Tarih:
28.03.2013
İşte 3’üncü köprünün ayak izleri
Yalçın Bayer, ''Rumelifeneri Köyü gençleri, epeyce de dağ-bayır yürümüşler; çünkü köprünün ayaklarının kurulacağı yere henüz yol yok...
SARIYER Belediyesi’ne bağlı Rumelifeneri Köyü gençleri, 3. köprünün yapılacağı yerde ‘hareketlilik’ olduğunu öğrenince önceki gün bölgeye, yani Garipçe Köyü’nün Boğaz sahiline gitmeye karar vermişler; epeyce de dağ-bayır yürümüşler; çünkü köprünün ayaklarının kurulacağı yere henüz yol yok...Kepçe ve damperli kamyonlar buraya nasıl inmişler, anlayamamışlar. Bize bu fotoğrafları gönderen Mert Çakar “Köprünün ayaklarının kurulacağı yerdeki tepeler tıraşlanıyor, denize dolgu yapılıyor. Aynı şekilde karşıda Beykoz’a bağlı Poyrazköy’de de benzer bir hafriyat işlemi sürüyor. Ağaçlar da kesiliyor” diyor. Köprünün ilk ihalesi iptal edildikten sonra 2. ihaleyi IC Holding (Çeçen) ile Astaldi (İtalyan) ortak konsorsiyumu almıştı; ihale bedeli 2.5 milyar TL tutuyor. Bölgeyi ilk kez Başbakan Erdoğan önceki hafta helikopter gezisinde görmüş, inşaat sahasındaki şantiyeleri beğendiğini söylemişti. Köprünün temelinin 29 Mayıs’ta atılması bekleniyor.
2-B Arazi satışında kaosun nedeni
GEÇMİŞ yıllardaki teknolojik yetersizlikten dolayı tıpkı hazine arazilerinde olduğu gibi orman arazilerinde de kamu otoritesi istenilen düzeyde etkili olamamıştır. Bundan dolayı başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere göç eden saf Anadolu insanı uzun yıllar boyunca arazi mafyasının insafına terk edilmiştir. Büyükşehirlerin birçoğunda ‘arazi mafyası’ dışında sıradan vatandaş tarafından doğrudan işgal edilmiş 2B arazisi yok denecek kadar azdır.
Arazi mafyası tarafından oluşturulan ‘alım-satım’ piyasasında 2B sahiplerinin önemli bir çoğunluğu ya geçimini sağlayacak araziye ya da başını sokacak bir eve sahip olabilmek için parasını ödeyerek hak sahibi olabilmiştir. Ayrıca hiç de yadsınmayacak miktardaki 2B arazileri de sadece Orman Kanunu’nun mülkiyet tanımaz özelliğinden dolayı tapulu ve sahipli arazilerden oluşmuştur. Bundan dolayı günümüzde 2B arazilerini elinde bulunduranların büyük bir çoğunluğunun doğrudan ‘orman işgalcisi’ gibi algılanması kesinlikle doğru değildir.
2-B arazilerinin satışına imkân sağlayacak yasal değişikliğin yoğun bir şekilde gündeme alınmasından ve bu yöndeki güçlü bir siyasi iradenin oluşmasından sonra özellikle büyükşehirlerde ranta dayalı ‘alım-satımlarda’ olağanüstü artış sağlanmıştır. Bu durum dikkate alınmadan tüm 2B arazilerinin statüsünü eşit kabul eden ve bu statüye göre sabit fiyat belirleyen yasal düzenleme büyük sorunlara neden olmuştur. 2B arazilerinin satışını düzenleyen yasal düzenleme sadece rant amacıyla sahip olunan 2B arazileri ile yıllardan beri sadece geçim veya barınma yeri amacıyla ya bedeli karşılığında ya da Orman Kanunu’nun yok saydığı mülkiyet belgesiyle sahip olunan 2B arazilerini aynı kefeye koymuştur.
Yaşanan sorunun kalıcı ve hakkaniyetli çözümü, ‘sahiplilik süresi’ ile ‘sahiplilik’ gerekçesine göre oluşturulacak değişken fiyat sistemidir. 2002 yılının sonu ‘eşik’ kabul edilerek yürürlükteki yasayla belirlenen fiyat ve şartlar bu tarihten sonra el değiştiren 2B arazilerine uygulanmalı, bu tarihten önce 2B sahibi olanlardan ise 10’ar yıllık periyotlar diliminde fiyat tespit edilmeli, Orman Yasası’na göre geçersiz sayılan ve 2002 yılından sonra el değiştirmeyen mülkiyet belgelerinin tamamı da geçerli sayılmalıdır. Aksi halde hem büyük kaosların, hem de büyük adaletsizliklerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Faruk ÇEBİ- Eski İstanbul Orman Bölge Müdürü ve Kürem-Der Genel Başkanı
GÜNÜN SÖZÜ
“(Bakanın TV’de kendisine yönelik sözleri üzerine) Zaten Taner Yıldız’ın iki görevi var; biri enerji fiyatlarını yükseltmek, diğeri gıyabımda bana sataşmak.”
(CHP’li Plan Bütçe Komisyonu üyesi Aykut Erdoğdu)
İzmir’e değil, Diyanet’e irfan gerek
İZMİR’deki din görevlileriyle bir araya gelen Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, “İzmir’in farklı bir dindarlığı var. Bu dindarlığın irfan geleneğine ihtiyacı var. Öyle olduğu için tasavvuf profesörünün, irfan geleneğinden geçmiş birinin İzmir’e müftü olarak atanması tesadüf değil” sözleri üzerine birkaç kelam etmezsek olmayacak.
İrfan, ister felsefede, ister ortaçağda, ister din düşüncesinde olsun, klasik anlamdaki akılsal-deneysel bilginin (episteme’nin) yerine sezgisel-keşfe dayalı bilgiyi (gnosia’yı) ifade eder. İrfan, sadece çaba ile elde edilen bir bilgi değil aynı zamanda biraz da tanrısal-nasip yani inayet işi olarak görülür. İslam’a göre Allah irfanı dilediğine verir, dilediğine vermez. Bu haliyle irfan, birinin sizden alıp ya da birinin size verebileceği bir bilgi türü değildir. Ayrıca irfanın kimde olduğu, kimde olmadığı bilgisinin İslam’a göre sadece el-Mü’min, el-Veliy, el-Mukaddim, el-Batın olan Allah’ta olduğunu Diyanet’in başındaki bir kişinin bilmediğini düşünmek bile istemiyorum ama İzmir’e ‘irfanı getirmek’ten muradının ne olduğunu da açıkcası anlayamıyorum.
Ayrıca, Diyanet’in görevleri arasında ‘dindarlık tiplerini şehirlere göre ayırmak’ diye bir görev de olmadığını biliyorum. Zaten din araştırmaları ve din sosyolojisi açısından bakıldığında ‘İzmir tipi bir dindarlık’ diye bir dindarlık modelinin olduğunu da bilmiyor, görmüyor ve düşünmüyorum.
Yaşam tarzı ve siyasal tercihleri nedeniyle bilinçaltlarında ‘gavur’ olarak anılan bir şehrin bilinceçıkmış haliyle ‘irfandan yoksun’ olarak görülüyor olmasını ayıplıyorum. Bu yaklaşımın Diyanet İşleri Başkanı olan kişiden gelmesini ise ayıp-ötesi buluyorum.
İzmir’in ve İzmir’linin siyasal tercihlerine karşı memnuniyetsiz olunabilir, bazen yanlış olarak ‘solun kalesi’ ya da ulusalcılığın merkezi görülebilir. Yaşam tarzı konusunda taviz vermeyen bir şehir olarak da yorumlanabilir. Ancak, halkın ve İzmirli’nin de vergisi ile varlığını devam ettiren ve laiklik ile adalet gereği herkese eşit mesafede din işleri vermesi gereken bir kurum olan Diyanet, bu yorumlar üzerinden kalkarak İzmir ile irfan kavramını ilişkisiz gibi gösterip ‘İzmir’e irfan gerekir’ diyemez.
İrfan kavramınından gram nasip almış biri, değil bu lafı söylemek, bu düşünceyi aklının/ kalbinin/ruhunun ucundan bile geçirmez, geçiremez.
Serdar TAŞÇI
Cumhuriyete eğer sahip çıkmazsak Allah çarpar
DİYANET İşleri Başkanının, İzmir için söylediği ‘acayip’ sözleri nedeniyle hatırladım.
Son yapılan genel seçim öncesi iktidar partisinin Gündoğdu Meydanı’ndaki mitingi sırasında otobüsle oradan geçiyordum.
Yanımda oturan teyze “Alamazsınız” dedi. Ben anlamamış gibi “Kime diyorsun teyze?” diye sordum.
“Kime diyecegim bunlara diyorum, İzmir’i alacaklarmış ya, vermeyiz” dedi.
“E bak senin başın örtülü, onlar da din özgürlüğü sözü veriyorlar, madem bunları istemiyorsun peki sen kime oy vereceksin?” dedim.
“Atatürk’ün partisine, herhalde kime olacak, Cumhuriyet’e sahip çıkmazsak Allah çarpar” dedi.
Evet, İzmir’in din anlayışı ‘biraz’ farklı!
İslam Tarihini bilmek
DİYANET İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in, “Allahın ve Peygamberin camilere yüklediği misyonu yeniden canlandırmalıyız” demesi,
‘Gavur İzmir’e irfan sahibi müftü atanacağını söylemesi çok tartışılacak doğallıkla..
“Müftü bey yüksek irfan sahibidir. (İrfan, yüksek kültürel bilgi demek). Sanırım burada İslami irfandan söz ediyor.
Allah’ın ve Peygamberimizin camilere yükseldiği misyon ise bir Diyanet İşleri Başkanı için şanssız bir ifade.
Müslümanlar camileri bilinen mimari yapısıyla ancak 4’üncü yüzyılda Süryani kiliselerini örnek olarak yapmışlardır.
Kur’an’da ibadethane adı olarak cami terimi geçmez ancak ‘secde yapılan yer’ anlamındaki mescit kavramı kullanılır. İslam dini mimarisi ilk mabet Kabe (Hz. İbrahim’in yaptırdığı yer yüzündeki ilk ibadethane olarak bilinir) ile ve ilk mescit olan Medine yakınlarındaki Kuba köyüne yaptırdığı mescittir. Zaman zaman tamir edilmiş, yıkılıp yeniden yapılmıştır. Son şeklini Suudlular yapmıştır.
Camiye misyon yüklenmeyeceğini bilmek için İslam tarihini anlayarak okumak yeterlidir.”
Yalçın Bayer - Hürriyet
Yalçın Bayer - Hürriyet
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları