Devlet Bahçeli; Her parti Türkiye partisi olmak mecburiyetindedir!
MHP Genel Başkanı Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarih sahnesinden çekilmesinin Orta Doğu ve Balkanlar'da büyük bir boşluk meydana getirdi.
Değerli Milletvekilleri,
Muhterem Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Bugünkü toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından, televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda hayat mücadelesi veren tüm kardeşlerimize selamlarımı gönderiyor, şükranlarımı sunuyorum.
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden çekilmesi iki bölgede büyük bir boşluk meydana getirmiş, anılan boşluğu doldurma mücadelesi bu iki bölgede devamlı istikrarsızlıklara sebep olmuştur.
Bahse konu bölgelerden birisi Ortadoğu, diğeri de Balkanlar’dır.
Ecdadımızın dev eserleriyle, devasa hizmetleriyle ve derin izleriyle kuşanmış bu bölgelerin on yıllar boyunca karmaşa ve kriz içinde bocalaması bir bakıma tarihin ve talihin ibret verici neticesidir.
Bir zamanlar her adımını ayrı bir hayal, ayrı bir hedefle attığımız coğrafyalar bugünlerde karanlık planların, kabus senaryolarının tatbik ve talim sahasıdır.
Üstelik bir diriliş ve toparlanış emaresi de görülmemektir.
Gazze’de masumların kanı hala dökülmektedir.
İnsanlık değerleri sukut etmekle kalmamış, barbarlık güncellenmiş, yeni sürümüyle Gazze Şeridi’ni kırıp geçirmiştir.
Modern dünyanın gözü önünde, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere sayıları 35 bini aşan sivil ve mazlum Filistinli kardeşimiz açıkça ve alçakça işlenen soykırım suçunun kurbanı olmuştur.
17 Mayıs 2024 tarihinde Bahreyn’in başkenti Manama’da düzenlenen 33’üncü Arap Ligi Zirvesi münasebetiyle kabul edilen deklarasyonda acilen ateşkesin sağlanmasıyla birlikte bağımsız Filistin devletinin kurulmasına yönelik beklentinin duyurulması en azından ortak bir iradenin teessüsü açısından kayda değer bir gelişmedir.
Bununla ilişkili olmak üzere, Ortadoğu Uluslararası Barış Konferansı’nın toplanmasına yönelik çağrının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği de ileriki günlerde netleşecektir.
Gazze’yi kapsamına alması mecburi olan daha akut, daha akılcı politik tedbir ve teklifler varken uluslararası mahiyetli konferans talebine niçin ihtiyaç duyulduğu bir başka tartışma konusudur.
Küresel vicdan İsrail’e karşı baskısını artırmalıdır.
Uluslararası toplum ve kuruluşlar ateşkes ve barış ortamının tesisi hususunda aralıksız devrede olmalıdır.
Durdurulması gereken terör devleti İsrail’dir.
Susturulması gereken Siyonist ilkelliktir.
Gördüğümüz kadarıyla, İsrail hükümetinde ve İsrail toplumunda bir yarılma söz konusudur.
Savaş karşıtlarının protesto ve gösterileri yoğunluk kazanmıştır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı’nın İsrail Başbakanını ve Savunma Bakanını işlemiş oldukları savaş ve insanlık suçları nedeniyle yakalama kararı müracaatında bulunması caniler için çemberin daraldığını göstermesinin yanı sıra çok önemli bir gelişmedir.
Soykırımcıların kaçışı veya kurtuluşu Allah’ın izniyle yoktur.
Netenyahu gittikçe yalnızlaşmakta, güvendiği dağlara karlar yağmaktadır.
Gazze meselesi hem tarihen, hem vicdanen, hem ahlaken, hem de dinen Türkiye’nin de meselesidir.
Gazze düşerse son yurdumuzun etrafındaki kuşatma sertleşmekle kalmayacak, sık sık ifade ettiğim üzere, milli güvenlik tehditleri katlanacaktır.
Lütfen dikkat buyurunuz, vaat edilmiş topraklar ve son aşamada kurulacak yenidünya düzeni için fethedilecek nihai ülke, Kabala yorumcularına göre Edom’dur.
Edom ise Anadolu’nun ilk çağlardaki adıdır.
PKK aparatı HDP’de eşbaşkanlık görevini üstlenmiş temelsiz bir zatın 2019 yılında söylediği, “buralar vaat edilmiş topraklar, Musa bütün ömrünü bu toprakları aramak için geçirdi” sözleri dün gibi kulaklarımızda çınlamaktadır.
Siyonizmin kuklası bölücü terör örgütüdür.
Sömürgecilerin kara kutusu bölücü mihraklardır.
Anadolu’ya vaat edilmiş topraklar tarif ve tanımı getirenler kanı ve sütü bozuk düşman çevrelerdir.
Anadolu coğrafyası vaat edilmiş toprak değil Türk milletinin varlık hükmü, varoluş hürriyeti, ebediyen vatan hüviyetidir.
Bedeli şehit kanlarıyla ödenmiştir.
Bu kapsamda çıkaracağımız sonuç şudur:
Misakı Milli’ye mücavir coğrafyalardaki her türlü menfi veya müspet gelişme vatan ve millet yapımıza çok yönlü tesir etme potansiyeli taşımaktadır.
Şayet en küçük ihmal ve kayıtsızlık gösterilirse bunun sonuçlarının ağır ve acıklı olacağını tarihsel tecrübeler belgeleyip bildirmektedir.
Jeopolitik miras ve müktesebatımızın işaret ve ifade ettiği gerçek de budur.
Merhum Prof.Dr. Fahir Armaoğlu, “Türk Dış Politikası Tarihi” isimli nadide eserinde Misakı Milli’yi şöyle tanımlamaktadır:
“Türk’e milli şahsiyetini verme ve milli bir Türk devleti kurma mücadelesi hukuki ifadesini 28 Ocak 1920 tarihli Misakı Milli’de bulmaktadır.
Fikri temeli Atatürk tarafından hazırlanan ve esasları onun tarafından tespit edilmiş olan Misakı Milli, bilindiği gibi, Osmanlı Devleti’nin münhasıran Türklerle meskun toprakları üzerinde Türk’ün milli devletini kurma andıdır.”
Her zaman söyledim, gene inançla haykırıyorum:
“Misakı Milli, Mülkü Millettir, Millet ise Türk’tür.”
Ve Misakı Milli zaman aşımına uğramadığından mühürlenmemiş sayfaları açıktır, günü geldiğinde mutlaka ibra ve ihata edilecektir.
Büyük Selçuklu devletinde vatan kavramı, yer ve yurt tutmak ile bir ve aynıydı.
Büyük Hünkarımız Sultan Alparslan vatan şuurunu, “Mülk ticaret eşyası değildir” sözleriyle açıklamış ve anlamlandırmıştı.
Nitekim toprak bir kimlik olup asla mal veya arazi parçası değildir.
Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp de vatanı, milli kültür olarak tanımlamış, vatan sevgisinin milli vazifelerden ve milli ülkülerden doğduğunu paylaşmıştı.
Milli kültürümüzün yaşandığı ve yaşatıldığı, dahası hafızamızda taşıdığımız, kalbimizde tasdik ettiğimiz her yer bizim için vatandır.
Mecnuna nasıl cihan dopdolu Leyla görünüyorsa bize de vatan görünmektedir.
Merhum Yahya Kemal bu hissiyatımızı adeta tevsik ederek demişti ki; “vatan cihandan ibarettir itikadımca.”
Gazze’ye baktığımızda 400 yüzyıllık anılarımızı görüyoruz.
Gazze’ye baktığımızda işgali, istilayı, oyunlarla elimizden çekilip alınan mahzun bir şehrin hüznüne şahit oluyoruz.
Bu nedenle Filistin davasında tarafsız kalmak milli ve namuslu bir siyaset tercihi olamaz.
Bebeklerin ölümüne sessiz kalan bir dünya tükenmiş ve sönmüş bir dünyadır.
Eğer dirayetli ve teyakkuz halinde olamazsak, eğer öngörüyle ve stratejik bakışla hareket edemezsek, eğer yarının temellerini bugünden atamazsak, Gazze’de sahne alan vahşiliklerin tıpkısının aynısına vatanımızda da maruz kalmamız muhtemeldir.
Gazze’de barış ve huzurun sağlanması, 1967 sınırları çerçevesinde bağımsız, egemen ve toprak bütünlüğünü temin etmiş bir Filistin devletinin kurulması bir yanda Ortadoğu’yu, diğer yanda da Türkiye’yi mutlaka rahatlatacaktır.
Madden ve fiziken çekildiğimiz topraklarda manen ve fikren sonuna kadar varız, ilahi adaletin tecellisine inşallah hep birlikte şahitlik edeceğiz.
Muhterem Arkadaşlarım,
Putin yeniden devlet başkanı seçilmesinden sonra ilk resmi ziyaretini Çin Halk Cumhuriyeti’ne yaptı.
İki ülke lideri arasında düzenlenen zirve toplantısında, “Yeni Dönemde Kapsamlı Stratejik İşbirliği Ortaklığı’nın Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi” imzalanarak ilan edildi.
Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Çin ile Rusya’nın küresel güneyin birliğini ve gücünü tesis edeceğini, dünyanın çok kutupluluğa yönelik genel tarihi eğiliminin takibini stratejik tercih olarak benimsediklerini açıkladı.
Buna karşılık ABD’nin Pasifik’i askerleştirme çabaları hızlanırken, Japonya ile “ortak komuta” yapısı kurma adımı, Japonya ve Avustralya ile “ortak hava ve füze savunma ağı” oluşturma arayışı, bu üç ülke arasındaki “ortak tatbikatlar”, bölgeye “orta menzilli füze” konuşlandırma amaçları küresel gerilimi devamlı canlı tutmaktadır.
Ülkemizi de tehdit eden yaygın hegemonya mücadelelerinin insanlığın geleceğini ve güvenliğini riske attığı tartışılmayacak ölçüde meydandadır.
Fransa Ulusal Meclisi’nin 14 Mayıs’ta, 17 bin kilometre uzaklıktaki deniz aşırı sömürgesi ve nikel zengini Yeni Kaledonya’da, 10 yıl yaşamış Fransızların oy kullanmasını kararlaştırmasıyla bu ada ülkesi kaosun içine yuvarlandı.
Kıbrıs konusunda Türkiye’ye parmak sallayan ve dayatmalarda bulunan AB ülkelerinin, Fransa’ya dönüp de “ne arıyorsun bu okyanus ülkesinde” sorusunu soramaması, bize göre Batı’nın çifte standartçı ve kirli politik yüzünün ifşasından başka bir şey değildir.
Kendilerine her şeyi mubah sayan Batılı ülkeler köşeye sıkışmış, sömürdükleri coğrafyaların asıl sahiplerinin uyanışları karşısında çaresizliğe gömülmüşlerdir.
Dahası Fransa’nın Yeni Kaledonya’daki ayaklanmalardan Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı sorumlu tutması, olayları körüklediğimizi iddia etmesi en hafif tabirle utanmazlıktır.
Fransa’nın uzun yıllar sömürgesi olan Burkina Faso, Mali ve Nijer’in 17 Mayıs 2024 tarihinde Sahel İttifakı Konfederasyonu’nu kuracak anlaşmanın ön taslağında mutabakata varmaları dikkate değer bir başka gelişmedir.
Dünya kabuk değiştirmektedir.
Elbette bu sancılı olmaktadır.
Yeni bir dünyanın kapıları açılmak üzere zorlanmaktadır.
Ancak nasıl açılacağı, açılınca nelerle karşılaşılacağı belirsizdir.
The Economist Dergisi’nde 9 Mayıs 2024’te yayımlanan bir makalede;
Liberal uluslararası düzenin parçalandığı, çöküşün ani ve geri dönülemez olabileceği ileri sürülmüştür.
Milliyetçi Hareket Partisi, bu tespiti çok önceden yapmış, “Türk Kuşağı: Türkiye’nin Büyük Stratejisi” isimli çalışmasıyla da fikri ve siyasi tefekkür marifetini açık seçik kayda geçirmiştir.
Parçalanan, haksızlıklara ve sefalet içindeki bir dünyaya ortam açan liberal düzenin kıyıya vuran enkazı Doğu’dan yükselen aydınlıkla kaldırıp atılacaktır.
Bu aydınlık Türk Aklıdır, Türk Devri’dir, Türk Kuşağı’dır, Türk Birliği’dir.
Sunduğumuz zamanlar üstü çözüm birlik, dirlik, kardeşlik, kültür, refah, barış, istikrar, huzur ve kalkınma mahreçlidir.
Türk Kuşağı Stratejisi çerçevesinde takip ve temin edilecek her politika ve ortaya çıkan veya çıkabilecek her başarılı icraat, bu huzur ve barış kuşağını daha genişletecek, farklı ülkelerin gönüllü katılımıyla Türkiye’nin çekim merkezi olması, beklenen yeni dünya düzeni sisteminde sevk ve idare edici bir role ulaşması kaçınılmaz hale gelecektir.
Başta ekonomi olmak üzere, pek çok alanda uygulanan Oyun Teorisi’nde, oyunculardan biri kazanıyor, diğeri tamamen kaybediyorsa, bunun adı sıfır toplamlı bir oyundur.
Burada asıl öncelik kazanmaktır.
Dikkatli ve ihtiyatlı bir oyuncu muhtemel kayıplarını en aza çekecek bir strateji takip edecektir.
Her oyuncunun, oyunu kazanmak imkanı bulduğu zaman bu oyun artı toplamlı oyundur.
Oyun Teorisi’nde artı toplamlı oyunlar işbirliğine ve müzakereye dayanmaktadır.
Bizim teklifimiz sıfır toplamlı değil, artı toplamlı oyundur, yani herkesin kazanmasıdır, böylelikle Türk-İslam medeniyeti yeni bir atılım ve hamleyle sivrilecektir.
Ancak kutlu hedeflerin zorlu etapları vardır ve olması da gayet doğaldır.
Çevremizde birbiriyle iç içe geçen olaylar vuku bulmaktadır.
Türkiye’nin Filistin meselesinde gösterdiği samimiyet ve duyarlılık,
Sayın Cumhurbaşkanımızın Irak ziyaretiyle somutlaşan ve iki ülke arasında siyasi ve ticari köprü olacak Kalkınma Yolu Projesi’nin geniş imkan ve kazanımları,
Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de istikrar ve işbirliği çabaları,
Azerbaycan’ın batı bölgeleriyle Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’ni birbirine bağlayacak ve bölgesel işbirliğini güçlendirecek Zengezur Koridoru’nun stratejik değerinin öne çıkması, bu çerçevede Bakü ile Tahran yönetiminin kara yolu ve demir yolu köprüsünün inşası hususunda anlaşması,
Hem Rusya’nın Batı dünyasıyla ilişkilerinde hem de Türkiye-Ermenistan ve Azerbaycan-Ermenistan arasında kilit role sahip olan Laçin Koridoru’nun stratejik muhtevası,
Türkiye- Rusya ve İran arasındaki Astana mekaniğinin bölgesel barış ve istikrara destek veren sonuçları,
Ermenistan Başbakan’ı Paşinyan’ın sözde soykırım iddialarını çürüten ve tekzip eden beyanları,
İsrail’in, Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan İran Konsolosluğuna saldırması ve yedi İran askerinin ölümü,
Ardından İran ve İsrail arasındaki yüksek gerilim ve karşılıklı saldırılar,
Slovakya Başbakanı’nın uğradığı suikast,
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 19 Mayıs’ta bir baraj açılış töreni maksadıyla buluşmaları,
Hitamında yaşanan elim helikopter kazası, kanaatimce birbirinden bağımsız gelişmeler değildir.
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi ve beraberindeki heyeti taşıyan helikopterin kaza geçirmesi, üzülerek ifade etmeliyim ki, helikopterde bulunan herkesin hayatını kaybetmesine, küresel ve bölgesel tedirginliğin üst bir seviyeye tırmanmasına yol açmıştır.
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na, kazada vefat eden diğer devlet ve siyaset insanlarına Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, dost ve kardeş ülke İran halkına başsağlığı dileklerimi iletiyorum.
İlk açıklamalardan anlaşılan, İran Cumhurbaşkanı’nı taşıyan helikopterin zorlu hava şartlarının hakim olduğu dağlık arazide kaza yaptığı yönündedir.
Hakikaten kaza mıdır, yoksa sabotaj mıdır, bilemem; fakat bu trajik olayın iç yüzünün en kısa sürede açıklığa kavuşturulması, üzerindeki sis perdesinin aralanması bölgesel barış ve huzur adına zorunluluktur.
İsrail’in iddia edilen kazadaki rolü, ABD’nin nerede durduğu muhakkak berraklaşmalı, az evvel bahsettiğim gibi son zamanlardaki gelişmelerin tesirinin, diyalog ve işbirliği zeminin genişlemesinin kaza süsü verilerek kesintiye uğramasının amaçlanıp amaçlanmadığı belli olmalıdır.
Bugün İran’ın başına gelen felaketin, Allah korusun ama, Türkiye’de de yaşanabileceğini düşünmek bir vehim değil, suyu uyutup kendisini ayık tutan mihrakların gerçek niyetlerini az çok yorumlamış olmamızın sonucudur.
Her anlamda, her seviyede dikkat, temkin, tedbir, güvenlik önlemi kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı derhal inisiyatif üstlenmelidir.
Uluslararası nitelikli bağımsız bir soruşturma komisyonu kurulmalıdır.
Bu zor günlerde Türkiye, İran İslam Cumhuriyeti’nin yanındadır.
Kazanın duyulduğu ilk andan itibaren Sayın Cumhurbaşkanımızın girişimleriyle Akıncı İHA’lar, ilaveten arama ve kurtarma ekipleri sevk edilmiş, Türkiye her türlü desteği sağlamıştır.
Nitekim komşu komşunun külüne muhtaçtır.
İran’ın sabır, sükûnet, birlik, beraberlik, dayanışma ve sağduyuyla bu çetin süreci atlatacağına inancımız tamdır.
Yurtdışına kaçan FETÖ’cü hain ve haşhaşilerden bazılarının, “Onların Reisi’ni aldın, diğerlerinin Reisi’ni de bir an önce yanına al Allah’ım” sözleri hatırıma şu sözü getirmiştir.
İtlerin duası kabul olsaydı gökten yağan sadece kemik olurdu.
Her hain korkaktır ve ruhen ölüdür.
Fakat bu ölü ruhlar için söylenecek cümle, ateşiniz bol olsun demektir.
Diyorum ki,
İstikamet yokuşlu, çıkarız yorulsak da,
Taşlar arka arkaya koyulmuş her yola,
Kaldırıp bakınca taşların altına, akrep, yılan, çıyan hep kol kola.
Dostlarımız payidar olsun, düşmanlarımız kahrola,
Bugünler mutlaka gelip geçer, zaman ola, hayrola, bahtımız açık ola.
Değerli Milletvekilleri,
Merhum Hocamız Prof.Dr.Aydın Taneri’ye göre, milletler için yaşamanın en mühim şartı ikidir:
Bunlardan ilki, var olmaktır.
İkincisi, var olmanın azim ve iradesidir.
Bu kapsamda insanın var olmak azim ve iradesi “kendini koruma” veya “nefsi müdafaa”yla tanımlanırken, milletlerin var olmak azim ve iradesine milli şuur, milliyet duygusu, ezcümle milliyetçilik denilmektedir.
Kurtuluşumuzun fikri kaynağı bellidir ve bilinmektedir, o da Türk milliyetçiliğidir.
Kurtuluşumuzun beşeri cevheri bellidir ve bilinmektedir, o da büyük Türk milletidir.
Eğer bir millet, ilk zorlukta yüzyıllar boyu biriktirdiği haklarını kaldırıp atsaydı biliniz ki tarih diye bir şey olmaz, olamazdı.
Var oluş onurumuzun muhafazası için ya bütün haklarımızı en son zerresine kadar müdafaa edeceğiz ya da hakkımızdan vazgeçerek şerefimizi ayağa düşüreceğiz.
Türk milleti nazarında şimdiye kadar ikinci seçenek diye bir şey hiç söz konusu olmamıştır.
Kaldı ki altı uçurum olan çürük bir tahtadan yapılan köprü üzerinde varlığımızı nasıl emniyette tutacağız?
Konfüçyüs’ün bir sözü vardır: “Gönül gözümle bakar da haklı olduğumu görürsem, binlerce, onbinlerce kişi bana karşı dursa bile yoluma devam ederim.”
Bizde devam ediyoruz ve kararlılıkla da edeceğiz.
Saman nedir ki suyun yüzünü örtsün? Balçık ne oluyor ki, güneşi gizlesin, göstermesin.
Söğüt dalı gibi titreyen bedenlerin, bataklık canlıları gibi vızıldayan çatlak seslerin Türkiye’yi zincire vurması, hıyanetin fermanını dikte etmesi olacak ve sineye çekilecek bir şey değildir.
Yalanla yoldaş olanlardan artık yaka silkiyoruz.
Kliklerin ve kulislerin oyun uşaklarına yeter diyoruz.
Oluşturulmak istenen terör ve korku atmosferinin ahlaki sezgilerimizi ve milli seciyemizi tutsak almasına da müsaade etmiyoruz.
Fecir vakti, cami avlularındaki ağaçlardan kalkan karga sürüleri gibi ortalığa dökülüp devletimizin ve milletimizin aleyhine fitne-fesat üretimi yapan mayası ve meşrebi lekeli güruhu biliyor, görüyor ve yakinen izliyoruz.
6-8 Ekim 2014 tarihinde 37 kişinin ölümüne yol açan isyan teşebbüsünün azılı faillerinin 16 Mayıs 2024 tarihinde, Ankara 22’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 83’üncü celsede hüküm almaları hukuk devletinin gereğidir.
İşlenmiş bir suç kimsenin yanına kalmayacaktır.
Bu ülkenin havasını soluyup ekmeğini yiyenler, eninde sonunda ihanetlerinin hukuki faturasına da katlanmak durumundadır.
PKK ile HDP arasındaki organik ve örgütsel bağ hukuken tescillenmiştir.
Peki Anayasa Mahkemesi HDP’nin kapatma davasını niçin sürüncemede bırakmakta, kararın açıklanmasını niçin sürekli ertelemektedir?
HDP bugün değilse, ne zaman kapatılacak; onun uzantısı DEM’in Türkiye’ye kast etmesinin hesabı ne zaman sorulacaktır?
Bay Zühtü’nün gitmesinden sonra Anayasa Mahkemesi’nin elini tutan, önüne geçen, karar süreçlerine tıkaç olan sanıyorum kalmamıştır.
O halde bu iş bitmelidir, HDP ve devamı sözde parti kapatılmalıdır.
DEM eşbaşkanları, mücadeleye yükleneceğiz, diyorlar.
Mahkeme kararını tanımadıklarını açıklıyorlar.
Mücadeleye yüklenseniz ne yazar, kararı tanımasınız ne çıkar.
Türkiye bölücülükle yüzleşecek ve hepinizin kanlı maskesi mahkeme önünde düşecektir.
Bu bölücülere sesleniyorum, methiyeler düzdüğünüz ve 42 yıl ceza alan terörist Demirtaş da bir ara sizin gibi atıp tutuyor, bir diğeri de sırtlarını YPG’ye, YPJ’ye dayadıklarını söylüyordu.
Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma amacında olanların hepsine sıra inşallah gelecek, onların her birisi Türkiye’nin ufkundan teker teker çekilip doğruca layık oldukları yere gönderilecektir.
Menfur ve melun emellerin sonu yoktur.
16 yaşındaki evladımız Yasin Börü’yü ve nice masum insanımızı katledenlere; sokakları savaş alanına çevirenlere, ayaklanma çağrısı yapanlara sahip çıkanlar aynı çukurda, aynı suçun tarafındadır.
Hiçten, hiçbir şey çıkmaz.
Terör ve bölücülükten bir şey beklemek akıl, ahlak ve izan çıkmazıdır.
Güzel söylenmiş yalanlara kanacak yoktur.
Üstü başı düzgün kepazeliklere itibar edecek yoktur.
Gerçek demokrasiyle düzmece demokrasi arasındaki farkı bilmeyen vatan evladı da kalmamıştır.
CHP yönetiminin 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili mahkeme kararına siyasi demesi, haksızlık ve hukuksuzluk vurgusu yapması, normalleşme ve yumuşama ortamına aykırı görmesi rezaletin ta kendisidir.
Terör örgütü PKK, 1978 yılında, Diyarbakır Lice ilçesi Ziyaret Köyünde Marksist-Leninist ideolojiyi referans alarak kurulmuştu.
Bölücü örgüt 1984 yılından itibaren Eruh-Şemdinli saldırılarıyla birlikte yoğun şiddet eylemlerine yönelmişti.
Nisan 2002’de KADEK, Kasım 2003’de KONGRA-GEL, Mayıs 2007’den itibaren de KCK şeklinde yapılanan bölücü terör ihanetinin nihai hedefi de bağımsız Kürdistan’dır.
Türkiye’yi, Cumhurbaşkanımızın değil de başkalarının yönettiğini iddia eden Özgür Bey ve yönetimine soruyorum, mertçe cevap vermelerini bekliyorum:
1– İmralı canisinin ve cezaevindeki terör mahkumlarının affını istiyor musunuz?
2- Vatan topraklarının bir bölümünde bağımsız Kürdistan’ın kurulmasından yana mısınız? Beraber DEM’lendiklerinize söz verdiniz mi?
3- Hangi dış mihrakların nam ve hesabına siyasi çalışma yürütüyor, Türkiye’nin geleceğini kimlerle konuşuyor, kimin folluğunda yatıyorsunuz?
4- 37 kişinin katiline verilen cezalar hukuksuz ise, size göre hukuk nedir? Adalet nedir? Devlet nedir? Siyasi onur ve millet sevdası sizin meşrebinizde ne manaya gelmektedir?
Türkiye’nin içten çöküşünü Gezi Parkı’nda denediler, olmadı.
6-8 Ekim olaylarıyla denediler, olmadı.
Cizre, Silopi, Sur, İdil, Nuseybin gibi vatan beldelerinde hendek açtılar, barikat diktiler, evleri bombalarla tuzakladılar, aleni iç işgal denemesi yaptılar, olmadı.
15 Temmuz’da son şanslarını denediler, yine olmadı.
Olmaz, olamaz, Türkiye’ye ve Türk milletine hiçbir hain, hiçbir alçak, hiçbir işbirlikçi diz çöktüremez.
Son 10 yıldır felaket üstüne felaket yaşandı, hamd olsun hepsinin üstesinden gelindi, Anka Kuşu gibi küllerimizden yeniden doğmayı başardık.
Son olarak emniyet ve yargı içine yuvalanmış FETÖ benzeri oluşumların kumpas hazırlıkları, siyasete ve demokrasiye ket vurma planı yapan köksüzlerin tuzakları deşifre edilerek alayı birden yakayı ele vermiştir.
Habis urun görünen kısımları kadar, görünmeyen ve kamufle halde bekleyen figüranlarının da olduğunu göz önüne alıp devlete sızma ve yerleşme ihtimalini ciddiyetle değerlendirmek lazımdır.
Mesele kabın şeklini almak değil, kaba şekil vermektir.
Mesele zamanın akışına kapılmak değil, istikamet çizmektir.
Türkiye Cumhuriyeti işte bu kabiliyettedir, bu kudrettedir.
27 Aralık 2015’de, şehit olan kahraman askerimiz Gürkan Necati Yenikapı’nın muhterem babası cenaze töreninde demişti ki:
Bunların kökü kazınacak. Tek devlet Türkiye Cumhuriyeti var. Bir bayrağımız var.
Anam Kürt, babam Kürt, sülalem Kürt. Bunlar neyin peşindeler? Terör insanın kanını emer. Allah'tan korksunlar.
Terörün dini, imanı yok. Allah sevdiği kulunu aldı, yolu açık olsun"
İmansızlara, vatansızlara, millet ve devlet düşmanlarına taviz vermeyeceğiz.
Özellikle altını çiziyorum ki, siyasi partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Bununla birlikte siyasi partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen amir hükümlere aykırı olamayacaktır.
Anayasa’nın 69’ncu maddesi de siyasi partilerin uyması gereken esasları içermektedir.
Anayasa’nın 68’nci maddesinin 4’ncü fıkrasındaki vurgu ise çok nettir.
Türk siyasetinde faal halde bulunan her partinin birincil kaynağı Türk milleti, aidiyeti de Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Her parti Türkiye partisi olmak mecburiyetindedir.
Suç ve suçluyu övmek, ihanete ve melanete alkış tutmak siyasetin değil doğrudan doğruya hukukun konusudur.
Genel merkezi Ankara’da olup, genel emri yabancı başkentlerden alan bir partinin demokrasiye, millete ve insana şerefli hizmetinden bahsedilemez.
Milletin hak ve çıkarlarını gözetmeyen, devletin egemenlik ve hükümranlık iradesini savunmayan, düşmana meze olmaktan rahatsızlık duymayan, terör örgütlerinin ve küresel emperyalizmin kullanıma girmekten gocunmayan siyasi partilere demokraside yer olmamalıdır.
Ülke sınırları dahilinde milli ve manevi ortak paydada buluşmak her partinin seçimlik bir hakkı değil, siyasi namus görevidir.
Hem milli iradeye dayanıp hem milli iradeyi yıkmayı amaçlamak; hem hazineden para yardımı alıp hem de aldığı parayı düşmana havale etmek hainlik ve şerefsizliktir.
Bu kapsamda siyasi partiler Anayasa ve kanunlara uygun faaliyet göstermek zorundadır.
Mehmetlerimize, polislerimize, korucularımıza, vatandaşlarımıza kurşun sıkan teröristleri arkalamak suçtur.
Ölen teröristlere taziyeler yayımlamak suçtur.
Cumhuriyet’in yeni yüzyılında, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin arifesinde siyasi ahlak temizliğinin tehiri artık imkansızdır.
Konu ne kadar oy aldığımız, kaç milletvekiline sahip olduğumuz konusu değildir.
Elbette konu vatandır, millettir, devlettir, istiklaldir, istikbaldir.
Samimiyetini ve ahlaki seviyesini siyasi ilişkilerine aynen yansıtmış, adalet ve hukuk ilkelerini önşartsız hazmetmiş, dünyada tek ses, tek nefes olabilmeyi becermiş partilerden mürekkep bir siyaset yapısının el birliğiyle inşası ve ihyası önümüzdeki en acil gündem konusu olmalıdır.
Hazırlanacak yeni anayasada bu hususa önemle yer verilmelidir.
Küresel emperyalizme bedeli mukabilince ajanlık ve acentelik yapmak; dışarıdan sufle almak, talimat listelerine boyun eğmek hiçbir kitaba sığmayacak, hiçbir değerle bağdaşmayacak teslimiyetçiliktir.
Türkiye’nin geleceğini teslimiyetçilik değil milletimizin şaşmaz irade gücü, tartışılmaz hükmü şahsiyeti belirleyecektir.
Bu hükmü şahsiyetin emanetini yüreğiyle ve cesaretiyle taşıyan da Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’dır.
Türk devlet düzeninin temeli adalettir.
Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacib, “doğru eğilirse kıyamet kopar” diyordu.
Biz de doğruyu eğdirmeyeceğiz, doğruyu tahrip ettirmeyeceğiz.
Son Olarak buradan Türk milletine çağrıda bulunuyorum. Mehmetçiğimiz, polisimiz, yurt içinde ve dışında olmak üzere teröristleri etkisiz hale getirirken, milli irade olarak sizler mecliste milli iradeye aykırı teröristi etkisizleştirmek mecburiyetindesiniz. Onun için meclis görevini yapmalı, dokunulmazlıklar kaldırılmalı, gereken ceza verilmelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları