Devlet Bahçeli; Kılıçdaroğlu’nun görüp de bizim göremediğimiz, müşahede ve mülahaza edemediğimiz bu küsler nereye saklanmış, nerede sadır olmuştur?
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, TBMM Grup Toplantısında konuştu.
Muhterem Milletvekilleri,
Değerli Misafirler,
Basımızın Değerli Temsilcileri,
Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Yurt içinden ve yurt dışından televizyon ekranları, radyo kanalları, sosyal medya platformları vasıtasıyla toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda nice zorluğa direnerek varoluş mücadelesi veren kardeşlerimizi içtenlikle selamlıyor, hepsini kucaklıyorum.
Nasıl bir hayat sorusuna verilecek en makul ve muhtevalı cevap nasıl bir siyaset sorusuna yüklenecek anlam halkalarında gizlidir.
Siyaset özü itibariyle bir mesuliyet, bir meftuniyet, bir mecburiyettir.
Aynı zamanda ahlaki, insani, vicdani ve fikri temellere dayanması, sınır hatlarının milli ve manevi ilkelerle ihata edilmesi hem gerekli hem de gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.
Uçta yatıp ortada duranlar, tarlası sırtında gezip hilenin harmanını yapanlar, rüzgâra göre yelken açıp ilk sallantıda gemiden kaçanlar, kulaksıza küpe burunsuza hızma olanlar, sözlerini heybenin delik gözüne koyanlar, suyu kesik değirmen gibi boşa dönüp duranlar elbette ne siyaset ne de samimiyet iddiasında bulunabilirler.
Siyaset, soğuk tandırdan sıcak ekmek alma hesabı yapanların, rüyasında sinek avına çıkanların, şapkayı ayağına çarığı başına giyenlerin, yalanı kana kana içip de bir damla hakikati yudumlamaktan mahrumiyet çekenlerin hakkı ve harcı olamaz.
Türk siyasetinin bir ahlak reformuna, yeni bir kalkınma hamlesine, istikamet ve ilhamını milletimizin hedef ve özlemlerinden alan büyük bir atılım haline ileri düzeyde ihtiyacı vardır.
Kabuk bağlamış yaraları deşerek siyaset üretilemez.
Uçurum kenarında sahte pehlivanlık pozu vererek siyaset yapılamaz.
Toplumsal yapıyı önce ideolojik mahallelere ayırıp sonra da iki ayrı yakayı birleştirmek amacıyla köprü kurmaya çalışmanın adı da siyaset olamaz.
Kutuplaşmaya can suyu verenlerin kucaklaşma söylemi kuyruklu yalandır.
İstismar çarkıyla inkar tekerini çevirip eşzamanlı barışma masalı anlatanlar palavracı tiplerdir.
CHP Genel Başkanı, “Türkiye’yi barıştıracağım” diyor.
Helalleşme çağrısı yaparak geçmişi değil de geleceği kurtarmaya çalıştığından bahsediyor.
Barışmak için küslüğün ve küslerin olması gerekmiyor mu?
Türkiye’nin barışması için doğudan batıya, kuzeyden güneye küslüğün hâkimiyeti lazım değil mi?
Peki bu küslük nerededir? Birbirine küsen kimledir? Kılıçdaroğlu’nun görüp de bizim göremediğimiz, müşahede ve mülahaza edemediğimiz bu küsler nereye saklanmış, nerede sadır olmuştur?
Kılıçdaroğlu’nun ya ruh sağlığında kaygı verici bir bozulma vardır, ya da siyaseti akıl dağılması, rota sapması yaşamaktadır.
İki durum da kendisi ve partisi adına buhrandır.
Kılıçdaroğlu’nun vaki durumu aynen şöyledir:
“Tatsız aşa tuz neylesin, akılsız başa söz neylesin.”
Aklı arkada tutup ahmaklığı kılavuz yapan Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin hali pürmelali tamı tamamına budur.
Türk milleti birlik ve beraberliğin iftiharıdır, itibarıdır, ibrasıdır, ihyasıdır.
Türkiye barış ve huzurun, sevgi ve saygının gıpta edilen ülkesidir.
Üzerinde yaşadığımız topraklarda bin yıldır kardeşlik hüküm sürmektedir.
Türkiye küs değildir, tam tersini iddia eden Kılıçdaroğlu ve çıkarcı ortakları kündeye gelmiş müfteriler koalisyonudur.
Kılıçdaroğlu’na tavsiye ediyorum, diken olup ayağa batıncaya kadar, gül ol da yakaya takıl.
Namertliğin izini süreceğine mertliğin kulvarına gir de adamlıkla anıl.
Fakat ne gezer, ne söylesek nafile, ne yapsak beyhude, bir kulağından girip diğerinden çıkıyor, sanki duvara konuşuyoruz, aynı tas aynı hamam.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun siyaseti siyaset değildir, yolu yol değildir, çizgisi belirgin ve net değildir.
Bildiğiniz üzere, başörtüsü meselesi milletimizin kalıcı ve köklü mutabakatıyla çözülmüş bir meseledir.
Bu konuyu ısıtıp tekrar gündeme getirmenin, yeniden kısır bir tartışma ortamı yaratmanın hiç kimseye bir faydası dokunmayacaktır.
Türkiye’de başörtüsü sorunu bitmiş, mağduriyetler dönemi kapanmıştır.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun derdi başkadır, hesabı başkadır, hedefi başkadır, hevesi başkadır.
Bu kapsamda CHP’nin geçen hafta hazırlayıp TBMM’ne vermiş olduğu kanun teklifi samimiyetsiz, tutarsız, içerik itibariyle de baştan savmadır.
Kaldı ki yeni bir kanuni düzenlemeye ihtiyaç da yoktur.
Hatırlatırım ki, 9 Şubat 2008 tarihli 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla Anayasa’nın 10. maddesinin dördüncü fıkrasına “bütün işlemlerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” ifadesiyle,
42.maddesine altıncı fıkradan sonra gelmek üzere, “kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanılmasının sınırları kanunla belirlenir” fıkrası eklenmişti.
Ak Partiyle birlikte yaptığımız bu değişiklik esas itibariyle başörtüsü meselesini tamamen çözerek anayasal güvenceye kavuşturmuştu.
411 milletvekilinin eli adalet için, inanç ve ifade hürriyeti için kalkmıştı.
Ancak CHP Anayasa Mahkemesi’nin kapısında soluğu alarak bu kanunu iptal ettirmişti.
Bu nedenle, Kılıçdaroğlu’nun 3 Ekim 2022 gecesi sosyal medya hesabından bir video yayımlayarak başörtüsüne yasal düzenleme çağrısı yapması, müteakiben hazırlanmış teklifin TBMM Başkanlığına sunulması baştan ayağa sahtekarlık, savrukluk, sakatlık ve saçmalıktır.
Biz o günlerde 411 el kaosa kalktı manşetlerini unutmuş değiliz.
Biz o günlerde, bizzat Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüne bez parçası dediğini unutmuş değiliz.
Bugün ise Kılıçdaroğlu’nun başörtülü kardeşlerimize rehine iftirasını da unutacak değiliz.
Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi şayet samimiyse, şayet mazilerindeki ayıplı sayfalardan nedamet duyuyorlarsa, buyursunlar, gündemdeki anayasa değişiklik teklifine destek versinler.
Başörtüsü meselesini yasal değil, anayasal güvenceye kavuşturmak için haydi gelin elinizi taşın altına koyun, dürüstseniz gereğini yapın, karnınızdan konuşmayın, işte er meydanı, işte demokrasi imtihanı, işte tutarlılığınızı göstermenin altın fırsatı.
Milliyetçi Hareket Partisi başörtüsü sorununun bütünüyle gündemden çıkarılması amacıyla hayırlı bir girişim olarak değerlendirdiği anayasa değişikliğine sonuna kadar vardır ve sözünün de 2008 yılında olduğu gibi arkasındadır.
Sayın Kılıçdaroğlu, minderden kaçma, kaçak güreşme, bahane arama, açık sofraya oturmak için teklif ve ısrar bekleme.
Gerçi sütünde olanın tırnağında getireceğini biz gayet iyi biliriz.
Niyet okumasak da, geçen hafta CHP sözcülerinin açıklamalarıyla yine pişmiş aşa su kattıklarına, anayasa değişikliğine sıcak bakmadıklarına şahit olduk.
Her şeye rağmen umudumuzu kaybetmek istemiyoruz, CHP’den milli iradeye, inanç hürriyetine saygı bekliyoruz.
Ziyaret çalısı gibi, gelene takılan gidene takılan, erken kalkanın elinde kalan, yangına çırayla koşan, suyu yüzeyde kaynatmanın peşine düşen CHP’nin ve diğer zillet ortaklarının ne yapacağını, nasıl bir tutum takınacağını eninde sonunda Türk milleti görecek ve bir kez daha teyit edecektir.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye’nin geçmişten tevarüs edip geleceğini risk ve tehlikelere sevk eden sorun alanlarına ciddiyetle eğilmek, bu mahut sorunları cesaretle de ele almak evvela siyaset müessesinin başlıca sorumluluğudur.
Anlaşmazlıkların, görüş ayrılıkların, soğuk bakışların, katılaşmış diyalogların, yanlış anlamaların, canlı önyargıların muhakkak bitirilmesi halisane dilek ve temennimizdir.
Toplumsal yaraların sarıldığı, kronik meselelerin köklü çözümlerle buluşturulduğu, milli ve manevi değerlerle kenetlenmiş bir Türkiye’ye Allah’ın izniyle vasıl olmak hepimizin müşterek gayesidir.
Elbette her alan ve sahada bir uzlaşma vasatı tezahür etmelidir.
Yalnız başına uzlaşmak da yetmeyecektir, nitekim mühim olan doğruda uzlaşmak, adalette uzlaşmak, ahlakta uzlaşmak, vicdanda uzlaşmak, huzurda uzlaşmak, ebediyete kadar birlikte yaşamakta uzlaşmaktır.
Bize göre uzlaşmanın adresi de büyük Türk milletinin kutlu varlığıdır.
Bizim üstesinden gelemeyeceğimiz, altından kalkamayacağımız hiçbir sorun yoktur.
Sürekli erteleyerek, sürekli yok sayarak, bunların yanı sıra ihmal ve iradesizliğin pençesine düşerek ulaşacağımız hiçbir yer yoktur, olamayacaktır.
Vakit yüreklerin toplu vurma vaktidir.
Vakit el ele vermenin vaktidir.
Bildiğiniz gibi, Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizin haklı ve meşru talepleri vardır ve bu talepler temiz bir mizaçla, kardeşliğin alicenaplığıyla; adil, eşitlikçi, insani, tarihi, kültürel, hukuki ve hakkaniyetli ilkeler mihverinde karşılanmalı, ortak akıl ve geniş bir uzlaşma zemini oluşturulmalıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak kanaatimiz hep bu yönde olmuştur.
Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimiz bizim canımız, can beraberimizdir.
Ne ayrımız ne de gayrımız vardır.
Cami ne kadar bizimse Cemevi de o kadar bizimdir.
Saz bizim söz bizimdir, cem bizim semah bizimdir.
Hamd olsun hepimiz Müslümanız, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, kıblemiz bir, kitabımız bir, imanımız bir, acımız bir, sevincimiz birdir.
Mezhepçilik fitnesini yayanlar, bu çerçevede yıllarca husumet aşısı yapanlar bizden olmayan, bizim gibi hissetmeyen, bizim gibi inanmayan bozgunculardır.
Hz.Ali diyordu ki, “gönülleriniz bir olmadıkça sayıca fazla olmanızın bir anlamı yoktur.”
Bizim gönlümüz birdir, bu suretle maksadımız gönüller yıkmak değil, gönül üstüne gönül yapmak, gönülleri kazanmaktır.
Kerbela ortak sızımız, Hz.Ali manevi büyüğümüz, Cennet gençlerinin efendileri Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin başta olmak üzere zulme uğrayan, kanları dökülen ehlibeytin muhterem isimleri yaslı gönüllerimizin şehit abideleridir.
Geçmişin karanlık dehlizlerinde geleceğin saadet ve selamet cevherini bulamayız.
Geçmişteki bazı müessif ve münferit olaylara saplanarak cephelere ayrılamayız, yarınlarımızı heba edemeyiz.
Önemli olan her acıklı ve hepimizi hüzne boğan hadiselerden ders ve ibret almak, tekerrürünün önüne geçmektir.
Hep dedik, yine diyoruz, Alevi kardeşlerimizin hayatında tartışılmaz bir yer etmiş olan Cemevi gerçeği, siyasi kaygılardan uzak, Cami-Cemevi karşıtlığına dönüştürülmeden kabul edilmelidir.
Cemevi inanç ve kültür hayatımızın vazgeçilemez bir gerçeğidir.
Bu gerçeği tahrip ederek asıl manasından ve müktesebatından koparmak çok tehlikelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin dayandığı asırlık Türk milliyetçiliği düşüncesi, hiçbir zaman ayrımcı ve uzaklaştırıcı olmamış; toplumun tamamını temel değerler ekseninde buluşma ve kucaklaşmaya çağıran bir anlayışın temsilciliğini üslenmiştir.
Bizim gönlümüzde herkese yer vardır.
Bizim sevgimiz herkese yetecektir.
İster Alevi, ister Sünni, ister Caferi olsun, yöresi, kökeni, anasının dili de ne olursa olsun, milletimizin her güzel insanını muhabbetimiz ve müşfik tavrımız kucaklamaya kafi gelecektir.
Asırlar boyunca oluşan ve olgunlaşan kaynaşma kültürümüz kardeşlik bağlarımızın güvencesi, ülkemizi küresel bir güç yapma hedefinde takip etmemiz gereken yolun da rehberidir.
Dün de söyledik, bugün de söylüyoruz:
Gelecek ay yıldızlı bayrağın altındadır. Türkiye’nin birliği, refahı ve geleceğinin teminatı al bayrak altında birleşmekten geçmektedir.
Bu milletin şerefi ve haysiyeti, kardeşlik ve kahramanlık üzerine inşa edilmiş milli birliğidir.
Milli birliğimiz yara alır, kardeşlik ruhumuz sarsılırsa, bunun geriye dönüşü mümkün değildir.
Türk milleti yapay ayrımlara, sinsi çabalara fırsat vermeyerek beraberliğini sonsuza kadar mutlaka sürdürecektir.
18 Kasım 2008 tarihli Grup Konuşmamda demiştim ki:
“Büyük Türk milletini meydana getiren muhteşem beşeri varlığın bir bölümünün Alevi İslam inancını benimsediği ve bu kardeşlerimizin inanç ve kültür temelli bazı sorunları, sıkıntıları ve beklentileri olduğu bir gerçektir.
Bu durumun görmezden gelinemeyeceği ve bu sorunların milli bütünlük, toplumsal hoşgörü ve dayanışma ruhu ile ele alınıp çözüm yolları üzerinde iyi niyetle ortak çaba gösterilmesi gerektiği açıktır.
Esasları ve hedefleri doğru konulmuş sağlıklı bir tartışma ve değerlendirme ortamının şartlarının hazırlanması devlet ve toplumun bütün kesimlerinin ortak sorumluluğudur.
√ Bu konuda başta siyaset kurumu, parlamento ve hükümet olmak üzere devletin ve toplumun tüm kurumlarına, Aleviliğin çatı kuruluşlarına, inanç önderlerine, üniversiteler ve akademik çevrelere önemli görevler düşmektedir.
√ Bu çabalarda temel amaç, Türk milletinin birliğini ve beraberliğini koruyarak toplumsal huzursuzluk alanlarının cepheleşmelere dönüşmesini önlemek ve herkesin inancına saygı duyarak birlikte yaşama ideali etrafında kenetlenip toplumsal sıkıntı ve sorunları çözmek olarak görülmelidir.
Alevilik, tıpkı diğer inanç alanlarında olduğu gibi siyasi istismar ve rant aracı olmaktan çıkarılmalı, şahsi ve kurumsal nüfuz ve iktidar alanı olarak görülme eğilimleri terk edilmelidir.
√ Bu konuyu inancın dışında başka mecralara çekme, ideolojik muhteva ve nitelik kazandırma ve politik bir akım haline getirerek siyasallaştırma çabalarına itibar edilmemelidir.
√ Bir inancın ifadesi olan bu anlayış, karşıtlık ilişkisi ve zıt kutupların çatışması denklemine hapsedilmemeli, Sünni-Alevi; Cami-Cemevi karşıtlığı olarak görülmemeli ve bu noktaya indirgenmemelidir.
√ Karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü anlayışı hakim kılınmalı, hiçbir inanç, kültür, gelenek ve değeri aşağılamanın hiç kimsenin hakkı ve haddi olmadığı unutulmamalıdır.
√ Toplumsal hassasiyet taşıyan konularda küçümseyici ve dışlayıcı ifade ve tavırlardan özenle kaçınılmalıdır.
√ Konunun kavramsal çerçevesi doğru koyulmalı ve anlaşılmalı, çözüm imkanları, bütüncül bir çerçeve içinde ele alınmalıdır.”
24 Kasım 2009 tarihli Grup Konuşmamda da;
Aleviliğin öncelikle nitelikli eğitim ve nitelikli kadro ihtiyacını karşılayacak “Türkiye Alevilik Araştırmaları Merkezi”nin devlet desteğinde kurulmasını, bu merkezin genel bütçeden ayrılacak ödenekle desteklenerek idari bakımdan özerk olmasını,
Alevi inanç önderlerinin akademik seviyede eğitilmesi için İlahiyat Fakültelerinde “Tasavvuf İlimleri Bölümü” kurulmasını,
Milli Eğitim Bakanlığınca din derslerinin müfredatına, doğrudan Alevi toplumunun katılımıyla şekillenmiş doğru, objektif ve bilimsel bilgilerin girmesini,
Bu kapsamda olmak üzere Alevi İslam inancı önderlerinden, konusunda uzman ilahiyatçılardan ve akademisyenlerden oluşan “Özel İhtisas Komisyonu” kurulmasını,
Kültür Bakanlığı ve ilgili kuruluşların işbirliği ile Alevi İslam inancının ve tarihi-kültürel şahsiyetlerinin envanteri ve külliyatının çıkarılmasını, varsa yabancı dilde olanların Türkçe’ye çevrilmesini,
Alevi İslam inancını da bünyesinde temsil edecek şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yapısal düzenlemeye gidilmesini,
Cemevi gerçeğinin kabul edilmesini,
İnanç ve kültür hayatımızın bir unsuru olan Cemevlerine devlet yardımı yapılmasını, genel bütçeden ödenek tahsis edilmesini” önermiştim.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin konuya günübirlik siyasetin dışında ve üstünde bir anlayışla yaklaştığını da ayrıca vurgulamıştım.
Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimiz, Cemevinin ibadethane olarak tarif ve tanımlamasının arzusundadır.
Aleviliğin hem inanç boyutu hem de kültürel bir yapısı vardır.
Şayet Alevi kardeşlerimiz Cemevini ibadethane görüyorsa, ki öyledir, bize düşen buna saygı duymak ve peşin hükümlerin ambargosundan kurtularak yapıcı ve destekleyici bir tavır almaktır.
Bunda çekinecek, tereddüt edecek, endişeye kapılacak hiçbir şey olamayacaktır.
Kimin nerede ve nasıl ibadet edeceğinin yazılı bir kuralı, bağlayıcı bir hükmü, genel geçer bir ilkesi yoktur.
Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından geçtiğimiz hafta Cuma günü Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimize yönelik iyileştirici ve müspet açıklamaları tümüyle destekliyor, çok isabetli bulduğumuzu özellikle belirtmek istiyorum.
Ankara, Elazığ, Erzurum, Erzincan’da açılışı yapılan,
Kütahya, Burdur, Denizli, Bilecik, Kayseri, Aydın ve Kırklareli’nde temeli atılan Cemevlerinin de hayırlı olmasını diliyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bünyesinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın kurulacağının,
Cemevi hizmetlerinden eğitim faaliyetlerine kadar tüm çalışmaların, bu kurumsal yapı altında kamu güvencesi desteği ve denetimiyle yürütülecek olmasının,
Cemevlerinin aydınlatma, içme ve kullanma suyu, yapım, onarım, bakım giderlerinin karşılanması ve imar planlarındaki yeriyle ilgili tüm sorunların çözüleceğinin,
Cemevlerinde erkân hizmetlerini yürütmekten sorumlu Alevi Bektaşi inanç önderlerinden talep edenlere de bu kurumsal yapı bünyesinde kadro verileceğinin bizzat Sayın Cumhurbaşkanımız marifetiyle ilan edilmesi milli birlik ve beraberliğimize muazzam bir katkıdır.
Bu reform mahiyetli demokratik, kültürel ve inanç bazlı adımların Alevi kardeşlerimize bir lütuf değil, gecikmiş haklarının önemli bir kısmının verilmesiyle ilgili karar olduğunu ifade etmek de boynumuzun borcudur.
Bizim geçmişten bugüne söylediğimiz de bunlardır.
Unutmayalım ki, yürekleri volkan gibi patlayanların avuçlarında çiçekler açamaz.
Acılar, ahlar, kötü anılar üzerinden bir gelecek inşa edilemez.
Alevi kardeşlerimizi istismar etmek için kuyruğa girenlerin, yüce dinimizi karalamak için fırsat kollayanların, mezhepçiliğin ihtilaf bakiyesini diri tutarak milli bünyemizi yarmaya çalışanların ne soyu soydur, ne huyu huydur, ne de iddiaları iffetle maluldür.
Hiç şüphesiz Allah indinde son din İslam’dır.
Ve tüm Müslümanlar da kardeştir.
Değerli Milletvekilleri,
ABD ve Avrupa ülkelerinin inatçı faiz artırımları, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’yla IMF’nin yüksek faiz kaygısı, bununla mündemiç küresel ekonomiyi çembere alan resesyon tehlikesi, aynı zamanda gıda ve enerji güvenliğinde yaşanan darboğazlar sıkıntılı bir sürece açıkça işarettir.
Küresel ekonominin bu yıl için tahmin edilen büyüme oranının yüzde 3,2’ye, 2023 için de yüzde 2,9’a düşürüleceği İMF Başkanı tarafından açıklanmıştır.
Ayrıca Rusya’dan Almanya’ya direkt olarak doğalgaz taşıyan hatlar olan Kuzey Akım 1 ile Kuzey Akım 2’de meydana gelen sızıntılar, üstelik bu sızıntıların sabotaj neticesinde olabileceğine dair iddialar enerji alanında kargaşa ve kutuplaşmaya yeni bir boyut katmıştır.
Artık enerji ihtiyacını güvenceye alma stratejisinin önümüzdeki dönemde dış politikaların ana parametresi olacağı anlaşılmaktadır.
Enerji güvenliğinin dört ayağı vardır:
Birincisi, enerji kaynağının mevcudiyeti,
İkincisi, enerji kaynağına kesintisiz erişim,
Üçüncüsü, enerjinin uygun maliyeti,
Dördüncüsü de, enerjinin kabul edilebilirliğidir.
Bunlardan birisi yoksa enerji güvenliğinden bahsetmek mümkün değildir.
Bugünkü zaman diliminde küresel ölçekte enerji tüketiminin yaklaşık üçte ikisi petrol ve doğalgaza dayanmaktadır.
Enerjinin rezerv ve tüketim noktaları arasında güvenli iletimi her ülke için stratejik hedeflerden birisi haline gelmiştir.
Avrupa’ya enerji nakleden kuzey rotası artık güvensizdir.
Enerji jeopolitiği açısından gelişmeleri yorumladığımızda, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kafkasya’daki zengin gaz ve petrol kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında en emin ve güvenli terminal Türkiye’dir.
Ukrayna, Polonya ve Baltık Denizi’ndeki tehditleri ve belirsizlikleri dikkate aldığımızda Hazar Bölgesi’nden Avrupa’ya ulaşan TANAP, diğer yandan Rusya’dan çıkıp Türkiye’den geçerek Avrupa’yla buluşan Türk Akım en emniyetli hatlara dönüşmüştür.
Ülkemizin Libya ile imzaladığı hidrokarbon anlaşması da tarihi nitelikte olup Batılı ülkeleri bir hayli rahatsız etmiştir.
Enerjinin üretimi, tedariki ve iletimi konusunda mukayeseli avantajları olan ülkeler büyük bir koza sahip duruma gelmişlerdir.
Türk Akımının hedef alındığına yönelik iddialar da dikkatle takibi gereken bir tehdittir.
Bu iddianın sahibi Putin, suçlanan ülke de Ukrayna’dır.
Rusya ile Ukrayna arasında; askeri, enerji ve iletişim altyapılarına uzun menzilli yüksek hassasiyetli füzelerle yapılan saldırıların ağır maliyetleri olacağı şüphesizdir.
İki ülkenin de aklıselim bir çizgiye gelmesi bölge ve dünya barışı adına bir mükellefiyettir.
Diğer yandan Yunanistan’a enerji taşıyan hat TANAP’tır.
Bu ülkenin Türkiye’ye parmak sallamaktan vazgeçip sabrımızı taşırmaktan uzak durması enerji güvenliği açısından lehine bir durum olacaktır.
Avrupa ülkeleri bu kış nasıl ısınacaklarını, nasıl aydınlanacaklarını kara kara düşünmektedir.
Çok şükür Türkiye’nin böyle bir sorunu, böylesi bir korkusu asla yoktur.
Zillet ittifakı kuru gürültü yapsa da, ülkemiz enerji jeopolitiğinde kilit bir aktördür, tatbik ve temin edilen aktif, dengeli, milli ve çok boyutlu dış politika milletimize refah ve huzur olarak yansımaktadır.
Zillet partilerinin Türkiye’nin büyüklüğünü anlayacak ne basiretleri, ne siyasetleri, ne de ufukları vardır.
Zira her şey ortadadır.
Türkiye’nin Putin’e teslim olduğunu vahim, cehil ve çürük bir dille ileri süren İP Başkanı’nın bu işleri zaten kafası almaz, devleti, milleti, dış politikayı bilmesi de söz konusu olamaz.
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşta taraf tutan, Türkiye’yi bir kampa yerleştirmeye, dahası cepheye sürmeye çalışan zillet ittifakının ilkel dürtülere, iradesiz politikalara rehin düştüğü tartışmasızdır.
Rusya ile Ukrayna arasında Türkiye şayet bir tarafsa, bu da barışın, huzurun, silahların susmasının tavizsiz tarafıdır.
İç ve dış odaklar bu sabit gerçeği kesinlikle ihlal edemeyecektir.
Allah muhafaza, Türkiye’yi zillet partilerinin koalisyonu yönetiyor olsaydı, ABD’nin sınır devriyesi, ileri karakolu, tetik çeken eli olmaya ne kadar hevesli oldukları çok büyük badire ve belalar eşliğinde görülür ve ortaya çıkardı.
Türkiye’yi yönetmek için mangal gibi yürek lazımdır.
Türkiye’yi yönetmek için milli onur ve milli mensubiyet şuuru şarttır.
Türkiye’yi yönetmek için nereden gelip nereye gittiğimizi gösteren tarihi süreci bilmek hayat memat konusudur.
Zillet ittifakında bunların hiç birisi yoktur.
Süpürülmedik eve bilinmedik misafir gelirmiş, bunların ellerine yetki geçmiş olsaydı, Türkiye’yi her türlü tehdit ve felakete maruz hale getirirler, sonunda da adımız hıdır elimizden gelen budur diyerek teslimiyetçiliğin dibini boylarlardı.
Su tersine dönünce uyuz keçi nasıl öne düşerse, zillet ittifakı da ancak dünya tersine dönerse karışık ve kirli emellerinde muvaffak olabileceklerdir.
Bir kez daha ifade ediyorum, Türkiye savaşın değil barışın tarafındadır.
Çevremizde bir barış kuşağının tesisi öncelikli amacımızdır.
Ümit ediyoruz ki, Rusya ile Ukrayna arasında süregelen ve çetrefil bir hal alan kanlı savaşın İstanbul’da kurulacak muhtemel bir müzakere masasıyla kalıcı bir çözüme ulaşması da inşallah gerçekleşecektir.
Barış istiyoruz, barış diyoruz ve bunu çok acil bekliyoruz.
Zillet ittifakının akıl ve siyaset rehberi ABD Başkanı Biden, nükleer savaş riskinin 1962 Küba Krizi’nden bu yana en yüksek seviyede olduğunu geçen hafta açıkladı.
Hatta dedi ki: “Putin nükleer silah kullanırsa dünya Armageddon ihtimaliyle karşı karşıya kalır.”
Tehdit tonu çok yüksek olan, adeta alarm zilleri çalan bu skandal açıklama dünyayı anında tesiri altına almıştır.
Altını kalın bir şekilde çizerek diyorum ki, Evangelist Hristiyanlar, Hz.İsa’nın yeryüzüne geleceğine, Deccal ile savaşacağına ve Kıyamet Savaşı denen bu savaşın Tel Aviv yakınlarındaki Armageddon denilen yerde olacağına inanmaktadır.
Bu durum sadece siyasi değil inanç temelli bir konudur.
Evangelistlerin ABD siyasetindeki özgül ağırlığı çok fazladır.
Beyaz Saray’da nüfuz gücü olan bazı Evangelistler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali üzerine, Putin’in bir süre sonra Ortadoğu’ya yöneleceğini, bunun da Kıyamet Savaşı’nı başlatacağını söylemişlerdir.
Biden’in beyni sulansa da, akli melekeleri tartışılsa da, Armageddon tehlikesini gündeme taşıması bize göre tesadüfi değildir.
ABD Başkanı’nın bu açıklamasından hemen sonra, Ukrayna Devlet Başkanı da Putin’in nükleer saldırıya hazırlandığını, sivil yerleşim yerlerinin vurulduğunu duyurmuştur.
Muhtemel felaketin gerçekleşmesi demek beşeriyetin hayat ve varlık haklarına kast etmek, dünyanın yıkımına çanak tutmak demektir.
İnsanlık böylesi bir vahşeti asla kaldıramayacaktır.
Nükleer savaş ihtimalinin konuşuluyor olması bile fecaattir.
Dünya ortak akıl ve iradeyle, barışçıl çabalarla bugünkü tehlikeli ortamdan çıkmalıdır.
Bu işin şakaya gelir hiçbir yanı yoktur.
Kılıçdaroğlu’nun bu gelişmelerin gölgesinde apar topar ABD’ye gitmesi talihsizliktir, densizliktir, pervasızlıktır, düşüncesizliktir.
Gerekçeyi de hazırlamışlar, neymiş, ziyaretin amacı teknolojik ve bilimsel gelişmelere yönelik görüş alışverişinde bulunmakmış.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyıl vizyonunu en parlak beyinlerle tartışacaklarmış.
Utanın, utanın; parlak beyin arıyorsanız milletimizin gözleri çakmak çakmak parlayan evlatlarına bakın.
“Bir Türk dünyaya bedeldir” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına sarılın.
Muhtaç olduğunuz kudreti uzaklarda değil eğer varsa damarlarınızda arayın.
Merakımız şudur: Kılıçdaroğlu teknolojik ve bilimsel gelişmeler hakkında ne söyleyecek, neyi duymayı umut edecek, hangi parlak beyinlerle bir araya gelecektir?
Sayın Kılıçdaroğlu, bırak bu işleri, geç bu masalları, ağzında bal olan arının kuyruğunda iğnesi olur. Buna da çok dikkat et.
Herkes biliyor ki, ABD’ye Cumhurbaşkanı adaylığı için icazet almaya ya da işaret edilecek müstakbel zillet adayının ismini öğrenmeye gittin.
Kılıçdaroğlu’na diyorum ki, denenin döne dolaşa geleceği yer ya bir kursak ya da bir değirmen taşıdır.
Su yatağını, yel de tepesini mutlaka bulacaktır.
Sayın Kılıçdaroğlu, ağaca dayanma bükülür, suya güvenme dökülür, ABD’ye bel bağlama seni bir dolara ele verir.
Sen sen ol, gene de tedbiri elden bırakma, ne de olsa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısın, sabahın soğunu sayma, akşamın ayazına kalma, Biden ve çevresinin telkinlerine, Pensilvanya’nın tembihlerine asla inanma, sakın kulak kabartma.
Dolduruşa gelip ona buna fazla güvenme, sonra dost bildiklerin postunu doldurur.
Şeytanla aşık oynayanların sonu hüsrandır.
Kılıçdaroğlu’nun malum ziyareti nefretle hazırlanmış, Türkiye husumetiyle yazılmış talimat listelerini almak maksadıyla planlanmış ve uygulamaya geçirilmiştir.
Zehirden nasıl şifa olmazsa, zillette de vefa olmaz, Türkiye’ye bir fayda beklenmez.
Sayın Kılıçdaroğlu, açma kapıyı el ucuyla, açarlar kapını el gücüyle, yel gücüyle, fitne gücüyle.
CHP Genel Başkanı’nın ABD’ye yüz sürmesi, el açması, aman dilenmesi tek kelimeyle acizliktir, yetersizliktir, milletine sırt dönmektir.
Teslim olmuş başa devlet konmaz, konsa bile çok durmaz, duramaz.
Kılıçdaroğlu barışma ve helalleşme hikayesini anlatadursun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait bir cenaze nakil aracında yüklü miktarda uyuşturucu yakalanmıştır.
Meğer İstanbul Belediyesi gerçekten de çok çalışıyormuş!
Bunlara kalsa, kaçakçılık meşru, hırsızlık olağan, yağma sıradan, ihanet de demokratik bir haktır.
Zillet ittifakı işte budur. CHP’nin gerçek yüzü suçtur, kirdir, çamurdur, kokuşmuştur.
İnanıyoruz ki, Allah bilir kulunu, ona göre verir çulunu.
Zilletin çulu Türkiye’nin başına geçirilmek istenen deli gömleğidir.
Ülkemizin Parlamenter Sisteme geri dönmesi söz konusu değildir.
Henüz Cumhurbaşkanı adayını bulamamış, bulmak için de okyanus ötesinde gezip tozmayı iş edinmiş sömürülmüş bir zihniyete Türkiye teslim edilir mi? Milli gelecek emanetlerine bırakılır mı?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türk ve Türkiye yüzyılının stratejik gücü, yönetim güvenliğidir.
Cumhur İttifakı zalime aman vermeyen, teröriste fırsat tanımayan, Türk düşmanlarına göz açtırmayan, egemenlik haklarımızı, hükümranlık yetkilerimizi, milli çıkarlarımızı kürenin her köşesinde serdengeçti bir yürekle savunan muktedir ve muhteşem bir millet iradesidir.
Bu bıçkın irade kilitleri açacak, perdeleri aralayacak, ufku aydınlatacak, sis bulutlarını dağıtacak, 2023 ve takip eden yıllarda küresel güç Türkiye’yi inşa ederek zalime Yavuz, mazluma Yunus, mağduriyetin kuyusunda kalmış biçarelere Yusuf olacaktır.
Ağaç gider çalı kalır, çalı gider çakıl kalır, yiğit gider namı kalır, Türk nereye giderse şanı kalır, saygıyla ve şerefle anılır.
Değerli Arkadaşlarım,
Ampute Futbol Dünya Kupası Şampiyonu olan Ampute Futbol Milli Takımımızı ve teknik heyeti gönülden tebrik ediyor, bütün sporcularımızın gözlerinden öpüyor, hayırlı olsun diyorum.
Asıl engel bedende değil kalpte olandır.
Ve engeller aşılmak, zorluklar yenilmek için vardır.
Engelleri geçip dünyaya Türkiye ismini şampiyon diyen söyleten evlatlarımızla gurur duyuyor, başarılarının devamını diliyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor, güzelliklerle dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları