Emekli Deniz Kurmay Albay Bora Serdar: Libya’da, Türkiye-ABD işbirliğinin kurulmasını pek mümkün görmüyorum
Libya’daki gelişmelere dair değerlendirmede bulunan emekli Deniz Kurmay Albay Bora Serdar; "Menfaata dayalı sürdürülebilir sağlam bir Türkiye-ABD ilişkisinin ve işbirliğinin kurulmasını mümkün görmüyor." dedi.
Emekli Deniz Kurmay Albay Bora Serdar Cumhuriyet'ten İpek Özbey'e Libya'daki gelişmeleri değerlendirdi.
ABD ile Libya’da gerçekleştirilecek bir işbirliğiyle Türkiye'nin bugüne kadar ABD nezdinde elde edilen bazı kazanımlardan taviz vermek zorunda kalacağını endişesi taşıdığını belirten Bora Serdar “Türkiye’nin ABD’yi açık bir şekilde Libya’da aktif olmaya davet ediyor olmasını, Rusya’nın olası agresif yaklaşımından duyduğu kaygıya, denge politikasına bağlamak mümkün. Türk ve Rus bakanların toplantısının ertelenmesini Libya’da ABD’nin pozisyonunun henüz netlik kazanmadığı şeklinde okuyabiliriz” dedi.
" Mavi Vatanımızı korumak adına sahada sürekli donanma bulundurmanın, her üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye için yıpratıcı ve maliyetli olacağı da unutulmamalı" diyen Bora Serdar'ın İpek Özbey'in sorularına verdiği yanıtlar söyle:
En sıcak gelişmeyle başlayalım. İstanbul’da yapılması planlanan Türk ve Rus bakanların toplantısı ileri bir tarihe ertelendi. Bunu nasıl yorumlamak gerekir?
Doğu Akdeniz jeopolitiğinin yeni baştan şekillendiği bir süreçten geçiyoruz. “Doğu Akdeniz” harekât alanı, adeta herkesin oyun oynamak istediği cazip hale gelmiş bir oyun parkı gibi. Son gelişmelerden sonra, Türk ve Rus Dışişleri ve Savunma bakanlarının katılımı ile dün yapılacağı bildirilen toplantının ertelenmesini, gündem maddeleri üzerinden bir ön mutabakatın sağlanamadığı veya Libya’da ABD’nin pozisyonunun henüz netlik kazanmadığı şeklinde okuyabiliriz.
Ancak Doğu Akdeniz’de, Libya ve Suriye ekseninde yaşanan son gelişmelerin masaya yatırılacağından emin olduğumuz bu toplantının, Libya’da büyük bir siyasi-askeri başarı ve güç sağlayarak Sirte’ye dayanan UMH’ye karşı Hafter’in barış/ateşkes girişimlerinin (güç toplama gerekçesiyle) boşa çıktığı ve sonrasında Türkiye’nin, ABD’nin Libya’da daha fazla inisiyatif alması gerektiğine yönelik yaptığı çağrı ile Rusya-İran desteğinde Suriye hükümetinin İdlib’de elini güçlendirmesi ve Türkiye’nin inisiyatif kaybettiğine dair kaygıların arttığı bir dönem sonrasına gelmesi çok manidardı.
Anlaşılan o ki her iki bölgede de taraflar, siyasi-diplomatik girişimlerin sonuna gelindiğinden ve konumlarını korumak için askeri çatışmaların şiddetlenebileceğinden endişe duyuyor. Rusya’nın aktif rol aldığını gördüğümüz Libya ve Suriye’de bundan sonraki gelişmelerin, Sirte ve İdlib’de tarafların stratejik konumlanmasına bağlı değişkenlik göstereceği ve bu durumun, AB ve ABD’nin açık desteğini almış olan Yunanistan-GKRY-Mısır-İsrail ve yeni bir aktör olarak Akdeniz’e giren İtalya’nın takınacağı tutuma bağlı “Doğu Akdeniz Krizi”nin şekillenebileceğini söyleyebiliriz. Bölgenin güvenliği adına kritik bir safhaya girdiğimiz kesin.
- ABD’nin pozisyonu henüz netlik kazanmadı dediniz... Dışişleri Bakanı, Erdoğan ile Trump’ın Libya için ortak çalışma grubu kurulması üzerinde uzlaştıklarını açıkladı. Libya’da bir Türkiye-ABD işbirliği gerçekleşir mi?
2011’de Libya’da başlayan iç savaşa dayalı istikrarsızlık ve ortaya çıkan iki taraflı hükümet sorunu, küresel ve bölgesel aktörlerin müdahil olmaları ve farklı grupları desteklemeleri, çatışmaların seyrinde önemli rol oynarken sorunu farklı boyutlara da taşıdı.
Bir tarafta, BM ve bazı AB ülkelerinin yanı sıra Türkiye ve Katar tarafından desteklenen ve uluslararası alanda tek meşru hükümet olarak kabul gören Sarraj önderliğindeki “Ulusal Mutabakat Hükümeti”, diğer tarafta ise Rusya, Mısır, BAE, Fransa ve Yunanistan’ın desteğini alan Hafter’in başkanlık yaptığı Tobruk Temsilciler Meclisi bulunuyor. ABD’ye gelince, Libya’da net bir pozisyon ve aktif bir rol almazken Hafter’in yanında olduğu biliniyor. Nisan 2019’da Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun başlattığı saldırı, UMH güçleri tarafından püskürtülerek bugün farklı bir boyuta geldi, Hafter güçleri geri çekilmek zorunda kaldı.
Ateşkesin henüz sağlanamadığı Libya’da, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “ABD’nin de burada hem ateşkesin sağlanması hem de siyasi süreçte biraz daha aktif rol oynaması lazım” sözlerinden, siyasi iradenin Libya’da ABD ile beraber yürüme arzusunda olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Ancak bölgemizde ABD ile son zamanlarda yaşadığımız gerginlikleri dikkate aldığımızda uluslararası bir sorun haline gelen Libya’da, menfaata dayalı sürdürülebilir sağlam bir Türkiye-ABD ilişkisinin ve işbirliğinin kurulmasını şahsen pek mümkün görmüyorum. Hatta ABD ile Libya’da gerçekleştirilecek bir işbirliğinin bugüne kadar ABD nezdinde elde ettiğimiz bazı kazanımlardan taviz vermek zorunda kalacağımız endişesini de taşıyorum.
- Ben de tam bir anlaşma halinde ABD, Suriye’de terör örgütüne desteğini çeker mi ya da olası S-400 yaptırımlarını yok sayar mı diye soracaktım...
ABD’nin Suriye’de terör örgütüne desteğini çekmesini beklemek veya olası S-400 yaptırımlarını yok saymasını ümit etmek büyük hata olur. Özellikle terör örgütüne verdiği desteği çekmesini beklemek, Doğu Akdeniz merkez olmak üzere bölgede kendi çıkarları adına tesis etmeye çalıştığı siyasi, askeri ve ekonomik beklentilerden vazgeçmesi anlamına gelir ki bu durum akıl ve mantıkla izah edilemez.
Libya’da ateşkesin sağlanması hem siyasi süreçte biraz daha aktif rol oynaması için ABD’ye açık davette bulunacaksın, hem de yıllardır elde ettiği emperyalist kazanımlardan taviz vermesini bekleyeceksin. Bu bana gerçekçi gelmiyor.
- Çok fazla dinamik var Libya’da... Petrol ülkesindeki dengelerin günlük değişmesinde tarafları destekleyen güçlerin çıkar çatışmaları ne kadar etkili?
Siyasi istikrarın henüz sağlanamadığı Libya’da dengelerin tarafları destekleyen güçlerin çıkar çatışmaları doğrultusunda şekillenmesi kadar doğal bir şey olamaz. 2011’den bu yana çok bölünmüşlüğü ve sıcak çatışmaları yaşayan Libya’da, taraflar 2017’den itibaren kendi pozisyonlarını belirlemeye çalışmış, Libya’da siyasi dengeler iki ayrı hükümet etrafında yoğunlaştı. Bu şekillenmede ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrol ve doğalgazın büyük rol oynadığı bir gerçek.
Hafter birlikleri son çatışmalardan sonra geri çekilmiş olsa da, “petrol hilali” adıyla anılan petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu bölgeyi elinde tutmakta. Bu durum, tarafları destekleyen güçlerin ileriki dönemde yeniden çıkar çatışmaları yaşayacağı izlenimi veriyor. Sarraj birlikleri Sirte’ye kadar dayandı.
Zengin petrol yataklarına ramak kaldı. Bu süreçte Hafter’e güvenini kaybeden bazı yerel destekçilerinin Sarraj tarafına geçerek pozisyon değiştirdikleri görülüyor. Bundan sonra ABD’nin aktif olarak nasıl bir pozisyon alacağı ve hangi tarafa destek vereceği dengelerin değişmesi açısından büyük bir çarpan olarak önümüzde durmakta.
- Hafter tarafının son dönemde askeri açıdan kayıpları oldu. Burada Türkiye’nin hava saldırılarının payı var mı?
Basından takip ettiğim kadarıyla Hafter’in geri çekilerek büyük bir pozisyon ve silah/cephane kaybına uğradığını görüyoruz. Libya ile yaptığımız “Güvenlik ve Askeri İşbirliği” Mutabakat Muhtırası doğrultusunda Türkiye’nin verdiği siyasi ve askeri destek, Doğu Akdeniz’in kapısı olan Libya’da başarının kilidi oldu.
Türkiye’nin askeri birikim ve tecrübe desteğinin yanı sıra UMH’ye verilen SİHA’lar Trablus hükümetinin şu ana kadar ayakta kalmasında ve başarısında belki de en büyük katkıyı sağladı.
- Milli Savunma Bakanı Akar, Hafter’in kaçmış olabileceğini söyledi, ertesi sabah Alman Büyükelçiyle Hafter’in Bingazi’deki görüşmesi basına verildi... Hafter konusunda da bir muamma var... Siz tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz, eski gücünü koruyor mu dersiniz?
Yoğun psikolojik harbin de yaşandığı Libya’da, Hafter’in Mısır’a kaçtığı/kendisini destekleyen taraflarca gözaltına alındığı yönünde basında çıkan haberler manipülasyona açık olmakla beraber, ABD ve Rusya’nın desteğini kaybettiği yorumları yapılan Hafter’in, belirlenecek yeni bir stratejiye uygun kartlar dağıtılana kadar, kendisini kontrol altında tutma gayesi güdülmüş olabilir.
İyi niyetle baktığımızda bu gelişmeyi ateşkes sürecinin olgunlaşması gayretleri olarak da okuyabiliriz. Son gelişmelerden sonra, hem askeri hem de siyasi güç ve destek kaybına uğrayan Hafter’in eski gücünü koruduğunu düşünmüyorum.
- Rusya Libya’ya çok daha aktif bir şekilde dahil olmaya başladı ve şimdi Türkiye ile farklı blokta. Sürece daha agresif müdahalesi Türkiye’nin Sarraj’a desteğine engel midir?
Doğruyu söylemek gerekirse Rusya sürece çok daha aktif bir şekilde dahil olsa da, Türkiye’nin Sarraj’a desteğini keseceğini düşünmüyorum. Kaldı ki, Libya ile yapılan güvenlik ve askeri işbirliğinin yanı sıra, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik karşılıklı mutabakat muhtırasının imzalanmış ve onay sürecinin tamamlanmış olması bu desteğin sürmesini zorunlu ve sürekli kılıyor.
Bu bağlamda Türkiye, tarafında olan tek ülke Libya’yı kaybetmek istemeyecektir. Bununla birlikte, bu geçiş döneminde Türkiye’nin ABD’yi açık bir şekilde Libya’da aktif olmaya davet ediyor olmasını, Rusya’nın olası agresif yaklaşımından duyduğu kaygıya, denge politikasına bağlamak da mümkündür.
- Bir yandan da Sarraj ve Hafter’i masaya oturtma çabası var. Ateşkes mümkün mü?
Berlin’de gerçekleştirilen Libya Konferansı’nın ardından yapılan açıklamalar ve ortaya çıkan ayrıntılar Hafter ile Sarraj arasında olası bir uzlaşmanın kolay olmayacağını gösterdi. Son gelişmelerden sonra Çavuşoğlu’nun, Mısır’ın ev sahipliğinde yapılan, Hafter ve müttefiklerinin Libya’da ateşkes çağrısına ilişkin, “Bu ateşkes çağrısı ya da ortak açıklama, bize göre ölü doğmuştur” yorumunu yapması Sarraj ve Hafter’i masaya oturtma çabalarının kısa vadede mümkün olmayacağını gösteriyor.
Kaldı ki Sarraj’ın, güvenilmez olarak gördüğü Hafter’le aynı masaya oturmayacağını söylemesi de bu gerçeği teyit etmektedir. Ancak yerel destekçilerinden mahrum kaldığı açıklanan Hafter’in yerine samimi ve güvenilir başka bir aktörün bulunması ateşkes zemininin yaratılması açısından uygun bir hal tarzı olabilir. Bu mümkün olsa da ateşkes sürecinin, bu kadar çıkar çatışmasının yaşandığı Libya’da, uzun soluklu olamayacağı endişesini taşıyorum.
LİBYA ISINIRSA İDLİB DE ISINIR
- Tabii tüm bu gelişmeleri İdlib’den ayrı düşünemeyiz. Ne dersiniz, Libya ısınırsa İdlib de ısınır mı?
Evet, kesinlikle Libya ısınırsa İdlib de ısınır. Uluslararası bir krizin merkezi konumuna gelmiş olan Doğu Akdeniz’le direkt bağlantılı Suriye ve Libya’da, Türkiye’nin lehine veya aleyhine cereyan edecek her türlü kritik gelişme, birbirini etkileyecek veya tetikleyecektir.
İster Türkiye’nin inisiyatifi dahilinde veya dışında olsun. Bu etkileşimin, bir tek Suriye ve Libya eksenli olmayacağı, AB, ABD ve Rusya’nın bölgeye yaklaşımı dahilinde, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülke olan Yunanistan, Kıbrıs, İsrail ve Mısır’la da değişkenlik göstereceği unutulmalıdır.
TÜRKİYE, SİYASİ OYUNA GELMEMELİ
- Yunanistan ve İtalya’nın imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasıyla başlayalım: Yunanistan muhalefeti hükümeti eleştirdi, anlaşmanın 1977’deki anlaşmanın bile gerisinde olduğunu ifade etti. Ancak bazı görüşlere göre de taraflar istediğini aldı, Akdeniz’e açıldı. Sizce?
İtalya ve Yunanistan’ın bu antlaşmayla istediklerinin ne kadarını aldığı henüz netleşmemiştir. Öncelikle ifade etmeliyim ki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun anlaşmaya yönelik yaptığı “İyon Denizi’nde olduğu için... Doğu Akdeniz ve Ege’yi ilgilendiren bir durum yok.
Bizim Libya ile imzaladığımız, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, yani kıta sahanlığının sınırlandırılması anlaşmasıyla da ilgisi yok” değerlendirmesini çok erken bir açıklama olarak görüyorum. Tarihi bir antlaşma yaptığını iddia eden Yunanistan, acaba bu antlaşmayla uzun zamandır Mısır’la yapmayı planladığı MEB antlaşması için uygun bir ittifak zemini mi hazırlamıştır? Libya’da aynı grupları desteklemeyen Yunanistan ve İtalya’nın Libya ile yapacakları MEB antlaşmalarının Türkiye’ye olası yansımaları nasıl olacaktır?
İtalya bu antlaşma ile Mısır’la teknik olarak bir MEB antlaşması imzalayabilecek midir? Bu soruların yanıtları bizim için önemli olmakla birlikte, sonuç olarak Yunanistan ve İtalya’nın bir ittifak zinciri içerisinde Akdeniz’e indiği görülmektedir.
- MEB’in 1977 tarihli anlaşmaya dayandırılması Türkiye’nin elini güçlendirir mi?
1977 anlaşması, 1958 (Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi-BMDHS) dikkate alınarak yapılmış bir antlaşmadır. MEB kavramı ise 1982 BMDHS ile ortaya çıkmıştır. Henüz ayrıntılı bilgiye sahip değiliz ama eski Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, yeni yapılan antlaşmanın 1982 BMDHS istinaden tadil edilmeden (koordinatları değiştirilmeden) 1977 kıta sahanlığı antlaşmasına dayandırılması durumunda o bölgedeki adaların (Başta Othonoi Adası olmak üzere Diapondia Adaları) yüzde 32-70 oranında etki alanını kaybettiğini iddia etmiştir.
Adalara yeterince pay verilmediğini iddiası Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’de savunduğu adaların anakaralar gibi Kıta Sahanlığı/MEB’i olamayacağı tezini desteklediği anlaşılmaktadır. Tabii ki bu durumda Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin elinin güçlendiğini söyleyebiliriz.
- Şimdi her ikisi de Mısır’la ve Hafter ile anlaşabilir mi?
Her ikisinin de meşru bir hükümet olarak kabul görmeyen Hafter’le anlaşmaya yanaşacağını düşünmüyorum. 2003’te GKRY ile MEB sınırlandırılmasına ilişkin antlaşma imzalayan ve Libya’da Hafter’i destekleyen Mısır’ın, uzun zamandır ittifak arayışları içinde olduğu Yunanistan’la MEB anlaşması imzalaması tarafımızca kabul edilemez.
Böyle bir antlaşmanın bizim için hukuki bir değeri olmasa da, bu yakınlaşma Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlama ve yalnızlaştırma politikasına hizmet edecek, yaratacağı fiili durum bölgede gerginliğin daha da tırmanmasına vesile olacaktır. Yunanistan-Kıbrıs-AB ekseninin arkasına saklanan Mısır’ın hak ve menfaatları Türkiye ile MEB antlaşması yapmasını dikte etse de bu hal tarzını seçmemesinin hukuki değil tamamen siyasi olduğu aşikâr.
- Türkiye, Mısır’ı ikna edemez mi?
Samimi ve güvene dayalı yürütülecek siyasi-diplomatik girişimler bu aşamada Mısır’ı ikna etmeye yeterli gelir mi çok emin değilim ama en azından denenmeli. Dış politikanın ana ilkesi “Devletler arasında menfaatlar esastır” yaklaşımına sadık kalınarak, hükümetler arasında yaşanan siyasi çekişmelerden uzaklaşılmalı, bu uğurda ulusal ve uluslararası platformlarda tüm argümanlar devreye sokulmalı.
- Yunanistan çoklu ittifaklar oluşturuyor. Bu siyasi gücün sonuçları olur mu?
Yunanistan, Ege ve Doğu Akdeniz politikasını (Kıbrıs dahil) ve Türkiye ile yaşadığı sorunları 1981’den itibaren girdiği AB üzerinden şekillendiriyor ve onun siyasi gücünü kullanıyor. Muhatabımız artık AB olmuştur. Yunanistan’ın yanına bir de 2004’te GKRY de eklendi. Türkiye ile son zamanlarda çıkar çatışmaları yaşayan ABD’nin, elini güçlendirme ve yeni alternatifler yaratma gayesiyle Yunanistan’la yakın bir işbirliğine girdiği görülüyor.
Bu durum, Yunanistan’ı savaş çığırtkanlığı yapmaya dahi getirmiştir. Amaç, Yunanistan ve GKRY tarafından yaratılan haksız fiili uygulamaların Türkiye tarafından kabul edilmesini sağlayarak yalnızlaştırmak ve Türkiye’nin agresifleşerek haklı iken haksız duruma düşmesini sağlamak. Türkiye bu siyasi oyuna gelmemeli.
- Bu noktada Türkiye’ye sahada üstünlük kazandıran donanma gücü yeterli midir? Yoksa diplomasi ayağı mı güç kazanmalı?
Biliyorsunuz bölgesinde güçlü bir konuma gelen Türk donanması, 2000’li yıllardan itibaren, özellikle 2006’da başlattığı “Akdeniz Kalkan Harekâtı” ile Doğu Akdeniz’de varlık göstererek Gambot diplomasisini en üst düzeyde yürütüyor. Bu durum bölgede pek tabii ki Türkiye’ye bir üstünlük kazandırıyor.
Ancak, denizdeki hak ve menfaatlarımızı yani Mavi Vatanımızı korumak adına sahada sürekli donanma bulundurmanın, her üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye için yıpratıcı ve maliyetli olacağı da unutulmamalı. Türkiye’nin tarihten, hukuktan ve coğrafyadan kaynaklı güçlü jeopolitiğini sahada savunan gambot diplomasisinin, masada yürütülecek güçlü siyasi-diplomatik girişimlerle desteklenmesi ve önünün açılması bir zorunluluktur.
BU ADIMLAR ATILMALI!
* Türkiye’nin dar bir deniz alanına hapsedilmemesi adına, kesintisiz sürdüreceğimiz siyasi-diplomatik girişimlerle tezimizi anlatmalıyız. Libya üzerinden elde ettiğimiz hukuki ve siyasi üstünlük, aktif politika ile sürdürülebilir kılınmalı.
* Zor olan bir anlaşmayı imzalamak değil onu hayata geçirmektir. 2000’li yılların başından bu yana Doğu Akdeniz’de artan gerginliğin her an siyasi-askeri bir krize dönüşebileceği dikkate alınarak, en kısa zamanda 24 saat üzerinden işletilecek “Doğu Akdeniz Kriz Masası” oluşturulmalı, olası faraziler üzerinden şimdiden hal tarzları geliştirilmeli.
* Libya ile yapılan deniz yetki alanları sınırlandırılması antlaşması kapsamında, o bölgede yapılacak sismik ve sondaj çalışmalarının güvenliği de dikkate alınarak Aksaz-Mersin-İskenderun-Gazi Mağusa limanlarına istinaden icra edilen Akdeniz Kalkan Harekâtı’nın kapsamı ve etkinlik sahası batıya doğru genişletilmelidir.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları