loading
close
SON DAKİKALAR

Adalet bakanı konuşuyor da

Barış Terkoğlu
Tarih: 06.03.2025
Kaynak: Barış Terkoğlu - Cumhuriyet

Barış Terkoğlu; Hep suçlulardan kurtulmaktan bahsederiz. Oysa suçun bitmesi için önce kanunsuzluğun tükenmesi gerekir.

İtaatin ödüllendirildiği bir düzende yalnız layık olmayanlar yükselir.

Önceki gün, Halk TV’den beş gazetecinin yargılandığı dava, sevinç çığlıkları ve alkışlarla bitti. Salondan çıktık. Herkes birbirine sarılırken adliye muhabirlerinden biri yanıma geldi ve sordu: Kararı anlamadım, ne oldu şimdi?

Haklıydı...

Gerçekten karmaşık bir meseleydi. Zira iki suçlamadan birinden beraat, öbüründen “davanın şimdilik düşmesi” diyebileceğimiz bir karar çıkmıştı. Aslında savcı kaynaklı bir sorundu. Ne mutlu ki yargıç da böyle düşünmüş, “sonu mutlu biten duruşma” olmuştu.

Yazdığım yazılar nedeniyle ağır cezada da yargılandım ticaret mahkemelerinde de... Birçok tarihi dava izledim. Bugünlerde gördüklerim kadar kötüsünü görmedim. Şunu söyleyebilirim ki siyasallaştığı için eleştirdiğimiz yargının büyük bir sorunu daha var. Ya kalitesizlikten ya da “bize bir şey olmazcılık”tan, kanun kitaplarında yazılı hiçbir usulü dikkate almıyorlar. Talimatlara değil kanunlara bakan hâkimlerle karşılaşınca da tuzla buz oluyorlar.

Şöyle anlatayım...

ŞİKÂYET OLMADAN SORUŞTURMA AÇILMIŞ

6 saat süren duruşmada, gazeteci arkadaşlarımız, yapılan haberi, reflekslerinin gazetecilik olduğunu, mesleği nasıl icra ettiklerini anlattılar. Özel hedef seçildiklerini gösteren çifte standartları vurguladılar. Haberi en hızlı ulaştırma niyetlerini anlattılar.

Gelgelelim daha büyük sorun avukatların anlattıklarıyla ortaya çıktı. Zira teknik olarak böyle bir davanın hiç olmaması gerekiyordu.

Şöyle anlatayım...

Bir konuşmanın kayda alınması ya da yayımlanması şikâyete bağlı suç kapsamındaydı. Yani ancak konuşmanın bir tarafı gidip şikâyetçi olursa böyle bir soruşturma açılabiliyordu. Öyle ya belki de rızası vardı. Savcı, henüz kimse şikâyetçi olmadan soruşturma başlatmış, polisi görevlendirmişti.

Şikâyetçi olan bilirkişi, soruşturma açıldıktan sonraki gün adliyeye gelerek ifade vermişti. Elbette bu durum büyük ihtimalle birilerinin “Gel şikâyetçi ol” demesiyle gerçekleşti. Neden mi? Öyle ya, söz konusu suçlama bir terör suçu değildi. Halkın deyimiyle “adi suç” kapsamındaydı. Ancak ne hikmetse, soruşturmayı açan savcı terör savcısıydı. Bilirkişi bunu nasıl biliyorsa adliyede avukatların bile giremediği terör savcılarının katına çıkarak şikâyetçi olacağı savcıyı bulmuştu. Belli ki “gel” denmişti. Üstelik bu şikâyetinde Suat Toktaş ve Kürşad Oğuz’un adını da anmamıştı. Şikâyetçi olmadığı Toktaş 34 gün boyunca tutuklu kalmıştı.

SAVCININ BÜYÜK USUL HATASI

Biliyorsunuz, Türk yargısına arabuluculuk kurumu dahil edildi. Bu sayede yargının yükü hafifletildi. İşte konuşmaları kayda alma ve yayımlama da bu kapsamda olan bir suçlamaydı. Yani dosya önce arabulucuya gitmeli eğer burada bir uzlaşma olmazsa iddianame yazılıp dava açılmalıydı. Bu basit bilgi, savcı tarafından atlanmıştı.

İşte tam da bu basit usul hatası nedeniyle ses kaydı suçlaması şimdilik düştü. Mahkeme “dava şartı olan uzlaştırma prosedürü gerçekleşmemiş olduğundan” diyerek dosyayı uzlaştırma bürosuna gönderdi. Belki de uzlaştırmada sanıklar ile şikâyetçi bilirkişi anlaşacak. Anlaşamazlarsa 13 Mayıs’ta davanın bu kısmı yeniden görülecek.

KANUNDA SUÇ DEĞİLMİŞ

Gelelim ikinci olaya. Gazetecilere ikinci suçlama, yargıyı etkileme suçlamasıydı. Ancak 2014 yılında kanunda bir değişiklik yapılmıştı. Soruşturma aşamasında yapılan eylemler kanundan çıkarılmış, sadece kovuşturma aşamasındaki eylemler “yargıyı etkileme” kapsamına sokulmuştu. Şikâyetçi bilirkişinin eleştiri konusu olan bütün raporları soruşturma aşamasındaydı. Kovuşturma aşamasında eleştiri konusu olan hiçbir raporu yoktu. Önceki günkü duruşmada bu da net olarak anlaşıldı. Yargıç bu nedenle “sanıklara atılı eylem kanunda suç olarak tanımlanmamış olup” diyerek bu suçlamadan beraat kararı verdi.

YARGININ USUL TANIMAYAN HALİ

Daha çok şey sayabilirim. Yargıtay’ın “Ses kaydının yayınlanmasında kamu çıkarı varsa yayınlanabilir” yönündeki kararlarından bahsedebilirim. Ya da kanuna göre bir bilirkişiyi ya da tanığı etkilemek suçunun oluşması için ona doğrudan doğruya “şöyle rapor yaz, şöyle söyle” gibi yönlendirici bir baskının yapılması gerektiğini anlatabilirim. Ya da Serhan Asker savunma yaparken duruşma salonunu terk eden savcının, salona döndüğünde Serhan Asker (savunmasında haberin yapıldığı gün izinli olduğunu anlattı) için ceza istemesinin tuhaflığından bahsedebilirim.

Ama söylemek istediğim daha kritik bir şey. Halk TV davası hâkimi, verdiği kararla “Böyle bir davanın kanunda karşılığı yok” dedi. Toplamda 55 yıl istenen iddianamedeki yargılama usullerinin normal olmadığını söyledi. Bu, son dönemde yaşadığımız bir soruna işaret ediyor. Adalet bakanı, dün, yargıya giren uzlaştırma kurumunu övüp “Uzlaşmada başarı oranımız yüzde 83’e çıktı” dedi. Aynı gün, yönettiği yargıdaki savcılarının uzlaştırmadan ya bihaber oldukları ya da “kanun-usul tanımayız” diye düşündükleri için bunu yapmadıkları anlaşıldı.

Bence doğru olan, ikincisi. Yargının bir bölümü, arkalarına aldıkları siyasetin gücüyle, en basit soruşturmalarda bile kuralları dikkate almıyor. “Bana bir şey olmaz” fikriyle açılmayacak davaları açıp yapılmayacak yargılamalar yapıyor. Bu durum, bir dönem yargıyı ele geçirmiş Fethullahçıların son dönemlerindeki özgüvenli hallerini anımsatıyor.

Hep suçlulardan kurtulmaktan bahsederiz. Oysa suçun bitmesi için önce kanunsuzluğun tükenmesi gerekir.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları