Can Ataklı: Ankara'daki 'saraya yakın' haber kaynağım aradı yine. '7 Temmuz'a dikkat et. O gün çok önemli' dedi
7 TEMMUZ'DA BİR ŞEY OLACAKMIŞ
YENİ ÖĞRENDİMAnkara'daki “saraya yakın” haber kaynağım aradı yine. “7 Temmuz'a dikkat et. O gün çok önemli” dedi.
İster istemez heyecanlandım. Hürriyet'in hükümet bülteni yazarı 15 Haziran'ı işaret etmiş ve “FETÖ'cüler kendi aralarında 15 Haziran'da önemli bir gelişme olacağını konuşuyorlar” diye yazmıştı. Hemen sordum tabii “15 Haziran'da beklenen darbe gelmedi, şimdi 7 Temmuz mu çıktı?”
Kaynağım “Yok” dedi “Sandığın gibi değil. Bu kez darbe karşı darbe gibi bir şey olacak, ama Kılıçdaroğlu'nun başlattığı yürüyüş bu planı bozmuş da olabilir” diye ekledi.
Daha fazla meraklandırmaması için “Şunu başından anlatsanız” dedim.
Anlattı.
AKP Genel Başkanı Erdoğan Adalet Yürüyüşü'ne çok öfkeliymiş. Bunu biliyoruz zaten. Yaptığı konuşmalar ortada. “Hukuk dışı” dedi. “Yürüyorsanız nezaketimizdendir” dedi. Sonunda “Sizin de kapınızı çalabilirler” dedi.
Gerçi muhalefet ne yapsa Erdoğan öfkeleniyor ama bu kez durum farklı.
Çünkü Kılıçdaroğlu öyle bir şey yaptı ki, Erdoğan buna karşı nasıl bir önlem alacağına bir türlü karar veremiyormuş.
Danışmanlarıyla yaptığı toplantılarda “Müdahale etsek tepki büyüyebilir bu kez önlemek zorlaşır, müdahale etmesek İstanbul'a çok büyük kalabalıkla girebilirler bu da bizi zora sokabilir” diyen Erdoğan “Bana bize zarar vermeyecek bir çözüm bulun” diye hepsini azarlamış.
Ancak Erdoğan'ın öfkesinin tek nedeni bu değilmiş.
Erdoğan 7 Temmuz için planladığı operasyonun tehlikeye girdiğini düşünüyormuş.
Peki, 7 Temmuz'da ne olacakmış?
Şimdi sıkı durun; Erdoğan 7 Temmuz'da FETÖ'nün siyasi ayağının üzerine gitmek üzere düğmeye basmış.
Bu operasyon sadece AKP ile sınırlı olmayacak diğer partileri de kapsayacakmış. Operasyonda çok sayıda milletvekili FETÖ soruşturmaları kapsamına alınacakmış.
Neden 7 Temmuz? AKP 15 Temmuz'da can verenleri anmak ve o günü bir demokrasi şöleni gibi kutlamak için yoğun hazırlık yapıyor. 15 Temmuz'u resmi tatil ilan eden saray 7-15 Temmuz'un “Darbeye karşı milli direniş” haftası olarak kutlanması talimatı vermiş.
Bu kapsamda AKP'nin de içinde bulunduğu “siyasi ayak” operasyonuna başlama kararı alan Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun başlattığı yürüyüş nedeniyle “telaşa” kapılmış.
Nedeni basit; muhtemelen CHP içinden de bazı milletvekilleri hakkında “FETÖ'cü” soruşturması başlatılacak. Ancak FETÖ soruşturmasıyla yürüyüşün aynı ana denk gelmesi “yanlış anlama olur mu?” kuşkusu yaratmış.
Danışmanları ise Erdoğan'a “Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşünün FETÖ'ye destek olduğu algısını yayalım, toplumda yeterli desteği bulursak CHP operasyonunu da başlatalım” önerisinde bulunmuşlar.
Erdoğan ise son kararını henüz vermemiş.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
ARTIK HER ŞEYDEN KORKAR OLDULAR
İktidarın kimyası bozuldu. Siz bakmayın Erdoğan'ın esip gürlemesine, Başbakan ve bazı bakanların atıp tutmalarına.
AKP tabanında moralsizlik ve yılgınlık hakim. Adalet Yürüyüşü'nün gördüğü ilgi AKP'de ciddi endişe yaratıyor. Daha önce “gündem yaratmakta pek mahir” olan iktidar artık “savunma” ile gündeme gelebiliyor.
İşte son askerlerin zehirlenmesi olayına bakın.
Manisa'da 3 bine yakın asker bir özel şirket tarafından kışlaya getirilen yemeklerden zehirlendi. Üstelik bu ilk kez olmuyor. Kısa aralıklarla üçüncü kez zehirlenme olayı ile karşı karşıya kaldık.
Normal koşullarda hükümet ve ilgili bakanları ve başta askeri bürokrasi olmak üzere konuya hemen el konulur, önemler alınır, gerekli açıklamalar yapılır.
Ama her kötü olayın kendilerine zarar vereceğini düşünen iktidar yetkilileri panik halinde önceliği yemek sağlayan şirketi korumaya verdiler.
AKP milletvekilleri ve bürokratlar zehirlenmenin nedenlerini araştıracakları yerde bunun bir komplo olabileceğini, bazı askerlerin kasıtlı olarak zehirlenmiş gibi yaptıklarını, işin içinde FETÖ'nün olabileceğini söylüyorlar. Meclis'te bir araştırma komisyonu kurulmasını bile kabul edemiyorlar.
Bu iyi bir tutum değildir. İktidar adına hayra bir gidiş hiç değildir. Bu yönetme kontrolünün artık iyiden iyiye elden kaçtığının bir göstergesidir.
SORDUM ÖĞRENDİM
ASKERE PATATES SOYDURMAYALIM DA…
Eski bir asker dostumla kışlalardaki zehirlenme olayını konuştuk. “Kışlaya dışarıdan yemek getirilmesi Mesut Yılmaz hükümeti döneminde çıkarılmıştı. O zaman çok karşı gelmiştik ama özelleştirme furyasında sesimizi duyuramadık” dedi.
Kışlalara dışarıdan yemek getirme önerisi “Vatan savunmasına gönderdiğimiz evlatlarımız patates mi soysun” mantığı üzerinden yapılmış.
Asker dostum “Askerlikte her iş sırayladır. Kışlanın temizliğini de, boyamasını da, ağaçların bakımını da, yemekleri de askerler sırayla yaparlar. Ayrıca başka ordularda da asker patates de soyar, soğan da rendeler, patlıcan da keser” dedikten sonra “Ama asıl tehlike başka” diye anlattı.
Şunu söyledi; “Ordu özel bir yerdir. Bu tür sözde özelleştirmelerle askerin içine dışarıdan unsurlar sokulmuş oldu. Sadece yemek işi değil, örneğin orduevleri de özel şirketlerce işletiliyor. Üniforma dikimi ayakkabı yapımı da özel şirketlere verildi. Böylelikle ordu içine pek çok kişi rahat girer çıkar oldu. İşte şimdi çok şikâyet edilen cemaatçi yapılanlarda bu faktörü de unutmamak gerek.”
Bu arada şunu da söylemeliyim askerlik yapan biri olarak. Yemek kışlada pişerdi. Yemekleri önce komutanlar tadar, onay verdikten sonra da askere dağıtılırdı. Komutanlar yemeği beğenmezse yemekler dökülür ve yeniden yapılırdı. Şimdi denetim nasıl yapılıyor bilmiyorum. Ama eskiden zehirlenme olayı da olmazdı ya da ben hiç hatırlamıyorum.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
İKTİDAR GEÇMİŞTE EN ÇOK KIZDIĞI ŞEYİ KENDİ YAPIYOR
2000'li yıllara kadar “akreditasyon” diye bir dert vardı bazı medya kuruluşlarının başında. Bazı siyasal İslamcı gazeteler ve televizyonlar başta askeri alanlar olmak üzere devletin önemli toplantılarına alınmazlardı.
Genelkurmay'ın düzenlediği basın toplantılarında bu gazete ve televizyonlara “akreditasyon” uygulanırdı. Cumhurbaşkanı ve başbakanın gezilerine de benzer akreditasyonlar nedeniyle bu medya kuruluşları katılamazdı.
AKP kurulduktan sonra başta Erdoğan olmak üzere bütün yetkilileri bu akreditasyonun demokrasi ve basın özgürlüğüne aykırı olduğunu savunur ve kaldırılması için hayli çaba gösterirdi.
Sonunda AKP iktidar oldu. Önce o çok kızdığı “akreditasyonu” kaldırdı. Böylelikle örneğin Akit gibi gazeteler de her yerde boy göstermeye başladı.
Ama daha sonra “ters akreditasyon” başladı. Bu kez AKP iktidarı beğenmediği yayın organlarına akreditasyon adı altında ambargo uygulamaya başladı.
Özal, Demirel, Çiller ve Erbakan her geziye mutlaka bütün muhalefet medyasını alırken AKP muhalefeti almamaya başladı.
Hafta sonunda AKP Genel Başkanı “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla bir iftar daveti verdi. Bu davete de yandaş gazetelerden ve televizyonlardan onlarca kişi davet edilirken muhalefetten bir kişi bile alınmadı. Cumhurbaşkanı “tarafsız olmadığını” söylüyor ama sonuçta yine cumhurbaşkanıdır, bu kadar rahat da davranmamalıdır.
Elbette ne Erdoğan'ın de bir başka siyasetçinin davetine meraklı değiliz ama peki, nerede kaldı AKP'nin o “basın özgürlüğü” nutukları. Kendileri iktidarda değilken sözde herkesin hakkını arayanlar şimdi en büyük sansürcü, en büyük akreditasyoncu oldular.
“İktidar bozuyor” demek ki.
BAŞIMDAN GEÇENLER
“MOTORLARA SAHİP ÇIKIN” DERKEN BOŞUNA SÖYLEMİYORUM
Sabah Halk TV'ye gitmek üzere evden çıkıp Beylerbeyi'ne indiğimde trafiğin “durduğunu” gördüm. Bekle, bekle, bekle yol yürümüyor. Her zaman arabamı bıraktığım otoparka kadar gidemeyeceğimi anlayınca mecburen ters manevra yaptım karşı tarafa geçip arabamı yola park ettim ve Beylerbeyi iskelesine doğru yürümeye başladım.
Benimle beraber otobüslerden ve minibüslerden inen yüzlerce kişi de yürüyordu.
Beylerbeyi'ne varınca sahile saptım, çünkü daha önce de yazdığım gibi artık birer saat arayla Üsküdar'a giden motorlar var.
Ancak gelin görün ki, otobüslerden inen ve Üsküdar'a doğru yürüyenlerin hiçbiri benim yaptığımı yapmadı. Tahminim şu ki motor olduğunu bilmiyorlar.
Sonuçta motora Beylerbeyi'nden 10-15 kişi bindik, içerde de 50 kişi falan vardı.
Daha önceki yazımda deniz ulaşımının çok önemli ve pratik olduğunu belirterek “Boğaz hattında oturanlar motor ve vapurlarınıza sahip çıkın yoksa yine yolcu yokluğu nedeniyle kaldıracaklar” demiştim.
İşte boşuna söylememişim. Yüzlerce kişi yürüyor ama motora binmiyor. Dediğim gibi muhtemelen bilmediği için. Oysa bu hatta iskelelere inen yollara tıpkı otobüs duraklarındaki gibi tarifeler konabilir. Bunu görenler birbirlerine söyleyerek deniz yolunu kullanma alışkanlığını sağlarlar.
Can Ataklı: Korkusuz