Erdoğan, Kürt sorununu çözemezse AK Parti parçalanır
Kürt sorununa barışçıl çözüm için çabalayan MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, umutlu ama ihtiyatlı konuşuyor:...
41 yıl boyunca MİT’te çalışmış, en kanlı çatışmaların yaşandığı dönemde Diyarbakır’da görev yapmış, şimdi Kürt sorununa barışçıl çözüm için çabalayan MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, umutlu ama ihtiyatlı konuşuyor: “Türkiye Kürt meselesini çözmeye hazır. Önümüzde tarihi bir fırsat var, ama zaman çok dar. Aman Habur gibi hazırlıksız yakalanmayalım! Zira Erdoğan Kürt sorununu çözemezse Türkiye parçalanır. Ama ülkeden önce parçalanacak olan kendi partisi olacaktır!”
Aman! Habur gibi hazırlıksız yakalanmayalım...
Habur’dan sonra her şey tersine gitmişti... Uzun süren bir sessizlik önce... Sonra hükümet ve BDP arasında gerginlik... Ya iktidar sertleşiyordu ya da BDP... Gerilim dağda da kendini gösteriyordu! Olan yine Mehmetçik’e oluyordu, elbette dağda ölen gençlere ve hepsinin ailelerine... Hele Uludere’den sonra ipler kopma noktasına gelmişti. Sorumluların cezalandırılmaması bir yana, Başbakan’dan beklenen özrün bir türlü gelmemesi çözüm umutlarını tümüyle söndürmüştü.
Ama birden bire rüzgar tersine döndü! Beklenmedik bir şekilde umutları yeşerten CHP oldu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan’dan “Kürt sorununu birlikte çözelim” diye randevu talep etti. Hemen kabul gördü. Şaşırtıcı, ama bir o kadar da destek bulan bir gelişme oldu bu. Tabii ki MHP’nin beklenen tepkileri haricinde!.. Derken, yine şaşırtan ama umutları daha da artıran bir demeç geldi, Kürt siyasetinin simge ismi Leyla Zana’dan; “Kürt sorununu Erdoğan çözer!” Her ne kadar BDP lideri Selahattin Demirtaş, “Başbakan’dan umut saflıktır” dese de, bu sözü tartışılamadan yeni bir açıklama daha geldi. Kürtler’i sevindiren oldukça radikal bir açıklama... Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan; “Abdullah Öcalan’a ev hapsi konuşulabilir!” Tabii ki bir önkoşulla, PKK’nın silah bırakması kaydıyla...
Habur öncesi sürecin bile önüne geçecek formüller gündemde... Umut var, ama korku da var, ya bu çabalar da boşuna gider, her şey tersine dönerse diye... Bu bıçak sırtı sürecin bir değerlendirmesini yapmak için 41 yıl boyunca MİT’te çalışmış, en kanlı çatışmaların yaşandığı dönemde Diyarbakır’da görev yapmış, şimdi sivil oluşum Ekopolitik içinde Kürt sorununa barışçıl çözüm için çabalayan MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş ile konuştum.
O da herkes gibi umutlu, ama aynı oranda ihtiyatlı... “Şartlar hazır, aman Habur’daki gibi hazırlıksız yakalanmayalım” diyor öncelikle... Umutlu; “Türkiye Kürt meselesini çözmeye hazır. Toplumsal talepler bu istikamette... Sadece bu hazır potansiyeli şekillendirecek nitelikli siyasete ihtiyacımız var” diyor ve ekliyor; “Önümüzde tarihi bir fırsat var, ama zaman çok dar.”
Şartların olgunlaşmış olduğu tespiti kadar önemli bir tespit daha yapıyor Öneş; “Başbakan Erdoğan Kürt meselesini ancak demokratik adımlarla çözebilir. Milliyetçilik ya da Türk-İslam sentezi yaklaşımıyla meseleye çözüm getirilemediğini gördük.” Öneş’e göre; eğer AK Parti iktidarı bu son fırsatı kullanamazsa, ilk darbeyi AKP yiyecek, ama tabii ki kaybeden Türkiye olacak.
- İlk adımı CHP attı, ikinci adım Leyla Zana’dan geldi. Üçüncü adım da Bülent Arınç’tan. Nasıl yorumluyorsunuz bu süreci?
Son gelişmeleri üç ana başlıkta ele almak gerekiyor. Birincisi; yaşananlar Türkiye’nin siyasal süreciyle bağlantılı. Yani önümüzdeki yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimi, sonra genel seçimler, bu arada başkanlık meselesi, CHP’nin bu süreç içinde yeni bir arayış çıkışı. İkincisi; AK Parti’nin bütünlüğünü koruyabilme meselesi. Tabii ki bu süreçte terörün devam etmesi siyasi iktidarın geleceği için ciddi risklerden biri. Eğer bir çözüm süreci başlatılabilirse siyasi iktidar veya Erdoğan bakımından ciddi bir ivme söz konusu olacak. Üçüncüsü de; Suriye-İran ekseni ve Sünni-Şii çatışmaları içersindeki bölgede yeni oluşan riskler karşısında Kürt siyasetinin kazandığı önem... Bölgesel ve küresel güçler tarafından PKK’nın tekrar araçsallaştırılma meselesi olarak gündeme gelmesi, PKK’nın burada yeni boşluklar bulma arayışı... Ve tüm bunlar içersinde Türkiye’nin jeopolitik açıdan önemini korumakta oluşu ve Türkiye-ABD ilişkilerindeki karşılıklı dayanışmanın sürüyor oluşu...
- ABD’li diplomatların BDP ve Zana’yla görüşerek “Bağımsız Kürt devleti hayal. Sorunun şiddetle çözülmeyeceği ortaya çıktı. PKK’yı silah bırakmaya teşvik edin!” diye iki net mesaj verdikleri, Zana’nın bu mesajdan sonra harekete geçtiği söyleniyor... Aslında düğmeye basan Amerika mı?
Amerika bu meselede önemli aktörlerden biri. Hatta neticeyi tayin edebilecek en önemli aktörlerden biri ama ben bu meseleyi doğrudan Amerika’ya bağlamayı doğru bulmuyorum. O tip net bilgilere de sahip değiliz zaten. Sorunun çözümünü Türkiye dinamikleri dayatıyor. Yalnız çözümün standartları bakımından Türkiye siyasetleri buna cevap vermekte zorlanıyor. İktidarıyla, muhalefetiyle... Tabii ki farklı derecelerde. Ve burada önemli aktörler şimdi çıkışlarını yapıyor. İktidar bir çözüm arayışı içinde. CHP yeni bir çıkış yapmak, çözüme destek olmak ve yeni bir ivme kazanmak istiyor. Kürt siyasetinde ise Leyla Zana tabii ki bağımsız kimliğiyle önemli bir aktör. Hem BDP-PKK ekseninde, hem de BDP-PKK eksenini aşan tüm Kürtler ve Kürt siyasal hareketleri bakımından saygın bir isim. Uluslararası alanda da güven duyulan bir kişilik. Sanıyorum ki tecrübeleri sebebiyle yeni bir iklim yaratmada taşın altına elini koyma ihtiyacını duyuyor.
- Peki siz Zana’dan böyle bir açıklama bekler miydiniz? Zaman zaman çok sert açıklamaları da olmuştu.
Leyla Zana’nın sert söylemleri var ama özellikle son yıllardaki tavrı bize bağımsızlığını korumak istediğini gösteriyor. O bakımdan bu açıklamalarını, Kürt siyasetiyle Türk siyaseti arasındaki buluşmaya katkı sunma arayışı diye özetleyebiliriz. Leyla Zana, “Ben Erdoğan’ın bu işi çözeceğine inanıyorum” derken, burada Başbakan’a kişisel yaklaşımdan ziyade, Başbakan’ın iktidar partisi olarak sahip olduğu yüzde 50’yi aşan oy desteğine ve çözüm potansiyelinin gücüne inandığını söylüyor. Çünkü çözüm için ciddi bir toplumsal desteğin olması gerekiyor. Ve siyasi iktidarın başı olarak Başbakan’ın otoritesi ve karizmasıyla bu potansiyel güce sahip olduğunu söylüyor. Bu arada bunu ifade ederken AKP politikalarının eleştirisini de yapıyor. “KCK’lı olmadığını bildiğim birçok arkadaşım ve Kürt siyasetçi içerde” diyor. Olumlu adımları da söylüyor. AKP’nin 2002’de iktidar oluşundan itibaren Kürt meselesinin çözümünde veya haklar meselesinde olumlu adımlar atıldığını söylüyor ki, özellikle PKK-BDP çizgisinde bu konuda AK Parti’ye karşı bir negatif yaklaşım var. Bunu ifade ederken bu PKK-BDP çizgisinin AK Parti’ye yaklaşımına bir yumuşak eleştiri getiriyor. Çözümün parametrelerini ifade ederken “Terör ve Kürtler meselesi yanyana getirilmemelidir” diyor. Özellikle siyasi iktidarın hâlâ BDP’ye ve PKK’ya karşı kullandığı dile eleştiri getiriyor. Ve meseleye bir terör meselesi olarak değil, bir Kürt siyasi hareketinin siyasi mücadelesi olarak baktığını ifade ediyor. “Kürt kimliğine anayasal güvence getirilmeli” derken de, sanıyorum bunu bir etnik temel üzerinde değil, gerek etnik, gerek inanç, gerek farklı kültürel yapılar olsun, bunların hiçbirine ayrıcılık tanımayan, hak eşitliğine dayanan bir vatandaşlık kavramına işaret etmek istiyor. Ayrıca eğitim hakkı meselesinin temel unsur olduğunu ifade ediyor. Ve Kürtçe seçmeli ders girişiminin meseleyi çözümleyici olmadığını ama olumlu bir adım olduğunu, esas meselenin elbette eğitim hakkı konusunda şekillenmesi gerektiğini işaret ediyor. Bir son mesele, ki bu çok önemli, PKK-BDP çizgisine karşı çok ciddi bir eleştiri getiriyor. PKK’nın 1999’da Öcalan’ın yakalanmasından itibaren ‘Bağımsız Birleşik Kürdistan Stratejisi’ yerine ‘Birlikte Yaşama Stratejisi’ni kabul etmesi sebebiyle silahlı mücadelenin gündemden çıkması gerektiğini ifade ediyor.
- Siz de geçen sene yaptığımız söyleşide “Bu sorunu Erdoğan çözebilir” demiştiniz. Ama sonra Erdoğan’ın söylemi sertleşti. Peki sizce ne oldu da bu değişiklik yaşandı? Ve eğer bu fırsat da kaçarsa ne olur?
Şu var; Türkiye Kürt meselesini çözmediği ve toplumsal konsensüsü sağlamadığı sürece ihtiyaç duyduğu yeni anayasayı yapamaz ve demokratikleşme sürecinde mesafe alamaz. Ayrıca 30 senelik bir silahlı mücadele bize çok büyük kayıplar verdirdi. Gerek Kürt gerekse Türkiye siyasetleri açısından artık tahammül edilmez bir noktaya gelindi. Ancak silahsız mücadeleye geçişin koşulları çok önemli. Artık AK Parti’nin ideolojik yapısına göre ya da CHP’nin ideolojik yapısına göre ya da BDP’nin marjinal isteklerine ve ideolojik yapısına göre çözüm olamaz. Çözüm için en geniş yelpazede asgari müşterekleri bulabilmek gerekiyor ve bunun da kriterleri belli. Ancak evrensel değerlerle, yani Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kriterleri çerçevesinde şekillenen bir anayasa ve hukuk sistemiyle çözüme ulaşılabilir. Buna paralel olarak da önce silahların susmasını ve sonra teslimini gerektiren bir projeyi hayata geçirmeyi ciddi şekilde planlamak ve bu çerçevede siyasi adımları atmak gerekiyor. Tabii ki burada CHP’nin desteği hayati ve çok önemli. Bunun yanında siyasi iktidarın parlamento çatısı altında BDP’yi de bu meselenin çözümüne katması çok önemli. Oysa BDP’yi dışlayan bir yapı var. Özellikle Silvan saldırısından itibaren AK Parti’nin devam eden güvenlikçi zihniyetini mutlaka değiştirmesi gerekiyor. Yeni bir bakışla siyasete ağırlık vererek BDP, CHP ve siyasi iktidar ortaklığıyla hem çözüm sürecinde devamlılık sağlamak hem de yeni anayasanın inşasında bu üçlünün demokratik dinamiği yakalama gibi bir perspektifi oluşturması gerekiyor.
- Peki ya bu başarılamazsa?
Gerek siyasi iktidar, gerek tüm Türkiye siyasetleri biliyorlar ki artık bardak doldu, taşıyor ve bu taşmanın yarattığı sonuçlar çok acı olacak. Sorumluluk duyan herkes bunu vicdanında, zihninde hissediyor. Ama Türkiye siyasetlerinin bazı tabuları, korkuları var, Kürt-Türk ayrışması gibi... Ve gündelik kısa vadeli siyasi iktidar veya lider çıkar çatışmalarının, saray kavgalarının yarattığı sonuçlar var. Bunları Türkiye siyasetçileri aşmakta zorlanıyor, ama aşması gerektiğini de biliyor. Ben şahsen ihtiyatlı iyimserliğe sahibim şu anda. Bu fırsatın değerlendirilmesi, kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.
***
BDP-PKK çizgisi de Leyla Zana’ya yaklaşabilir
- Leyla Zana’nın açıklamalarının özellikle de Uludere’den sonra çok önemli olduğunu düşünüyorum... Henüz tam özür dilenmemiş, çok ciddi bir acı var ortada... Ona rağmen çıkıp, “Bu işi Erdoğan çözer” dedi...
Tabii... Leyla Zana BDP-PKK eksenini de aşan Kürt kimlikli vatandaşların talepleri istikametinde, BDP’ye de eleştiri getiriyor, onların topluma dokunma konusunda yetersizliğini ifade ediyor. Ayrıca, “Bu sadece Kürtlerin etnik talepleri meselesi değil, Türkiye’nin demokrasi meselesidir” diyor. Sanıyorum ki PKK-BDP ekseninde de Zana’nın bu ifadelerini geniş bir kesim tasvip ediyor ve hükümetten somut bir adım gelirse, ki böyle bir beklenti doğaldır, olması gerekir, ben BDP-PKK çizgisinin de Leyla Zana’nın hak talepleri istikametinde iktidara yaklaşacağını umuyorum.
- Bülent Arınç, “Öcalan’a ev hapsi konuşulabilir” dedi. Bunun gibi mi?
Leyla Zana’nın ifadelerini, açılımını pozitif istikamette kuvvetlendiren bir açıklama o. Öcalan’a ev hapsini silahların bırakılması şartına bağlamasına rağmen barış şartlarının oluşumu sürecinde tabii ki bu olabilir. Ama 2009’daki demokratik açılıma hazırlıksız yakalanma meselesi bizi bugünlere getirmişti. Bugün hazırlıksız yakalanmamamız gerekiyor. Birçok muhtemel provokasyon hareketinin ortaya çıkma ihtimaline karşı, kapsamlı hazırlanmış bir çözüm projesi istikametinde ve muhtemel riskleri de dikkate alarak siyasi adımların atılması gerekiyor.
- Habur’da kimse hazır değildi. Onun Kürtler için nasıl bir sevinç dalgası olduğu anlaşılamadı. Basının da burada hatası, günahı var tabii...
Haklısınız. PKK’nın onu bir propaganda, bir gösteri şeklinde sunma isteği olabilir. Ama orada toplanan yüz binlerce Kürt PKK’nın propagandasını yapmak amacıyla o sevinci göstermedi, çözüm sevinci içersindeydi. Yani meseleye daima PKK eksenli baktığımız için hep geri adım attık, halbuki toplumsal talebe uygun cevap vermemiz ve meseleye böyle bakmamız gerekiyor. Eğer çoğulcu toplumsal taleplere demokratik reflekslerle bakarak çözüm üretirsek PKK’nın etkilediği kitlelerin de desteğini alabiliriz. Bir de Türk milliyetçilerine ve marjinal, çözüm istemeyen Kürt gruplara endeksli bakmamamız gerekiyor.
- Ama şu da var; AKP’nin dili de son bir yılda fazlasıyla milliyetçi bir dil oldu...
Evet. Son seçimlerden itibaren Sayın Başbakanımızın söylemi milliyetçi ağızlı bir çizgiye oturdu. Ve PKK ile mücadele de güvenlikçi ağırlıklı yeni bir şekillenmeye girdi. Ama bunun ters sonuçlarını Türkiye gördü, yaşadı. Sanıyorum ki Sayın Başbakan da bunun olumsuz sonuçlarını gördü. Demokratik çözümün, yani topluma hitap eden milliyetçilikten uzak yaklaşımın gerçek çözüm olduğunu ve AK Parti’ye daha fazla oy getireceğini anladı. Şimdi bunun bir an evvel çok şeffaf bir şekilde politikalarla gösterilmesi lazım. Kürt meselesini çözen bir Erdoğan, Türkiye tarihinde ayrı bir yere sahip olur. Ama bu sorunu ancak demokratik adımlarla çözebilir. Milliyetçilik ya da Türk-İslam sentezi yaklaşımı içinde ya da ideolojik yapılar içinde meseleye bakışın çözüm getirmediğini gördük.
- Başbakan Erdoğan’ın milliyetçileri ikna etmesi daha kolay olacaktır ama...
Biz geçtiğimiz ay Ekopolitik’le Almanya’ya Köln’e gitmiştik. Orada gördüm ki, milliyetçi kesimi MHP temsil etmiyor. MHP, kendi siyasal tabanı üzerinde dahi bugünkü duruşunu kabul ettiremez gibi geliyor bana. Ülkücü taban içersinde demokratik çözüme müspet yaklaşan ve hatta gerek seçmeli ders olsun gerekse Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş bir Kürtçe eğitim hakkı olsun, bunu kabullenen bir ülkücü taban var. Hatta Köln’de şunu da gördüm, Almanya’nın eski en geniş örgütlerinden Milli Görüş Teşkilatı dahi Türkiye siyasetlerinin çözümünü aşan ve çoğulcu bir düşünce yapısı içinde meseleye bakan yaklaşımlar geliştiriyor. Yani Kürt meselesinin demokratik çözümüne toplumsal destek sanılandan çok daha fazla.
- O zaman Türkiye, Kürt meselesini çözmeye hazır diyebilir miyiz?
Ben şöyle ifade ediyorum; Türkiye’nin bugünkü potansiyeli, şartları Kürt meselesini çözmeye hazırdır. Toplum hazırdır. Toplumsal talepler bu istikamettedir. Sadece bu hazır potansiyeli şekillendiren nitelikli siyasete ihtiyacımız var. Türkiye siyasetleri senelerdir buna cevap veremiyor. 1999 Helsinki Zirvesi’nden itibaren Türkiye bir değişim içine girdi. AK Parti iktidarıyla bu değişim ivme kazandı. Bu konuda çok önemli adımlar atıldı. Ama bu atılan adımları önemserken yeterli olmadığını söylememiz ve yeni anayasayla bu meseleleri çözerek Türkiye’yi demokratik hukukun üstünlüğüyle şekillenen bir yapıya kavuşturmamız lazım. Ama zamanımız dar.
- Zamanımız niye dar?
Bu tarihi fırsatların kullanılması gerekir. Eğer bu fırsatı kullanamazsak bu AK Parti iktidarı için de iyi olmaz. AK Parti’nin bölünmesini, parçlanmasını yaratır. Türkiye’nin dinamiklerinin pozitif gelişimini de olumsuz etkiler. Mesele şu; biz Kürt meselesini Türkiye’nin bir demokrasi standartları meselesi olarak görüyoruz. Meseleye bu açıdan bakınca biz yeni anayasa inşası ile Türkiye demokrasisine yeni bir nitelik kazandırıyoruz. Evrensel değerlerin şekillendirdiği kurumsal bir yapı oluşturuyoruz. Şimdi eğer biz Kürt meselesini çözemezsek, PKK silahlı hareketini sonlandıramazsak bu yeni anayasa sürecini tamamlayamayız. Bu ne demektir? Toplumsal taleplere cevap veremeyen bir siyaset yapısı demektir, ki özellikle siyasi iktidar bundan büyük zarar görecektir ve bu Türkiye’nin de muhtemel gelişmeler içersindeki risklerini artıracaktır.
- AKP’nin parçalanma riski var mı gerçekten?
Tabii ki var! Eğer Kürt meselesini çözemezsek bugün tekrar biraz kıpırdayan güven unsuru ve çözüm umuduna cevap veremezsek, Kürt siyaseti tekrar bağımsız bir devlet yaratma istikametinde farklı yöne gidebilir. Veya onu bu istikamette kullananların elinde daha fazla araçsallaştırılır!
- O zaman o sizin hiç dile getirmek istemediğiniz bölünme olabilir mi?
Bugün Kürt siyasi hareketi sorunu bütünlük içinde çözmek isterken bu olay kırılma yaratır ve bağımsızlıkçı hareket Kürt siyasetinde güç kazanabilir, yön değiştirebilir. İşte o zaman Türkiye bölünme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bölgesel gelişmelerdeki kırılganlıklar da bu endişeyi yaratıyor tabii.
***
Türkiye’nin ve AKP’nin geleceğini İslami kesimdeki demokratik adımlar tayin edecek!
- AKP içindeki parçalanma Kürt sorununa bakış yüzünden mi olur?
AK Parti’nin gücü, Türkiye’deki değişim dinamiklerine ve özellikle haklar bakımından kendini mağdur hisseden kitlelere cevap verebilen değişimci, dönüşümcü bir parti olmasından geliyor. AK Parti toplumdan desteği bu değişimci, dönüşümcü gücüyle alıyor. Eğer Erdoğan Kürt meselesini çözemezse, Türkiye’nin zora girmesi muhtemel. Bugün AB ülkelerinde gördüğümüz ekonomik krizin Türkiye’yi etkilemediğini söyleyemeyiz. Bu etkileme gücü artarak devam edebilir.
- Yani AKP’nin varlığının devamı Kürt meselesine mi bağlı?
Evet. Öncelikle Kürt meselesine bağlı. Çünkü Kürt meselesinin çözülememesi, yeni anayasanın ihtiyaca cevap verecek şekilde yapılamamasını ve demokratik dönüşümün nitelikli olmamasını sağlar. Türkiye çoğulcu yapıda gelişiyor, demokratik haklar güçleniyor. Bu toplumsal taleplere cevap veremeyen siyasi hareketlerin toplum tarafından silindiğini biz biliyoruz.
- Siz yıllarca Diyarbakır’da görev yaptınız. O bölgeyi iyi biliyorsunuz. Orada çok dindar bir yapı da var. Ama PKK laik bir yapı... Her ne kadar destekleyenlerin tümü laik olmasa da...
Doğru... PKK laik bir yapı ama PKK’yı destekleyenlerin hepsinin laik olduğunu söyleyemeyiz. Bugün BDP ve PKK’nın etkilediği kitleler içersinde dindar muhafazakâr bir yapı da var. Ama şunu ifade edeyim; Türkiye’nin genel muhafazakâr yapısı içinde ciddi bir demokratikleşme, çoğulculaşma hareketi var. Bu dinamiği görmek lazım. Esas AK Parti’deki değişimle de bu dinamikler doğrudan bağlantılı ve AK Parti’yi doğrudan demokratikleşme istikametinde eleştiriyorlar ve zorluyorlar.
- AK Parti’nin gidişatına ilişkin çok eleştiriler oluyor. En son Prof. Faruk Birtek, “Türkiye’de muhafazakâr İslami bir devrim yaşanıyor” demişti. 4+4+4 ve kürtaj tartışmalarına dikkat çekerek... Yanlış anlamadıysam siz Kürt meselesi çözülürken demokratikleşmeyle birlikte bu konular da yoluna girecek diyorsunuz, öyle mi?
Kürtaj meselesi gibi, içki meselesi gibi, 4+4+4’le birlikte inanç yönünden getirilen imam hatipler gibi dar kapsamlı bazı çalışmalar var. Bunların dışında muhafazakâr tabanda İslami kimliğin önüne geçen bir demokratikleşme, özgürleşme dinamiği de var. Ben bunu ifade etmek istiyorum. Esasında geleceği ve sonuçta AK Parti’deki dinamiği de tayin edecek olan bu İslami kesimdeki demokrasi adımlarıdır. Diğer tutucu yapılar, meseleye sadece yaşam şekli açısından bakmalar, kısa vadeli mesajlardır, ki bana göre bunlar doğru mesajlar değildir. Esas değişim muhafazakâr kesimde de demokratik talepler bakımından olmaktadır. AK Parti, bu dinamik taleplere cevap verebilen bir parti. Demokratikleşme istikametinde değişim ve dönüşüme süreklilik kazandırmak zorundadır. Kazandıramadığı takdirde parti içi sorunlar ortaya çıkar. Ve eleştiri odakları çoğalır. Parti parçalanabilir.
Vatan/Mine Şenocaklı
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları