Gazeteciliğin Kibar Feyzo hikâyesi
Barış Terkoğlu: Girenleri çıkanları, çığlıkları ya da susanları konuşuyoruz. Hepimiz maskelerle yürürken, bize kendisinden önce korkusunu getiren virüs gibi...
Bakınca dümdüz bir beton görüyoruz. Oysa bir duvarın içi ve dışı var. Hapishane, içeridekini hürriyetinden mahrum bırakırken dışarıdan bakanlara “başıma gelir mi” korkusu salar. “Seçilmiş sanıklar”ın olduğu siyasal davalar ise yargılanan kişiler üzerinden toplumun bir grubuna “sus” mesajı verir. Mahkeme gerçekte bir salonda değil, halkın zihninde kurulmuştur. Bir heykeltıraşın eserini darbelerle yaratması gibi, insanların zihni de tutuklamalarla, yargılamalarla, suçlamalarla şekillendirilir.
Silivri’ye girdiğim gün hem Cumhuriyet’teki hem OdaTV’deki arkadaşlarıma “size bir zararım olacaksa benden vazgeçebilirsiniz” dedim. Aksine “yanındayız” dediler. Öyle de oldu.
Ancak işin bir de görünmeyen yanı var. Bunun için size Timur Soykan’dan bahsetmem lazım.
Benden daha eski, 20 yıllık gazeteci. Benden daha başka yerlerde, hep “merkez medya”da çalıştı. Muhabirlikten yöneticiliğe her mevkide işini yaptı. “Merkezdeki” pek çok kişiden farklı olarak ise hep basın özgürlüğü mücadelesi verdi. Son olarak Posta gazetesinde haber müdürüydü.
Berberlerde ya da kahvehanelerde, bulmaca çözenin de magazin meraklısının da okuduğu bir gazete hazırlamanın kolay olduğunu sanmayın. Üstelik bir dönem tirajı en yüksek gazeteydi Posta. Timur’un en karmaşık haberleri 3 cümleyle basitleştirmesine hayran kalırdık.
‘İmamın Ordusu’nu bastı
9 yıl önce tutuklandığımızda yaşadıklarımızı hatırlayın. Mesele bizim hapse atılmamızla kalmamış, henüz basılmamış bir kitap hakkında yasaklama kararı çıkmıştı. Ahmet Şık’ın yazdığı, devlet içindeki FETÖ yapılanmasına odaklanan kitabın adı “İmamın Ordusu” idi. Evler, işyerleri, yayınevleri basıldı. Polis bilgisayarları açıp kitabın örneklerini sildi. Fahrenheit 451 romanındaki kitap yakma töreni, modern çağda “kitap silme”ye dönüşmüştü.
Yaratılan korkuyu söylememe gerek bile yok...
Ama işte ben Timur’u öyle bir günde tanıdım. Yaptıklarına inanamamıştım. Kitap yasaklanınca bir yayınevi kurmuş, Yonca Şık ve Elif Ilgaz ile birlikte kitabın sorumluluğunu alıp matbaada bastırmıştı. Ardından kolileri sırtında taşıyarak kitap fuarına gitmiş, “İmamın Ordusu” diye bağırarak birkaç saat içinde binlerce yasaklı kitabı satmıştı. “Bütün yasakları yasaklayan” bu eylemin sonunda işinden olabileceğinden hatta tutuklanabileceğinden endişe etmiştik. Neyse ki olmadı.
Afişle donattı
Kazan kaynıyordu. Isınan sudaki kurbağalar yavaş yavaş haşlanıyordu. Türk medyasında gazetelerin patronları birer birer el değiştiriyor, aykırı sesler sırayla susturuluyor ve gazetecilik ıssız bir çöle dönüştürülüyordu. Düşünün, Türkiye’nin önde gelen kimi gazeteleri matbaaya gitmeden önce “patronun eşi”ne gidiyor, sakıncalı kısımları bizzat onun tarafından sansürleniyordu.
Bütün bunlara rağmen Timur, Posta’da gazetecilik mücadelesine devam etti. Kitap yazdı, akılda kalan araştırmalara imza attı. Yaptığı göze batan işlere rağmen kovulmadı.
Hatırlayın, 25 Ekim 2019 tarihinde, Demirören Medya’da 45 gazeteci, sadece sendikalı olduğu için işten çıkarılmıştı. Yetmemiş, tazminatları da verilmemişti. Timur işten çıkarılanlar arasında değildi. Ama o, haksızlığa uğrayanlar için susmadı. Tek başına bir eyleme başladı. Binadaki panolara sendikalı olmanın anayasal bir hak olduğunu anlatan afişler astı. Kovulan arkadaşlarının tazminatlarının verilmesini istedi.
Olay öyle komik bir hal almıştı ki...
Her gün o afiş asıyor, binadaki güvenlik görevlileri indiriyordu. Bu kovalamaca gün içinde işten çıkana kadar sürüyor, yorulan görevliler “bugün kaçta işten çıkacaksınız” diye gelip soruyordu.
Karşılıklı inat, Kibar Feyzo’nun ağa ile kavgasına dönmüştü. Yönetim “asarsan kovarız” dedikçe Timur, afişleri çeşitlendiriyor; kimi zaman süper kahramanların, kimi zaman masal karakterlerinin, kimi zaman film oyuncularının ağzından sendika hakkını anlatıyordu.
Bizim için kovuldu
Tutuklandığımız güne kadar Timur’un tek kişilik mücadelesini hayranlıkla izledim. Sonrasını ben de merak ediyordum. Hapisten çıkınca ayrıntılarını öğrendim.
Timur’un her gün yaptığı bu eylem tam 5 ay sürmüştü. Ta ki o güne kadar...
Bizim hapsedilmemizin ardından Timur, o gün yeni bir afiş hazırladı. Benim ve tutuklanan gazeteci arkadaşlarımın fotoğraflarının olduğu kâğıda “gazetecilere özgürlük” yazmış, uğradığımız haksızlığı anlatmıştı.
Ertesi gün çalıştığı masadaki telefon çaldı. Arayan insan kaynakları müdürüydü. Ardından yayın yönetmeni de aradı. İşten çıkarıldığını haber veriyorlardı. Talimatın “en tepeden” olduğunu öğrenmişti. Sebep, benim de yer aldığım o afişti. Bütün tehlikelerden daha tehlikeli olmuştuk. 20 yıl boyunca, her sırtlanla mücadeleyle süren aktif gazeteciliği, sadece bize destek veren bir afiş nedeniyle bitirilmişti. Neyse ki hak ettiği tazminat eksik de olsa hemen yatırılmıştı.
Girenleri çıkanları, çığlıkları ya da susanları konuşuyoruz. Hepimiz maskelerle yürürken, bize kendisinden önce korkusunu getiren virüs gibi... Mahkeme salonlarında yargılanan aslında hepimizin hikâyesi.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları