Acılar yaşanırken bile yalakalıktan vazgeçmediler
Can Ataklı; Karşısında kamera gören her yetkili mutlaka saraya olan bağlılığını öncelikle ortaya koymaya çalıştı.
ANALİZ
20 yılı boşa harcamışlar
Deprem çok büyük.
Tarihimizin en büyük depremlerinden biri.
Sadece bir il ve çevresini değil, 10 ilimizi ilçeleri ve köyleri ile yerle bir etti.
Çok sayıda can kaybımız, binlerce yaralımız var.
Kurtulanlar ise soğukla, açlıkla, çaresizlik içinde hayata tutunmaya çalışıyor.
Bu gerçeği saptayalım önce.
Gerçekten başımıza gelen inanılmaz bir şey.
Ama inanılmaz olan bir şey daha var.
AKP-MHP koalisyonunun yönetimindeki devlet de çöktü depremle birlikte.
Oysa 23 yıl öncesinden çok önemli bir deneyimimiz var.
1999 yılının 17 Ağustos’unda Marmara’da yaşanan depremde 15 binin üzerinde vatandaşımızı kaybetmiştik.
İzmit, Adapazarı, Gölcük, Karamürsel, Yalova adeta yerle bir olmuştu.
O zaman hazırlıksızdık.
Deprem yönetmeliği yoktu ortalıkta.
Arama kurtarma konusunda gelişmemiştik.
Böyle büyük bir felaket karşısında organizasyon yeteneğimiz de yoktu.
Aylarca tartıştık bu konuyu.
Ardından devleti yönetmeye gelenler “bütün dersleri çıkardıklarını, bundan böyle yaşanacak benzer bir faciada ne yapacaklarını bildiklerini” söylediler.
Her şeye deprem vergisi kondu, büyük bir fon oluşturuldu, bu fon olası bir faciada kullanılacaktı.
Ancak son deprem bütün bunların palavra olduğunu oraya çıkardı.
20 yıldır devleti yönetenler en küçük bir ders bile almamışlardı.
Hiçbir şeye hazırlıklı değildiler.
Organizasyon nedir haberleri bile yok.
Sadece can havliyle oraya buraya koşuşturdular.
Kimi bakanları deprem bölgesine göndermeyi iş sandılar.
Çünkü 20 yıl boyunca liyakate hiç önem vermediler.
En hassas görevlerde bile “Bizden mi?” sorusunu sorup adama göre iş ayarladılar.
Bilgisiz, yeteneksiz, çapsız insanları önemli görevlere yerleştirdiler.
Normal zamanlarda kimse bu çapsızların bir işe yaramadığını görmedi, anlamadı, anlayamazdı da.
Ne zaman başımıza büyük felaket geldi, gerçek ortaya çıktı.
Bilgisiz, yeteneksiz, cahil, çapsız yetkililer çaresiz kaldılar.
Söyleyebildikleri tek şey “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı” diye başlayan cümlelerdi.
Diyeceksiniz ki, “Hiç mi bir şey yapılmadı?”
Yapılmaz olur mu, ama her şey karmakarışık bir düzende ve bilinçsizce yapıldı.
Organizasyon kurulamadığı için binlerce kişinin fedakarca çabaları, emekleri aslında boşa gitti.
Bu deprem Siyasal İslam’ı bir silah gibi kullananların foyasını ortaya çıkardı.
Milletimiz bundan gerekli dersi çıkaracaktır mutlaka.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Acılar yaşanırken bile yalakalıktan vazgeçmediler
Büyük deprem iktidarın dengesini de bozdu.
Hiçbir hazırlığı olmayan iktidar olay yerlerine bile yetişmekte gecikirken sarayın yetkilileri birinci amaç olarak Erdoğan’ı ve iktidarı korumayı amaçladı.
Karşısında kamera gören her yetkili mutlaka saraya olan bağlılığını öncelikle ortaya koymaya çalıştı.
Örneğin AFAD başkanı olan kişi “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları ile bölgeye intikal ettik” diyecek kadar kendinden geçti.
AKP’nin sözcüsü Ömer Çelik “Cumhur ittifakı olarak sahadayız, AK Parti ve MHP yönetimleri ve MYK’larında görevli olanları derhal deprem bölgesine gönderdik” dedi örneğin.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay “İskenderun’da eski hastane binası yıkıldı, bizim yaptıklarımız elhamdülillah ayakta” dedi sarayı korumak isterken.
Eski Milletvekili Mehmet Metiner “Reis Adıyaman sevdalısıdır, ölenler öldü ama reisimiz Adıyaman’ı yeniden inşa edecektir” diyecek kadar ileri boyuta taşıdı yalakalığı.
Her şey 85 milyon vatandaşın gözünün önünde yaşanıyor.
Bir taraftan can pazarındaki milyonlar feryat öderken öte tarafta sarayın tuzu kuru efendileri hala “Nasıl olur da bu felaketten karlı çıkarız” hesabı yapıyor ne yazık.
SORDUM ÖĞRENDİM
Büyük afetlerde iki ayrı organizasyon vardır
İktidarın büyük bir doğal afete asla hazırlıklı olmadığını, elinde yeterli bilgiye, deneyime, enerjiye sahip ekipler bulunmadığı ortaya çıktı.
Oysa sadece 23 yıl önce yaşanan depremi iyi inceleyip hazırlık yapsalar bile büyük mesafe almış olurlardı. Depremin ağır hasar yarattığı 10 ilde hep aynı şikayet var; “Yardım yok, kimseyi bulamıyoruz.”
Zamanında sivil savunma dersleri vermiş bir dostumu aradım, nelerin eksik yapıldığını sordum.
Önce “Her şeyi eksik ve yanlış yaptılar” diye cevapladı.
Sonra “Burada iki önemli nokta vardır” dedi ve anlattı.
“Bu tür büyük olaylarda iki ayrı organizasyon olur. Birincisi arama kurtarma faaliyetleridir. İkincisi ise sağ kalanların korunmasıdır. İki ana organizasyonun başında işin ehli kişiler oturur, görev dağılımı yapılır ve işler düzgün biçimde yürür.”
Büyük depremde gördüğümüz ise hiçbir organizasyonun yapılmamış olması. Arama kurtarma ile koruma ekipleri birbirine girmiş, her kafadan bir ses çıkınca da büyük dram yaşanmış oldu.
Bİ SORALIM BAKALIM
Asker neden devreye sokulmadı?
Depremin ilk anından itibaren herkesin sorduğu soru şuydu: “Asker neden hiç yok ortada?”
Her ne kadar depremden 18 saat sonra ortaya çıkan milli savunma bakanı “3 bin askerimizi görevlendirdik” dediyse de deprem bölgesinde askeri gören pek yok.
Oysa bu kadar büyük bir olayda askerin mutlaka göreve çağrılması lazımdı.
Öncelikle asker sivillere oranla çok daha disiplinlidir.
Askerin elinde anında hizmete girebilecek sahra hastaneleri kurma yeteneği vardır.
Yine asker dev çadırlarla binlerce kişiyi koruyacak geçici bir kent inşa edebilir.
Ama nedense bunların hiçbiri kullanılmadı.
Eskiden EMASYA protokolü vardı.
Büyük olaylarda asker otomatik olarak devreye girerdi.
AKP iktidarı “Bunlar darbe yapar” korkusuyla EMASYA’yı yok etti. Şimdi de belki “Askere biraz yetki verilirse, maazallah darbeye kalkar” korkusu mu hakim acaba?
Bu arada TSK’yı etkisiz hale getirmek için 15 Temmuz bahanesiyle bütün askeri hastaneler kapatıldı. Doktorları farklı illere gönderildi.
Böylelikle askerin elinden “savaş durumu sağlık hizmeti yapma yetisi” alınmış oldu.
Bu büyük deprem bir tür savaş niteliğindedir.
Ve ne yazık ki bu konuda uzmanlaşmış olanlardan bir yardım alınamıyor.
Verilen zarara bakar mısınız?
NOT: Sonunda 2. Orduya geç de olsa görev verildi. Geç de olsa buna da şükür…
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Diyanet “sela okutarak” tepkileri azaltamaz
On binlerce personeli bulunan ve bütçeden en büyük paylardan birini alan Diyanet İşleri Başkanlığı depreme karşı çareyi bütün camilerde “sela okutarak” bulmaya çalışıyor.
Burada amaç moral vermek değil, halkın tepkisini azaltmak ve bunun için de dini bir malzeme olarak kullanmaktır.
Ayrıca sela okunması pek çok yerde sanıldığı gibi moral olmadı tam tersine moral bozucu bir unsur haline geldi.
Çünkü sela ezandan önce veya kılınacak cenaze namazını haber vermek amacıyla camilerde okunan bir duadır. Amacı duyurmak, haberdar etmektir. Bu kadar acı yaşanırken hoparlörlerden bangır bangır sela okumanın ruhlarda yaratacağı hasarı hiç düşünmediler herhalde.
Diyanetten yardım malzemesi olarak “mobil mescitler” deprem bölgesine doğru yola çıktı. Diyanet bütün camileri yıkıldığını düşünüyor galiba. Ya da “cami de olsa kimse kapalı bir yere girmek istemiyordur” demişlerdir belki de.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları