Yaptım, yapıyorum, yine yapacağım!
Barış Terkoğlu; Sonunda ne mi oldu? O “itibarlı” hâkimlerin ve savcıların kimi kaçıp gitti. Kiminin de cübbesi çıkarıldı. Bizim dava yine unutuldu gitti. İşte bu yüzden “militanlaştırılmış yargı”nın kararını dinlerken “Hatırlıyorum” dedim.
Altın ateşle sınanır, insan zorlukla... Mahkeme başkanı, “Terörle mücadelede görev almış kişileri hedef gösterme” diye başladığı kararı iki yıl hapis cezası diye bitirdi. Kapıdan çıktığımda gülerek “Beni tanımışlar” dedim. Çünkü kararda “sanığın pişmanlık duymaması” yazılmış, kravat takanlara bile uygulanan indirim uygulanmamıştı. Bir de “bir daha suç işlemeyeceğine dair mahkememizde kanaatin oluşmaması” diye başlayıp “cezanın sanığın geleceği üzerindeki uslandırıcı etkisi” ifadeleriyle devam ederek başkalarına yapılan ertelemenin neden bana uygulanmadığı söylenmişti. “Militanlaştırılmış yargı”nın beni düşman olarak görmesi karara yansımıştı. İnkâr edemem, yazdığım hiçbir şeyden pişman değilim, “Bir daha yapmam” da demiyorum.
Aslında savunmamda da “Ben bu hikâyeyi bir yerden hatırlıyorum” dedim. Zira gazetecilik yaşamımda ilk sanıklığım yine “terörle mücadelede görev almış kişileri hedef gösterme” dendi. Bileğime kelepçe ilk kez o davanın duruşmasına giderken takılmıştı. Utanmamı bekliyorlardı, ben ise bir ödülü gösterir gibi kaldırıp göstermiştim.
15 yıl önceki hikâye, “iftar fotoğrafları davası” diye tarihe geçti. Ergenekon kumpasının hazırlayıcıları, davaya beş kala, iftar bahanesiyle buluşmuştu. Tarafsız olması beklenen hâkimler; Fethullahçı savcı ve polislerle kol kola poz vermişti. Yargı, Emniyet, ordu; Fethullahçı çetenin elindeydi. Yargının halinin fotoğrafını kimse yayımlayamıyordu. “Ben yaparım” dedim. Ardından “Terörle mücadelede hedef almış kişileri hedef gösterdi” diyerek Ergenekon davalarının görüldüğü mahkemede yargılamaya başladılar. İşin tuhaflığı, duruşmanın hâkimi, fotoğraflarda poz verenlerden biriydi. Kendi fotoğrafının yayımlanması hakkında karar verecekti.
Sonunda ne mi oldu? Ben bir iftar fotoğrafı nedeniyle yargılanırken fotoğraftaki hâkim, savcı ve polisler “terör örgütü üyeliği”nden tutuklandı. Benim dava da unutuldu gitti.
KİMİ KAÇTI KİMİ BİTTİ
2011 yılında bu kez “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklandım. Suçlamanın çoğunluğu dönemin yargısı hakkında yazdığım yazılardan oluşuyordu. Televizyonlarda “Vay vay vay” diye verilen Zir Vadisi kazılarının arka planındaki görüntüleri yayımladıktan birkaç saat sonra gözaltına alınmıştım. İddianamede “yargıyı itibarsızlaştırdığım”, bu yolla “teröristlere yardım ettiğim” anlatılıyordu. Bu kez hâkimlerim, “yargıyı itibarsızlaştığı” söylenen hâkimlerdi. Mahkemede yüzlerine bakarak söylemiştim: “Eğer bugün buradan çıksam adliyenin merdivenlerine oturup aynısını yazacağım. 100 yıl hapiste kalsam çıktığım gün aynı fikirlerde ısrar edeceğim. Sağ kolum olmasa sol kolumla düşündüklerimi anlatacağım.”
Sonunda ne mi oldu? O “itibarlı” hâkimlerin ve savcıların kimi kaçıp gitti. Kiminin de cübbesi çıkarıldı. Bizim dava yine unutuldu gitti. İşte bu yüzden “militanlaştırılmış yargı”nın kararını dinlerken “Hatırlıyorum” dedim.
HATIRLATTIĞIM İÇİN CEZA
Bugün yargılandığım davada ise “hedef gösterildiği” söylenen kişi halihazırdaki adalet bakan yardımcısı. Ben ceza verilen Cumhuriyet’teki köşemde adını bile yazmamışım. Ama kendisinin adı da fotoğrafı da medeni hali de hatta kaç çocuğu olduğu da Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) sitesinde var. Çünkü kendisi aynı zamanda hâkim ve savcıların atamalarına, yükselmelerine hatta izinlerine karar veren HSK 1. Daire’nin üyesi. Bu köşede okuduğunuz ve hapisle cezalandırılmama neden olan yazının konusu ise geçmişte benimle ilgili vermiş olduğu bir kararla ilgili.
Hangisi mi?
Barış Pehlivan’la birlikte, Mahrem kitabında, Fethullah Gülen’in akrabalarının karıştığı bir çocuk istismarı dosyasının AKP’li siyasetçiler tarafından nasıl kapatıldığını anlatmıştık. Kitap sayesinde olay Türkiye’de gündem olmuştu. Henüz ortada ne 15 Temmuz ne FETÖ operasyonları vardı. Ama kitabımızın haberlerine hatta satış linklerine yasak gelmişti. İşte bu kararı alan hâkimi yıllar sonra hatırlayıp bu köşede eleştirmem nedeniyle perşembe günü 2 yıl hapis cezası aldım.
ESKİ DÜZENİN YENİ YARGISI
Ortada öyle bir tuhaflık var ki...
Kararı veren hâkimler fiilen idari amirleri olan HSK üyesi ile benim aramda karar veriyorlar. Dahası, içinde aynı mahkemede birlikte görev yaptığı yakın arkadaşı var. Dahası, duruşmada yüzüne de söyledim, içlerinden birisi eski bir AKP üyesi hatta AKP’den aday adayı. Dahası, İsmail Saymaz’ın köşesinden okumuşsunuzdur, eşi de FETÖ soruşturmalarında “iyi niyetli bir şekilde 17-25 Aralık öncesinde sohbetlerde bulundum” ifadesini veren, çocuklarını FETÖ okullarına emanet etmiş bir hâkim.
Haliyle, Gezi’den Can Atalay kararına kadar ülkeyi krize sokan kararları veren mahkemenin beni düşman gibi görüp “uslandırmaya” çalışmasını gayet iyi anlıyorum! Yargının kendi kirini örttüğü bu filmi de daha önce izledim! Bugünkü davayı başlatan “isimsiz ihbarcı”yı bile görüyorum!
Şimdi kalemi bırakmanın değil, mücadele etmenin zamanı. Dün cemaat yargısı, FETÖ yargısı, kumpas yargısı nasıl yıkıldıysa şimdi “militanlaştırılmış yargı”nın cüppesini yırtmanın zamanı. Mahkemelerin üzerindeki gölgeyi kaldırarak milletin kara bahtını aydınlatmanın zamanı.
Burası Cumhuriyet gazetesi. Yarın tam 100. yılımız. İşgal günlerinin içinden çıktık. Adımızı Atatürk verdi. Saltanat rejimin artıklarıyla boğuştuk. Gericilikle, din sömürüsüyle, ırkçılıkla, emperyalizmle kavgalı olduk. Kalemimiz; bombayla, kurşunla, mahpusla sınandı. 12 Eylül dönekliğine, “yetmez ama evet” dönekliğine, Silivri’den kaçış dönekliğine cephe aldık. Ülkemizin damlarının kiremitinin rengini, zeytinin çekirdeğinin tadını nasıl seviyorsak mahpusunu da öyle severiz.
Nefesimizi veririz ama boşuna uğraşmayın, ateşle de zorlukla da uslanmayız!
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları