Biri bize şu ‘menzil”i anlatsın
Barış Terkoğlu: 13 yıldır rapor yazanların hayal bile edemeyecekleri çarçabuk uygulamaya kondu. Son olarak Hulusi Akar, kaleminin ucuyla yandaşların “çoktan seçmeli, demokratik ve profesyonel ordu” sevincine bir odun daha attı.
“Parlamento” diyoruz. “Parlare” yani “konuşmak”tan geliyor. Bizde de farklı değil. Kimi “meclis”, kimi “şûra”, kiminde “meşveret” dedik. İçinde hep “konuşmak” var. Danışmak ve müzakere etmek, kamuya dair düzenlemeler için akıl yoludur.
İşte bu nedenle demokratik düzenlerde tartışma olur. Sistem yavaş işler. Ancak gelişigüzel değildir.
Parlamentonun rafa kalktığı rejimler ise susma düzenleridir. Siz buradan tek kişinin konuşmasını da anlayabilirsiniz. Sistem hızlı işler. Fakat sabah kurulan, akşama yıkılır.
Türkiye önce fiilen, sonra resmen parlamentoyu rafa kaldırdığından beri “susma rejimi”ni yaşıyor. Sanki demokraside değil otobüs durağındayız. Elde bilet, önümüzden geçen yasalardan bize uyanı arıyoruz. 20 yıl önce olmayan belki 20 yıl sonra da bir şey ifade etmeyecek düzenin ortasında yaşıyoruz.
7 Mart akşamı Türkiye’nin bir askerlik sistemi vardı. 8 Mart öğleden sonra artık başka bir sistemdeydik.
Emekçi Kadınlar Günü’ydü. Bakan Hulusi Akar, kadın gazetecilerin sorularını yanıtlıyordu. Yanında da TSK’nin kadın subayları vardı. Bir anda üzerinde “yeni askerlik sistemi” yazan tabelayı çıkardı. Dolmakalemin arkasıyla işaret ederek sundu. Sabah geç uyananlar kaçırsa da, tarihimizin en köklü kurumu yeni bir düzene kavuşmuş oldu.
Başka türlü olmasını beklemiyorduk. Yandaş medya “çoktan seçmeli askerlik”, “31 bine bedelli” gibi başlıklarla haberi sevinçle duyurdu. Anlattıklarına göre, askerlik hem paralı, hem demokratik, hem sivil hale gelmişti. Bir tanesinin manşeti ise “Profesyonel Ordu” idi. Belki de en doğru yorum buydu. Zira Akar’ın kaleminin ucuyla açtığı yolu gösteriyordu.
TSK’yi Avrupalılaştırma raporu
Bu sevinç gösterisi sizin aklınıza da 13 yıl önce yaptığımız tartışmayı getirdi mi?
George Soros’un Açık Toplum Vakfı aracılığıyla fonladığı TESEV’in “Almanak Türkiye: Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” raporundan söz ediyorum.
Bugünlerde iktidarın derinliklerinde olduğunu öğrendiğimiz Can Paker, 2006 yılının haziranında şöyle anlatmıştı:
“Almanağın amacı, hem güvenliği demokratikleştirmek, hem de güvenlik içinde demokratikleşmedir.”
Nedense TSK’yi “demokratikleştirmek” için çoğunluğu polis akademisinden oluşan bir kadro seçmişlerdi. Bugünkü Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’dan FET Ö firarisi Önder Aytaç’a uzanan yazarlarıyla 280 sayfalık rapor özetle bir şey söylüyordu:
“Milli ordu” yerini “profesyonel ordu”ya bıraksın. TSK, hükümetin emrinde olsun. Ordu, rejimi koruma kimliğini terk etsin. Asker sayısı, ağırlığı, kimliği, kurumları sınırlandırılsın.
Almanak, 2005 yılını ele alıyordu. Tesadüf değil, 17 Aralık 2004’te AB , Türkiye ile müzakere sürecine başlama kararı almıştı. Brüksel’den dönüşünde üstü açık bir otobüsle dolaşarak Avrupa’yı müjdeleyen Erdoğan ve Gül, Kızılay Meydanı’nda Gökçek’in gündüz gözüyle patlattığı havai fişeklerinin altında “Türkiye değişecek” demişti. Nitekim 2005’te hiç bitmeyecek müzakereler başladı. En ağır lokma tartışmasız TSK’nin nasıl dönüştürüleceğiydi. TESEV’in raporunun amacı da buydu: TSK’yi AB’ye uydurmak.
TSK’yi dönüştürme fikrine polis akademisi hocalarının talip olması sürpriz değil. Zira TSK, o dönem AKP tarafından desteklenen Fethullahçı polislerin ana rolü oynadığı kumpaslarla dönüştürülmeye çalışıldı. Nitekim sonraki almanakların ana konusu da “sivilleşme” masalıyla yutturulan bu davalardı.
Rapor yazanlar tutuklanıyor
Müyesser Yıldız hatırlatmasa unutmuştum. TSK’yi “şekline uydurma” raporlarından biri daha var. Üstelik o kadar eski değil. Abdullah Gül’ün henüz cumhurbaşkanı olduğu 2013 tarihini taşıyordu. “Savunma Çalışma Grubu” adıyla oluşturulan asker-sivil karışımı bir ekip tarafından hazırlanan 220 sayfalık rapor, TSK’de reform sürecini ele alıyordu. “Profesyonel askerliğe geçmek bir hedef olarak belirlenmelidir” denilen metinde, “Genelkurmay Başkanlığı ile MSB’nin görev tanımlarının yeniden yapılması” öneriliyordu.
Kuşkusuz Gül’ün hazırlattığı rapor TE SEV’inkine göre daha ölçülüydü.
Ancak TE SEV raporlarıyla başlayan, Gül raporuyla süren “TSK reformu” raporlarını yazanların ortak bir akıbeti var.
2006 Almanak’ı için kalem oynatan Önder Aytaç’tan Lale Sarıibrahimoğlu’na, İbrahim Cerrah’tan Bedri Eryılmaz’a isimler FETÖ davalarında sanık oldu. Çizgilerine bakınca bu sürpriz de değildi.
Onlardan 7 yıl sonra Gül’ün öncülüğünde kurulan komisyondakilerin akıbeti de pek de farklı değildi. İkisini söyleyelim: 15 Temmuz darbesinin ardından Tuğgeneral Recep Ünal da Tuğgeneral Murat Yetgin de FET Ö soruşturmalarında tutuklandı.
Sonra?
Tüm bunların ardından askeri liseler kapatıldı, askeri hastaneler fiilen kayboldu, harp okulları Savunma Üniversitesi’ne dönüştürüldü, Genelkurmay Başkanı bakan yapılırken komutanlıklar Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı, Yüksek Askeri Şûra’nın yapısı değişti, Jandarma ve Sahil Güvenlik, İçişleri’ne verildi, askeri kışlalar şehrin dışına taşındı…
Uzatmayalım, 13 yıldır rapor yazanların hayal bile edemeyecekleri çarçabuk uygulamaya kondu. Son olarak Hulusi Akar, kaleminin ucuyla yandaşların “çoktan seçmeli, demokratik ve profesyonel ordu” sevincine bir odun daha attı.
Merak eder de 2006’da açıklanan Almanak’ta birçok asker yerden yere vurulurken, Hulusi Akar nasıl yer alıyor diye bakarsanız şu satırlarla karşılaşıyorsunuz:
“26 Şubat (2005): Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Hulusi Akar, Kara Harp Okulu’nun AB ile bütünleşen kurumlardan biri olduğunu vurgulayarak, AB eğitim programlarından Sokrates Programı’na yaptıkları başvurunun kabul edildiğini bildirdi.”
Biraz tuhaf…
Sanki iktidar buzun üstünde ilerliyor. Cebindeki Fethullahçıları atsa da kaymaya devam ediyor.
FETÖ için “aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapı” dediler ya…
Biri bize “nedir şu aynı menzil” anlatsa da öğrensek.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları