Tarih:
20.03.2017
Evet çıkmasın 17 Nisan sabahı görüşürüz
Can Ataklı: Özellikle kırsal kesimde jandarmanın köylere giderek muhtarlara 'Referandumda dikkatli oy kullanın, evet çıkmazsa 17 Nisan sabahı görüşürüz ona göre' dediklerini anlattı Güneydoğu'dan bir gazeteci dostum.
ANALİZBiliyorum, sorgulama hakkımız yok. Devlet geleneği içinde “örtülü ödenek” adında bir uygulama var. Bazı çok önemli yönetim katlarına “hesabı sorulamayan” bir bütçe tahsis edilir. Bu makamlarda oturanlar gerekli gördüklerinde bu parayı harcarlar.
Bu para, o makamdakilerin namusuna emanet edilir.
Yasal olarak sorulması, sorgulanması yasak olduğu gibi zaten ahlaki olarak da bunun sorulması yakışık almaz.
Biliyor musunuz, İngiltere'de çok sınırlı sayıda olan Yüksek Mahkeme üyelerine göreve geldikleri gün, altında Kraliçe'nin imzası olan boş bir çek verilir. Yüksek Mahkeme üyesi bu çekin üzerine dilediği an dilediği miktarı yazarak tahsil edebilir. Kraliçe dahil hiç kimse “Bu parayı niye alıyorsun, ne yapacaksın?” diye soramaz.
Bu çekin verilmesinin tek amacı vardır. Adaleti sağlamakla görevli olanlar hiçbir koşul altında maddi sıkıntı çekmesin ve kimsenin kulu kölesi olmasın.
Bu mahkeme üyeleri bu çekin üzerine bir rakam yazıp ister ev alır ister araba alır ister çok büyük bir meblağ yazıp bunu kendi özel hesabına aktarır.
Bugüne kadar bu açık çeki istismar eden bir kişi bile çıkmamış. Hatta birçok hakimin görevden ayrıldığında bu çeki aynen iade ettikleri de bilinir.
İşte biz deki örtülü ödenek de bunun gibi bir şeydir.
Her devletin anında para bulmakta zorlanacağı bazı zorunlu harcamaları olabilir. Ya da ülkenin çıkarı için kamuoyuna açıklanmasında sakınca görülecek durumlar yaşanabilir ve böyle bir durum için gerekli para bu yolla temin edilebilir.
Zaten “hesabı sorulamaz” denmesinin nedeni de budur.
Başta söylediğim gibi, örtülü ödeneğin nereye harcandığını sorma hakkımız yok. Ancak önümüze konan “anormal rakamlar” nedeniyle kuşkulanma hakkımız vardır.
Cumhurbaşkanlığı bir icra makamı olmamasına rağmen Erdoğan saraya çıktıktan sonra tıpkı Başbakanlık'ta olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı'na da bir örtülü ödenek ayrıldı.
Ama rakamlar korkunç. Saray harcadıkça örtülü ödenek miktarı artırılıyor. Bugüne kadar milyarları geçti örtülü ödenekten harcanan para.
Sadece son iki ayda 359 milyon lira Cumhurbaşkanlığı'nın örtülü ödeneğinden harcanmış.
Tamam, sorma hakkımız yok ama Allahaşkına bu kadar para bu ülkenin hangi milli menfaati için harcanmış olabilir.
Bu kadar para nereye verilir de Türkiye bundan bir kazanç sağlar.
Yoksa bir makamın namus ve ahlakına teslim edilen bu paralar referandumda evet çıksın diye mi harcanıyor?
Örtülü ödenekten neye ne kadar harcandığını sadece iki kişi bilir. Biri o örtülü ödeneğin sahibi diğeri de Başbakanlık Müsteşarı. Şu anda Cumhurbaşkanlığı'nın örtülü ödeneğini kim kontrol ediyor bilmiyorum, ancak harcanan her kuruş mutlaka kayda alınır ve “çok gizli” başlığı altında saklanır.
Bugüne kadar bu kayıtlar hiç açıklanmadı. Sadece miktar açıklandı, ama kalem kalem nereye ne ödendiğini kimse bilmez.
Bu iktidarın örtülü ödeneğinden nereye ne harcandığını da elbette öğrenemeyeceğiz. Ama şunu bilelim; Türkiye'nin bu kadar büyük harcama yapacağı ulusal güvenliğini ilgilendiren bir sorunu şu anda yok. Bu nedenle soramayacağımız bu bilgi milletin zihninde hep bir kuşku olarak kalacaktır.
Bu para, o makamdakilerin namusuna emanet edilir.
Yasal olarak sorulması, sorgulanması yasak olduğu gibi zaten ahlaki olarak da bunun sorulması yakışık almaz.
Biliyor musunuz, İngiltere'de çok sınırlı sayıda olan Yüksek Mahkeme üyelerine göreve geldikleri gün, altında Kraliçe'nin imzası olan boş bir çek verilir. Yüksek Mahkeme üyesi bu çekin üzerine dilediği an dilediği miktarı yazarak tahsil edebilir. Kraliçe dahil hiç kimse “Bu parayı niye alıyorsun, ne yapacaksın?” diye soramaz.
Bu çekin verilmesinin tek amacı vardır. Adaleti sağlamakla görevli olanlar hiçbir koşul altında maddi sıkıntı çekmesin ve kimsenin kulu kölesi olmasın.
Bu mahkeme üyeleri bu çekin üzerine bir rakam yazıp ister ev alır ister araba alır ister çok büyük bir meblağ yazıp bunu kendi özel hesabına aktarır.
Bugüne kadar bu açık çeki istismar eden bir kişi bile çıkmamış. Hatta birçok hakimin görevden ayrıldığında bu çeki aynen iade ettikleri de bilinir.
İşte biz deki örtülü ödenek de bunun gibi bir şeydir.
Her devletin anında para bulmakta zorlanacağı bazı zorunlu harcamaları olabilir. Ya da ülkenin çıkarı için kamuoyuna açıklanmasında sakınca görülecek durumlar yaşanabilir ve böyle bir durum için gerekli para bu yolla temin edilebilir.
Zaten “hesabı sorulamaz” denmesinin nedeni de budur.
Başta söylediğim gibi, örtülü ödeneğin nereye harcandığını sorma hakkımız yok. Ancak önümüze konan “anormal rakamlar” nedeniyle kuşkulanma hakkımız vardır.
Cumhurbaşkanlığı bir icra makamı olmamasına rağmen Erdoğan saraya çıktıktan sonra tıpkı Başbakanlık'ta olduğu gibi Cumhurbaşkanlığı'na da bir örtülü ödenek ayrıldı.
Ama rakamlar korkunç. Saray harcadıkça örtülü ödenek miktarı artırılıyor. Bugüne kadar milyarları geçti örtülü ödenekten harcanan para.
Sadece son iki ayda 359 milyon lira Cumhurbaşkanlığı'nın örtülü ödeneğinden harcanmış.
Tamam, sorma hakkımız yok ama Allahaşkına bu kadar para bu ülkenin hangi milli menfaati için harcanmış olabilir.
Bu kadar para nereye verilir de Türkiye bundan bir kazanç sağlar.
Yoksa bir makamın namus ve ahlakına teslim edilen bu paralar referandumda evet çıksın diye mi harcanıyor?
Örtülü ödenekten neye ne kadar harcandığını sadece iki kişi bilir. Biri o örtülü ödeneğin sahibi diğeri de Başbakanlık Müsteşarı. Şu anda Cumhurbaşkanlığı'nın örtülü ödeneğini kim kontrol ediyor bilmiyorum, ancak harcanan her kuruş mutlaka kayda alınır ve “çok gizli” başlığı altında saklanır.
Bugüne kadar bu kayıtlar hiç açıklanmadı. Sadece miktar açıklandı, ama kalem kalem nereye ne ödendiğini kimse bilmez.
Bu iktidarın örtülü ödeneğinden nereye ne harcandığını da elbette öğrenemeyeceğiz. Ama şunu bilelim; Türkiye'nin bu kadar büyük harcama yapacağı ulusal güvenliğini ilgilendiren bir sorunu şu anda yok. Bu nedenle soramayacağımız bu bilgi milletin zihninde hep bir kuşku olarak kalacaktır.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
BU MECLİS SAVAŞTA BİLE KAPANMADI AMA YENİ ANAYASADA “KAPALI OLURSA” TANIMI VAR
Halk TV'deki Yazıişleri programında konuk ettiğim Prof. Dr. Sibel Özel tek kişilik rejim anayasasının ayrıntılarını anlatırken benim de dikkatimden kaçan çok ince bir ayrıntıyı dile getirdi.
Türkiye'yi tek kişiye teslim edecek yeni anayasanın 12'nci maddesi Olağanüstü Hal yönetimini tanımlıyor.
Bu maddenin sonunda şöyle bir ifade var; “Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanamaması hariç olmak üzere, olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.”
Prof. Özel dedi ki “Yasayı yazanın aklına neden Meclis'in kapalı olma ihtimali gelmiş. Bu cumhuriyet kurulurken verdiğimiz Kurtuluş Savaşı'nda bile Meclis asla kapanmadı.”
Meclis'in şartlar ne olursa olsun kapalı kalmaması gerektiğini söyleyen Özel “Buradaki garip şey, Cumhurbaşkanı'na Meclis kapalı iken kararname çıkarma yetkisi verilmesi ve bu kararnamelerin Meclis'te görüşülmemesi. Yani diyelim ki ülke işgale uğramış Meclis de kapatılmış ama cumhurbaşkanı göreve devam edecek. Peki meclisin bile olmadığı ülkede cumhurbaşkanı kim adına hâlâ görev de kalmış olacak ki?” diye sordu.
Öyle ya Meclis bile açılamazken cumhurbaşkanı ülkeyi nasıl yönetiyor olacak.
Kasıt yok belki ama Meclis'in çalışamayacak duruma gelmesini düşünmek bile çok “eksantrik” bir varsayım.
Türkiye'yi tek kişiye teslim edecek yeni anayasanın 12'nci maddesi Olağanüstü Hal yönetimini tanımlıyor.
Bu maddenin sonunda şöyle bir ifade var; “Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanamaması hariç olmak üzere, olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.”
Prof. Özel dedi ki “Yasayı yazanın aklına neden Meclis'in kapalı olma ihtimali gelmiş. Bu cumhuriyet kurulurken verdiğimiz Kurtuluş Savaşı'nda bile Meclis asla kapanmadı.”
Meclis'in şartlar ne olursa olsun kapalı kalmaması gerektiğini söyleyen Özel “Buradaki garip şey, Cumhurbaşkanı'na Meclis kapalı iken kararname çıkarma yetkisi verilmesi ve bu kararnamelerin Meclis'te görüşülmemesi. Yani diyelim ki ülke işgale uğramış Meclis de kapatılmış ama cumhurbaşkanı göreve devam edecek. Peki meclisin bile olmadığı ülkede cumhurbaşkanı kim adına hâlâ görev de kalmış olacak ki?” diye sordu.
Öyle ya Meclis bile açılamazken cumhurbaşkanı ülkeyi nasıl yönetiyor olacak.
Kasıt yok belki ama Meclis'in çalışamayacak duruma gelmesini düşünmek bile çok “eksantrik” bir varsayım.
DEDİKODU
EVET ÇIKMASIN 17 NİSAN SABAHI GÖRÜŞÜRÜZ
Güneydoğu bölgesinde derin bir sessizlik hakim. Kimileri bunun ezici bir hayır çıkma olasılığı olarak nitelerken kimileri de “Güneydoğu'da büyük bir çoğunluk referandumda sandık başına gitmeyecek” görüşünde.
HDP ise bana göre çok akıllı bir strateji izleyerek referandum sürecini son derece sakin yürütüyor. Sözcüleri “kesin hayır” diyor ama bunu yüksek sesle dile getirmiyorlar. 7 Haziran'dan sonra aldıkları ders sonucu sanıyorum başta tutuklu milletvekilleri olmak üzere hiçbir konuda öne çıkıp dikkat de çekmiyorlar.
Hayır görüşünde olanları yarattıkları gerginlik çamuruna çekmeye çalışan iktidar bundan çok rahatsız. İstiyor ki hayırcılar da gerginliği artırıcı sözler söylesinler hatta eylemlere kalksınlar. Ama olmuyor işte.
İktidarın Güneydoğu'da “Evet çıkarsa açılım süreci tekrar başlar, bunun sonunda özerklik de gelir” dedikodusunu yaydıkları öteden beri biliniyor.
Ancak son öğrendiğim dedikodu niteliğindeki haber ise tüylerimi ürpertti.
Ordunun evetçi olduğu ve komutanlar aracılığı ile iktidara bu konuda büyük destek verdikleri artık herkes tarafından görülüyor ve biliniyor.
Ancak Güneydoğu'da durumun çok daha farklı olduğu ileri sürülüyor. Özellikle kırsal kesimde jandarmanın köylere giderek muhtarlara “Referandumda dikkatli oy kullanın, evet çıkmazsa 17 Nisan sabahı görüşürüz ona göre” dediklerini anlattı Güneydoğu'dan bir gazeteci dostum.
Bu olabilir mi? Neden olmasın? Sırf “Biz de güçlü Türkiye'den yanayız” diyerek Kardak açıklarında hatıra fotoğrafı çektiren koca koca komutanları gördükten sonra jandarma “evet çıkmazsa görürsünüz gününüzü” demiş çok mu?
HDP ise bana göre çok akıllı bir strateji izleyerek referandum sürecini son derece sakin yürütüyor. Sözcüleri “kesin hayır” diyor ama bunu yüksek sesle dile getirmiyorlar. 7 Haziran'dan sonra aldıkları ders sonucu sanıyorum başta tutuklu milletvekilleri olmak üzere hiçbir konuda öne çıkıp dikkat de çekmiyorlar.
Hayır görüşünde olanları yarattıkları gerginlik çamuruna çekmeye çalışan iktidar bundan çok rahatsız. İstiyor ki hayırcılar da gerginliği artırıcı sözler söylesinler hatta eylemlere kalksınlar. Ama olmuyor işte.
İktidarın Güneydoğu'da “Evet çıkarsa açılım süreci tekrar başlar, bunun sonunda özerklik de gelir” dedikodusunu yaydıkları öteden beri biliniyor.
Ancak son öğrendiğim dedikodu niteliğindeki haber ise tüylerimi ürpertti.
Ordunun evetçi olduğu ve komutanlar aracılığı ile iktidara bu konuda büyük destek verdikleri artık herkes tarafından görülüyor ve biliniyor.
Ancak Güneydoğu'da durumun çok daha farklı olduğu ileri sürülüyor. Özellikle kırsal kesimde jandarmanın köylere giderek muhtarlara “Referandumda dikkatli oy kullanın, evet çıkmazsa 17 Nisan sabahı görüşürüz ona göre” dediklerini anlattı Güneydoğu'dan bir gazeteci dostum.
Bu olabilir mi? Neden olmasın? Sırf “Biz de güçlü Türkiye'den yanayız” diyerek Kardak açıklarında hatıra fotoğrafı çektiren koca koca komutanları gördükten sonra jandarma “evet çıkmazsa görürsünüz gününüzü” demiş çok mu?
ŞAŞIRDIM
BAHÇELİ “TEHDİT ÇITASINI” ZİRVEYE TAŞIDI
Partisinden ihraç ettiği muhaliflerin bazı yerlerde saldırıya uğramasını “tiyatro” olarak niteleyen ve tarihe geçecek “Ülkücüler işini yarım bırakmaz” sözünü söyleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çıtayı zirveye taşıyarak “Lastiğe niye kurşun sıksınlar beynine sıkamazlar mı?” dedi.
Sinan Oğan'ın arabasının lastiklerine ateş edilmişti ya, Bahçeli onu kastetti ve “Bunlar kendi kendilerine yaptırıyorlar bunu” diye konuştu.
Bahçeli'nin daha önce söylediği “Ülkücü işini yarım bırakmaz” sözünü eleştirirken “Ne yapar yani, vurur öldürür mü?” diye sormuştum.
Açıkçası bunu yazarken biraz çekinmiştim, ölüm kelimesinin tatsızlığını düşünerek.
Ancak Bahçeli açık açık “Beynine sıkmaktan” söz edince ürperdim.
Yarın Bahçeli'nin sözlerini ciddiye alıp kendine vazife çıkaran biri peydah olur ve birilerini öldürmeye kalkarsa bunun sorumluluğu kimde olur?
Sinan Oğan'ın arabasının lastiklerine ateş edilmişti ya, Bahçeli onu kastetti ve “Bunlar kendi kendilerine yaptırıyorlar bunu” diye konuştu.
Bahçeli'nin daha önce söylediği “Ülkücü işini yarım bırakmaz” sözünü eleştirirken “Ne yapar yani, vurur öldürür mü?” diye sormuştum.
Açıkçası bunu yazarken biraz çekinmiştim, ölüm kelimesinin tatsızlığını düşünerek.
Ancak Bahçeli açık açık “Beynine sıkmaktan” söz edince ürperdim.
Yarın Bahçeli'nin sözlerini ciddiye alıp kendine vazife çıkaran biri peydah olur ve birilerini öldürmeye kalkarsa bunun sorumluluğu kimde olur?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
AVRUPA'YA AĞIZ DOLUSU “MÜSLÜMAN DÜŞMANI” DİYENLER HENÜZ TRUMP'A TEK KELİME SÖYLEMEDİ
Adamlar ille Avrupa ülkelerinde referandum propagandası yapacaklarını söylüyorlar bazı Avrupa ülkeleri “Bizim de kurallarımız var öyle elinizi kolunuzu sallayarak gelemezsiniz” diyorlar, koro halinde feryat başlıyor “Bu Avrupa ülkelerinin asıl derdi İslam. Müslümanlara karşı oldukları için bunu yapıyorlar.”
AKP'lilerin propaganda arzuları yerine gelse yine “Müslüman düşmanlığı” akla gelecek miydi acaba?
Avrupalılar ne kadar Müslüman düşmanı bunu tartışmak gerek ama yeni seçilen Amerika Başkanı Trump ayağının tozuyla ilk karar olarak “Bazı Müslüman ülkelerden gelenleri almayacağız” dedi.
Amerika'da başta Hristiyanlar olmak üzere çeşitli dinlere mensup yüzbinlerce kişi bu kararı protesto ederken Türkiye'den tek kelime bile söylenmedi.
Lafa gelince “en Müslüman” olan iktidar yetkilileri söz konusu Amerika olunca dut yemiş bülbüle döndüler.
Meydan boşken Amerika'ya atıp tutanlar iş ciddiye binince birden susuveriyorlar.
Trump'ın Müslüman düşmanlığına ses etmeyen iktidar aynı şekilde “Menbiç'e gireriz, kim olursa olsun dinlemeyiz” dedikleri halde hâlâ bir kenarda bekliyor.
AKP'lilerin propaganda arzuları yerine gelse yine “Müslüman düşmanlığı” akla gelecek miydi acaba?
Avrupalılar ne kadar Müslüman düşmanı bunu tartışmak gerek ama yeni seçilen Amerika Başkanı Trump ayağının tozuyla ilk karar olarak “Bazı Müslüman ülkelerden gelenleri almayacağız” dedi.
Amerika'da başta Hristiyanlar olmak üzere çeşitli dinlere mensup yüzbinlerce kişi bu kararı protesto ederken Türkiye'den tek kelime bile söylenmedi.
Lafa gelince “en Müslüman” olan iktidar yetkilileri söz konusu Amerika olunca dut yemiş bülbüle döndüler.
Meydan boşken Amerika'ya atıp tutanlar iş ciddiye binince birden susuveriyorlar.
Trump'ın Müslüman düşmanlığına ses etmeyen iktidar aynı şekilde “Menbiç'e gireriz, kim olursa olsun dinlemeyiz” dedikleri halde hâlâ bir kenarda bekliyor.
Can Ataklı-Korkusuz
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları