Cumhurbaşkanı’na İngilizce ‘diktatör’ demenin rahatlığı
Barış Terkoğlu; THY, eğer “muhalif” dediği ve ölçülü eleştiriler yapan gazeteleri uçağı sokmayıp yolculara bunları dağıtıyorsa aslında şunu söylemek istiyor: Cumhurbaşkanı’na “diktatör”, Türkiye’ye “katliamcı”, TSK’ye “işgalci” bile diyebilirsiniz. Yeter ki bunu Türkçe söylemeyin.
Düşünme üzerine hiç düşündünüz mü?
Aslında düşünmek bir tecrübedir. Göz, burun ya da kulak gibi organlar dünyevi tepkileri toplar. Sinirler birer sinyal olarak beyne taşır. Yaşanan elektrokimyasal sürecin sonunda düşünce oluşur. Bu, hem bizden önceki milyonlarca yılın hem de bizzat kendi ömrümüzün biriktirdiği bir tecrübedir. Düşünmek, tüm bedenin katıldığı ancak beynin gerçekleştirdiği birikmiş eylemdir.
Birikim yoksa düşünce de yoktur. Bizim gazeteyle, THY arasındaki gerilim için söylüyorum. Biliyorsunuz, THY uçaklarında günlük gazeteler dağıtılıyor. THY, Cumhuriyet gazetesini vermiyor. Yalnız Cumhuriyet değil. Sözcü, BirGün, Evrensel, Karar, Yeni Çağ da yok. Cumhur İttifakı öncesinde MHP’nin Ortadoğu gazetesinin de alınmadığı hatırlanırsa kararın “siyasi” olduğu açık. Yayın Yönetmenimiz Aykut Küçükkaya, bu konuyu yargıya taşıyacağımızı anlatmıştı.
Türkiye’ye İran benzetmesi
Geçen hafta tam da Kuzey Suriye operasyonu tartışılırken THY ile uluslararası yolculuk yaptım. Yasaklı gazeteler beklediğim gibi yoktu. Bu kez görevliden The New York Times istedim. Hemen geldi. Financial Times rica ettim. O da THY’nin servisindeydi. Diğer yolcuların elinde Amerikan ve Avrupa basınının tüm büyük gazete ve dergileri vardı.
NY Times’ın logosunun altındaki makalede Türkiye’nin nükleer silahlara sahip olmak istediği anlatılıyor ve İran’a benzetiliyordu:
“NATO müttefikleriyle açık bir çatışma içinde olan Türkiye’nin, Suriye’ye girebileceği ve bundan kurtulabileceği kumarından galip çıkmasıyla, Erdoğan’ın tehdidi yeni bir anlam kazanıyor. ABD, Türk liderin (Erdoğan) Kürt müttefiklerinin (PKK-PYD) güzergâhını belirlemesini engelleyemediyse, onu nükleer silah inşa etmekten veya İran gibi nükleer silah yapacak teknolojiyi edinmekten nasıl vazgeçirebilir?”
Financial Times’ın 4. sayfasında da hükümetin HDP politikası Kuzey Suriye operasyonuyla birlikte “Kürt karşıtlığı”yla suçlanarak sert bir dille eleştiriliyordu.
Erdoğan’a diktatör suçlaması
Bir başka yolcunun elindeki Washington Post’ta “Türkiye uluslararası hukuku ihlal ediyor” başlığı gözüme çarptı. Hemen altında şunlar yazıyordu:
“‘Orantılı, ölçülü ve sorumlu.’ Bunlar, bu ay başlayan Kuzey Suriye’deki Kürtlere yönelik Türk saldırısını düşünürken akla gelen ilk kelimeler değil. Ancak Türkiye, operasyonun başladığı gün BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdiği bir mektupta saldırıyı böyle tanımladı.”
Aslında farklı eğilimlerde de olsalar Batı medyasının Türkiye’ye bakışı aşağı yukarı aynı. Ertesi günkü Wall Street Journal’da Daniel Pipes “Türkiye Venezüella’nın yolundan gidebilir” başlığıyla özetini yapmıştı:
“Erdoğan Amerika’ya dost değil. Nicolás Maduro’dan farklı olmayan, garip fikirleri olan bir diktatör.”
Hayır, yanlış anlamayın. “THY bu gazeteleri de dağıtmasın” demiyorum. Aksine, bu tür yasakların bizzat uygulayana zarar verdiğini düşünüyorum. Söylemek istediğim başka. Ben bir düşünce şeklini sorguluyorum. THY, eğer “muhalif” dediği ve ölçülü eleştiriler yapan gazeteleri uçağı sokmayıp yolculara bunları dağıtıyorsa aslında şunu söylemek istiyor:
Cumhurbaşkanı’na “diktatör”, Türkiye’ye “katliamcı”, TSK’ye “işgalci” bile diyebilirsiniz. Yeter ki bunu Türkçe söylemeyin.
THY’nin duruşundan ben bunu anlıyorum.
Sadece bu kadar değil, uçakta bir de Hürriyet okudum, onu da anlatayım.
‘Asker güzelleniyor’ diye sansürlenen kedi
O kediyi gördünüz mü?
Cumartesi günü Hürriyet’te Fatih Çekirge yazmasa dikkatimi çekmemişti. Günlerdir ölümleri, bombaları, mutabakatları konuşurken fark etmemiştik. TRT’de, cepheden “iyi ki insan var” dedirten bir haber yayımlanmıştı.
Türk Askerleri, Suriye’de IŞİD’in hücre evine gittikleri baskında içeriden “miyav” sesi duymuşlardı. Silahla girdikleri odada bir anne kediyi yavrularıyla beraber bulmuşlardı. Bir süre sonra kedilerle dost olmuşlar, en oyuncu olana “Derman” adını koymuşlardı.
Gidip TRT’deki haberi buldum. Omzunda Atatürk armasıyla kedi besleyen asker fotoğrafı ne güzel görünüyordu.
Klasik cephe haberlerinden çok farklıydı. Okumasaydım, sağlıkçı askerlerin çantasında “acil doğum seti” olduğunu öğrenemeyecektim mesela. Belli ki yukarıdan hazırlanarak servis edilen basmakalıp metinlerden farklı şekilde hazırlanmıştı. Bizzat bölgeden askerlerle konuşulmuş, insanca hallerinin görüntülerine yer verilmişti.
TRT’de hazırlayan muhabiri göremeyince açıp sordum. Duyduklarıma inanamadım. Meğer haberi hazırlayan TRT’den değildi. Hürriyet muhabiri Toygun Atilla, cephedeki askerlerle konuşup hikâyelerini hazırlamıştı. Ancak Hürriyet’i vasat harekât haberleri basarak yönetenler, “bu haberde asker güzellemesi yapılıyor” diyerek yayımlamamıştı.
Atilla’nın biriktirdiği hikâyeler neyse ki TRT’de değerlendirilmiş ve bu sayede haberdar olmuştuk. Hatta Hürriyet yazarı Çekirge bile kendi gazetesinde yayımlanamayan haberi TRT’den öğrenmişti. Ne yazık ki her gün kendi kişisel tanıtımlarını medyaya servis eden Cumhurbaşkanlığı’nın SETA’cı danışmanları da bu hikâyeleri dünyayla paylaşmaya zaman bulamamışlardı!
Biliyorum, savaşta konuşmak çok zor. Ama söylememiz lazım. Türk askeri sahada kazansa bile, cephenin gerisindekilerin sayesinde propaganda harbini çoktan kaybetti. Kafanızı Türkiye’den biraz dışarı çıkarıp baktığınızda bunu görmek hiç de zor değil.
“Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır” sözünü ezberledik. Politikanın da bazılarının kişisel savaşı olabildiğini anladığımızda her şey tamam olacak.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları