loading
close
SON DAKİKALAR

Deniz Baykal ile çok özel

Deniz Baykal ile çok özel
Tarih: 11.02.2012 - 22:07
Kategori: Söyleşi

Artık o koltuğa talip olmam, arayışa girmem sözkonusu olamaz

EGEDESONSÖZ- CHP’ye 18 yıl genel başkanlık yapan ancak Mayıs 2010’daki beklenmeyen bir anda koltuğunu terk eden CHP’nin kurucu Genel Başkanı Deniz Baykal, üç günlük İzmir turunda 1,5 saat ayırdığı Egedesonsöz’e merak edilen her şeyi anlattı.

Deniz Baykal; 9 Eylül 1992’de, 54 yaşında CHP’nin başına geçti. Gazeteler uzun süre ‘genç genel başkan’ diye söz etti ondan.

Parlamento dışı kalınca istifa edip sonra yeniden Kurultay’la döndüğü partisinde, 18 yıl Genel Başkanlık, liderlik yaptı.
10 yıl boyunca genel sekreterliğini yapan Önder Sav ile birlikte, parti içinde rakiplerine göz açtırmadı; genel başkan adayı olarak ortaya çıkanları da ‘ezici güç’le sandıkta ezdi geçti.

Partinin mutlak hakimiydi…

Taa ki tarihler Mayıs 2010’u gösterene kadar…
Türk siyasi tarihi bir ilki onunla yaşadı; hiç beklenmedik anda, beklenmedik biçimde, ‘bir kaset’le CHP’nin başından alaşağı edildi.

İstifa ettiğinde takvimler 10 Mayıs 2010’u gösteriyordu; 72 yaşındaydı…
 
Kapısında ‘gitme’ diye ağlayanların gözyaşlarını silip çevik adımlarla yeni açılan kapıya gitmeleri uzun sürmedi.
O kapı bazılarına açıldı, bazılarına ise ya anında, ya da ağır ağır kapandı.
Kimi de kendiliklerinden tıpkı onun gibi, bir köşeye çekilmeyi seçti.
O köşe için ‘pusuya yattı’ diyenler de oldu; ‘zamanın, ateşi küle çevirmesini bekliyor’ diyenler de…
Ama kesin olan, etrafını çevreleyen halkanın giderek azalıp ‘bir avuç insana’, harenin kalabalıklığından yalnızlığa doğru evrilmesiydi…
‘Başrol’ artık onun değildi…
 
Sonra…
Pek çok ama pek çok nedenden, ama en önemlisi ‘yeni’nin bir türlü ‘yeni’ olamayışından sıkılanlar, yeniden arayışa dururken…
Öncelikle İzmir’de ‘bir avuç’ karşılayanın yerini, hiç de fena olmayan kalabalıklar almaya başladı.
‘Aman yanında görülmeyelim, çiziliriz’ endişesi; ‘ne olursa olsun, yetti’ efelenmesine bıraktı.
Ve hatta açık ‘açılış’ davetleri, programlar hazırlandı.
Kımıldanmalar, kından çıkan silahlar…
O zaman, bu zaman mıydı? Ateş küle dönüşmüş; eski, eski sandıklardan çıkmış mıydı?
Haydi, seslendirelim:
Deniz Baykal, bir kez daha küllerinden doğuyor muydu?”
 
Egedesonsöz Genel Yönetmeni Ümit Yaldız ve Gönül Soyoğul, eski CHP Genel Başkanı, Antalya Milletvekili Deniz Baykal’la uzun bir sohbet gerçekleştirdi,
Uzunca aradan sonra sürece ilişkin açıklamalar yapmaya başlayan, suskunluğunu ‘kısmen’ bozan Baykal da bu sohbette, Yaldız ve Soyoğul’un yönelttiği ‘yeniden genel başkan adayı olup olmayacağı’ sorusuna, ilk kez açık yanıt verdi.
Ve bakın, neler söyledi, 18 yıl Genel Başkanlığını yaptığı örgüte hangi mesajları verdi?  
 
EGEDESONSÖZ: Aslında siyasetten ziyade, sizin bir insan olarak son dönemde yaşadıklarınızın iç dünyanızdaki karşılığını merak ediyorum. Açık söyleyeyim. ‘Cumhuriyet Halk Partisi Deniz Baykal ile yürümüyor artık, bir yenilik lazım’ diyen, ama sizin o şekilde ayrılmanızdan üzüntü duyan, buna isyan eden biriyim. Bunun travmatik bir ayrılış olduğunu düşünüyorum. Aday olursun, kazanamazsın çekilirsin, bu ayrı bir şey. Siyasetin olması gerektiği gibi olmayışı nedeniyle…
 
DENİZ BAYKAL: Kural dışı bir durum…
 
EGEDESONSÖZ: Kural dışı bir durum nedeniyle ülkem adına, insan olarak da sizin adınıza üzgünüm. Ve hep şunu merak ettim. Deniz bey, 18 yıllık genel başkanlık süreci sonrası neler düşündü? Daha önce gidişleriniz oldu, partiniz meclis dışı kaldı, düşüşler/yeniden doğuşlar yaşadınız. Ama bu çok beklenmedik, Türk siyasetinde alışılmadık bir ayrılıştı. Ne yaşadınız, nasıl bir yolculuk yaptınız ve bu süreçte yeni bir Deniz Baykal doğdu diyebilir misiniz?
 
BAYKAL: Bu çerçevede daha sonra konuşuruz. Bu istikametteki görüşmenin önünü keseyim diye düşünüyorum. Böyle iç sorgulama, geçmişi değerlendirme, geleceğe yeni bir bakış falan, bunlar büyük konular, bunları sonra konuşalım. Bu kadar işi temelden almayalım; şu an içinde bulunduğumuz durumu konuşalım. Onları daha sonra konuşuruz. Onların daha zamanı var. Şimdi daha güncele geçelim.
 
EGEDESONSÖZ: Peki, o zaman şöyle kapatalım konuyu. İçeriğini söz verdiğiniz gibi daha sonra sormak kaydıyla, derin bir iç yolculuk yapıp yapmadığınızı öğreneyim.
 
BAYKAL: İnsanın yaşadığı her olay bir deneyimdir, hiç kuşku yok. Ve insanın her deneyimi tartışma, sorgulama fırsatıdır. Bunun yapılmaması düşünülemez zaten. Bu sürecin içinden geçiyoruz hepimiz. Küçük büyük bütün olaylar, hepimizi çok ciddi şekilde etkiler, kendimizi tartışmamızı, sorgulamamızı sağlar; zaten hepimiz, yaşadıklarımızın bir özetiyiz. Ve yaşadığınız her olay, sizi yeniden tanımlar. Bundan kurtulmak mümkün değildir.
 
EGEDESONSÖZ: Böyle bakarsak… Şimdi yeni bir Deniz Baykal mı var karşımızda?
 
BAYKAL: Bunları sonra konuşalım, ne olur…
 
EGEDESONSÖZ: Bir süredir genel başkan değilsiniz. Antalya milletvekili olarak Türkiye’ye bakıyorsunuz. Elbette bir Deniz Baykal var. Deniz Baykal bir karakterdir, siyasi bir birikimdir, bir kişiliktir. Sizin bıraktığınız noktadan itibaren Türkiye 2 yılda nereye doğru gidiyor ve siz bu süreci genel başkan olsaydınız, pek çok açıdan nasıl yönetirdiniz? Mayıs 2010’dan bu yana Antalya milletvekili olarak Türkiye’nin gidişatını nasıl görüyorsunuz?
 
 
BAYKAL: Ne geçmişi, yaşananları bir değişken diye kabul edip değiştirerek yeniden tanımlamak mümkündür, ne de geleceği yaşanmamış olanları yaşanmış hale getirerek yeniden kurgulamak mümkündür. Yani geçmişte yaşandı, şu anda bir süreç yaşanıyor, her birisi kendi koşulları içerisinde. Geçmişteki koşullarda ben vardım. Bir süreç yaşadık, önemli tartışmaların içinden geçtik. Bugün Türkiye yeni bir noktada. Bu noktada şimdi, yaşanması gereken tartışmalar var. Bu süreçte..
 
EGEDESONSÖZ: Bunu şunun için sordum. Bu süreçte çok fazla sesinizi çıkarmamayı tercih ediyorsunuz, izlemeyi daha çok tercih ediyorsunuz…
 
BAYKAL: Evet, evet, evet. Evet yani.
 
EGEDESONSÖZ: Neden?
 
BAYKAL: Nedeni çok açık. Partimizin yeni yöneticileri var. O arkadaşlarımızın görevi,  partiyi temsil etmek ve parti adına Türkiye siyasetine ağırlık koymak, yönlendirmek, konuları irdelemek, öncelikleri belirlemek, yapılması gerekenleri ortaya koymak onların görevi. Hepimizin görevi de onlara bu çabalarında yardımcı olmak, destek olmaktır.
 


EGEDESONSÖZ: Yani siz sessiz kalarak mı yardımcı olmayı seçtiniz?
 
BAYKAL: Yani burada yapılması gereken şey, bunu yapan insanlara destek olmaktır. Yardımcı olmaktır. Ben olsam şöyle yaparım diye herkes devreye girecek olursa, olmaz. Yanlış olur. Olması gereken, olan bir yönetim var. Yetkisi belli görevi üstlenmiş, onlar bunu yapıyorlar, bırakacaksınız yapacaklar. Yardımcı olacaksın, desteğini vereceksin, katkını yapacaksın. Yanlış olduğu zaman uyaracaksın. Söyleyeceksin.
 
EGEDESONSÖZ: Desteğin de bir talep olarak gelmesi gerekmez mi? Geliyor mu?
 
BAYKAL: Talebe gerek yok. Hepimiz partiliyiz, görevimiz zaten yardımcı olmaktır, destek olmaktır. O konularda bir tereddüt yok. Ama sizin açmak istediğiniz konuya yönelik, belki şunları söylemek mümkün. CHP olarak Türkiye’nin gidişatı ile ilgili belli teşhisler koyduk. Alanlar belirledik ve ona yönelik çalışma yaptık. Bir mücadele yaptık. Ve mücadele sırasında Cumhuriyet Halk Partisi, belli bir işlev, belli bir etkinlik sergiledi.
 
EGEDESONSÖZ: Kendi genel başkanlık döneminizi kastediyorsunuz, değil mi?
 
BAYKAL: Evet, ayrılıncaya kadar olan dönemi kastediyorum.
 
EGEDESONSÖZ: Sizin ulusalcı, Kemalist, cumhuriyetçi duruşunuzla…
 
BAYKAL: Böyle tanımlamalara gerek yok bence.
 
EGEDESONSÖZ: Ama onlar ihtiyaç olduğu için…
 
BAYKAL: Tabii tabii, biliyorum. Biz bir görev belirledik ve o görev doğrultusunda politikalar ortaya koyduk ve çalıştık. Neydi? Türkiye’de mesela AKP’nin izlediği politikalarla ulusal kimliğimizin, bütünlüğümüzün sorgulanmaya başladığını ve terörle Türkiye’de gerçekleştirilmek istenen ayrışmaya, iktidarın kendi zihniyeti ve politikalarıyla katkı yapmakta olduğunu tespit ettik. Ve bunun yanlış olduğunu anlatmaya yönelik ciddi bir çalışma sergiledik. ‘Bu yaptığınız yanlıştır, siz Türkiye’yi ciddi şekilde terörle tehdit eden güçlere katkı veriyorsunuz, bunların etkinlik kazanmasına neden oluyorsunuz, onları himaye ediyorsunuz, terörü bertaraf etmenin yolu, terörün nabzına göre şerbet vermek değildir’ dedik. Bu önemli bir tespitti. Onlar da tam tersini uyguladılar. Terörle ilişki kurdular, irtibat kurdular, onlara ödünler verdiler, onların bekleyişlerini karşılamaya çalıştılar, belli ölçülerde… Ve böylece terörü gündemden düşüreceklerini, etkisiz kılacaklarını ve çözeceklerini umut ettiler.
 
EGEDESONSÖZ: Peki sizin bu konudaki uyarılarınız, seçmen nezdinde karşılığını bulmuş muydu?
 
BAYKAL: Şimdi bunu tarif edeyim, onu da irdeleriz. Böyle bir temel bir farklaşma oldu aramızda. Onlar bir yandan Türkiye’de terörle bir uzlaşma ve işbirliği içine giriyorlardı, bir yandan da Roj’un dediği adımları atarak, onların önerilerini hayata geçirerek bu konuları çözmeye çalışıyorlardı.
 
EGEDESONSÖZ: Niyetleri yine de iyiydi diyorsunuz.
 
BAYKAL: Elbette. Yani bunu bir yaklaşım diye düşündüler belki. Kötü niyet söylemek istemiyorum ama terörle işbirliği yaparak, uyum içine girerek onları iddialarından vazgeçirecekleri, etkisizleştirecekleri ve pasifize edecekleri umudu içinde davrandılar diyelim…
Ama bunun böyle olması mümkün değil, terörün etkisizleştirilmesi lazım, dünyanın her yerinde silah ortadan kalkmadan işbirliği, uzlaşma olmaz. Bunlar bir yandan, işte Oslo’da yapılan açıklamalar da gösteriyor; müzakere yapıyorlar, bundan hemen kısa bir süre önce Tokat’ta saldırı yapılıyor ve o saldırı yapanların temsilcisine iktidarın temsilcisi diyor ki, ‘sizi Güneydoğu’da rahatsız eden vali, emniyet müdürü, kaymakam varsa söyleyin, biz onlar hakkında gerekeni yaparız, siz hiç merak etmeyin’ diyerek onlara sıcak mesajlar veriyor. Böyle bir tablo içinde Türkiye’nin terörle mücadele yapması mümkün değil, onu başarıya götürmesi de mümkün değil. Bizim anlayışımız yaklaşımımız, bu varsayımlara dayanıyor idi başlangıçta… Biz bunu Türkiye’ye anlatmaya çalıştık, iktidara anlatmaya çalıştık. Tabii, yani ‘iyi niyetle, uzlaşmayla, temas kurarak her şey halledilebilir’ anlayışı içinde olan herkes, bundan belki pek hoşlanmadı. ‘Ya, işi yokuşa sürüyorsunuz, bırakın işte konuşsunlar, halletsinler’ falan havasına girildi. Ama bakın bugün hangi noktadayız? Geldiğimiz noktada iktidar da görmüştür ki, bu yolla amaca ulaşmak mümkün değildir.
 
EGEDESONSÖZ: Açılımı da Habur’u da bir hata olarak görüyor iktidar milletvekilleri şu an…
 
BAYKAL: Hah! Şimdi ne oldu, onu kim hata olarak görüyordu başlangıçta? Biz görüyorduk. Onlar onu başarı olarak anlatıyordu ve biz bunun yanlış olduğunu söylüyorduk.  Şimdi onlar, o yanlışı denediler, o yanlışı uyguladılar, o yanlışla sonuç almaya gayret ettiler ve alamadılar. Ve şimdi onlar alamadıklarını gördüler, farklı bir anlayışa, yani mücadele etmek gereğini kabul ederek o istikamete girmeye başladılar. Bu neyi gösterir? Bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlangıçtan beri bu konuda ortaya koyduğu politikanın, izlediği tutumun haklı olduğunun yaşanan gerçeklerin ışığında, kendisiyle öyle düşünmeyen iktidara da kabul ettirdiğini gösterir.
 
EGEDESONSÖZ: Peki bu doğruydu dediğiniz politikanız, niye anlaşılamadı?
 
BAYKAL: Şimdi bu… Siyasette başarının ölçüsü yani, alınan oydur diye düşünmek yeterli olmayabilir. Eğer zaman sizi haklı çıkarıyorsa, sözlerinizin politikalarınızın doğru olduğu görülüyorsa, bunun da bir önemi, bir değeri vardır. Şimdi bunu gönül isterdi ki bütün Türkiye’ye anlatabilseydik…
 
EGEDESONSÖZ: Burada kendinizde de bir eksiklik aramanız gerekmiyor mu?
 
BAYKAL: O ayrı, onu bilemem, şartlar konjonktür bu; elindedir, değildir siyasetçilerin, kontrolündedir, değildir… Onlara girmiyorum.  Yani önemli olan bir politikayı Cumhuriyet Halk Partisi temsil etti, o politikanın haklılığı zaman içinde ortaya çıktı. Bu çok önemli bir olaydır. Bunu kim kabul ediyor? O politikayı reddeden iktidar, uygulamasıyla bugün o noktaya geliyor. Bazen öyle bir noktaya geliyor ki, (gülümsüyor) Cumhuriyet Halk Partisi’nin söylemi, bir bakıyorsun iktidarın ağzında. Şimdi ağzında! Eskiden daha önce neydi? Habur söylemiydi. O söylem sırasında biz bunun yanlış olduğunu söylüyorduk. Şimdi o noktaya iktidar da geldi. Şimdi buradan geride bıraktığımız dönemde ne oldu konusunda… Terör, Türkiye’nin en önemli konusu. CHP bu konuda bir politika ortaya koydu. Bu politika zamanın testinden, sınavından başarıyla geçmiş bir politikadır Türkiye şartlarında. Bugün o noktaya gelinmiştir.
Başka bir şey söyleyeyim. Mesela Avrupa Birliği konusunda… Bunlar hep tartışılan politikalarımızdı bizim. Avrupa Birliği konusunda bir politika söyledik. AB ile tam üyelik ilişkisine girilmesini, benden daha çok isteyebilecek çok fazla insan olduğu kanısında değilim Türkiye’de. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Avrupa Birliği ile tam üyelik ilişkisi içine girmesini istemesi kadar doğal bir şey yoktur. Bu yolu süreci açan Cumhuriyet Halk Partisi’dir, bizim eski genel başkanlarımızdır.
 
EGEDESONSÖZ: Ama karşıymışsınız gibi algılandı o süreçte…
 
BAYKAL: Evet, ama bir dakika… Algı değil bakın, anlamak lazım. Ne söylüyorduk biz? Biz diyorduk ki Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye önerdiği bu yol, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne tam üyeliğe götürmez. Çünkü bize öyle bir yol önermişti ki, 28 tane diğer Avrupa birliği üyesi ülkelere önerilen yolların tümünden, hepsinden farklı olarak. Sadece bize! Ucu açık bir patikayı gösterdiler Avrupa Birliği’ne giriş için. Dediler ki, siz buradan… Biz dedik ki bir dakika. Buradan gitmez oraya dedik. Tayyip Bey’e dedik ki, ‘buradan gitme sakın ha, buradan oraya gitmez’ dedik. ‘Bu yolun sonu tam üyelik değildir’ dedik. Düşündü. Bir an. Dön gel dedim, Türkiye’ye anlatırız birlikte, ben de sana destek olurum. Bu yoldan gitmez, bize de buraya açacaklar, açmalıdırlar. Orayı açsınlar, beraber girelim oraya. Ne yaptılar, o patikadan girdi, o patikadan girince Avrupa Birliği’ne girdik diye şenlikler yapıldı, Kızılay meydanında havai fişekler atıldı öğle vakti… Gazeteler mavi yıldızlarla çıktılar, duy sesimizi Avrupa, giriyoruz, geliyoruz falan diye… Hatırlayın. Ve bizi, bunlar istemiyor falan diye suçladılar, karaladılar. Avrupa Birliği’ne girmek istemiyormuşuz da… Bu patikayla gidilmez oraya, ben onu görüyorum, sen görmüyorsun ama ben görüyorum. Onlara da söyledik, bunun sonu bu. Niye ucu açık demiş. Bakın yığınla engel var, biz onlara hepsini anlattık o zaman. 2004’te… Geldik 2011’e. E şimdi aradan 7 yıl geçti, hangi noktaya geldik? Ne oldu? Geçenlerde bir Alman gazetesi diyor ki, ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olarak gireceğine, Abdullah Gül’den başka Türkiye’de inanan kalmadı!’ Böyle bir haber vardı, Alman gazeteler yazdı bunu. Şimdi bu neyi gösterir? Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak tezler söylemişiz. Siyasette söylediğiniz sözün, zaman içine savunulup savunulmayacağı çok önemli bir olaydır. Biz konuşurken anlık taleplere, bekleyişlere, çıkarlara, onun bunun gönlünü hoş tutma anlayışına göre değil, ülkenin uzun vadeli çıkarlarına göre tavırlar takındık. O takındığımız tavırlar bazen haksız yere yanlış anlamalara yol açtı, tepkilere yol açtı, kızgınlıklara yol açtı… Çünkü herkes işin kolayında, oluversin havasına girmeyi tercih eder bir noktadaydı, böyle olmadığı yaşanarak görüldü ve çok haklı olduğumuz ortaya çıktı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin izlediği politika bence, olayların sınavından başarıyla geçmiş bir politikadır. Terör konusunda izlediğimiz politika, Avrupa Birliği konusunda izlediğimiz politika…
Başbakan ‘laiklik dinsizliktir’ diye yıllarca propaganda yaptı, şimdi Kahire’de ‘laiklik şarttır, islamiyetle laiklik bir arada olur’ diye açıklama yaptı. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunu, yüzümüzde müstehzi bir gülümsemeyle izliyoruz yani.  
 
 

EGEDESONSÖZ: Ama bir de şu var. Laiklikle ilgili konularda sizin korku veren, ‘aman korkun’ tarzındaki söylemleriniz de yerini tam bulmadı. Öngörünüz yanlış çıkmış olmadı mı? Sonuçta şeriati getireceğini varsaydığınız parti, laikliği savunuyor dünyaya, Araplara.. Bahsettiğiniz haliyle korkulacak durum yaşanmadı 9 yılda, Türkiye bir şeriat devleti olmadı.
 
BAYKAL: Anlıyorum ne sormak istediğinizi… Sizin düşünmeniz gereken şey şudur. Böyle bir mücadele verilmemiş olsa, ne noktada olurduk? Yani o mücadelenin Türkiye’de caydırıcı, yönlendirici çok ciddi sonuçları olmuştur. Anayasa Mahkemesi mesela, AKP’nin laikliğe yönelik bir tehdit olduğu tespitini yapmıştır o zaman. Yaptırımını ona göre yönlendirdi ayrı bir iştir ama bu tespitlerin, o mücadelenin bir etkisi olmamış mıdır? Yani o konudaki duyarlılığımız çok temel bir nokta.
Ayrıca bir noktaya daha geleyim. Türkiye bir referanduma sürüklendi. Bu referanduma giderken, Anayasada 26 maddede değişiklik öneriliyordu. Biz o zaman çıktık dedik ki, ‘bu 24 tane maddeyi getirin meclise geçirelim. Bitirelim. Şu iki tane maddeyi millete götürelim, tartışalım.’ Hayır dediler. Cumhurbaşkanı da o zaman bu ayrımı yapmaktan kaçındı, başbakan da kaçındı ve hepsini bir araya soktular. Ve o 26 madde birden ele alındı. Oradaki 24 madde o iki temel maddeyi kamufle etmek için ortaya konulmuş, hiçbir kimsenin ciddiye almadığı, iktidarın da ciddiye almadığı, ama halkı aldatmaya yönelik maddeler olarak oraya konmuştu. Bakınız, 12 Eylül ile hesaplaşılacak denildi, kadına pozitif ayrımcılık denildi; kadının en ıstırap çektiği dönemin içinden geçiyoruz. Diğerlerinin tümü öyle! Göstermelik. Hiçbir anlam taşımıyor, memurlarla ilgili vaatler…
 
EGEDESONSÖZ: Sizin ayıralım dediğiniz?
 
BAYKAL: Biz onların hepsini çıkaralım demiştik. Ama iki tane madde var; HSYK ve Anayasa Mahkemesi. Bakın şimdi Türkiye bir yargı krizinde bugün. Bunun temelinde ne var? Bu olaylar var.  Şimdi sorun vatandaşlara, Deniz Feneri davasının böyle bir seyir izlemesinden mutlu mudurlar? Yani savcılarla oynama, alınan tahliye kararları, Almanya’da mahkum olmuş, Almanya mahkeme kararı almış ‘asıl suçlular Türkiye’de’ diye. Bunların hepsi şimdi tahliye olmuşlar. Yani bu Türkiye’nin gerçekten hak ettiği bir yargı süreci midir? Peki bu yargı süreci böyle tatsız bir mecraya girmişse, referandumda değiştirilmiş olan HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili maddenin buna yol açtığını görmezlikten gelmek mümkün mü? Referandumda o maddeler geçmemiş olsaydı, bu Deniz Feneri süreci böyle yaşanır mıydı?
 
EGEDESONSÖZ: Veya İzmir’deki süreç….
 
BAYKAL: Evet. Aynı şekilde. Şimdi bunlarla hukuk duyarlılığı konusunda ortaya koyduğumuz anlayışın ne kadar geçerli, önemli olduğuna dikkati çekmek için söylüyorum. Şimdi bugün Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye çok önemli sorumluluklarla karşı karşıya. İktidar, çok uzun süre Türkiye’nin toplumsal yapısıyla, çok sakıncalı, tehlikeli oyunlar oynadı. Sonra bu yolun çıkış yolu olmadığını belki gördü; bilemiyorum gördü mü? Bir süre sonra bu değişir, değişmez, onu da bilemiyorum önümüzdeki günlerde. Ama şimdi artık onu sürdüremez hale geldi. Ama bu o tehlikenin tümüyle ortadan kalktığı anlamına gelmez. Türkiye’de o ciddi bir sorun olmaya devam ediyor.
 
EGEDESONSÖZ: İktidar derken, Başbakan’ı mı kastediyorsunuz?
 
BAYKAL: Ayrım yapmak imkanı yok.
 
EGEDESONSÖZ: Son günlerde biliyorsunuz ciddi ayrışmalar var.
 
BAYKAL: Ama işte onlar ne ölçüde ciddi, yaşayacağız göreceğiz onları…
 
EGEDESONSÖZ: Danışıklı olabilir mi?
 
BAYKAL: Başbakan’ın üslubu, artık AKP’yi izam ediyor, ben öyle kabul ediyorum. Yani o konuda bir tereddüt varsa, önümüzdeki günlerde bir ayrışma çıkarsa, bakarız.
 
EGEDESONSÖZ: O konuda bir yorum da, Ak Parti iktidarına karşı ciddi bir muhalefet olmadığı için, demokrasinin yapısı gereği; muhalefetin, iktidar partisi içinden doğduğu şeklinde. Buna katılır mısınız?
 
BAYKAL: (gülümsüyor) Şimdi bunlar tabii serbest yorumlar… Herkes kendine göre bir şey söylüyor. Ama acı gerçek şu ki, AKP 2010 yılında yüzde 34-35 düzeyine inmişti, 2010 başında… CHP yüzde 28-29 aralığındaydı. Ve önümüzdeki seçimde biz Cumhuriyet Halk Partisi’nin birinci siyasi parti olmasını umut ediyorduk ve onun için çalışıyorduk. Cumhuriyet Halk Partisi yükselişte bir parti idi, AKP de inişte bir parti idi. 1.5 yıl öncesini konuşuyoruz. 1.5 yıl önce AKP öyle bir eli yağda, bir eli balda tek başına istediğini yapar bir vaziyette değildi. Yüzde 34-35’lerdeydi. Ve CHP de yükselen bir siyasi partiydi.
 


EGEDESONSÖZ: Şimdi, AKP’nin bir eli yağda, bir eli balda mı peki?
 
BAYKAL: Olmaması gerekir.
 
EGEDESONSÖZ: Referandumu nasıl bir faktör olarak görüyorsunuz?
 
BAYKAL: Referandum önemli bir olay tabii. Referandumda bakın, çeşitli tercihler ortaya çıktı maalesef. Siyasetin ana ekseninde temel konulardan birisidir bu referandum konusu da. Daha önce mesela 1 Mart, siyasetin bir ana ekseniydi. Referandumda iktidara karşı etkin bir mücadele verme, kararlı, doğru bir platformda etkin bir mücadele verme gereği, ikinci bir ana eksendi. Bunu özellikle söylüyorum, çünkü bugün geldiğimiz noktada bazı çevrelerde ‘ya 1 Mart’ta karşı çıkarak hata ettik. Keşke 1 Mart’ta teskereyi biz de destekleseydik’ duygusu, düşüncesi şekilleniyor. Hatta bazı çevrelerde de ‘referandumda keşke biz de evet deseydik’ diyenler oluyor. İşte bu çok temel, derin bir kafa karışıklığıdır. Böyle bir kafa karışıklığını hızla aşmak lazımdır. Yani eğer siz bir yandan 1 Mart’ta hata ettik duygusuyla siyaset yapıyorsanız, ya da referandumda keşke biz de evet deseydik diye bakıyorsanız, sizin bu mücadelede başarılı olma şansınız yoktur. Bu mücadelede başarılı olma şansı, AKP çizgisine temel noktalarında ona meydan okuyabilmektir, hayır diyebilmektir. Düşünün, eğer referandumda biz evet deseydik, bugünkü HSYK’yı ne yüzle şikayet edecektik Deniz Feneri davasının içine girdiği bu halden? Silivri’deki tablodan ne diye şikayet edecektik? Türkiye’de yaşanan yargı krizi, İzmir’de yaşanan yargı skandalları konusunda nasıl şikayet edecektik? Eğer girmiş olsaydık… Şimdi yani bunu göremiyor musunuz?
 
EGEDESONSÖZ: Orada tabii farklı görüşler var. İktidar derken Başbakanı mı kastediyorsunuz diye onun için sordum. Çünkü onun bir Pensilvanya’sı, Köşk’ü…
 
BAYKAL: Bunlar hep fantezi, hep fantezi… Biz karşımızda hep Başbakanı görüyoruz, Başbakanla tartışıyoruz.
 
EGEDESONSÖZ: Bize aslında AKP iktidarıyla 8 yıl boyunca Genel Başkan sıfatıyla yaptığınız tutarlı mücadeleyi/muhalefeti anlatıyorsunuz. Terör, laiklik, AB gibi temel konular üzerinden… Siz tutarlılıklarınızı anlatırken CHP’nin 1,5 yıllık Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na getirilen en büyük eleştiri ise tutarsızlık. Özellikle de Başbakan Erdoğan ve ekibi tarafından ‘dün öyle dedin bugün böyle dedin’ diye eleştiriliyor Kılıçdaroğlu ve arkadaşları… Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

BAYKAL: Şimdi AKP’nin, başbakanın bize yönelik eleştirileri bir yana..
 
EGEDESONSÖZ: Ama hatırladığımız kadarıyla siz hiçbir zaman tutarsızlıkla suçlanmadınız. ‘Deniz Baykal dün böyle demişti, bugün böyle diyor’ demedi kimse ama..
 
BAYKAL: Olabilir, olabilir. Benim hakkımda söylediği ne kadar geçersiz, anlamsız laf var yani. Bu, başbakanın suçlamaları, bizim için referans değil. Onlarla meşgul değiliz. Bizim için önemli olan partinin siyasi kimliğinin, ilkelerinin içtenlikle sahiplenilmesi ve savunulmasıdır. Ve Türkiye için, dünya için çok önemli, hala çok önemli, şu anda da gelecekte de çok önemli olacak bir ilkeler, değerler bütünüdür Cumhuriyet Halk Partisi. Dünyanın çok önemli bir değişim projesidir CHP’nin arkasındaki model. O değişim projesinden alınacak çok dersler vardır, çok önemli sonuçlar çıkmıştır. Ama büyük bir olaydır bu. Ve bizim bu olayı, temel ilkeleriyle, siyasi doğrultusuyla, siyasi kimliğiyle sahiplenmeyi bilmemiz lazımdır, bu çok temel bir olaydır. Elbette parti kendi doğrultusunu, politikalarını sürekli irdeler, tartışır, sorgular, yeniler, bu da çok doğal bir olaydır. Parti kendisini aşmaya çalışır çok doğaldır. Ama partinin özünü ve kimliğini, inanarak sahiplenmek lazımdır.
 
EGEDESONSÖZ: Bu değişimi sağlamak için bile…
 
BAYKAL: Evet, değişimi sağlamak için de gereken, partinin özünü ve kimliğini inanarak, bilerek sahiplenmek lazımdır. Cumhuriyet Halk Partisi’ni etkisiz kılmak isteyenlerin Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde bir kimlik krizi yaratmak istediklerini görüyorum. Bu tuzağa düşmememiz lazımdır. CHP’nin kendi içinde bir kimlik krizi, bir siyasi bunalım arayışlarına/ tuzaklarına, Cumhuriyet Halk Partisi kesinlikle düşmemelidir. Tarih boyunca Cumhuriyet Halk Partisi her zaman yenilenmiştir, değişmiştir. İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nden farklıdır. Ecevit’in Cumhuriyet Halk Partisi ondan farklıdır. Ondan sonraki dönemler o farklılaşma sürekli devam etmiştir, bundan sonra da edecektir. Ama bütün bunların ötesinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir temel kimliği, özü vardır; ki o, daima varlığını sürdürmüştür bu uzun tarih boyunca. Ona saygı göstermek lazımdır, onu temel almak lazımdır, o konuda bir iç tartışma zeminine partiyi sürüklemek isteyenlerin oyununa gelmemek lazımdır. Birinci temel nokta bu.
 


EGEDESONSÖZ: Sizin anlattığınız, harici bedhahlar…
 
BAYKAL: Yani dışardan daima sorgulanır Cumhuriyet Halk Partisi’nin çizgisi kimliği de… içimizden, bizim bu tuzağa düşmememiz lazımdır. Kendi kimliğimizin, kendi siyasi özümüzün değerini önemini çok iyi bilmek lazımdır. . Bu, evrensel bir değerdir Cumhuriyet Halk Partisi’nin o bahsettiğim kimliği, özü; dünya çapında büyük önemi olan bir olaydır. Bakın bütün dünya şimdi Arap baharı tartışmasını yaşıyor. O tartışmanın şöyle 5-6 ayda geldiği noktaya bakınız. 5-6 ayda nereye gelmiştir? Buna karşılık Türkiye’nin bir büyük dönüşümü, tarihsel dönüşümü kendi inançlarını, kendi kimliğini, kültürünü bir yandan sahiplenirken öbür taraftan onu bir hukuk devletine doğru, bir cumhuriyet düzenine doğru… Yani insanın vatandaş olduğu, herkesin inancı/mezhebi/etnik kökeni ne olursa, herkesin eşit vatandaş/yurttaş olduğu bir cumhuriyet düzenine doğru dönüşümü, bir demokrasiye doğru dönüşümü… Yani insan haklarının giderek daha çok güvence altına alındığı, basının daha özgür bir noktaya getirildiği, yargının daha bağımsız olduğu bir düzene doğru Türkiye’nin kararlı bir biçimde, son bir iki yıla, birkaç yıla gelinceye kadar kat ettiği o büyük mesafeyi düşünün. Bu işte Cumhuriyet Halk Partisi’nin temsil ettiği o büyük düşüncenin açılımıdır. Yani dünya çapında bir olaydır bu. Bir başka modeli de yoktur. Türkiye modeli dedikleri aslında Cumhuriyet Halk Partisi modelidir.
Bir; şimdi bunu bilmemiz ve sahip çıkmamız lazımdır. İki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin elbette sürekli kendisini aşmasına gerek vardır. Bulunduğu noktadan memnuniyet duyup gayreti/çabayı bırakmaması lazımdır. Sürekli yenilenmesi, değişmesi lazımdır. Ama partiyi bu noktalara taşımış olan insanlarına saygıyı, hiçbir zaman unutmaması lazımdır.
 
EGEDESONSÖZ: Burada derin bir mesaj alıyorum ben…
 
BAYKAL: (Gönül Soyoğul’a bakarak) Umarım kişisel bir mesaj almıyorsundur.
 
EGEDESONSÖZ: Ben Mustafa Kemal’den başlayarak aldım bu mesajı.
 
BAYKAL: (Ümit Yaldız’a hitaben) Bravo, çok doğru çok doğru düşünmüşsün. Partiyi bugünlere taşıyan insanlarına derin bir saygı göstermesi, onların önemini, kıymetini çok iyi bilmesine ihtiyaç vardır. Yani partililer birbirlerine ayak bağı gibi algılama yanlışına sürüklenmemeliler.
 
EGEDESONSÖZ: Tasfiyeden, bir ötekileştirmeden de söz ediliyor.
 
BAYKAL: Evet, yani partimizin içinde bulunduğu durumdan memnun olmayabiliriz. Onu daha ileriye götürmeyi isteyebiliriz, istemeliyiz. Ama bu nu başaramadığımız zaman, bunun sorumluluğunu ne partimizin ilkelerine, ne de partimizin en güç koşullarda büyük mücadele, çaba ile sıfırdan partiyi bugünlere getirmiş olan insanlarına fatura çıkarmamalıyız.
Ayrıca partimizin Türkiye için öngördüğümüz modeli… Yani, Türkiye’yi vatandaşların cumhuriyetini temel alan, insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeyen, kadın-erkek arasında ayrım gözetmeyen, zengin fakir arasında ayrım gözetmeyen, diplomalı-diplomasız arasında ayrım gözetmeyen, köylü- şehirli arasında ayrım gözetmeyen, inancına göre, mezhebine göre, etnik kökenine göre ayrım gözetmeyen, bunları görmeyen bir insan; yurttaş, vatandaş anlayışına dayalı devlet düzenimizi; kendi partimizin içinde de aynı şekilde korumanın çok temel bir görev olduğunu unutmamalıyız. Çoğulcu ama çoğunluk içinde bütünleşmiş bir parti anlayışını hayata geçirmeliyiz. Partimizi bu değişimlerini unutmadan gerçekleştirmeliyiz. Biz herkesin cumhuriyetiyiz, biz toplumun bütün kesimlerinin, kendisini mutlulukla bir parçası hissedecekleri bir Cumhuriyet Halk Partisi’yiz. Her kesim Cumhuriyet Halk Partisi içinde mutluluk içinde yer tutabilmelidir.  Hiçbir kesim kendisini dışlanmış saymamalıdır. Bunlara özen göstermeliyiz. Bunlara özen göstermemiz halinde, ben inanıyorum Türkiye’nin sorunlarını da daha etkin şekilde çözecek bir Cumhuriyet Halk Partisi gerçeğini oluştururuz ve öyle bir Cumhuriyet Halk Partisi ile önünüz çok daha açık olur.
 
EGEDESONSÖZ: Az önce söylediğiniz her bir sözde ayrı bir mesaj vardı, her şeyden önce bir parti büyüğü refleksi algıladım. Parti bir kongre süreci yaşayacak şubattan itibaren. Ertelenen bir kurultay süreci yaşayacak. Bu sürecin yeniden tüm bu söylediğiniz mesajların altında gizli olan rahatsızlıklardan ötürü kesintiye uğrayabileceği, bir olağanüstü kurultayla CHP’nin karşı karşıya gelebileceği gibi bir ihtimal var. Siz bu ihtimallerin neresinde olacaksınız? Bu İzmir ziyaretlerinden bizim aldığımız enerji, dahası İzmir’deki belediye başkanlarının/İzmirlilerin/partililerin, havaalanında karşılama manzarasının başka bir anlamı var yorumunu yapıyoruz ister istemez….
 
BAYKAL: Açık sor, açık sor… Sorunu rahat sor.
 
EGEDESONSÖZ: Bu önümüzdeki dönemde yeniden bir görev düşerse size, tüm bu hassasiyetler içerisinde, bizzat olacak mısınız, yoksa bir dizayner, bir akil parti büyüğü, ağabey olarak, partinin kaydığı iddia edilen eksenini yerine getirme noktasında bir görev mi alacaksınız?
 
BAYKAL: Çok açık olmak lazım. Pek çok zihinde böyle bir soru var. Çok açık şekilde söylemek isterim. Benim başkanlık isteme, genel başkanlığa talip olma konusu açısından söyleyeceğim şudur. Artık benim için genel başkanlığa talip olma, genel başkanlık arayışına yönelme, geride kalmış bir konudur. Yani ben talip olarak ve isteyerek genel başkanlık çalışması yaptım, 18 yıl da genel başkanlık yaptım. Şimdi bu geldiğimiz noktada benim bir genel başkanlık talebinde bulunmam, genel başkanlık arayışına yönelmem, hiçbir şekilde benim açımdan söz konusu olamaz. Cumhuriyet Halk Partisi kapanmıştı biz Cumhuriyet Halk Partisi’ne yöneldiğimiz zaman. Onu aştık, yola çıktığımız zamanki tabloyu bilirsiniz. 3.70’le başladık ve CHP’yi yükselen bir güç, büyüyen bir güç, AKP ile arasını 4-5 puana indirmiş, bir siyasi güç noktasında, bilinen şartlar içinde ayrılmak durumunda kaldım. Ayrılırken yaptığım konuşma da hatırlardadır. Ben maruz kaldığım tertibin aslında benim ötemde partiye yönelik bir tertip olduğu kanısındaydım. Ve dolayısıyla Türkiye’ye… Ve bu bakımdan buna karşı tavır takınmanın başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere herkesin görevi olduğunu düşünüyorum, söylüyorum.
Şimdi geldiğimiz noktada ortaya çıkan tablo açıktır. Bu tablo benim bir kişisel arayış içine girmeme yol açacak bir tablo değildir. Ben partimin iyi olmasını isterim, daha iyi olmasını isterim. Bizim taşıdığımız noktadan çok daha ileriye gitmesini isterim. Çok daha etkin olmasını, bizim ulaşabildiğimiz etkinlik noktasından çok daha ileri etkinlik noktasına ulaşmasını isterim. Türkiye açısından da bunun ne kadar önemli olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu doğrultuda bana düşen görev destek vermek, katkı yapmaksa, bunu memnuniyetle yaparım. Uyarı yapmaksa, uyarılarımı yaparım. İhtiyaç olduğunu görüyorum.. O noktalarda dikkatli olmamıza gerek var. Umarım onun gerekleri yapılır ve partimiz hak ettiği, güç noktasına doğru yönelir. Bundan çok büyük bir mutluluk duyarım. Çabamız, partimizin bu doğrultuda ilerlemesidir. Bunu gerçekleştirecek herkese sonuna kadar katkı yaparım, destek veririm, hiçbir kişisel talebim olmaz.
 


EGEDESONSÖZ: Bazen insanın gerçekten kişisel talebi olmaz. Ama öyle şartlar oluşur ki, istemeseniz de sizi birileri iter, gerçekten karşı koyamazsınız ve çok da gönüllü olmadığınız halde o yola girersiniz ya… Bunun siyasette de örnekleri var. Böyle bir noktada peki?
 
BAYKAL: Böyle bir noktaya gelmeyeceği konusunda sen yeterli derecede iyimser değilsin galiba? Ben o konuda umudumu koruyorum. Yani ben Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok büyük gerginliklere sürüklenmeden, kendi içinde, doğru istikamette ilerlemenin yolunu bulacağına inanıyorum. Kendi iç kavgasını, tartışmasını tahrik etmenin bir yarar getirmeyeceğini, herkesin hızla anlamasını istiyorum. Parti kadrolarına karşı daha sağlıklı, daha kucaklayıcı, toparlayıcı bir tavrın hızla egemen olmasını istiyorum. Bunun da olacağına inanıyorum ve bunu sağlamaya çalışıyoruz.
 
EGEDESONSÖZ: İzmir’e daha önceki ziyaretlerinizde, diyelim ki 10 ziyaretiniz olduysa, bunun dokuzunu muhabir olarak izledim. Sizin İzmir’e geldiğinizde enerjinizin değiştiğine şahit oldum. Ne hissettiriyor size İzmir?
 
BAYKAL: Birçok temel konuyu gündeme getiriyor bu soru. Yani kent-insan ilişkisi.. Kent- siyasetçi ilişkisi… Geçenlerde İzmirli bir yazar, bu konuda makale yazdı.
 
EGEDESONSÖZ: Yılmaz Abi mi?
 
BAYKAL: Bravo… Yılmaz Karakoyunlu’nun yazısıydı. Karakoyunlu bir İzmirli, bir kültür adamı, bir sanat adamı, edebiyatçı… Siyasetçilerin İzmir’e bakışlarıyla ilgili bir yazı yazmış, orada beni de ‘bir Ankaralı’ diye tasnif etmiş. Baykal da bir Ankaralıdır falan diye.. Benim Ankara’ya saygım var tabii, çok büyük saygım var. Ama İzmir olayı bambaşka bir olay… Önce beni insan olarak çarpar İzmir, bir Antalyalı olarak İzmir bambaşka bir enerji heyecan- ilgi yaratır. Bir siyasetçi olarak da İzmir’i benim bambaşka bir yere koymak mecburiyetim var. Başka bir şey düşünülemez. İzmir, bizim ülke siyasetinin yüz akı bir kent; hiç şüphesiz. Her yönüyle benim çok derin, duygusal, entelektüel, bağlılık içinde hissettiğim bir ortam İzmir ortamı. Tarihiyle, insanlarıyla, iklimiyle, kendine göre kozmopolit yapısıyla, yaşam tarzıyla muhteşem bir kent. Çok haklısın, ben de kendimde onu hissediyorum. Yani İzmir’e her gelişimde İzmir’in değişik ortamlarında ki, buna Kadifekale dahildir, işte mesela Seferihisar’da hiçbir yerde duymayacağım duyguları yaşadığımı bilirim kendi iç dünyamda. Gerçekten İzmir’den etkilenmemek mümkün değil. Yılmaz Karakoyunlu hakkımı teslim etsin yani. Ben bir İzmirliyim. İzmir kategorisindeyim.
 
EGEDESONSÖZ: Siyasette uzun süreli dostlukların uzun süreli kırgınlıkların olmayacağı bir realitedir herhalde. Bu, hep böyle yazılır çizilir, siyasetçiler tarafından da söylenir. Sizin, birlikte 10 yıl genel sekreterliğinizi yapan Önder Sav’la bir kırgınlığınız oluştu herhalde, süreç nedeniyle. Ama şu anda otelin dışında da görüyoruz ki, dün havaalanında da Ankara’daki toplantıları duyuyoruz, iki ekibin bir araya geldiğini, görüşmelerin sürdüğünü…
 
BAYKAL: İnsanları tarif ederken, kavramları değiştirmek lazım… Artık bunlar anlamını kaybediyor.
 
EGEDESONSÖZ: Bir belediye başkanı diyor ki, ‘siyasette dostluk da yoktur. Düşmanlık da… Dostluğa, vefaya, arkadaşlığa önem verenler, siyaset yapmamalıdır’ diyor. Ne diyorsunuz, katılır mısınız?
 
BAYKAL: Yok, hayır, hiç katılmam. Bu tabii bir olaya dikkati çekiyor, vurgu yapıyor. Haksızdır diyemem. Böyle bir olay vardır. Ama onu taşımasını biliyorsa, bunu anlayışla karşılayabiliyorsa ve onlardan dolayı çok, dünyaya bakışının temellerini sarsmamayı başarabiliyorsan, mesele yoktur. İnsanları anlamak lazımdır. İlk soruya dönersek, benim kesin elini sıkmam, selam vermem, yüzüne bakmam diyeceğim bu uzun siyasi yaşamımda, bir tek kişi bile olmamıştır. Bir tek kişi bile… Ben onu, sorunun özüyle ilgili söylemiyorum, bir temel ilke diye söylüyorum. Düşünün, hiçbir kişiye bu uzun siyasi yaşamım boyunca, bir tek kişiyle bile böyle ilişki kurmadım. Kavga etmedim değil, ters düşmedim değil. Tartışmadım, çekişmedim değil insanlarla. Kızgınlıklar yaşamadım değil. Bunların hepsini yaşadım. Ama bütün bunların ötesinde, onların temelinde, insanları anlamaya çalışıyorsan, kim, niçin o yaptığı gibi yapıyor, bunu anlayabiliyorsan, bu soruyu sorabiliyorsan ve onun açısından bakıp bunu anlayabiliyorsan… Belki yine kırgınlık mırgınlık hissediyor olabilirsin ama olayı çok rahat aşıyorsun. Ve ben bunu herkes için yaptım. Bu son dönemde yaşadığımız olaylar tabii çok toplumun gözü önünde yaşandığı için, herkes ona odaklı olarak bakıyor ama bilmeni istiyorum, hiçbir şekilde en küçük bir böyle gönül kırıklığı, kızgınlık, düşmanlık husumet duygusu, kimseye yönelik olarak içimde yoktur. Bütün bu yaşadığımız acı olaylara rağmen…
 
EGEDESONSÖZ: İki yıldır sizi aynı fotoğraf karesinde göremedik. Yakında görecekmişiz gibi bir algı, sıcaklık hissettim…
Şöyle diyebilir miyiz? Herkesin gönlünde bir Mevlana olmalı…
 
BAYKAL: Evet, benim Mevlana’ya yönelik özel ilgimin boşuna olmadığını da sen böylece gözlemlemiş oluyorsun herhalde değil mi?
 
EGEDESONSÖZ: Evet biliyorum. Bu söze katılır mısınız peki? Herkesin gönlünde, özellikle siyasetçilerin gönlünde bir Mevlana olmasına?
 
BAYKAL: Elbette. Gerçekten öyle. Herkesin gönlünde, özellikle onların gönlünde... Bu tabii demek değildir ki, ‘bin kere yeminini bozsan da gel’ derken, ‘gel ve yeminini boz’ daveti değildir bu. Ama ‘yeminini bozsan da gel’ davetidir. Gerçekten öyledir. Öyle bir gönül zenginliğine ulaşırsa insan ve ben buna gerçekten inanırım ve Mevlana’yı bu bakımdan çok önemli sayarım. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Çok temel bunlar…
 
EGEDESONSÖZ: Sayın Başbakan’la sizin çok çatışmalı geçen iktidar-muhalefet ilişkinize karşı, bizim görmediğimiz bir insani ilişkiniz de vardı. Şu süreçte bir ameliyat oldu Başbakan. Aradınız mı, görüşüyor musunuz? Böyle insani konular da oluyor mu?
 
BAYKAL: Hayır, hayır. Bir özel ilişkim yok benim Sayın Başbakan’la. Görev gereği, ben onunla ilişkimde üzerime düştüğüne inandığım her şeyi yaptım. Mesela seçimden sonra siyasi hakları olmadığı için milletvekili olamamıştı. Ama yüzde 32 partisi oy almıştı. Ben de ana muhalefet partisiydim ve meclisteydim. Bunu kabul etmem mümkün değildi, içtenlikle mümkün değildi. Yani onunla özel ilişki ve dostluk duygusu içinde değil, tamamen görev duygusu içinde. Bunun mutlaka halledilmesi gerektiğine inandım. Kendisi ile siyasi bakımdan pek çok noktada uzlaşmaz konumda olduğumuz açıktır. Ama demokrasiye inanıyorsak, milli iradeye inanıyorsak, genel başkan olarak yüzde 32 oy almış bir liderin parlamentoda, falan tarihte şöyle bir mahkumiyet yaşadı diye, ömrü boyunca oradan uzak tutulmasını anlamak mümkün değildir.
 
EGEDESONSÖZ: Bundan pişmanlık duymuyorsunuz yani?
 
BAYKAL: Hayır, hayır. Hiçbir zaman, hiçbir zaman…  Ve hiç tereddüt etmeden ve kendisiyle hiçbir özel temas kurmadan, doğrudan kendim bu konuda tavır takındım, açıklama yaptım, anayasayı değiştirdik, cumhurbaşkanı anayasa değişikliğini geri çevirdi. Biz dedik bu onun görüşüdür, biz bunu ona rağmen yaptık. Belki ben Sezer’le daha yakın ilişki içinde diye düşünülürdüm; hiç alakası yok, bunlar ayrı şeyler. Orada bunu yaptık. Bu duygusal değil, görev gereğiydi. Ondan sonra da gene aynı anlayış içinde oldum. Tabii bu son dönemde Türkiye’nin demokratik rejimine çok ciddi bir şekilde Başbakan’ın bir tehdit oluşturduğu kanısındayım. Hiç kuşku yok. Çok açık bir tehdit oluşturduğu kanısındayım. Hiçbir demokratik rejimde kabul edilemez bir zorbalık egemen olmuştur. Hukuk, idare yönetim fevkalede tehlikeli bir şekilde, bu zorbalığın etkisi altına alınmıştır. Böyle bir siyasi değerlendirmem var. Çok açık. Bunlar ayrı. İnsanların maruz kaldıkları acılar üzüntüler konusunda insani duygular taşımanıza engel değildir. Annesini kaybetti, büyük üzüntü içine girdi. Normaldir, saygıyla, sempatiyle izledik bu sürecini. Şimdi bir sağlık sorunu var, Allah sağlık versin, şifa versin. Annesine Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin. Sayın Başbakan’a da Allah sağlık versin. 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları