İlker Başbuğ’un savcısını nereden tanıyorum!
Barış Terkoğlu; İlker Başbuğ, Güngör K., diğerleri… Arşa yükselirken ya da yerin yedi kat altına inerken hepimiz yolumuzu kendimiz seçiyoruz. Tümseklerle, çukurlarla örselendiğimiz yol bizi hep aynı kişilerle karşı karşıya getiriyorsa, buna “kader” demek, biraz kolaya kaçmak değil mi?
Sen tesadüf dersin. Oysa hayat insanın eylemleridir. Haliyle, karşılaşmalar poşetten çekilen numara değil, kendi seçimlerindir.
İlker Başbuğ hakkında yazılan iddianameyi okuyunca aklıma geldi. Okudum dediğime bakmayın. Esası 18 satırlık bir iddianame bu. Altı satırı, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, kitabında yazanları tekrarladığı söyleşisindeki sözlerinden oluşuyor. (Güç Odaklarının Mücadelesi 1961-1980, Kırmızı Kedi Yayınları). Diğer altı satırı ise Başbuğ’un kendisine yapılan suçlamaya karşı savunmasından. Matematiği kolay, kaldı mı size altı satır daha! Oradaki basmakalıp ifadeleri çıkarırsanız, savcı hiçbir hukuki tartışmaya girmeden, hiçbir delil göstermeden, hiçbir karşılaştırma yapmadan Başbuğ’un hapisle cezalandırılmasını istemiş. Tabiri caizse, 10 yıl önce FETÖ kumpasıyla tutuklanan ilk Genelkurmay başkanı olan Başbuğ’u, yeniden Silivri’ye göndermek için kararlı bir adım atmış.
“Artık alıştık” diyeceksiniz belki. Ancak zamanla aynı yönde, ileriye doğru yaşayan insanın hafızası, geriye doğru düşünerek alışkanlıklarından kurtulabiliyor. Zaman direndikçe, alışkanlık bir ayıp, bir kusurlu hareket oluyor.
İDDİANAMEYİ YAZAN TANIDIK
Ne demek mi istiyorum?
Başımı biraz eğip iddianameyi yazan isme baktım. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Güngör K. idi. “Ben bu ismi bir yerlerden hatırlıyorum” dedim. Nereden mi? 10 yıl önce İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi’nde tutukluyken, Güngör K., Silivri Cumhuriyet Savcısıydı da oradan.
Üstelik…
Silivri Cezaevi’ni konu alan kritik soruşturmalara Güngör K. bakıyordu. Hatırlayın, MİT’in Orta Asya Masası Şefi Kaşif Kozinoğlu, OdaTV kumpas davasında Afganistan’dan çağrılmış, binlerce kilometre yol tepip kendi ayağıyla geldiği adliyede, “kaçma şüphesi” denilerek tutuklanmıştı. Uğradığı kumpası hapishaneden deşifre eden Kozinoğlu, davanın başlamasına sayılı günler kala şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmişti. Kozinoğlu’nun vefatına ilişkin soruşturmayı yürüten ve doğal ölüm diye tamamlanan dosyanın savcısı Güngör K. idi.
Sadece cezaevi değil. Başbuğ’un da sanık olduğu Ergenekon davasında, duruşmalarda yaşanan hukuksuzluklara isyan edenler hakkında soruşturma yürüten savcı yine Güngör K. idi.
Örnek vereyim mi?
FETÖ’nün hâkimleri Silivri Cezaevi’nde öyle felaket bir yargılama yapıyordu ki… Binlerce sayfalık iddianameye, uydur kaydır konuşturulan gizli tanıklara karşı savunma süresi 15 dakikayla sınırlandırıldı. Duruşma salonunda, tavandan üzerlerine mikrofonlar sarkıtılarak dinletilen avukatlar susturuluyor, salondan atılıyor, hatta dövülüyordu. Oyun değil, FETÖ’cü hâkimlere itiraz ettiği için “atın dışarı” denilen avukatlardan Celal Ülgen ve Murat Ergün, jandarmadan yediği dayağın ardından hastanelik olmuştu. Duruşmalarda yaşanan olayların ardından, FETÖ’cü hâkimlerin şikâyetlerine bakan savcılar Güngör K. ve Fazıl Balta’ydı. Her iki savcı da direnen avukatlar hakkında akıl almaz soruşturmalar açıyor, dosyalarına Ergenekon savcılarını aratmayacak şekilde ilgisiz evrak koyuyordu. Bu nedenle, Ergenekon kumpasının avukatları tarafından, FETÖ’cü hâkimlerle birlikte HSK’ye şikâyet edilmişlerdi.
Yolu Silivri’den geçen, Güngör K’nin de konu olduğu birçok olay var. Ben sadede geleyim. Ergenekon hâkim ve savcıları ya tutuklandı ya firar etti. Fazıl Balta bile FETÖ nedeniyle meslekten ihraç edildi. Çalışma arkadaşları Güngör K. ise yoluna devam ederek İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili oldu. 10 yıl önce Silivri’deki roller bu sayede devam etti. İlker Başbuğ yine sanık, avukatı İlkay Sezer yine savunmada, suçlama ve iddianame yine tartışmalı, Fethullahçıların çalışma arkadaşı Güngör K. ise yine savcı…
ANADOLU AJANSI, BAŞBUĞ’DAN ÖNCE YAZMIŞ
Öyle zorlama ki…
İlker Başbuğ hakkındaki “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan ceza istenen 4 Ocak 2021 tarihli sözler şöyle:
“Adnan Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu.”
Devletin Anadolu Ajansı’nı açıyorum. Ajans, Menderes döneminde Ulaştırma Bakanlığı yapan Arif Demirer’in oğlu Mehmet Arif Demirer ile bir röportaj yapmış. İki yıl önce, 22 Mayıs 2019’da yayımlamış. Hâlâ ajansın sitesinde şu sözler duruyor:
“Demirer, (Alparslan) Türkeş’in kendisine ‘Babanın da içinde olduğu bir grup, seçim kararı alalım, ilan edelim. Menderes de yeni bir hükümet kursun’ diyordu. Eğer bu yapılabilseydi, biz 27 Mayıs’ı yapamayacaktık’ dediğini anlattı.”
Gazeteci-yazar Metin Toker de “Yarı Silahlı-Yarı Külahlı Bir Ara Rejim” kitabında bunu yazıyor:
“Benim inancım, bütün tertiplerini almış olan ihtilalci subayların, eğer Menderes hükümetince en azından 1950’nin şartlarıyla bir seçimin hangi gün yapılacağı kesinlikle ilan olunsaydı, planlarını gerçekleştirmeye cesaret edemeyecekleriydi. (…) Nitekim ben TV’de 1991 Temmuzu’nda yapılan Demirkırat’ın açıkoturumunda, MBK’nin (Milli Birlik Komitesi) etkili üyelerinden Suphi Karaman’a, ‘22 Mayıs’ta, 24 Mayıs’ta seçimin şu tarihte yapılacağı ilan olunsaydı siz 27 Mayıs’a girişebilir miydiniz’ diye sorduğumda, ‘kesinlikle hayır’ yanıtını verecekti.”
İhtilalci Numan Esin’in yazdığı 2005 yılında basılan “Devrim ve Demokrasi Bir 27 Mayısçının Anıları” kitabında da aynı sözler tekrar ediyor:
“Onların (Menderes-Bayar) yapması gereken, Türkiye’yi 1 Nisan’da erken seçime götürmekti. Bunu yapsaydılar, Türkiye’de ihtilal olmazdı.”
232 KEZ DARBENİN ELEŞTİRİLDİĞİ KİTAP
Kısacası Başbuğ’un kullandığı sözler daha önce, defalarca, Anadolu Ajansı dahil, birçok yerde tekrar edilmiş. İlker Başbuğ’un kitabında ise “darbe” kelimesi 232 kez yer alıyor. Tamamı, darbeleri eleştiren, “nasıl önlenebilirdi”yi sorgulayan ifadelerle kullanılıyor. Buna rağmen, “Silivri’den süzülüp ge-len” savcı, Başbuğ’u, nasıl oluyorsa, sanık yaptı.
Dün, Ergenekon davasının emektarı bir avukatla konuştum. FETÖ-AKP ortaklığının bozulmasının ardından, adliye koridorunda yürürken, bir kapıda Güngör K’nin ismini görmüş ve kapıyı tıklatıp içeri girmişti. Ona Silivri günlerinde yaptıklarını hatırlatınca, ortalık buz kesmişti.
İlker Başbuğ, Güngör K., diğerleri… Arşa yükselirken ya da yerin yedi kat altına inerken hepimiz yolumuzu kendimiz seçiyoruz. Tümseklerle, çukurlarla örselendiğimiz yol bizi hep aynı kişilerle karşı karşıya getiriyorsa, buna “kader” demek, biraz kolaya kaçmak değil mi?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları