loading
close
SON DAKİKALAR

'2.5 milyon ağaç kestik' lafını bile alkışlayan sandıkta hesap soramaz

Can Ataklı
Tarih: 14.06.2014
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; İktidar Musul ve Kerkük üzerinde bazı planlar yaptığı halde, bunu kurnazca yürütmek istedi, ama eline ayağına dolandırdı.

İktidar Musul olayında giderek batağa saplanıyor. Belli ki güttükleri plan tutmadı, beklemedikleri bir gelişme ile karşılaştılar, şimdi ne yapacaklarını bilemez haldeler.
Dün sizlere Musul olayında Türkiye’nin parmağı olduğu konusundaki kuşkularımın çok güçlendiğini belirterek, şu ana kadar pek kimseden duymadığınız bir Musul Kerkük analizi yapmıştım.

Ellerine ayaklarına dolandı

Bu görüşlerim aynen devam ediyor. Ancak bugünkü gelişmelerden oraya çıkan gerçeğe göre, iktidar Musul ve Kerkük üzerinde bazı planlar yaptığı halde, bunu kurnazca yürütmek istedi, ama eline ayağına dolandırdı.
Dışişleri yetkilileri bugün IŞİD’in Musul’da kontrolü ele alacağını bildiklerini ama Türkiye’ye yönelik bir eylem içinde olmayacakları yolunda istihbarat aldıklarını itiraf ettiler.
Yani IŞİD’deki çocuklar bizim çocuklar ya, onlar bir eylem yapacaklar, ama bize karışmayacaklar, bize yönelik bir hareket yapmayacaklar, ondan sonrasına da bakacağız.

Plan suya düştü

Bu plan şimdilik suya düşmüş görünüyor. Çünkü IŞİD öncelikle Türk Konsolosluğu’nu bastı, içerdekileri rehin aldı hala elinde tutuyor.
Nasıl pazarlıklar yapılıyor bilmiyoruz. Dışişleri bakanlığı makamında oturan zat kendisine “sorumlu bir devlet adamı süsü vererek” konuşmaya çalışıyor ve “Bu konu siyaset üstü bir konudur, aslolan Türkiye’nin güvenliğidir” falan diyerek topu taca atıyor.
Başbakan da işi gücü bırakmış muhalefeti suçluyor. IŞİD’a hiçbir şey söylemeden Kılıçdaroğlu’nu Esad’la işbirliği yapmakla suçluyor.

Ağaç kesmeye bile alkış

“Hey Allah’ım sen aklımı koru” diyeceğim ama vatandaşın tepkisi öyle değil. IŞİD’e terörist bile diyemeyen başbakanı çılgınca alkışlıyor, Erdoğan “O Kılıçdaroğlu’nun yüzüne tükürmeli” dediğinde ise tezahürattan yeri göğü inletiyor.
Hoş, Rize’deki aynı kalabalık “Üçüncü Köprü’yü yapmak için 2.5 milyon ağaç kestik” dediğinde de çılgınca alkışlıyor başbakanı ve söylediği “yerine daha fazlasını dikeceğiz” cümlesini duymuyor bile.
Zaten fark etmez ki, Başbakan ağaç kesiyorsa iyidir. Ormanları yok ediyorsa iyidir. Bayrağımızın indirilmesine ses çıkaramıyorsa, uçağımızın düşürülmesine “sabrımızı test etme” diyorsa iyidir, bizde ölen gençler için bırakın bir baş sağlığı dilemeyi, tam tersine “teröristti o” diyerek ölümü neredeyse hak ettiğini söylüyorsa bir bildiği vardır.

Yine sandık edebiyatı


Eh Başbakan da haksız değil. Söylediği her söz alkışlanıyor, onca hırsızlığa, yolsuzluğa, onursuzluğa, ülkenin elden gitmesine, bayrağımızın paçavra haline getirilmesine, vatandaşlarımızın teröristler tarafından rehin alınıp pazarlık masası kurmalarına alkış tutup sandıkta da oylarını esirgemiyorsa o da böyle yapar.
İşte bugün de söyledi. Musul’da facia bir durumla karşı karşıyayız, muhalefet liderleri “bunun bir siyasi bedeli olmalı” demişler, Başbakan köpürüyor “Bu millet size sandıkta hesap sormadı mı, bunun bir bedeli varsa onu da sandıkta ödetir” diyor.
Ne güzel değil mi, sen teröristlere destek ol, onlara silah, mühimmat, yiyecek, içecek , giyecek ver, dünyanın öte ucundan uçaklarla Türkiye’ye taşı, eğit, Suriye’ye sok, yaralısını tedavi ettir, sonra bunlar dönüp sana fenalık yapsın, vatandaşlarını çoluk çocuk demeden rehin alsınlar, sen kalk “Millet sandıkta hesabını sorar” diye işin içinden sıyrıl.

Bu halk mı sandıkta hesap soracak?

Yahu “ağaç kestik” lafını bile bitirmeden çılgınca alkışlamaya başlayanların sandıkta hesap sorması mümkün mü? Demokrasi dediğimiz şey bu kadar ucuz mu, sadece sandıkla mı sınırlı?
Demokraside hesap sorulacak tek yer sandık değildir. Ülke uçurumun eşiğine gelmiş, bütün değerlerin yok edilmiş, devlet anlayışı bitmiş, güvenliğin ortadan kalkmış, kin ve nefret söylemiyle halk ikiye bölünmüş, neredeyse birbirine düşman yapılmış sen hala “sandıkta hesaplaşırız” havasındasın.
Devleti padişah gibi yönetip, hukuku, demokrasiyi, insan haklarını askıya alacaksın, hiçbir soruya cevap vermeden sadece sizden olmayanı suçlayacaksın, sonra da demokrasinin sadece sandık bölümüne sığınacaksın.

Demokrasi ve hukuk yok edebiyatı var

Meclis denetiminden kaçacaksın, mahkeme kararlarına “vız gelir tırıs gider” diye uymayacaksın, en küçük protestoyu bile binlerce polisle, tomalarla, gaz bombalarıyla önleyeceksin, PKK’ya, IŞİD’e terörist bile diyemeyeceksin, ucu sana dokunacak korkusuyla devlet memurlarını oradan oraya atacaksın, herkesi ajan, casus, vatan haini diye suçlayacak ama bir dava bile açamayacaksın, sonra da “demokrasi” nutukları atıp “sen sandıktan haber ver” diye üste çıkacaksın.
Yok canım. Bunun hesabı bir gün mutlaka sorulur. Sorulur sorulmasına da Türkiye bu sırada ne kadar hasar görür, ortaya çıkacak enkaz ne olur, insanı düşündüren bu.

İyi ki doğrudan hedef almamışlar

Evet dönelim yine Musul olayına. Dışişleri diyor ki “Herşeye rağmen Türkiye doğrudan hedef değil.” İyi vallahi, iyi ki doğrudan hedef değil. Doğrudan hedef olmadığı için çocuk çocuk vatandaşlarımız rehin alındı. Ya doğrudan hedef olsaydık ne olurdu. Herhalde başkalarına yaptıkları gibi kameralar önünde kafalar kesilir, kadınların ciğerleri sökülüp afiyetle yenirdi. Bu iktidarın hakkını teslim edelim yani. İyi bir diplomasi ve istihbarat çalışması yürüttükleri için IŞİD’in Türkiye’yi doğrudan hedef alan eylem yapmasını önlemişler.
Sevgili izleyiciler, Musul olayı yandaş medyayı da perişan etti. Ne yapacaklarını bilemez haldeler. Bir taraftan elbette onlar içinde de vicdan ve namus kırıntısına sahip olanlar var. Bu iktidarın yanlış Suriye politikası sonucu nasıl bir batağa saplandığını ucundan kıyısından görüyorlar.
Ama yapacakları bir şey yok. İktidarı korumak kollamak zorundalar. Bu nedenle akla ve mantığa aykırı biçimde Musul olayını küçültmek, olanı da dış güçlere ve muhalefete yüklemek çabasındalar.

Yandaş medyanın pespayeliği

Konsolosluktaki görevlilerimiz rehin alınmış, bunlar hala “burunları bile kanamadı” diye sevinç çığlıkları atmaya çalışıyor. “Hassas diplomasi” demiş örneğin birisi. Neymiş rehin alınanların sağ salim getirilmesi için çok yoğun bir diplomatik trafik sürdürülüyormuş.
Biri “nefes kesen rehine trafiği” diyor. Birleşmiş Milletler, NATO temasdaymış, MİT de devreye girmiş. Bir tanesi sanki sorun Türkiye’yi hiç ilgilendirmiyormuş gibi “Adım adım bölünme” diyor. Vah vah, Irak bölünüyormuş, adam buna üzülüyor, bundan endişe duyuyor.
Yandaşların en irice olanı ise evlere şenlik. “Teröre taviz yok” diyor. Efendim IŞİD Türk şoförleri serbest bırakmak için şartlar öne sürmüşmüş de bizim Dışişleri büyük devlet olduğumuzu göstererek “Pazarlık yok” demiş.
Eee, ayaklar dolandı bir kere. Neyse ki her söylenen yalana inanan ve alkışlayan bir kitleleri var. Ona güveniyorlar. Yoksa bu ülkenin duyarlı insanlarını bu yalanlarla kandırmaları mümkün değil de, oyunu oynayabildikleri kadar oynayacaklar işte.

Laikliğin önemini bir anlasalar

Evet sevgili izleyiciler, biz yine ana konuya gelelim. Dün sizlere Türkiye’nin Musul ve Kerkük üzerinde bir kontrol kurabileceğini ama bu iktidarın bunu asla beceremeyeceğini anlatmaya çalışmıştım.
Dünkü konuşmamda “Türkiye ancak cumhuriyet ilke ve devrimlerine bağlı, laik, demokrasi, hukuk ve insan haklarına gerçekten inanan bir iktidarla bunu yapabilir” demiştim.
Buradaki laiklik vurgusu çok önemli sevgili izleyiciler. Çünkü Ortadoğu’daki İslam coğrafyasında dirlik düzenlik sağlanamıyorsa bu laiklik anlayışının olmaması nedeniyle. Çünkü bu coğrafyada egemen olmaya çalışan bütün güçler öncelikle mezhep farkını ortaya koyuyorlar. Devlet nizamının da dine dayalı ama sadece kendi inandıkları biçimde dine dayalı olması konusunda dayatmacı bir anlayışa sahipler.

“Benden olmayan kafirdir”

Her mezhep kendi siyasal egemenliğini kurmak istiyor, kendinden olmayan herkesi, her Müslümanı kâfir ilan etmekten çekinmiyor.
Devlet düzenini sadece din kurallarına uygun olarak kurmaya kalkarsanız, orada demokrasiden hukuktan söz etmeniz mümkün olmaz. Nitekim bu nedenle Türkiye hariç hiçbir İslam ülkesinde demokrasi ve hukuk düzeni kurulamıyor.
Ya eline silahı alan bir düzen kurmaya çalışıyor ya da bir mezhebe mensup olanlar gücü ellerine geçiriyor ve kendilerinden olmayan hiç kimseye yaşam hakkı vermiyor.
Oysa gerçek anlamıyla laiklik uygulanabilse, her mezhep, her inanç, tarikatlar, cemaatlar birbirlerinin inançlarına ve yaşam biçimlerine karışmadan, ortak bir hukuk ve devlet düzeni kurabilseler, siyasi alanda din kuralları yerine hukuk kurallarının olması gerektiğini kabul edebilseler her şey çok daha güzel olacaktır.
İnancını dilediği gibi ya da hakkını vererek yaşarken, diğer inanç sahipleriyle ortak alanlarda belirlenecek hukuk kurallarına göre davranmak, bütün sorunları demokrasi ve hukukun şaşmaz yollarından geçerek çözmeye çalışmak herkesi rahatlatacaktır.
Bunu yapmak belki hayal gibi gelebilir ama öyle değil. Yeter ki “Müslümanlık sadece benim inandığım, benim yaşadığım biçimdedir, herkes de benim gibi olacak” dayatmasından vazgeçilebilsin.

İslam toplumu da bir gün olgunlaşacak

Ben bir gün İslam toplumunun da bu olgunluğa geleceğine inanıyorum. Türkiye bu anlamda İslam dünyasına örnek olabilir. Hatta bu fırsattan yararlanarak Türkiye kendi içinde de laikliği yeniden düzenleyerek şimdi şikâyet edilen unsurları ortadan kaldırabilir.
Türkiye laiklikten taviz vermeden, tüm İslam ülkelerin merkezi olabilir. Laiklik tam anlamıyla uygulanırsa, kimse kimsenin inancına karışmadan, ama bu inancını mutlaka devlet yönetiminde de temsil etmeye kalkmadan, simgelerle, sembollerle ille de kendini göstermeye kalkışmadan, hem inancını hakkıyla yaşayabilir hem de medeni ülkeler seviyesinde bir hukuk ve demokrasi düzeni kurabilir.
Tabii bu anlattıklarım bugünkü iktidarın gündeminde hiç yok. Onların hedefi, Ortadoğu’da yaşanan kargaşadan istifade, Türkiye’yi de bir İslam devleti haline getirerek Ortadoğu’da liderlik hayalleri taşımaktır. Bu da tam bir maceradır.

Bataktan hasarsız çıkabilir miyiz?

Zaten öyle olduğu için de Türkiye’nin Musul ve Kerkük’te bir hâkimiyet kurması mümkün değildir. Dileğim ve umudum, içine çekildiğimiz bataklıktan çok ağır hasar almadan çıkabilmektir. Aksi takdirde adeta içimize soktuğumuz bu vahşi teröristler akrep gibi bizi de sokacaktır.
Bu arada çok dikkat çekici bir noktayı daha hatırlatmak istiyorum. Musul ve Kerkük’te günlerdir çok garip olaylar yaşanıyor. Ancak petrol yatakları, rafineriler, depolar konusunda hiç haber geliyor mu? IŞİD denilen örgüt “bu ülkenin altındaki her şey bizimdir, hepsine el koyuyoruz” diyor mu? Hayır, kadınların sokağa çıkmasını, sigara bile içilmesini yasaklayan dinci örgüt sıra petrole gelince “Bu bizimdir, başkası karışamaz” diyemiyor. Petrol işi tıkır tıkır aynen yürüyor.
NATO bölgedeki duruma direk müdahaleye gerek görmüyor, diplomasi yolları kullanılacakmış. Peki, IŞİD petrol yataklarına el koyarsa da böyle mi düşünecek? Görürüz o zaman neler olacağını.
Ama söylediğim şu, şu anda enerji kaynakları ile ilgili bir sorun yok. Buna karşı geleceğe yönelik bir güven de yok. İşte Türkiye’nin önemi burada öne çıkıyor. Yine söyleyeceğim, bu iktidarla değil.

Umut Oran’ın çok önemli soruları

Sevgili izleyiciler bu hafta son olarak CHP’li Umut Oran’ın verdiği bir soru önergesinden söz edeceğim. Çünkü Oran öyle sorular sormuş ki, Türkiye’nin Suriye bataklığına çekilmesinin perde arkasını da aralayacak nitelikte.
Umut Oran, Suriye’nin düşürdüğü Türk savaş uçağının rotasının son anda siyasi iktidarın bir kararıyla değiştirildiğini ileri sürerek çok önemli sorular soruyor.
Bakın birlikte okuyalım;

Uçağın rotasını kim değiştirdi?

- Pilot Yüzbaşı Gökhan Ertan ve Pilot Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy’un, her zamanki uçuş rotasının dışında uçtuğu ve bunun da MSB’ye gelen üst düzey bir talimattan kaynaklandığı iddiası doğru mudur?
- Düşürülen RF-4E uçağımız, kimin talimatı üzerine rutin Doğu Akdeniz görev uçuşu rotası dışına çıkmıştır, pilotlarımızın şehit olmasının sorumlusu kimdir?
- Keşif uçağımızın, istihbari bilgi toplamak ve Suriye hava savunma sistemlerini test etmek amacıyla hükümetinizden verilen siyasi talimatla bu uçuşa zorlandığı, askeri teamüller dışına çıkılarak tehlikesi önceden öngörülmeyecek yüksek riskli bu göreve zorlandığı duyumu doğru mudur?
- Gelen siyasi talimata, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin ilkin karşı çıktığı, ancak daha sonra teamül dışı uçuş için emir verildiği duyumunun doğruluk payı nedir?"
Özeti şudur bunun; Türk Hava Kuvvetleri her zaman yaptığı gibi bölgede keşif uçuşları yapıyor. Ancak hükümet neden alındığı bilinmeyen bir kararla uçağımızın rotasını değiştiriyor ve acı sona zemin hazırlıyor.
Bu hükümetin heybesinde biriken suçlar o kadar çok ki, bir ayağı dolansa inanın bir daha gün yüzü göremez çoğu.

Babalar günü kutlu olsun

Bu hafta da bu kadar. Pazartesi akşamı tekrar birlikte olmak dileğiyle hepinize iyi haftalar dilerim. Bu arada Pazar günü babalar günü. Tüm babalara kutlu olsun. Ne yazık ki ilk kez bu yıl babalar gününü babasız olarak geçireceğim. Tek tesellim, bir yıllık baba olarak kızımı kucaklayacak olmam.

Can Ataklı - Ulusal Kanal Yorum 13 Haziran 2014

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları