DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan: Sayın Öcalan tarihi bir çağrı yapmaya hazırlanıyor!
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, "PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın 15 Şubat'ta silah bırakma çağrısı yapacağı" iddiasına ilişkin, "15 Şubat mı olur, biraz sonrası mı olur bilmiyorum ama Öcalan tarafından tarihi bir çağrı yapılacak." dedi.
SONDAKİKA; DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, "PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın 15 Şubat'ta silah bırakma çağrısı yapacağı" iddiasına ilişkin, "15 Şubat mı olur, biraz sonrası mı olur bilmiyorum ama Öcalan tarafından tarihi bir çağrı yapılacak." dedi.
DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, haftalık Meclis Grup Toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Bakırhan, şunu söyledi:
Alevi canlar da süreç tartışmalarını destekliyor
Hûn bi xêr hatin li ser seran li ser çavan hatin. Ez we hemûyan birêzdarî silav dikim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Grup toplantımıza hoş geldiniz. Alevi toplumunun Hızır orucunun tutulduğu ayın içinde bulunuyoruz. Bu vesileyle, Alevi canların tuttuğu orucun, verdiği lokmanın Hak katında kabul edilmesini diliyorum. Hızır orucunun tutulduğu bu ayın da Türkiye’ye barış, demokrasi ve özgürlük getirmesini diliyorum. Birkaç gün önce İstanbul’da bugüne kadar yaptığımız en büyük Alevi buluşmalarından birini gerçekleştirdik. Sadece Türkiye’de örgütlü kurumların değil, Avrupa’da ve dünyada örgütlü olan hemen hemen bütün Alevi konfederasyonlarının katıldığı çok verimi bir toplantı gerçekleştirdik. O toplantının gündemi de yine Alevi canların eşit yurttaşlık talebi ve hepimizin yakından takip ettiği bu tartışma süreciydi. Bir kez daha gördük ki Alevi canlar onurlu bir barış için, onurlu bir süreç için bu tartışmaları destekliyor. Başta Kürtler olmak üzere, Türkiye’de bugüne kadar ret ve inkar edilen halkların ve inançların eşit yurttaş oldukları demokratik bir Türkiye isteklerini onlar da dile getirdiler. O toplantıya katılan bütün canlara, kurumlara bir kez daha huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Bu bizim için çok önemliydi. Toplumun, kimlik ve inancı reddedilen çok önemli iki bileşeniydi. Bu bileşenlerin bir arada olması, dayanışması ve ortak mücadele vermesi kıymetlidir. Önümüzdeki günlerde bu buluşmaları daha da büyüterek Türkiye’deki farklı etnik ve inanç gruplarından insanlarımıza ulaşacağız ve toplumsal barış meselesini onlarla da tartışarak yolumuza devam edeceğiz.
İktidar deprem bölgesinde çok iyi işler yapıyormuş gibi bir algı oluşturuyor
6 Şubat Depreminin iki gün sonra iki yılı dolacak. Depremde yaşamını yitiren canlarımızı bir kez daha saygıyla anıyorum. 6 Şubat'tan bu yana tüm olanaksızlıklara ve hizmetsizliklere rağmen yaşam mücadelesi veren o bölgedeki Alevi yurttaşlarımız ve diğer halklarımızla dayanışma içinde olacağız. Onları destekliyoruz. Onların taleplerinin dün olduğu gibi bugün de yarın da sözcüsü olmaya devam edeceğiz. Fakat farklı bir şey oluyor. Her televizyonu açtığımızda, iktidar sahiplerinin sanki deprem bölgelerinde çok iyi işler yapıyorlarmış gibi bir algı oluşturmaya çalıştıklarını görüyoruz. Yakın zamanda Hatay’daydık. Antakya toz duman içinde, moloz yığınları her yerde. Suyun akmadığı, insanların yıkıntılar arasındaki çadırlarda ve konteynerlerde yaşadığı bir Antakya ile karşı karşıya kaldık. Deprem bölgesindeki yurttaşlarımıza, “Bir yıl içinde sorunlarınızı çözeceğiz, her birinize rahatça yaşayacağınız konutlar vereceğiz” diyen iktidar yine sınıfta kaldı. İki gün sonra iki yıl olacak. Bu iki yıl içinde henüz yurttaşların yarısının bile konutları teslim edilmedi. Biz bunun takipçisi olacağız. Dün olduğu gibi bugün de deprem bölgesinde yaşayan bütün yurttaşlarımızla dayanışma içinde olacağız. 6 Şubat’ta da deprem bölgesindeki bütün kentlerde depremzede yurttaşlarımızla dayanışma içinde olacağız. Ben Adıyaman’da olacağım. Eş Genel Başkanımız ve diğer yönetici arkadaşlarımız diğer kentlerde olacak. Evet, dayanışma yaşatır. Değerli halklarımızı deprem bölgesindeki yurttaşlarımızla dayanışmaya çağırıyoruz. Dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bu deprem sürecinde gördük.
AKP, iktidara demokratikleşme iddiasıyla geldi ama ülkeyi geçmişi aratacak bir noktaya getirdi
Deprem felaketinde bu ülkedeki demokrasi eksikliğinin acı deneyimlerini hep birlikte yaşadık. Bu ülkeyi yönetenler 100 yıldır demokrasiden korkarak ülkeyi yönetiyor. Korktukça da baskıyı artırmaya devam ediyorlar. Cumhuriyetin kurulduğu günden beri hakkını, kimliğini ve özgürlüğünü arayan kesimlere karşı bu rejim hiçbir zaman demokratik olmadı; hep baskıcı politikaları hayata geçirdi. AKP iktidara demokratikleşme iddiasıyla gelmişti. Ama hep beraber yaşıyor ve sonuçlarına katlanıyoruz; demokrasinin neredeyse zerresi kalmadı, geçmişi aratacak noktaya getirdi ülkeyi. Artık şeklen bir meclis var. Yargıda ciddi bir kadrolaşma var. Bağımsız ve adil bir yargı için tek bir adım atılmadı. Sadece iktidarın talimatıyla değil, medya organlarındaki yandaş bir yazarın şikayetçi olmasıyla bile insanlar gözaltına alınıp tutuklanabiliyor. Maalesef yargının geldiği nokta bu. Akrabanın, eşin dostun, yandaşın bürokraside yer aldığı bir süreci yaşıyoruz. Liyakat diye bir şey yok. Bürokraside kimin hangi niteliklere sahip olduğuna bakılmıyor, niteliğe bakılmıyor. Yandaş olmak bürokraside yer almak için tek geçerli sebep olmaya devam ediyor. Milyonlarca insan açlığa mahkum edildi, işsizlik var. İnsanlar çaresizce yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyor. Yandaşa olan hukuk lastik gibi ama bu düzeni eleştirenlere maşallah aslan oluyor. Muhalif olunca maşallah çok iyi niyet okuyorlar. Gerekçe bularak insanları mahkum etmeye çalışan bir yargıyla karşı karşıyayız.
Yargıtay Pınar Gültekin Davası kararından vazgeçmelidir
En son örneğini dün gördük. Adli tıp raporuna göre diri diri yakıldığı tespit edilen Pınar Gültekin’in davasını biliyorsunuz. Bu canice öldürmeye Yargıtay şimdi haksız tahrik indirimi istiyor. Peki, biz bu yargıya nasıl güveneceğiz? Her gün kadınların katledildiği bir süreçte eğer Yargıtay tarafından haksız tahrik indirimi isteniyorsa, kadınlar kime güvenecek, nasıl yaşayacak? Bu karar resmen kadınların daha fazla katledilmesinin yolunu açıyor. Bunun karşısında duracağız, takipçisi olacağız. Yargıtay bu karardan vazgeçmelidir.
Şırnak’ta yaşanan acı da bizim, Bolu Kartalkaya’da yaşanan acı da bizim
Hakkını isteyen işçi tutuklanıyor. Hak istemeyeceksin onlara göre. Barış diyen akademisyen işinden atılıyor. Hiçbir dönemde olmadığı kadar çok akademisyen işinden atıldı. Gerçekleri yazan gazetecilerin nerede olduğunu zaten herkes biliyor: cezaevlerinde. Bunlar istiyor ki herkes sussun. Yapılan haksızlık ve hukuksuzluğa kimse ses çıkarmasın. Kürtler haksızlığa uğrarken, batı sessiz kalsın; batıda bir haksızlık olduğu zaman da Kürtler sus pus olsun. Ancak bizler bu haksızlıklar ve adaletsizlikler karşısında susmayacağız. Hakkari’deki haksızlığa da ses çıkaracağız, Edirne ve İstanbul’daki hukuksuzluğa da ses çıkaracağız. Şırnak’ta yaşanan acı da bizim, Bolu Kartalkaya’da yaşanan acı da bizim. Bu vesileyle, Bolu Kartalkaya’da yaşamını yitiren yurttaşlarımızı da saygıyla anıyorum. Grup Başkanvekillerimiz ve milletvekillerimiz bu konuda çok özenli davranıyor, çalışma yürütüyorlar. Bu katliamın sorumlularının açığa çıkması için parti olarak elimizden gelen bütün çabayı ortaya koyacağımızı belirtmek istiyorum.
Kürt coğrafyasındaki kayyımcı ve baskıcı zihniyeti batıya ihraç etmeye çalışıyorlar
Yerel yönetimlere dönük baskıları anlatmaya gerek yok. Özellikle bizim aldığımız belediyelerin nasıl bir baskıyla karşı karşıya olduğunu görüyorsunuz. Sadece bizimle yetinmiyorlar, şimdi Kürt coğrafyasındaki bu kayyımcı ve baskıcı zihniyeti batıya ihraç etmeye çalışıyorlar. Artık muhalefet partilerine de kayyım atıyorlar. Yetmiyor bir de mevcut belediye başkanlarıyla uğraşmaya çalışıyorlar. Demokratik yaşamın güvencesi yerel yönetimlerdir, bu nedenle de yerel yönetimlere sahip çıkacağız. Hangi partiden olduğuna bakmaksızın, DEM Parti olarak kayyım karşıtı tutumumuzu devam ettireceğiz. Türkiye’deki baskıcı uygulamalar bunlarla da bitmiyor. Yeni Yaşam Gazetesi, JİNHA Haber Ajansı ve Mezopotamya Ajansını biliyorsunuz. Gün yok ki baskıya uğramasınlar, gün yok ki çalışanları gözaltına alınmasın. Bu gazeteciler neredeyse cezaevlerinin değişmez müdavimi oldu. Ayrıca başta Halk TV olmak üzere muhalif medyaya da baskı uyguluyorlar. Bu baskılara kabul etmiyoruz. Bu baskıların karşısında olacağız, özgür basının yanında olacağız. Bu baskıları lanetliyoruz. Baskıya uğrayanlarla dayanışma içinde olacağız. Eleştiri, demokratik yaşamın en kutsal kurallarından biridir. Eleştiri hakkının hapsedilmesi, bir ülkede demokrasinin olmadığının en önemli göstergelerinden biridir. Türk, Kürt, Alevi, Sünni tüm insanlar bu olumsuz tablo karşısında ifade özgürlüğü adalet istiyor. Sadece baskıya uğrayanlar özgürlük ve demokrasi istemiyor; sokaktaki iktidar partisi mensubu insanlar da Türkiye'nin en temel meselesinin demokrasi olduğunu söylüyor. Herkesin üzerinde hemfikir olduğu demokrasinin hayat bulması için durmadan mücadelemizi sürdüreceğiz.
Kayyım düşmanlığı örgütleyen bir uygulamadır
Unutmayın bu ülkenin geleceği haksızlığa uğrayanların dayanışmasıdır. Bu dayanışmayı büyütürsek, onun karşısında hiçbir zulüm ve baskıcı anlayış kalmaz. Bir grup toplantısında daha maalesef kayyım darbesini anlatacağız. En son kayyım darbesini Siirt’te yaşadık. Benim de vekili olduğum ve aynı zamanda 2014 yılında belediye eş başkanlığı yaptığım Siirt’e üçüncü kezdir kayyım atanıyor. Siirt'te kayyım olarak atanan şahıs cebinde isimlikle dolaşıyormuş. Gece yarısı belediyeye operasyon yapıyorlar. Mesai başlamadan kayyım olarak atanan kişi cebindeki isimliği masaya koyuyor. Demek ki bunlar önceden bir hazırlık yapıyor. Biz hem cebindeki isimliği oraya koyan o kayyımı hem de kayyımcı anlayışı reddediyoruz, kınıyoruz. Bu antidemokratik uygulamayı kabul etmeyeceğiz. Siirt halkı da Türkiye halkları da bunları kabul etmiyor. Kayyım, toplumsal barışı değil düşmanlığı örgütleyen bir uygulamadır. 31 Mart’ta Siirt'e 7-8 bin kaçak seçmen getirdiler. Buna rağmen Siirt'in Kürtleri ve Arapları 10 bin farkla seçimi kazandı. Böylesine küçük bir kentte 8 bin kaçak seçmene rağmen 10 bin fark atmak büyük bir başarıdır. Demek ki önceki kayyım uygulamasının yarattıklarını Siirtli Araplar ve Kürtler kabul etmiyor. Onlar kabul etmiyor ama iktidar da bir türlü bu kayyımcı anlayıştan vazgeçmiyor.
“Kürtler vardır ama siyasi iradeleri yoktur” anlayışından bu iktidarı vazgeçmeye çağırıyoruz
Siirt halkının iradesi gece yarısı yok sayıldı. Bir halkın emeğini ve umudunu çalmak, onun ekmeğini çalmaktan daha büyük bir hırsızlıktır. Daha büyük bir vicdansızlıktır. Belediyemizi neyle suçluyorlar biliyor musunuz? Belediye iyi hizmet yürüttüğü için, oradaki Araplar ve Kürtler belediyeden memnun olduğu için. Orada uygulanan sosyal projeleri, kadınlara dönük yapılan projeleri, herkese eşit şekilde götürülen hizmetleri Siirt halkı çok iyi biliyor. Aslında cezalandırdıkları bu adil ve eşitlikçi hizmet anlayışıdır. Buraya kayyım atıyorlar. Onun için Türkiye halklarını Siirt’teki bu adil ve eşitlikçi yönetim anlayışıyla dayanışmaya çağırıyorum. Milletvekili olduğum Siirt’in 100 yıldır çekmediği şey kalmadı. 1920 yılında Birinci Umumi Müfettişlik Bölgesinde kaldı. 1978 sonrasında sıkı yönetimle yönetildi. 1987’de OHAL şartlarında zulmü, faili meçhul cinayetleri ve kötülükleri gördü. 2016’dan beridir de kayyım anlayışıyla yönetiliyor. Bir kent düşünün ki 100 yıllık cumhuriyetin onlarca yılını olağanüstü hal usulleriyle geçiriyor. En sonda söyleyeceğimi en başta söylemek istiyorum: “Kürtler vardır ama siyasi iradeleri yoktur” anlayışından bu iktidarı vazgeçmeye çağırıyoruz. Kürtler de vardır, iradeleri de vardır. Kürtlere de iradelerine de saygı duyacaksınız.
Kayyım, Kürt düşmanlığıdır; bu anlayışı da diğerleri gibi tarihe gömeceğiz
Kayyım atamaları Kürt düşmanlığıdır. Hoşunuzu gitsin gitmesin, bunu söylemeye devam edeceğiz. Batman’da 46 yıl önce başlayan ve son 10 yılda bütün Kürdistan coğrafyasına yayılan bu kayyımcılık aynı zamanda modern sömürgeciliğin de en karanlık yüzüdür. Modern sömürgecilik uygulamalarının bir ürünü de bu kayyımcı anlayıştır. Kürt halkı büyük bedellerle umumi müfettişlerle mücadele etti. Kürt halkı, ırk ayrımcılığına karşı canını dişine katarak mücadele etti. 90’ların OHAL karanlığıyla ve faili meçhullerle mücadele ederek onları nasıl tarihe gömdüyse, bu kayyım anlayışını da tarihe gömecektir. Kimsenin bundan kuşkusu olmasın. Bu kayyımcı anlayışı da diğerleri gibi tarihe gömeceğiz. Ancak kayyımcı uygulamalar AKP’nin alnında bir kara leke olarak kalmaya devam edecek. O kadar çok leke var ki sanırım bu en belirgin olanı olacak.
Biz toplumsal barışı halklarımızla buluşturmaya çalışırken, iktidar kayyımcı anlayışı katmerli hale getirmek için yasal düzenleme yapıyor
Herkes bilmelidir ki Hakkari’ye, Mardin’e, Dersim’e, Ovacık’a, Halfeti’ye, Akdeniz’e, Bahçesaray’a, Esenyurt’a ve Siirt'e atanan kayyımlar halkın iradesini işgal etme girişimidir. Siirt’te birlikte yaşayan Arap ve Kürt halkının dilini, kültürünü ve ekmeğini çalanlara karşı hep birlikte durmalıyız. Bu sadece Siirt halkına değil tüm Türkiye halklarına, tüm demokratik kamuoyuna yapılmış bir kumpas ve darbedir. Sadece kayyımla da yetinmiyorlar. Şimdi Devlet Denetleme Kuruluna (DDK) tüm kurumları görevden alma yetkisi veriyorlar. Doymuyorlar. Zaten istediklerine kayyım atıyorlar ama artık o da yetmiyor. DDK’ya da istediği kamu kurumuna görevlendirme yapma, görevden alma yetkisi veriyorlar. Biz 1 Ekim’den beri toplumsal barışı tartışıyor ve bunu halklarımızla buluşturmaya çalışıyoruz; beyefendiler ise kayyımcı anlayışı iyice katmerli hale getirmek için yasal düzenlemeler yapıyor. Kayyım ile mi barışa katkı sunacaksınız? Kayyım protestosu sırasında silah kullanmak nedir? Hem silah bırakma çağrısı yapacaksınız hem Siirt’te vekillerimizin, kadınların, gençlerin ve çocukların olduğu yerde silah göstereceksiniz? Hükümeti, iktidarı kayyım protestoları sırasında halka silah gösterenleri ortaya çıkarmaya davet ediyorum.
Kimse bize “Bir süreç var, kayyım uygulamalarını görmezden gelin” demesin
Burada dikkatlerinizi önemli bir noktaya çekmek istiyorum. Kimse bize, “Bir süreç var, bu kayyım uygulamalarını görmezden gelin” demesin. Kimse bize, “Bir süreç var, size istediğimiz gibi tokat atarız, sesinizi çıkarmayın” demesin. “Bütün kötülükleri yapalım ama süreç uğruna sessiz kalın” demesin. Kimse bu hukuksuzluğu sineye çekmesin. Bizim belediyelerimizi gasp edenler bilsinler ki bu halkın iradesi mühürle teslim alınmaz. Çünkü biz buradayız. Çünkü biz diz çökmeyeceğiz. Biz nice fermanları boşa çıkaran bir halkın yiğit evlatlarıyız. Bu fermanlar vız gelir, tırıs gider! Bila her kes bizane, bila qeyûm jî baş bizanin xezeba wan nikare bi kezeba me. Altını çizerek bir kez daha ifade ediyorum: Kimliğimiz, kültürümüz ve tarihimiz bizim yaşam sebebimizdir. Kayyım politikalarıyla ilgili yapılacak tek bir şey var o da halkın olan belediyelerin halka iade edilmesidir. Biz bunun için mücadele edeceğiz.
Tişrin’de yaşananlar açık bir savaş suçudur
Yine Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelere ilişkin de birkaç şey paylaşmak istiyorum. Demokratik siyaset olanaklarını tartıştığımız bu günlerde sadece kayyımlar atanmıyor; çözüm ve barış çabalarına da çok büyük saldırılar devam ediyor. 8 Ocak’tan bu yana Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarda 51 kişi yaşamını yitirdi, 250’ye yakın kişi de yaralandı. Bu ölümlerin çoğu Tişrin Barajı bölgesinde. İnsanlar savaş dursun diye Tişrin Barajına akın ederken, oraya atılan bombalarla sadece baraj çevresinde 24 yurttaş yaşamını yitirdi. Katledilenler arasında gazeteci, aydın, yazar, sanatçı, kadın, genç, Arap, Kürt her kesimden ve sınıftan insanlar vardı. Tişrin Barajı çevresi çok tarihi bir yerdir. İlk kerpiç evlerin yapıldığı coğrafyadır. İlk tarıma geçilen alanlardan biridir. Hayvanların ilk evcilleştirildiği bölgelerdendir. Şimdi de orada tarihi bir sivil toplum direnişi hayata geçiriliyor. Biz bu sivil direnişi destekliyoruz. Bu sivil direnişi toplarla, tüfeklerle ve bombalarla yok etmeye çalışan anlayışı bir kez daha kınıyoruz. O insanlar “em mirinê mezintir in” diyor. “Biz ölümden büyüğüz” diyerek irade ortaya koyuyorlar. Katledilen sanatçı Bave Teyar ne diyor biliyor musunuz? “Em ji mirinê natirsin. Tirs nemaye” diyor. Bave Teyar’ın bu sözleri Tişrin Barajındaki dirayeti, demokratik duruşu ve kararlılığı ortaya koyuyor. Toprağını, hayatını korumak için yola çıkıp barajı savunan insanlara bombalar atıldı, atılmaya devam ediyor. Dünyanın gözü önünde bir savaş suçu işleniyor. Tişrin’de olanlar açık bir savaş suçudur. İnsan Hakları İzleme Örgütü de yayınladığı raporda SMO’nun Kuzey ve Doğu Suriye’deki saldırılarını savaş suçu olarak nitelendiriyor. Kuzey ve Doğu Suriye halkına dönük bu savaşı durdurma çağrısı yapıyoruz. Bu saldırılar derhal son bulmalıdır. Tişrin’de yıkmaya çalıştığınız şeyin barış bendi olduğunu, barış seti olduğunu, barışın kendisi olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum. Tişrin Barajı aynı zamanda Suriye rejimi için de bir turnusol kağıdı işlevi görecektir.
Ortak yaşam Suriye Arap Cumhuriyeti’yle değil demokratik bir cumhuriyetle kurulur
Suriye’deki yeni yönetim bir konferans düzenliyor. Bu konferansın içinde kadınlar yok, Kürtler yok, Dürziler yok, Aleviler yok, Süryaniler, Ermeniler yok. Bu konferansı kendi kendine yapacak, karar alacak, sonra da Suriye’deki bütün halklara dayatacak. Böyle konferans mı olur? Suriye’nin bütün renklerinin katılmadığı konferans yok hükmündedir. Bunu kimse tanımıyor, tanımayacak. Yine hızlarını alamıyorlar bir de cumhurbaşkanı seçiyorlar. Valla ne güzel! Dışarıdan giden cihadistler bir araya gelecekler ve Suriye halklarını, Suriye’deki farklılıkları katmayarak kendi cumhurbaşkanlarını seçecekler. Bunu kimse kabul etmez. Halkların onayı var mı bu cumhurbaşkanlığı seçiminde? O cumhurbaşkanı bugün Türkiye’ye gelecek. Dünya demokratik kamuoyunu uyarmak istiyorum: İlk ilik yanlış düğümleniyor. İlk iliğin yanlış düğümlendiği bir yerden kalıcı demokratik bir şey beklemek çok zordur. Böyle bir anlayışla ortak ve demokratik bir yaşam kurulamaz. Kendi başına konferans yapacaksın, kendini cumhurbaşkanı seçeceksin, kararlar alacaksın, sonra da oradakilere bu kararlara uyun diyeceksin. Ortak yaşam Suriye Arap Cumhuriyeti ile değil demokratik bir cumhuriyet ile kurulur. 100 yıldır zaten Suriye’de yaşananlar tekçi bir anlayıştan kaynaklanmadı mı? Şimdi daha katmerli bir tekçilik hayata geçirilmeye çalışılıyor. Arap Cumhuriyetiymiş. Kürt nedir, oradaki Alevi nedir, Dürzi nedir, Ermeni nedir? Bu tekçilik Suriye’yi bir yere götürmez. Bu tekçiliği destekleyenleri, oraya daha Suriye’dekiler isim koymadan “Arap Cumhuriyeti” ismini koyanları da uyarıyoruz. Suriye’nin geleceği Suriye Arap Cumhuriyeti değildir, Demokratik Suriye Cumhuriyetidir. Dolayısıyla herkesi bu konuda duyarlılığa davet ediyorum.
Çağrımız herkesedir: Suriye’deki şiddet son bulsun!
Esat rejiminin devrilmesinden bugüne kadar SMO eliyle yeni bir şiddet adası oluşturuluyor. Herkes durdu ama SMO durmuyor. SMO orada Kürtlerin ve diğer halkların birlikte oluşturduğu demokratik zemine saldırıp duruyor. SMO’nun ipini elinde bulunduranlara da çağrı yapıyoruz: Suriye’de halkların birlikte oluşturduğu bu demokratik zemine herkes saygı duysun. Oraya saygı duymadan bir şey yapmak imkansızdır. Bu çağrımız herkesedir. Suriye’deki şiddet son bulsun. Suriye’nin geleceği iç savaş-darbe-katliam-şiddet döngüsüne sokulmamalıdır. Suriye çatışma ve savaşlardan çok çekti. Artık demokrasinin, barışın, birlikte eşit yaşamın zeminini örmek gerekiyor. Buna katkı sunmak, buna destek olmak gerekiyor. Tekçiliği oraya ihraç ederek bir yere varılmaz.
Barış Kürt halkının boynuna basarak olmaz
Yine çözüm tartışmalarına dönük de birkaç şey söylemek istiyorum. Muhalefet ve toplum Türkiye’deki çözüm arayışlarını destekliyor. Biz her gün halklarla birlikteyiz, toplantılar yapıyoruz. Hem muhalefet hem de Türkiye toplumu bir çözüm sürecini, bu sürecin bir barış sürecine evrilmesini hiçbir dönemde olmadığı kadar istiyor. Bu konuda iradesini ortaya koyuyor. Alevi toplumunu zaten anlattım. Bu tarihi fırsatı kaçırmamak lazım. Bu tarihi fırsatı güvenlikçi bir perspektifle ve zehirli bir dille bozmamak gerekiyor. Bugün toplumsal uzlaşıya ihtiyaç var. Bunu sağlamak istiyorsak, demokratik bir teması ve diyalogu esas almalıyız. Demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukukla Kürt sorununa rasyonel bir çözüm bulma arayışındayız. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü, Türkiye’de demokratik standartların da kaldıracı olacaktır. Yani bu meselenin çözümü herkesin nefes almasını sağlayacaktır. Sayın Öcalan, çatışmaları hukuki ve siyasi zemine çekme çağrısı yapmışken, iktidarın dili ve pratiği de buna uygun olmalıdır. Tam da burada bazı hususların yeniden altını çizmek istiyorum. Dünya deneyimlerinden de çok iyi biliyoruz. Barışta taraflar var. Bir tarafın üstünlüğü söz konusu değildir, olmamalıdır. Barış, toplumsal adaletin tesis edilmesi demektir. Tüm Türkiye halklarının tanıklığında açık bir şekilde bir kez daha belirtmek istiyorum ki barış Kürt halkının boynuna basarak olmaz.
Kimse barış isteğimizi güçsüzlük olarak görmesin, güçlü olduğumuz için barışta ısrar ediyoruz
Barış istiyoruz, her koşulda barıştan yanayız diye bunu güçsüzlük olarak algılayan aklı reddediyoruz. Barış istemek güçsüzlük değildir. Barış istemek cesaret ister. Çünkü barış isteyenler korkusuzca geleceğe bakanlardır. Tam da gücümüz yettiği ve kendimize güvendiğimiz için barış istiyoruz. Barışta ısrar ancak güçlü bir iradeyle mümkündür. İşte bugün ortaya koyduğumuz irade tam da budur. Biz asla barışı devletin zafiyeti olarak görmedik. Tam tersine devletin bu konuda atacağı adımları destekler, doğru görürüz. Barış, şiddetin, şantajın ve tehdidin gölgesinde olmaz; demokrasi ve özgürlüklerin ışığında kurulur. Zaman, susma ve bekleme zamanı değildir. Daha neyi bekleyelim? Daha kaç gencimiz toprağa düşsün? Daha kaç insanımız cezaevine girsin? Daha kaç gencimiz geleceğe dair umutlarını yitirsin? Daha bu ülkenin kaynaklarının kaç milyarını savaş baronlarına aktaralım? İşte biz bu soruları soruyoruz. Bir an önce bunları engellemek gerekiyor. 50 yıldır aktif mücadele eden bir gelenek var. Bugün dünden daha büyük ve güçlü bir halk iradesi var. Bu irade her zamankinden daha fazla çözüm ve barış istiyor. 100 yıldır irade gaspı yaptınız. Bizler kartopu misali bu gaspa rağmen büyüdük. Her seçimden büyüyerek ve güçlenerek çıktık. Faili meçhul cinayetler, gözaltılar, tutuklamalar yaptınız; biz demokratik siyasetten vazgeçtik mi? Hayır, mücadelemizi daha da büyüttük. Kaybettiğimiz her bir arkadaşımızın anısını yüreklerimizin baş köşesinde taşıyoruz, taşımaya devam edeceğiz. Köylerimizi boşalttınız, milyonları yerinden yurdundan ettiniz, sürgüne gönderdiniz. Siirtlileri Mersin’e sürgüne gönderince kimliklerinden mi uzaklaştılar? Mardinlileri İzmir’e gönderdiğiniz için Mardinliler Kürt olmadıklarını mı söylüyor? Kimliğimizden ve mücadelemizden vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. 100 yıldır bunca tufan gördük ama gemiyi terk etmedik. Bunca zulüm gördük ama inatla ve ısrarla barış mücadelesinden vazgeçmedik. Asla da vazgeçmeyeceğiz. Barış için gece gündüz çalışacağız. Şu anda arkadaşlarımızla birlikte tam da bunu yapıyoruz. Türkiye'nin dört bir yanında barış mücadelesini örgütlemeye çalışıyoruz. 1-10 Şubat tarihleri arasında Türkiye'nin 51 yerleşim yerinde toplumsal barışı örgütlemek için toplantılar yapıyoruz. Barışı toplumla konuşuyoruz, toplumla birlikte düşünüyoruz. Barış mücadelesini toplumla birlikte büyütmeye çalışacağız.
Bugün hemen herkesin ortak sorunu demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür. Hükümet, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusunda niye adım atmıyor, neyi bekliyor? Türkiye'deki herkesin temel isteği olan bu meseleler konusunda adım atmaktan iktidarı alıkoyan nedir? Bu soruları sormak gerekiyor. Başka bir şeye ihtiyaç duymadan, kimseden bir şey beklemeden Kürtlerin ve Alevilerin eşit yurttaşlık hakkını ne zaman tanıyacak? Kürtlerin ve diğer halkların anadillerinde eğitim görmesini ne zaman sağlayacak? Türkiye'yi ne zaman demokratikleştirecek? Bu soruları Türkiye'de yaşayan herkes iktidara sormalıdır.
Sayın Öcalan kısa bir süre içinde tarihi bir çağrı yapacak
Türkiye kamuoyunun merakla beklediği bir hususu da ilk kez buradan paylaşmak istiyorum. Sayın Öcalan Kürt sorununun köklü ve kalıcı çözümü için, demokratik bir Türkiye'nin inşası için önümüzdeki günlerde tarihi bir çağrı yapmaya hazırlanıyor. Evet, Sayın Öcalan tarihi bir çağrı yapmaya hazırlanıyor ve kısa bir süre sonra bu çağrıyı yapacak. Biz kalıcı ve köklü çözüm için hazırız. Yapılacak olan bu tarihi çağrıyı önemsiyoruz, destekliyoruz, arkasındayız. İktidarı da bu çağrının ciddiyetine denk düşecek zemini güçlendirmeye ve tarihi çözümde rolünü oynamaya çağırıyoruz. Bu süreç, bugüne kadar Sayın Bahçeli’nin yaptığı siyasi taşıyıcılıkla devam etti, biz de hakkını verdik ama Sayın Bahçeli yürütmenin başı değil. Şimdi yürütmenin başındaki Sayın Erdoğan'a büyük işler düşüyor. Artık her şey Erdoğan'ın elinde. Artık demokratik adımları atma zamanı. Artık top Erdoğan’da. Milyonlar demokrasi gelsin, adalet gelsin, özgürlük büyüsün diye bekliyor. Demokratikleşmeyi sağlayacak güven artırıcı adımların atılmasını bekliyoruz. Sizin için tarihe geçme fırsatıdır bu. Günü kurtarmak ve oyalamak yerine cesaret gösterin ve tarihe cesur bir yürütmenin başı olarak geçin. Bizler rüzgara karşı savrulmamak için birlikte yaşamdan, eşit yaşamdan yanayız. DEM Parti olarak yönümüz de istikametimiz de barıştır, müzakeredir, diyalogdur. Barışın yolunun zor ve dikenli olduğunu biliyoruz. Her şeye rağmen bu yolda bütün arkadaşlarımızla, yoldaşlarımızla, yol arkadaşlarımızla, Türkiye’nin emekçileri ve yoksullarıyla birlikte cesaretle yürümeye devam edeceğiz. Yürüyeceğiz, vazgeçmeyeceğiz. Gotineke me kurdan heye dibêjin bila miradê mirov hebe bila kevir be. Miradê me zelal e, miradê me aştî ye, miradê me jiyaneke e birûmet e. Ben de bu duygularla çok tarihi bir süreçten geçtiğimizi belirtiyorum. Bu tartışmaların tarihi bir barışa, bir sürece evrilmesi için hep birlikte gece gündüz demeden çalışacağımızı ifade ediyorum. Türkiye emekçileri ve halklarıyla birlikte mücadeleyi büyüterek ve dayanışarak bu topraklara adil ve eşit bir yaşamı getireceğimize olan inançla tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları