Alelacele maske yaptırıyorlar ama hiçbiri kuralına uygun değil
Can Ataklı; Daha krizin dünyayı sarmaya başladığı sırada yaptığımız yayınlarda, Türkiye’nin maske ihtiyacı olacağını ama bunu karşılayacak altyapının olmadığını anlatmıştık.
ANALİZ
Bakın burası çok ilginç Soylu, istifasını millet istediği için geri almış
Tuhaf biçimde açıklanan “iki günlük sokağa çıkma yasağı” çok ilginç gelişmelerle sonlandı.
Yasağın sonuna saatler kala gelen bir haber, herkesi şaşkınlığa uğrattı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Yasağın açıklandığı saatlerde yaşananların bugüne kadar koronaya karşı sürdürülen mücadeleye yakışmayan görüntülere neden olduğunu” belirterek istifa ettiğini açıkladı.
O andan itibaren “bu istifa bir tiyatro mu, yoksa gerçek mi?” tartışması da başladı.
Her iki olasılık da geçerli olabilir.
Bana göre önceki gece bir tür saray darbesine kalkışıldı ya da bu gerçekleşti.
Sonuçlarını ve hangisinin doğru olduğunu kısa bir süre sonra göreceğiz mutlaka, bunlar gizli kalamaz çünkü.
Saray darbesi derken, aklınıza başka şey gelmesin, konu Erdoğan’ı yerinden etmek değil.
Erdoğan başta olacak, eteklerdeki iktidar kavgası bu.
Erdoğan dışında kim daha egemen olacak, bunun testi yapıldı pazar gecesi.
Sonunda saraydan açıklama geldi ve istifanın kabul edilmediği bildirildi.
(Bu konudaki bir ayrıntıyı diğer yazımda dile getiriyorum.)
İstifa ile bu açıklama arasında yaklaşık 3 saat var.
Her konuda anında yayına geçen sarayın, herkesi heyecanlandıran bir istifa olayında bu kadar pasif kalması da şaşkınlık veren bir şey.
Şimdi gelelim iki senaryoya.
1- Evet bu bir danışıklı dövüş, bir tiyatro olabilir.
İyi kötü, halkın önemli bir bölümü evinde oturmaya, dışarı çıktığında koruma mesafesine, maske ve eldiven takmaya, alışverişini yaparken sakince aralıklı kuyruğa girmeye alışmıştı.
Tam bu sırada akla ziyan bir tutumla (burada akla ziyan olan açıklama saatidir) iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edilince onca emek heba edilmiş gibi oldu.
Çünkü bir anda yüz binlerce kişi panik halinde sokağa koştu, ihtiyaçlarını karşılamaya çabaladı.
Böyle bir şeyi öngörmemek aslında affedilmez bir hata.
Nitekim konunun sorumlusu olan Bakan Soylu, “Hata yaptım, eleştirileri kabul ediyorum, Cumhurbaşkanından affımı istedim” diyerek gerçekten soylu bir davranış sergilemiş oluyor.
Erdoğan ise yapılan hatayı gören ve kabul eden, buna karşı çok başarılı bir bakanını harcamak istemeyen bir baba edasıyla istifayı geri çeviriyor.
Toplumda, “İşte medeni bir davranış, ilk kez bir kötü olayın sorumlusu mertçe ortaya çıkıp istifa ediyor” algısı yaratıldıktan sonra, merhamet duygusu öne çıkarılıyor ve “Ama başarılarını da görmezden gelemeyiz, bu kadar soylu davranan bir bakanın göreve devam etmesini istemek de çok soylu bir davranıştır” deniliyor.
İşte bu tam bir tiyatrodur.
2- Tiyatro değil, Soylu test etti.
Bana daha gerçekçi gelen ihtimal ise Soylu’nun saray çevresinde kendine komplo kuranlara karşı bir test yapmasıdır.
Cuma gecesi yaşananlar yandaş tetikçi medyanın önemli bölümünde, özellikle Sabah grubunda, İçişleri Bakanı’nın hatası gibi sunuldu. Üstü kapalı cümlelerle yapılanın yanlış olduğu vurgulandı.
Habercilik adına yapılan doğruydu ancak yandaş tetikçi medya asla haber yapmaz, yazılan veya ekrana getirilen her şeyin atında mutlaka bir hesap vardır.
Bu hesap çok belli ki, Erdoğan’ın liderliğinde aşağıya doğru egemen olmak isteyenler, Soylu’yu saf dışı bırakmayı planladılar.
Soylu duruma uyandı, istifasını verdi.
Sonra ne oldu?
Sosyal medya üzerinden muazzam bir kampanya başladı.
Zaten bizzat bu bakan tarafından yönlendirildiği dedikoduları ayyuka çıkan bir trol ordusu, Soylu lehine yayına başladı.
Bununla yetinilmedi, oluşturulan gruplar konvoylar düzenleyerek Soylu lehine sloganlar attılar, havaya ateş açtılar.
Mesaj çok açıktı; “Ben gidersem AKP’de ciddi bir gedik açılabilir.”
Ardından “İstifa kabul edilmemiştir” açıklaması geldi.
Dün de Süleyman Soylu istifasını geri aldığını açıklarken, “çok ilginç bir noktayı!” işaret etti.
“Sokağa çıkma yasağı ile ilgili sorumluluğumuzun gereği aldığım karar üzerine, milletimizin ve Sayın Cumhurbaşkanımızın tutumu, beni mahcup etmiştir. Devlet ve milletin emanetinde atılan adımlarda eksikliğimizin bu iki irade tarafından insani bir durum olarak kabul edilip onarma hakkı verilmesi, sorumluluğumuzu artırmıştır.”
İlk kez Erdoğan dışında bir siyasetçi, attığı adımdan geri dönmesini “milletinin talebi” gerekçesiyle savundu.
Elbette açıklamada “sayın cumhurbaşkanı” da var ama sarayda egemen olmak isteyenlere “Sizin arkanızda kim var, millet var mı?” mesajı da verilmiş oldu.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Saray açıklaması “tek adam rejiminin ne olduğunu” anlatıyor bize
Süleyman Soylu’nun önceki gece istifa etmesinin, “tiyatro bu” senaryosuna prim vermiyorsanız, – ki ben vermiyorum- aslında tek taraflı bir karar olduğu anlaşılıyordu.
Zaten öyle olmasa üç saat sonra saraydan “İstifa kabul edilmemiştir” açıklaması gelmezdi.
Demek ki önceden bir şey konuşulmamış ki, Soylu istifa kararını açıklamış.
Sarayın önceden haberi olsa, karar açıklanmadan önce buna engel olurdu.
Tabii şu ihtimal de var: Saray biliyordu, ama o da test etti, tepki ölçüldü, Soylu’ya olan destek görülünce de geri adım atıldı..
Bunların hepsi önümüzdeki günlerde zaten ortaya çıkacaktır.
Saray açıklamasında dikkat çekici olan bir nokta var ve yapılan açıklamaya bu yansıyor.
Önce açıklamanın ilgili cümlesini okuyalım;
“Sayın bakanımız istifa talebini sayın cumhurbaşkanımıza sunmuş, cumhurbaşkanımız bu talebi uygun bulmadığını kendisine ifade etmiştir. Bir makam sahibinin istifasını sunması kendi takdiridir, fakat nihai karar sayın cumhurbaşkanımıza aittir. İçişleri Bakanımızın istifası kabul edilmemiştir, kendisi görevine devam edecektir.”
Gördüğünüz gibi sarayın açıklaması nezaketten uzak, sert ve emredici bir üslupla yazılmış.
Deniyor ki “Bakan istifa edebilir ama son karar cumhurbaşkanınındır.”
Açıkçası “Kimse kendi iradesiyle istifa edemez” diyor bu açıklama.
Ardından da “emir kipi” kullanılıyor açıklamada ve “Göreve devam edecektir” deniliyor.
Soylu’yu öven, başarılarından söz eden ve rica eden bir üslup yok.
“Bakansın, o koltukta ben kalk deyinceye kadar da oturacaksın.”
İşte iki yıldır anlatmaya çalıştığımız “tek adam rejiminin” ne olduğu bu açıklamada saklı.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Gerçek tirajları açıklayın
Sokağa çıkma yasağını en son 12 Eylül sabahı yaşamıştık.
Darbeden sonra bir süre devam etti bu yasaklar.
Ardından yasağa sınır getirildi, akşam 21.00’de başlayan yasak, sabah 06.00’da bitti.
Daha sonra gece yarısı başladı, 04.00’te bitti. Sonunda tamamen kalktı.
Darbe sabahı bile sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen, gazete de satan bayiler ve bakkallar açık tutulmuştu.
Şu iki günlük sokağa çıkma yasağında gazete bayileri de kapatılınca kimse gazete alamadı.
Sözcü Grubu ise bir ilki gerçekleştirerek “Böyle bir günde halkın gazete almasına engel olmamalı” diyerek, belediyelere “Evlere ekmek ve su dağıtırken gazetelerimizi (SÖZCÜ-KORKUSUZ) isteyenlere bedava verir misiniz?” teklifi götürdü.
Bazı belediyeler bunu kabul ederken bazıları ise kabul etmedi.
SÖZCÜ’nün talebini kabul eden belediyeler, aynı yöntemi diğer gazetelere de önerdiler.
Ancak bu gazete yönetimleri “Veririz ama parasını da isteriz” karşılığını verdi.
Ama böyle yapan bu yandaş medya, SÖZCÜ’nün gazeteleri belediyelere sattığını, belediyelerin de bunları halka bedava dağıttığını ileri sürdü.
Hatta yandaşların irilerinden biri “SÖZCÜ tiraj düşüşünü böyle saklamak istiyor” diye haber bile yaptı.
SÖZCÜ Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz’la konuştum.
“Hodri meydan” çağrısı yaparak şunları söyledi;
“SÖZCÜ ve KORKUSUZ bugüne kadar hiç promosyon yapmadan ve bedava dağıtılmadan en yüksek satışa ulaşan gazeteler. Oysa biliyoruz ki, birçok gazete büyük oranda bedava dağıtım yapıyor ama bunları satılmış gibi göstererek hem özel hem de basın yayın ilanlarında aslan payını alıyor. Şimdi bütün gazeteleri, gerçek tirajlarını açıklamaya davet ediyorum. Çıkın mertçe bayi satışınızın kaç olduğunu ilan edin. Eğer varsa abone listelerinizi ve bunlardan gelen paranın mali kayıtlarını gösterin.”
Yandaş medya bu çağrıya olumlu cevap verebilir mi?
Bence veremez.
Çaresizlik içinde, bu iktidarı ayakta tutabildikleri sürece yaşayabileceklerini biliyorlar çünkü.
BUNU YAZMAK GEREK
Alelacele maske yaptırıyorlar ama hiçbiri kuralına uygun değil
İktidar, korona konusunda geç kalmış olmasını şimdi “süper hızla” bazı ihtiyaçları karşıladığını ileri sürerek kapatmaya çalışıyor.
Tabii baştan hatalar yapıldığı için bu tür atakların da etkili sonuçlar vermediğini görüyoruz.
Örneğin maske konusunda ne kadar geç kalındığını biliyorsunuz.
Daha krizin dünyayı sarmaya başladığı sırada yaptığımız yayınlarda, Türkiye’nin maske ihtiyacı olacağını ama bunu karşılayacak altyapının olmadığını anlatmıştık.
O sıralar bunları hiç ciddiye almayan iktidar, yumurta kapıya gelince alarm zillerini çaldı, maske üretilmeye başlandı.
Bu kez de dağıtım sorun oldu.
Önceleri maske imalathanelerine hücum oldu, ilk ürünleri kapanlar bunları karaborsa fiyatıyla sattı.
Devlet mecbur kaldı, imalathanelerin kapılarına polis dikti.
“Tamamını ben alacağım ve ben dağıtacağım” dedi.
Ama onu da beceremedi.
Önce PTT’nin dağıtacağını söyledi. Baktılar olmadı, eczanelere devredildi bu görev. Kim bilir yakında muhtarlara verirler, onlar da evlere dağıtır.
Bunları bir kenara bırakalım ve şunu soralım; Alelacele yapılan bu maskeler sağlığa ne kadar uygun? Gerçek bir koruma sağlıyor mu, yoksa baştan savma mı yapılıyor?
Bunu anlamak için bir test yaptık.
Kuralına uygun maskeyi takıp yaktığınız bir çakmak ya da kibrite üflediğinizde bunları söndüremiyorsunuz.
Buna karşı “dandik” maskelerle üflediğiniz anda ateş sönüyor.
Sorun şu: İktidar durumu kurtarmak için maskeler yaptırıyor ama bunların fazla faydası yok.
Peki “büyük devlet” olduğumuz iddiasıyla başka ülkelere gönderdiğimiz maskeler de böyle mi acaba?
Yarın bu ülkeler “Hay böyle yardımın” diyerek maskeleri geri gönderirler mi, yoksa onlar da kendi halklarına “Bakın size maske veriyorum” mu der?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları