin nedeni demokrasiden yoksun olmamızdır. Türkiye’de yaşanan bu felaketlerin en önemli nedeni otoriterleşme ve aşırı merkeziyetçiliktir. Demokrasi olsaydı, denetim olurdu; iktidar sermayeyle kol kola gezmezdi. Yerel yönetimler yetkili ve güçlü olurdu. Demokrasi olsaydı, bunca felaketten sonra istifa bir kaçış değil halka karşı sorumluluk ve zorunluluk olurdu. Her felakette görüyoruz ki kendisini sınırsız yetkiyle donatmış olan bu iktidar, halka ve insan yaşamına karşı hiçbir sorumluluk hissetmiyor. Bu iktidarın gözünde canın, emeğin ve toplumun değeri yok. Ama demokraside insanın değeri var; emeğin, doğanın, her canlının değeri var. Hakkın ve hukukun değeri var. “Hak ve hukuk işliyor” diyor bu iktidar ama hepsi kuru laf. Mevcut olan hak ve hukuku ortadan kaldırdı bu iktidar. Hak hukuk demek, muhalefet partisi belediye başkanı daha kürsüde konuşurken hakkında soruşturma açmak değildir. Dün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, hükümetin muhalefet belediyelerine dönük uygulamalarını ve baskılarını eleştirdiği konuşmasını daha tamamlamadan, daha kürsüdeyken jet hızıyla hakkında soruşturma açıldı. Kimse karnından konuşmasın. Olası rakiplerini yargı yoluyla yarışın dışına itmeye çalışmak hukuksuzluktur, antidemokratiktir. İktidara soruyoruz: Yakında insanlar konuşmaya başlamadan, daha düşünürken mi soruşturma açacaksınız? Zira sizin için düşünen ve konuşan her insan tehlikelidir.
 
JİTEM Ana Davasının kapatılması 90’ların karanlığına sahip çıkmaktır
 
Bu hukuksuz uygulamalara bir yenisi daha eklendi. Devrimci demokratik çizgiyi savunan parti bileşenlerimizden ESP’ye yönelik birkaç gün önce siyasi soykırım gerçekleşti ve 34 yoldaşımız tutuklandı.
Hak hukuk demek, onlarca insanın katledildiği 90’ların karanlığının eli kanlı mimarlarının yargılandığı JİTEM Davasının talimatla üstünün örtülmesi değildir. Dün JİTEM Ana Davası, zorla kaybetmeler yönünden zaman aşımı gerekçesiyle düşürüldü. Bunu kabul etmiyoruz. Bu davanın düşürülmesi hukuksuzluktur aynı zamanda. Çünkü insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı yoktur. Hele de barıştan bahsedilirken, geçmişle yüzleşmek ve hakikatleri açığa çıkarmakla ilgili karartmalar ve dosya kapatmalar asla kabul edilemez. Bu davanın kapatılması, apaçık bir şekilde 90’ların karanlığına sahip çıkmaktır. O dönemde işlenen cinayetlere, karanlığa, yolsuzluğa, hırsızlıklara sahip çıkmaktır.
 
Toplumsal barışı sağlayacaksak her türlü demokratik itiraza ve görüşe saygı gösterilmelidir
 
Bu hukuksuzluklar dizisini biz ne kadar konuşsak bitiremeyiz. Ama çok önemli bir tanesi var ki değinmeden geçemeyeceğim. Hak hukuk demek, Gezi’yi bir intikam aracı haline dönüştürerek herkes hakkında soruşturma başlatmak değildir. Osman Kavalaların, Can Atalayların, Çiğdem Materlerin çıkması beklenirken, Ayşe Barım gözaltına alındı ve tutuklandı. Başka sanatçıların da ifade vermek üzere çağrıldığını duyduk. İktidar her sıkıştığında Gezi üzerinden toplumu sindirmeye çalışıyor. Bu, doğru bir yol değildir. Toplumsal barışı sağlayacaksak, her türlü demokratik itiraza ve görüşe saygı gösterilmelidir. Hak hukuk demek adalet demektir. Barış da adalet üzerinden inşa edilir. Hak hukuk, tarafsız ve bağımsız yargı demektir; demokratik yaşam demektir. Bugün Türkiye’deki en büyük tahribat nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Demokratik gerileme, hukuksuzluk, açlık, yoksulluk, yıkım, çöküş ve çürümedir. Acilen bu yangının söndürülmesi gerekir. Bu sebeple bizler diyoruz ki adalet için sonuna kadar mücadele edeceğiz ve adaletin ve barışın bu ülkede tesis edilmesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Türkiye’yi cayır cayır yakan bu yangını toplum olarak el birliğiyle söndürmeye var mıyız?
 
Felaketlerin önüne geçmek için acil adımlar atılmalıdır
 
Bu felaketleri hayatlarımızdan çıkarmak, bir felakette daha onlarca yurttaşımızı kaybetmemek için acil adımlar atılmalıdır. Yerel yönetimlerin yetki ve kaynakları mutlaka artırılmalıdır. Biz bunları söylerken, onlar kayyım politikasına devam ediyor. Onlar bunu yapadursunlar ama biz kendi taleplerimizin ve mücadelemizin arkasındayız. Meslek odalarının yetkili olduğu, STK’larla birlikte denetim mekanizmalarına müdahil olduğu bir sistemi inşa etmeliyiz. Liyakat esaslı denetim ve adalet mekanizmalarını kurmalıyız. Siyaset kurumlarının hesap verebilirliğini sağlayan bir hukuk düzeni inşa etmeliyiz. Ortak akılla hareket ederek bu ülkeyi değerli hayatların ülkesi haline getirebiliriz. Demokratikleşme derken tam da bunları kast ediyoruz. Bunu yapabiliriz, yapmalıyız da. Bunun için adalet tek adresimiz, demokrasi tek rotamız, barış ise mücadele hattımızdır. Bunu da herkes böyle bile.
 
Öcalan’ın mesajı: “Oyalama ve zaman kazanma politikalarına tevessül etmek Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülüktür”
 
Değerli Türkiye halkları, hepimizin merakla beklediği ikinci İmralı görüşmesi gerçekleşti. İmralı görüşmesinden çıkan yol haritası elbette bu ülkede yaşayan Türklerin, Kürtlerin ve bütün halkların merakla beklediği bir konudur. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye geçmeden önce Sayın Öcalan’ın bütün yurttaşlara gönderdiği selamı paylaşmak istiyorum. Sayın Öcalan çalışmalarına devam ediyormuş. Görüşmeye ilişkin Türkiye toplumunu ilgilendiren bazı önemli hususları da şu şekilde sizlerle paylaşmak isterim. Sayın Öcalan, küresel, bölgesel ve ulusal krizlerin üst üste bindiği tarihsel bir dönemden geçtiğimiz değerlendirmesini yapmış. “Bu üst üste binen kriz döneminde, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgili oyalama, zaman kazanma ve bekle-gör politikalarına tevessül etmek Türkiye halklarına yapılacak en büyük kötülük olur” demiş. Yaşanan krizlere karşı Türkiye toplumunu ve bölge halklarını korumanın yolu bellidir. Sayın Öcalan'ın çağrısı nettir. Türkiye’yi demokrasi zeminine çekmek, krizlerden kurtarmanın tek çaresidir. Sayın Öcalan, meseleyi şiddet ve çatışma zemininden, demokratik hukuk ve demokratik siyaset zemine çekmeyi hedeflediğini bir kez daha bu görüşmede ısrarla vurgulamıştır. Sayın Öcalan'ın son görüşmede vurguladığı gibi, tarihin kritik dönemeçlerinde sağlanan ortaklaşmalar sorunların çözümüne önemli katkılar sağlar.
Sayın Öcalan, beka kaygısı üreten kısır döngüden çıkmanın yol haritasını sunmaya hazır olduğunu söylemiş
Sayın Öcalan 22 Ocak’taki görüşmede, mevcut sorunların ancak demokratik hukuk yoluyla kökten çözümünün mümkün olduğunu önemle vurgulamış; sürekli beka kaygısı üretilerek işçi ve emekçinin alın terinin güvenlik politikalarına harcandığı, yoksulluğun derinleştiği, hukuksuzlukların sıradanlaştığı, sömürünün yaygınlaştığı, kadın ve çocuk düşmanlığının arttığı kısır döngüden çıkmanın yol haritasını sunmaya hazır olduğunu ifade etmiş. Türkiye’nin bütün bu prangalardan kurtulmasının zeminini oluşturmaya hazır olduğunu güçlü bir şekilde dile getirmiş.
 
İktidar artık güven artırıcı somut adımlar atmalıdır, çözüm iradesi ortaya konulmalıdır
 
Evet, biz de diyoruz ki; tarihin bu önemli kırılma dönemlerinde Türkiye tüm prangalarını atmalı, 100 yıllık ezberden ve kısır döngüden kurtulmalıdır. Sayın Öcalan, son görüşmede heyetimize, Bahçeli'nin yaklaşımının devlet aklıyla buluşması halinde barışa hizmet edecek tarihsel bir çıkışa vesile olacağını da belirtmiştir. DEM Parti olarak altını çiziyoruz: Bu konuda iktidar da artık güven artırıcı somut adımlar atmalıdır. Güçlü bir çözümün iradesi ortaya konulmalıdır. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için iktidar tarafından toplumun tümünü kapsayan ve demokrasiyi esas alan güven verici adımlar acilen atılmalıdır. Barış gergin fay hatları üzerinde inşa edilemez. AKP’nin yıllardır gerdiği fay hatlarını daha fazla germeye çalışması en çok da barış ve demokrasi umudunu yaralamaktadır. Yeni anayasa çağrıları yaparken, MGK’nın “Kırmızı Kitap” denilen gizli anayasasına sarılarak demokrasi gelmez. Bu ülkenin gizli değil demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. Türkiye halklarını darbe, vesayet, isyan ve şiddet zeminlerinden kurtarmak da demokrasi, barış ve ortak yaşam zemininde bir tarihsel buluşmayı sağlamakla mümkündür. Bu sorumluluk hepimize aittir. 100 yıldır başkaldırı ve bastırma ikileminde acı dolu bir tarih yaşadık. Bu artık aşılmalıdır. Bin yıl boyunca kazanılan ortak kader düşüncesi, geçtiğimiz yüzyılda kaybettiren inkarla karşılandı.
 
DEM Parti demokratikleşmenin hilafına olan hiçbir şeye evet demedi, demez
 
Bugün derdi demokrasi ve hukuk olan herkese çağrımızdır: DEM Parti’ye güvenin. Bizler Türkiye’nin demokratikleşmesinin hilafına olacak en ufak bir şeyi kabul etmedik, etmeyiz. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt barışı derken neleri anlatıyoruz, tek tek anlatmak isterim. Emeğin sömürülmediği, emekçinin ve emeklinin hakkını aldığı, halkların varlığının inkar edilmediği, herkesin kendisini özgür ve eşitçe ifade edebildiği, Alevilerin eşit yurttaşlık haklarına sahip olduğu, doğanın katledilmediği, kadınların eşit ve özgürce yaşadığı, çocukların güvende yaşadığı, gençlerin işsiz kalmadığı bir düzeni kastediyoruz.
 
Gelin, barışa hep birlikte sahip çıkalım, barışın sesi olalım
 
Bütün Türkiye halkları olarak hepimiz rahat bir nefes almayı hak ediyoruz. Çok yorulduk; savaştan, çatışmalardan, kutuplaştırıcı ve ötekileştirici siyasetten hepimiz çok yorulduk. Barışın sağlandığı ve ekmeğimizin büyüdüğü bir süreci hepimiz fazlasıyla hak ettik. Bunun için Türkiye’nin bu süreci ıskalamaması çok önemlidir. Bu konuda muhalefete çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Bu süreci ıskalamamak için muhalefetin de Kürt sorununa yaklaşımının daha belirgin olduğu ve toplumsal barışın sağlanması konusunda daha büyük bir rol ve misyon üstlenmesi gerektiği bir dönemden geçiyoruz. Çağrımız barıştan, emekten, haktan ve hukuktan yana olan ve demokratik bir Türkiye’de yaşamak isteyen bütün insanlara: Gelin, barışa hep birlikte sahip çıkalım, barışın sesi olalım. Gelin, barışın sesini yükseltelim bu ülkede. Daha çok barış demeye devam edelim.
 
Suriye’yi bir arada tutacak tek çıkış yolu herkesi kapsayan yeni bir toplumsal mutabakattır
 
Kuzey ve Doğu Suriye’de sivillere dönük saldırılar ne yazık ki devam ediyor. Suriye Milli Ordusu (SMO) adlı paralı lejyoner çeteler Tişrin’de halay çeken sivilleri katlediyorlar. Sanatçıları katlediyorlar, barış nöbeti tutanları katlediyorlar. Bu saldırıları yayınlayarak da insanlığa karşı suç işlediklerini apaçık bir şekilde itiraf ediyorlar. Bu çetenin Tişrin Barajı ve çevresindeki sivillere yönelik saldırıları uluslararası hukuka, insanlık hukukuna aykırıdır. Çatışmalarda sivilleri hedef almak Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde kesin bir biçimde yasaktır. Türkiye, SMO üzerinden devam ettirdiği çatışmalara derhal son vermelidir. Suriye’de siyasal sürecin ilerlemesine hep birlikte katkı sağlanmalıdır. Bir an önce diyalog ve müzakere zemininin açılması çağrısını yapıyoruz. Kuzey ve Doğu Suriye’nin temsilcisi Fransa Cumhurbaşkanı ile görüşüyorsa, neden Türkiye Cumhurbaşkanı ile de görüşmesin? İlham Ahmed, İngiltere parlamentosuna gidip görüşmeler gerçekleştirebiliyorsa, neden Türkiye’deki yetkilerle de görüşme gerçekleştirmesin? Suriye’yi bir arada tutacak tek yol, demokratik ulus anlayışıyla oluşturulacak yeni bir toplumsal mutabakattır. Çözüm, bütün halkların ve inançların kendilerini özgür ve eşit olarak gördüğü demokratik bir Suriye’den geçmektedir. Çözüm, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin statüsünün tanınmasıdır. Demokratik anayasal çözüm, bütün halkların ve inançların sigortasıdır.
 
Suriye’nin Humus kentinde bir Alevi akademisyen kadının kaçırıldığı haberleri geliyor. Doktor Raşha El Ali'nin işkence gördüğüne ve katledildiğine dair haberler okuyoruz. Bunun gibi nice Alevi katliamları Suriye’de rejim değiştikten sonra gerçekleşti. Suriye’de Alevilere, farklı halklar ve inançlara mensup olan insanların katledilmesinin önüne geçmenin tek yolu demokratik bir Suriye’yi inşa etmektir. Kürtler, Araplar, Dürziler, Ermeniler, Türkmenler, Süryaniler, Çerkesler, Aleviler, Sünniler ancak bu şekilde barış ve huzur içinde yaşayabilir. Bütün Ortadoğu’yu sarmaya çalışan ırkçı, ayrımcı, kadın düşmanı ve mezhepçi akımların panzehiri demokrasidir, demokratik anayasal düzendir. İmralı’nın kapıları her açıldığında, Ortadoğu ve Türkiye halklarına barış ve demokrasi ısrarı büyüyor. Emin olun ki barış umuduna öyle sıkı sarılmış olan halkların sesi de oraya ulaşmaktadır. Bu umudu söndürmeye, bu umudun önünde durmaya hiç kimsenin gücü yetmez, yetmeyecektir de.
 
Onurlu barışı yaratabiliriz, yeter ki omuz omuza duralım
 
Örgütlü yapılarımızla birlikte dönemin ruhuna uygun örgütlenme, eylem, mücadele yol ve yöntemlerini kesinlikle geliştireceğiz. Fikriyatımıza, gücümüze ve örgütlülüğümüze güveneceğiz. Çoklu miras geleneğimize yaslanarak bu sürece hep birlikte sahip çıkacağız. Zaman, “bekleyip göreyim, mücadele etmeden evimde oturayım” deme zamanı değildir. Barışın ülkede bu kadar yoğun konuşulduğu bir dönemde, başta DEM Parti olmak üzere hepimizin toplum içinde barış çalışmalarını sürdürmek için olanca gücümüzle çalışmamız gerekiyor. Onurlu bir barışa ulaşmak için gece gündüz demeden hep birlikte çalışacağız, mücadelemizi büyüteceğiz. Halklara andımız olsun ki umudunuz asla sönmeyecek, büyüyecek. Yaşamın değerli olduğu, barış içindeki demokratik bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz. Buna bizim de Türkiye halklarının da deneyimi fazlasıyla yeter. Yeter ki örgütlü duralım, yeter ki birbirimizi görerek duralım, yeter ki yan yana, omuz omuza duralım. Bu mücadele mutlaka başarıya ulaşacak. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum."

 

Kaynak : istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları