loading
close
SON DAKİKALAR

AKP, konu halkın çıkarı da olsa takoz koymaktan kaçınmıyor

Can Ataklı
Tarih: 02.12.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı-Korkusuz

Can Ataklı: Haksız da değiller çünkü iktidarı ayakta tutan en önemli etkenlerden biri, çok büyük bir kitleyi yardımlarla desteklemesi.

ŞAŞIRDIM

Burhan Kuzu olayı iyice karıştı

İktidarın en tanınmış isimlerinden Burhan Kuzu, 1 Kasım günü vefat etti. Kuzu’nun yakalandığı korona nedeniyle hayata veda ettiği açıklandı.

O ana kadar kimse Kuzu’nun koronaya yakalandığını bilmiyordu.

Ayrıca sosyal medyayı çok etkin biçimde kullanan Kuzu’nun, hastalığını hiç duyurmaması da herkese şaşırtıcı gelmişti.

Sonra konu kapandı.

Üç gün öncesine kadar…

Oda TV, Burhan Kuzu’nun genç bir kadınla fotoğraflarını yayınladı.

TV sunucusu ve model olan Fatma Mavi, 31 Ekim günü evinde çıkan bir yangında can vermişti.

Rastlantıya bakın ki, bir gün sonra da Burhan Kuzu’nun ölüm haberi duyuldu.

Daha önce korona olduğu yönünde hiçbir açıklama yapılmamış olması, bu olayla birleşince pek çok kişinin zihninde kuşku uyandırdı.

Fotoğrafların yayınlanmasından iki gün sonra, yandaş medya Burhan Kuzu’nun oğlunu çıkardı ortaya.

Süleyman Kuzu, babasının ölümünde hiçbir kuşku olmadığını belirterek şu açıklamayı yaptı;

“Babam 17 Ekim’de rahatsızlandı. Ateşi yükseldi. Bana, ‘Oğlum ne olur ne olmaz, bir test yaptırayım’ dedi. Hastaneye gitti. Testler yapıldı, pozitif çıktı. Ateşi yükseliyordu. Tedaviye aldılar. Birkaç gün sonra kan değerleri iyice düşmeye başladı. İlaçlara vücudu cevap vermiyordu. Olayın heyecanı ve üzüntüsü içinde babamın hasta olduğunu duyurmak aklımıza gelmedi. Zaten öyle hemen duyurmak gibi bir mecburiyet de yok. İnsan kendi derdine düşüyor. O telaşlı halinde aklımıza öyle bir şey gelmedi. Hastaneye her gün gidiyorduk ama babamı göremiyorduk. Gizli saklı bir durum da değildi ama o halde ne duyurmak geldi aklımıza ne de paylaşmak. Zaten babam da duyulmasını istemedi, ‘Gerek yok oğlum’ diyerek.”

Burhan Kuzu’nun oğlu elbette son derece samimi bir açıklama yapmıştır.

Ama bu açıklama bende başka kuşkulara yok açtı.

Şöyle ki; Burhan Kuzu 17 Ekim’de rahatsızlanıyor ve hastaneye gidiyor. Oğlunun açıklamasından anlaşıldığı kadar, Kuzu aynı gün hastaneye yatıyor, kendisine korona testi yapılıyor.

Bu durumda test sonucu 18 Ekim’de belli olmuştur. Burhan Kuzu, bu tarihlerde sosyal medyayı ihmal etmemiş, tweetler atmış. Ama benim açımdan en önemlisi hastalığımın duyulmasından sonra attığı tweet.

Burhan Kuzu bu tweette, “Beni bugüne kadar çok eleştirdin ama ben yakalandığın korona nedeniyle geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum” diyordu mealen.  Özellikle “mealen” diyorum çünkü bu tweet daha sonra ortadan kayboldu. Sanıyorum Burhan Kuzu bu tweetin altındaki yorumları okuduktan sonra, hata yaptığını düşündü ve tweeti sildi. Çünkü yorumların neredeyse tamamı, “Geçmiş olsun demek güzel ama yaptığınız diğer hatırlatma hiç hoş olmadı. Demek ki bunu insani duygularla değil, başka bir tür propaganda amacıyla yapıyorsunuz” biçimindeydi. Diyeceksiniz ki, “Burhan Kuzu’nun adını kullanan başka bir hesaptan atılmış olabilir.” Ona da baktım, öyle değil. Burhan Kuzu adına açılmış 4 tane sahte hesap var, onlarda da yok. Silinmiş demek ki.

Bu ayrıntıyı koymamın nedeni şu;

Süleyman Kuzu, açıklamasında babası hastane ortamındayken bunu duyurmayı akıllarına getirmediğini söylüyor. Sözlerinden babasının da o sırada sosyal medyayı kullanmadığı anlamı çıkıyor.

Oysa oğlu ve ailesi düşünmese bile Burhan Kuzu, sosyal medyayı kullanmaya devam ediyor.

Örneğin benim hastalığımın duyulması, Kuzu’nun hastaneye yatmasından sonra.

Yani Kuzu hastane odasından benimle ilgili tweet atmış.

Ayrıca henüz kapanmamış olan Twitter hesabına bakıldığında, Kuzu’nun ölümünden üç gün öncesine kadar Twitter hesabından mesaj attığı görülüyor.

Elbette bunlar Kuzu’nun ölümünde bir sır perdesi olduğunu kanıtlamaz, ancak daha önceki ilişkilere ve garip olaylara bakıldığında şüpheleri artırır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

AKP, konu halkın çıkarı da olsa takoz koymaktan kaçınmıyor

Lafa gelince, iktidar halktan çok yana.

Halkın yanında.

Kimsesizin kimsesi, yoksulun yardımcısı.

Buna inanan çok kişi de var.

Haksız da değiller çünkü iktidarı ayakta tutan en önemli etkenlerden biri, çok büyük bir kitleyi yardımlarla desteklemesi.

Ancak söz konusu muhalefetin yaptığı bir icraat olunca AKP’nin bu tavrı yüz seksen derece terse dönüyor.

AKP sayısal olarak güçlü olduğu her yerde muhalefetten gelen halk yararına her konuya karşı çıkıyor ve engelliyor.
Muhalefete mensup belediyelerin korona yardımlarına bile engel oldu, bunu herkes biliyor.

Gelelim son örneğe.

İstanbul’da çeşitli noktalarda belediyeye ait metro ile kesişen Marmaray, Devlet Demiryolları tarafından işletiliyor.

Marmaray, ücretlerinde metrodan aktarma yapanlar için indirimli tarife uyguluyordu.

Ancak son UKOME toplantısından sonra “Biz cumhurbaşkanına bağlıyız” diyen demiryolları, halkın yararına olan bu uygulamadan vazgeçti.

Şimdi “sarayın işletmesi” olan Devlet Demiryolları, Marmaray’ı kullananlardan yüzde yüz zamlı ücret alacak.

İstanbul halkı Marmaray’a da metro ve otobüslerle, deniz araçlarına da binerken İstanbul Kart kullanıyor.

Anladığım kadarıyla sarayın adamları “halkın yüzde yüz zammı, Cehape zihniyetinin yaptığını düşüneceğini” sanıyorlar.

Açıkçası yandaş tetikçi medya marifetiyle, pek çok kişinin böyle düşünmesi sağlanabilir.

ÇOK GÜLDÜM

Sağlık Bakanı, halkla kafa buluyor galiba

Sağlık Bakanı’nın sağlığı bozuldu anlaşılan.

Bir kere artık eskisi gibi gülmüyor.

Gazetecilere espri yapmıyor.

Son derece yorgun görünüyor.

Kolay değil tabii onun durumu.

Aylardır saraydan gelen “gerçeği yansıtmayan” rakamları açıklayıp bir de bunları savunmuşsunuz, sonra saray bundan vazgeçip “gerçeğe biraz daha yakın rakamları göndermeye” başlamış, kamuoyunun karşısında rezil olan siz olmuşsunuz.

Bunca darbeden sonra bakanın kimyası da bozulmuş anlaşılan.

Çünkü Bakan Koca, dün içi dolu bir belediye otobüsü fotoğrafı paylaşıp “Kalabalık demeden otobüse binersek, işimize bir daha ulaşamayacağımız bir yolculuğa çıkabiliriz” yazmış.

İlk anda doğru bir görüş gibi geliyor.

Bakan sağduyulu biçimde halka çağrı yapıyor sanki.

Ama öyle değil.

Böyle bir uyarıyı bir gazeteci yapabilir, bir akademisyen de uyarabilir, hatta halktan herhangi biri de söyleyebilir.

Ama konumu gereği sorunları çözmek durumunda olan bir bakan, halkı suçlamaya kalkamaz.

Ayrıca o insanlar toplu taşıma araçlarına belirli saatlerde kalabalık olmasına rağmen keyif için binmiyorlar.

İşlerinden olmamak için gözlerini karartıyorlar.

Bence Sağlık Bakanı, uzaktan tweet atmak yerine, bir gün o belediye otobüslerinden birine binse ve vatandaşa, “Kardeşim koronaya rağmen niye biniyorsun bu otobüse?” diye sorsa, sonra alacağı cevapları önüne koyup “Biz nerde hata yaptık?” diye düşünse…

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Yıl 1932 ve o günün devleti, halka bedava aşı yapıyor

Koronayı bıraktık, aşının derdine düştük.

Milletin kafası çorba gibi oldu, nereden aşı alınacak, kaç tane getirilecek, öncelikle kimlere yapılacak?

Ama bunlar belli bile olmadan, Sağlık Bakanı “Aşı bedava olacak” açıklamasını yaptı bile.

Hatta öyle ki, aşıyı özel hastaneler bile yapsa bundan para alamayacaklarmış.

Tabii özel hastaneye aşı için gittiğinizde herhalde sizi muayene de edecekler. O da bedava olacak mı ki, bunu bilmiyoruz.

AKP, “Aşı bedava olacak” diye sanki çok önemli bir şey açıklıyor gibi yaparken, önüme çok eskilerden taaa 1932’den bir gazete kupürü geldi.

O tarihlerin bulaşıcı hastalıklarından biri olan kızıl için halka aşı yapılıyormuş. Tabii 30’lu yıllarda öyle dışarıdan aşı getirmek falan yok.

Ama “eski Türkiye” diye aşağıladıkları Cumhuriyet’in ilk yallarında kendi aşımızı kendimiz üretiyorduk ve kimse de çıkıp sanki matah bir şeymiş gibi “Yerli aşı yaptık” diye bağırmıyordu.

Aşı veya muayene için halktan para da alınmıyordu.

Şimdi “Yeni Türkiye” dönemindeyiz ve henüz olmayan aşı üzerinden bile iktidar propagandası yapılıyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Bir de detay açıklasalar

Azerbaycan ordusunun, Ermeni işgalcileri Dağlık Karabağ’dan söküp atmasından sonra bizdeki yandaş tetikçi takımı çok sevinmişti.

Tam da o sıralar ekonomik sıkıntılar had safhadaydı, damat bakan buhar olmuştu, döviz fiyatları tutulamıyordu ki, Azerbaycan’ın zaferi ilaç gibi gelmişti.

Üstelik bundan iktidara da pay çıkarmak mümkündü.

Formül hemen bulundu.

Dağlık Karabağ’da, Rus askerinin yanı sıra Türk askerleri de görev yapacaktı.

Bölgedeki ateşkesin denetlenmesi için Barış Gücü gibi bir güç konuşlanacaktı.

Gerçi Rusya bunu reddediyordu.

Ama belli ki hem Ankara’dan hem Bakü’den çok ısrarlı ricalar gelince, Rusya da “Peki” dedi.

Bizim yandaş takımda bir sevinç bir sevinç.

Rusya yine bu oyunu bozdu, “Sahada asker olmayacak, sadece İHA’ların komuta merkezinde Türk subaylar gözlemci olarak bulunabilecek” dedi.

Bizim yandaş tetikçi medyada bu hiç haber olmadı.

Sonra tezkere çıkarıldı.

Tezkerede hangi bölgeye ne zaman, kaç asker, ne kadar silah ve mühimmat gideceği yoktu.

Çünkü bunun kararını cumhurbaşkanı verecekti.

Dün Milli Savunma Bakanlığı, Twitter hesabından bir açıklama yaptı.

Şöyle deniyor açıklamada: “Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ateşkesin uygulanmasını gözetmek ve denetlemek amacıyla, 11 Kasım’da, Milli Savunma Bakanımız Hulusi Akar ile Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu arasında video telekonferans yöntemiyle mutabakat zaptı imzalanmıştı. Türk-Rus Ortak Merkezi’nin kuruluş ve görev esaslarına ilişkin teknik detaylara yönelik görüşmeler tamamlanarak mutabakat imzalanmıştır. Merkezin en kısa sürede faaliyete geçirilmesi için gerekli çalışmalar sürdürülmektedir.”

Açıklamadan anlaşıldığı kadarıyla, bizim askerin görevi, bir merkezde kalıp gözlemek sadece.

Rusların dediği gibi…

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları