Can Ataklı: Dün arayan bir başka turizmci '10 milyar çok iyiniyetli, turizmde çarpan sayı önemlidir. Bu zarar çok daha büyük olacak' dedi.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Devlet Bahçeli'yi artık anlamakta iyice zorlanıyorum. Elbette bir siyasi parti genel başkanı olarak partisinin siyasetini belirlemek ve bunu anlatmak görevidir, buna karışmak haddimiz değildir, ancak eleştirebiliriz.
MHP Genel Başkanı partisinin siyasi geleceği açısından AKP ile birlikte hareket etmeyi, Tayyip Erdoğan'ı da tek adamlık koltuğuna oturtmayı uygun görmüş olabilir.
Buna karşı partisinden gelen eleştirilere hiç kulak asmaması ve giderek onları tehdit etmesi ise anlaşılacak gibi değildir.
MHP'de Genel Merkez'e karşı gelen ve muhalefet bayrağı açanların hemen tamamı referandumda “hayır” oyu kullanacaklarını açıklıyorlar ve bunun için de çok ciddi propaganda çalışmaları yapıyorlar.
Son birkaç günde ise garip saldırılarla karşılaşıyoruz.
Muhalefetin önemli isimlerinden Sinan Oğan bir üniversitede konuşurken “Hareketin lideri Devlet Bahçeli” diye bağıran bir kişi kürsüyü yıktı.
Ardından Ümit Özdağ ve Yusuf Halaçoğlu'nun birlikte katıldığı bir toplantı Genel Merkez'e bağlı militanlar tarağından basıldı. Ertesi gün bu ikiliye yönelik saldırı bu kez başka bir toplantıda gerçekleşti.
Bu arada MHP'li muhalif isimlerin toplantılarına da iktidar tarafından engel olunmaya çalışılıyor. Birçok MHP'li muhalife (tabii diğerlerine de aynı) salon verilmiyor.
Devlet Bahçeli ise MHP'li muhaliflere yönelik bu eylemlere inanmadığını açıkladı. Bahçeli bu eylemlerin bizzat muhalifler tarafından yapıldığını belirterek bunların tiyatro olduğunu söyledi.
Bu mümkün mü? Neden olmasın? Bugüne kadar kendi kendine eylem yapıp da bunu karşı tarafa atarak prim yapanların olduğunu biliyoruz.
İçişleri Bakanı ve MİT Müsteşarı'nın Suriye'ye operasyon yapabilmek için “Attırırız Suriye'den 4 füze” dediklerini bilmiyor muyuz? O halde bu da olabilir.
Ancak burada önemli olan Bahçeli'nin “Bunlar tiyatro” dedikten sonraki sözleridir. Bahçeli “Bunları yapanlar ülkücüler olamaz zaten, çünkü ülkücüler işlerini yarım bırakmazlar” dedi.
“Yarım bırakmamak” nedir? Örneğin diyelim ki Sinan Oğan'ın kürsüsünü deviren kişi ülkücü değil de Sinan Oğan'ın adamı çıktı. Peki gerçekten ülkücü olsaydı “Yarım bırakmamak için” ne yapacaktı. Sinan Oğan'ı öldürecek miydi?
Yine Özdağ ve Halaçoğlu'nun toplantılarını basanlar eğer ülkücü olsalardı ne yapmaları gerekiyordu ki iş “yarım kalmayacaktı?”
Bahçeli'nin bu söylemi çok yakışıksız olduğu gibi tehlikelidir de.
Ya yarın kendine görev biçen bir MHP'li hayır diyen bir MHP'liyi öldürmeye kalkarsa ne olacak?
MHP lideri kendini Erdoğan'ın tek adamlığına o kadar kaptırmış ki, ne söylediğine bile dikkat etmiyor.
Tabii bu sözleri öfkeyle değil de bilinçli olarak söylediyse onu bilemem. Sadece “Allah herkesi korusun demek” geliyor elimden.
YENİ ÖĞRENDİM
ALMAN MEDYASI MERKEL'E “EVETÇİ MİSİN?” DİYE SORUYOR
Almanya'da oturan dostum aradı yine. “Burada medya hükümete karşı çok öfkeli. Özellikle yerel medyada çok sert yazılar var” dedi.
“Neye öfkeliler” diye sordum.
Cevabı çok ilginçti. Dedi ki “Merkel'e kızıyorlar, çünkü Erdoğan'a cevap veriyor. Erdoğan da bunu iç politikada kullanıyor. Buradaki gazeteciler Merkel'e gizli evet'çi olup olmadığını soruyorlar.”
Dostum sonra da WhatsUpp'tan Alman gazetelerinde yayınlanan pek çok sayfa gönderdi. Hepsinde Erdoğan ve Merkel eleştirisi var.
Haberlerde genellikle şu fikir ağır basıyor; Erdoğan kendisine yönelik dışarıdan gelen tepkileri kendi kamuoyuna (Türkiye'yi kıskanıyorlar, Türkiye'yi yıkmak istiyorlar, hepsi düşmanımız) diye aktarıyor. Erdoğan buradan gelen tepkiler arttıkça daha da güçleniyor. Alman hükümeti böylelikle Erdoğan'ı dolaylı olarak desteklemiş oluyor. Hükümetimiz Türkiye'den belki bazı avantajlar koparıyordur ama sonra gelecek tehlikeyi görmüyor.
Almanların bir bölümü de böyle bakıyor olaya.
SORDUM ÖĞRENDİM
ALMANYA İLE DİDİŞMENİN FATURASI ÇOK BÜYÜYECEK
Önceki gün Almanya ile girdiğimiz “bakanlara toplantı salonu vermeme” tartışmasının faturasının ilk anda 10 milyar dolara mal olduğunu yazmıştım. Bu didişmenin turizmde etkisini göstereceğini belirten bir turizmcinin sözlerini size aktarmıştım.
Dün arayan bir başka turizmci “10 milyar çok iyiniyetli, turizmde çarpan sayı önemlidir. Bu zarar çok daha büyük olacak” dedi.
İki günde Alman tur operatörleri tarafından bu yaz için yapılmış rezervasyonların yüzde 60'ının iptal edildiğini söyleyen turizmci “Almanya'nın büyük tur operatörleri rezervasyon iptalleri yaptıkları gibi müşterilerine de (asla Türkiye'ye gitmeyin, can güvenliğiniz olmaz) propagandası yapıyor. Bu durumda referandumda evet de hayır da çıksa uğrayacağımız hasarı tamir etmemiz çok uzun yılları bulacaktır” dedi.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
68'LİLER VAKFI'NIN “HAYIR” BİLDİRİSİ
Siyasi hayatımızın en önemli kuşaklarından “68'liler” şubat ayının sonunda bir araya gelerek referandumda takınılması gereken tavrı konuşmuşlardı. O sırada bunu sizlere bu köşeden aktarmıştım.
68 kuşağını temsil eden 68'liler Vakfı “Yeter artık hayır” başlıklı bir bildiri yayınladılar. Bu bildiriyi sizlerle de paylaşmak istiyorum;
Ülkemizin tanınmış akademisyenleri, siyasileri ve sanatçıları ile halkımızın aydın yüzlerinden oluşan bir grup 68'linin katılımıyla, 23 Şubat 2017 Perşembe günü, Taksim'de MMO'da gerçekleşen toplantıda; şu an ülke gündemimizi şiddetle meşgul eden “Yeni Anayasa” referandumu ile ilgili olarak, katılımcıların ortak görüşü doğrultusunda, aşağıdaki bildirinin kamuoyuna duyurulması kararı alınmıştır:
“TAM BAĞIMSIZ ve GERÇEKTEN DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE” şiarıyla yola çıkan, halkımızın ayrılmaz bir parçası olan biz 68'liler; ülkemizi daha da karanlığa götürmeyi amaçlayan ve faşist 12 Eylül Anayasası'nı aratacak yeni bir dikta anayasası tehdidine karşı, hangi siyasal görüşte olursa olsun, vicdan sahibi yurtsever vatandaşlarımızı bugün de aynı kararlılık ve aynı coşkuyla, bizimle birlikte
“YETER ARTIK, HAYIR!” demeye çağırıyoruz. Grup adına, Sönmez Targan, Şükrü Ceyhan, Mete Akalın, Nigar Sancak ve Rafet Akalın.
BUNU YAZMAK GEREK
KENDİLERİ SUS PUS MUHALEFETE “NİYE KONUŞMUYORSUN?” DİYORLAR
İsrail hükümeti camilerden sabah namazının “hoparlörle” okunmasını kısıtladı. Karara göre sadece sabah namazlarında müezzinler 1400 yıldır olduğu gibi minareye çıkacak ve şerefeden ezan okuyacak. Hoparlör kullanılmayacak. Diğer vakitlerde ezan yine hoparlörden okunabilecek.
Kararın Türkiye'deki medyaya yansıması ise “İsrail ezanı yasakladı” şeklinde oldu. Elbette “ezan yasaklandı” cümlesine bu ülkede yaşayan herkes tepki gösterir.
Ancak bizdeki durum biraz tuhaf. Çünkü haberi veren yandaş medya muhalif kesimlere saldırıyor ve “İsrail'de ezan yasaklanıyor, buna söyleyecek iki satır lafınız yok mu” diye bir tür ajitasyon yapıyor.
Oysa örneğin hükümetten çıt bile çıkmadı henüz. Her fırsatta İsrail Büyükelçiliği'nin veya konsolosluklarının önüne toplanan dinci gruplar da yok. Ama muhalefete “niye sesin çıkmıyor?” diye saldırmaktan hiç çekinmiyorlar.
Bu arada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun eksik bilgiye dayanarak bu ezan konusuna girmesine de şaşırdım. Sanıyorum yandaş kesimlerin sürekli saldırıları CHP'yi de etkilemiş. Tabii bu iktidar kanadının hiç ses çıkarmadığı bir sırada kamuoyunun gözünde etkili olmuştur belki de.
Can Ataklı-Korkusuz