Mafyayla poz verenler mafyayı bitiremez
Barış Terkoğlu; Türk siyasetinin bir klasiği. Bir elin düzelttiğini öbür el bozdu. Devletin içinde mafyayla mücadele edenler güçsüzleştirildi. Organize suç örgütü liderleri, gençliğin rol modeli haline geldi. “Makbul çete liderleri”, siyasetçilerin birlikte fotoğraf çektirdiği hatırlı konuk oldu.
Hırsız görüyorsun. “Yakalayın” diye bağırıyorsun. Polis koşup yetişiyor. Cinayete tanık oluyorsun. “Katil, kaçıyor” diyorsun. Polis peşine düşüyor. Peki, iş mafyaya geldiğinde her şey neden bu kadar basit olmuyor? Ekmeğin de milletlerin de tarihi var. Elbette polisin de... “Neden” dediğimizin yanıtı belki de o tarihte gizli.
“90’lara döndük” lafı ağızdan kolay çıkıyor. Söyleyen haksız da değil, 90’lı yıllar, mafyanın devletin yerine adalet dağıttığı yıllardı. O dönemin ruh hali, aynı aktörlerle belirince, insan hafızası benzetmeyi kolay yaptı. Ama unutmayın, 90’lı yıllar aynı zamanda mafyanın bitirildiği yıllardı.
‘Size emir veriyorum’ diyen başbakan
Sorunun, tarihin rahmine, çözümüyle birlikte düşmesi gibi...
“Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık Daire Başkanlığı” adı, 1995 yılında “Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı” olarak değiştirildi. Sembolik, ama siyasallaşmış mafyaya, devlet içindeki çetelere karşı bu kadarı yetmiyordu. Bir perspektif de gerekiyordu. Neyse ki o yıllarda MGK’nin gündemi sadece irtica değildi. Devleti ve ülkeyi kemiren organize örgütler de bir güvenlik sorunu olarak devletin zirvesinde ele alınıyordu.
Tarihte ilk defa bir başbakan, Mesut Yılmaz, Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nı ziyaret etti. O ana tanık olanlar anlatıyor. Kendisi de mafya yumruğu mağduru olan Yılmaz, polislere dönüp “Siz neden çeteler konusunda çalışmıyorsunuz” dedi. Aldığı yanıt şaşırtıcı: “Efendim bize böyle bir emir verilmedi.” Yılmaz daha net bir sesle konuştu: “Ben şimdi size emir veriyorum, çeteler konusunda çalışacaksınız!”
Arkalarında hem devletin hem siyasetin iradesinin oluştuğundan emin olan polisler çalışmaya başladı. Mafyaya, organize suç örgütlerine, çetelere karşı o güne kadar görülmemiş bir mücadele başladı. Yurtdışındaki polis örgütleriyle bile işbirliği kanalları oluşturuldu.
1998 yılı başında Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nda “Organize Suçlar Şube Müdürlüğü” kuruldu. Mücadelenin arşivi ve personeli merkezi bir sistemle oluşturuldu. 12 Şubat 1998 tarihinde, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, Ankara’da 16 il Emniyet müdürüyle yaptığı toplantının ana gündemi; organize suç örgütleriydi. 1998 yılı nisan ayında, İstihbarat Daire Başkanlığı altında da mafyaya karşı istihbarat desteği için, Organize Suçlar Şube Müdürlüğü kuruldu. MİT ile de ortak çalışma ortamı yaratıldı.
Devlet düğmeye basınca...
“Çok kolay” değil ama “çok daha kolay”...
Devletin ve siyasetin “bitireceğiz” kararıyla her şey çorap söküğü gibi gelmeye başladı.
25 Mart 1998 tarihinde başlatılan seri operasyonlarda; Almanya’da Nizamettin Baybaşin, Hollanda’da Hüseyin Baybaşin ve Gıyasettin Baybaşin, İngiltere’de Abdullah Baybaşin ve Mehmet Şirin Baybaşin yakalandı.
24 Temmuz 1998 tarihinde Bulgaristan’ın Varna Kentinde Yakup Kürşat Yılmaz yakalandı.
17 Ağustos 1998 tarihinde Fransa’nın Nice Kentinde Alaattin Çakıcı yakalandı.
Romanya’da takip altında bulunan Sedat Peker’e sıra geliyordu. 19 Ağustos 1998 günü saat 22.00’de, İstanbul Atatürk Havalimanı’na, kendi isteğiyle geldi ve tutuklandı.
22 Eylül 1998 tarihinde Almanya’nın Berlin şehrinde Sedat Şahin yakalandı.
5 Kasım 1998 tarihinde, Balıkesir’de, “Sarı Avni” lakaplı Yaşar Avni Musullulu sahte kimlikle yakalandı.
29 Mart 1999 tarihinde, Ankara’da, Hakan Çillioğlu yakalandı.
Eski DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesi ve Bahçelievler’de 7 TİP’li öğrencinin katledilmesi olaylarından dolayı 19 yıl boyunca “aranan” Ünal Osmanağaoğlu, 9 Nisan 1999 tarihinde Kuşadası’nda yakalandı.
2 Haziran 1999 tarihinde, Marmaris’ten yurtdışına gitmeye çalışan Yakup Süt yakalandı.
21 Temmuz 1999 tarihinde, “Banker Bako” lakabıyla tanınan Baki Cengiz Aygün, İstanbul’da yakalandı.
19 Ağustos 1999 tarihinde, Fatih Mehmet Bucak ve grubundaki 7 kişi Ankara’da yakalandı.
27 Eylül 1999 tarihinde, Bursa’nın Mudanya ilçesinde Erol Evcil (Eşrefoğlu) yakalandı.
20 Ekim 1999 tarihinde, Abuzer Uğurlu İstanbul’da yakalandı.
11 Kasım 1999 tarihinde, Ukrayna’nın Cherkasy Bölgesi Uman kentinde, Ayvaz Korkmaz yakalandı.
14 Kasım 1999 tarihinde, Burhanettin Türkeş, Bulgar polisi aracılığıyla Türkiye’ye dönmeye zorlandı. Sınırda sahte kimlikle yakalandı.
Liste uzayıp gidiyor...
Polisin büyük şansı
Teker teker yazsam ansiklopedi olur. Kimi uyuşturucu ticaretinden, kimi kaçakçılıktan, kimi gasptan, kimi cinayetten aranıyordu. Bazıları yurtdışından kendi grubunu yönetirken bazısı polis karakolunda birkaç yüz metre uzaktaydı. Hepsinin kısa sürede yakalanması için, devleti yönetenlerin bir düğmeye basması yetti. Düşünün, 4422 sayılı “çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele yasası” bile bu dönemde, 30 Temmuz 1999 tarihinde yasalaştı. Bu sayede polisin mafyaya, çetelere, organize suç örgütlerine karşı eli güçlendi, mücadele olanakları gelişti, teknik imkânları arttı.
Şimdiden farklı değil. Emniyet’in atacağı adımdan, mafya önceden haberdar oluyordu. Zira bir yurtdışı ödeneği için dahi bir sürü yazışma yapılıyordu. Polise kritik operasyonlar için örtülü ödenek verildi. Sadettin Tantan gibi, “operasyondan önce bana bile haber vermeyin” diyen siyasetçiler, polis için bir şanstı.
Devleti yönetenler bitirmeyi istiyor mu?
Gelgelelim...
Türk siyasetinin bir klasiği. Bir elin düzelttiğini öbür el bozdu. Devletin içinde mafyayla mücadele edenler güçsüzleştirildi. Organize suç örgütü liderleri, gençliğin rol modeli haline geldi. “Makbul çete liderleri”, siyasetçilerin birlikte fotoğraf çektirdiği hatırlı konuk oldu. Okul önlerine yeniden torbacılar indi. Gazetelerin, televizyonların önünde; mafyayı himaye eden politikacıları eleştiren gazeteciler, çete hizmetiyle dövüldü. İşadamları, birbirleriyle yaşadıkları sorunun çözümünü, mahkemelerin yerine, yeniden mafya toplantılarında aramaya başladı. Islak ve karanlık toprakta biten mantarlar gibi... Yolsuzlukla, hukuksuzlukla, zorbalıkla yoğrulmuş her düzende olduğu gibi; mafya, sistemi yaratanların avuçlarının içinde bitti. Din, iman, vatan, millet gibi değerler; “iyi mafya” ve “kötü mafya” diye sınıflandıranların ağzında, çete rejiminin örtüsü oldu.
“Yok” diyen bakanlara, “görmedim” diyen liderlere inanmayın. Dün, Sözcü’den Saygı Öztürk’e konuşan Mehmet Ağar bile, kendisini savunurken, “Bugün mafya buraya giremiyorsa, bizim burada olmamızdandır” diyerek, bir marinanın kapısına kadar dayanmış mafyanın yaygınlığını itiraf ediyor. Anlattığım gibi, 90’lar diyorsak, mafya diyorsak, çete düzeni diyorsak yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey var: Ya devletin mafyayı bitirecek kadar gücü yok ya da bugün devleti yönetenler bazı mafya gruplarının yaşamasına izin veriyor. Her iki cevap da birbirinden beter!
İktidardan beslenenlerin kendi mafya yavrularını sevdiği, yuvadan uçanı ise sattığı düzendeyiz. Madem çok istiyorsunuz. Öyleyse bırakın polis görevini yapsın!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları