Tuncay Özkan tek kişilik hücreye atıldığı günü gözleri dolarak anlattı...
Silivri Cezaevi’nde geçirdiğimiz 10 saatte 9 tutuklu arkadaşımızla görüşme şansı bulduk. Bakanlığın verdiği izinle, “içeri” giren 6 kişilik gazeteci grubu, ilk görüşmeyi Tuncay Özkan’la yaptık. Aynı anda CHP Milletvekili Umut Oran da “tutuklu milletvekili” Mustafa Balbay’la yan salonda görüşüyordu.
Özkan çok coşkulu
Kravatsız takım elbisesiyle bizi karşılayan Tuncay Özkan coşku içinde hepimizle kucaklaştı. “Kusura bakmayın sizi dışarıda yalnız bıraktık” diye espri yapan Özkan’la bir saate yakın konuştuk, fotoğraflar çektirdik, çay içip kantinden alınan bisküvileri yedik. Özkan coşkusunu yitirmeden anlattı da anlattı.
“Sabaha çıkmam dedim”
Tuncay Özkan tek kişilik hücreye atıldığı günü gözleri dolarak anlattı. Bitmemiş, her tarafı ıslak, buz gibi hücreye ilk girdiğinde “Herhalde sabaha buradan çıkamam” diye düşünmüş. Özkan “Köpeği bağlasan durmaz” diye tanımladığı hücredeki en kötü şeyin kanalizasyon kokusu olduğunu söyledi.
Uyanınca b..a batmak
Tuncay Özkan bir sabah uyandığında ayağa kalkınca neredeyse bileklerine kadar suya batmış. Meğer klozetin içinde harç unutulmuş ve o da gideri tıkamış, gece taşmış. Tuncay Özkan gülerek “uyanınca b..a batmak neymiş öğrendim” diyor gülerek; ama ya o yaşadığı an neler hissetmişti? Korkunç bir şey..
Yosun çiçek açar mı
Hücre o kadar ıslakmış ki, her taraf yosun bağlamış. Özkan “Yosunun çiçek açtığını hiç bilmiyordum, ama açıyormuş meğer” dedi. Şimdi durum daha iyiymiş. “Burada cebimizden para vererek sıva ve boya yaptırıyoruz” dedi Özkan. Sonra kahkaha atarak sürdürdü; “Müteahhitlere boşa para vermişler.”
Maydanoz yeşilliği
Cezaevinde çiçek yetiştirmek yasak, çünkü toprak bulundurmak yasak. Nedenini dün anlatmıştım. Özkan “Kantinden demet demet maydanoz alıyoruz, su şişelerinin içine koyuyoruz, böylelikle yeşil hasretimizi gideriyoruz” dedi. Maydanoz olmadığı günlerde semizotu da aynı işi görüyormuş.
Demlenmiş çaydan toprak
Cezaevinde insan çok şey öğreniyormuş. Örneğin çayın süzülmüş demi toprak gibi oluyormuş ve içinde bazı bitkiler yetişebiliyormuş. Özkan bir ara çay artığında filizlenen çiçek yetiştirmiş. Ama yönetim, çayın artığını da, toprak muamelesi yaparak yasaklamış. “Çok üzülmüştüm” dedi Özkan.
Sağlığı iyi ama
Tuncay Özkan çok sağlıklı ve coşkulu görünüyor. Ancak ellerindeki sararmanın çaresi hâlâ bulunamamış. Doktorlar teşhis koyamadıkları gibi endişe de ediyormuş. Ancak bir kan tahlili bile yaptıramamış. Özkan “Burada sağlık hizmeti çok kötü. Silivri Hastanesi ise hepimize bir cehennem” diyor.
Birbirlerini görmüyorlar
Tuncay Özkan’dan sonra görüşme sıramızda Mustafa Balbay var. Ancak Özkan yerine götürülmeden Balbay gelemiyor, çünkü birbirlerini görmemeleri gerekiyormuş. Hepsi aynı davada yargılandığı halde, mahkeme dışında bir araya gelmeleri yasakmış. Öyle ki koridorda bile karşılaşmaları istenmiyormuş.
Sayın devlet büyüğü
Biraz bekledik, gardiyanlar (infaz memuru deniyor artık) Balbay’ı getirdi. Kravatlıydı. O artık milletvekili. “Sayın Devlet büyüğümüz” diye karşıladık. Sanki cezaevinde değiliz de meclis kulisindeyiz. Balbay heyecanlı ve telaşlı, “Birazdan başka randevum var” der gibi.
İhtimal yüzde 60
Balbay’a “Yasa galiba çıkıyor, Meclis’e geleceksin artık” dedik. Balbay “Öyle olabilir, bir hafta öncesine kadar çıkamayacağımı düşünüyordum, bugün itibarıyla bu ihtimal ilk kez yüzde 60 olarak canlanıyor zihnimde” dedi. Sonra ekledi “Sorun buradan çıkmak değil, oynanan büyük oyunu sona erdirmek.”
Yeni kitap yolda
Cezaevine girdiğinden bu yana yazıdan hiç kopmayan Balbay yeni kitabını bitirmek üzereymiş. “Daha önce cezaevini yazdım, bu sonuncu kitap ise farklı, Deniz Gezmiş’lerle ilgili hiç bilinmeyenleri kaleme aldım” dedi. En büyük sıkıntı bilgisayara izin verilmemesi. Kalemle yazmak çok zormuş.
Maç muhabbeti
Balbay’a “haberleri izleyebiliyor musunuz?” diye sorduk. Olabildiği kadar TV izleyebiliyorlarmış. Hatta aralarında 40’ar lira toplayıp Lig TV’ye de abone olmuşlar, maçları seyredebiliyorlarmış. İstedikleri günlük gazeteleri de aldırabiliyorlarmış. Gazeteler genellikle öğleye kadar ellerine ulaşabiliyormuş.
Koşullar zor
Mustafa Balbay, aradan geçen uzun süre sonunda cezaevi koşullarına alıştıklarını söyledi. Kendilerine sürekli kötü muamele edilmediğini, ama mantıksız kurallar nedeniyle çok sıkıntı çektiklerini söyleyen Balbay “Neyse ki görevliler arasında çok yakın davrananlar da var, ama bunu yazmayın” dedi.
Başlarına iş geliyor
Balbay bunu gülerek şöyle anlattı; “Bizi ziyaret eden arkadaşlar gördükleri bazı iyi şeyleri de yazıyorlar iyi niyetli olarak. Ama sonra o kişilerin başlarına mutlaka bir şey geliyor. Yerine yeniler geliyor, bu da bizim için iyi olmuyor, çünkü yeni gelen kural uygulama adı altında bizi zora sokuyor.”
Soner Yalçın’a sürpriz
Mustafa Balbay’ı Genel Kurul’a gidiyormuş gibi uğurladık ve Soner Yalçın’ı beklemeye başladık. 5-6 dakika sonra kapıdan Soner Yalçın girdi. Ziyaret olduğunu biliyormuş ama kimlerin geldiğini bilmiyormuş. Bu nedenle hepimiz ayrı ayrı sürpriz olduk onun için. Diğer arkadaşlar da hepimizi bilmiyordu.
Hayli zayıflamış
Soner Yalçın hayli zayıflamış. “10 kilo verdim” dedi. Cezaevine girmeden önce “Bir ay hiç içki içmeme ve biraz zayıflama” kararı almış. “Burada 13 aydır kalıyorum, bizim bir aylık rejim hayali fazla uzadı. Çok kilo verdim, şikâyetçi değilim ama” dedi sonra da espriyi patlattı “Zayıflamak isteyene yerimiz var.”
Medya sohbeti
Yalçın “virüslü bir e-postanın” kasıtlı olarak kendilerine gönderildiğinin bilimsel olarak ortaya çıkarılmasına rağmen mahkemenin bunu dikkate almamasından yakındı. Kimi meslektaşların kin ve nefret dolu yazılarına üzüldüğünü ama artık aldırmadığını söyledi. “Ben gazeteciyim, gazetecilik yargılanıyor” dedi.
İşaret parmakları nasırlı
Birkaç ilginç ayrıntı vermek istiyorum. Görüştüğümüz gazeteci arkadaşlarımızın çoğunun işaret parmakları nasır bağlamış. Çünkü bilgisayar kullanamıyorlar ve kalemle yazıyorlar. İnternet bağlantısı olmayan bir bilgisayar veya eski usul daktilo neden verilmez, bunu anlamak mümkün değil. Maksat eziyet herhalde.
Yalçın Küçük’e darp
Yalçın Küçük cezaevinin en renkli kişisi galiba. Hadisesiz günü yok gibi. Geçenlerde bir davada tanık olarak dinlenmesi istenmiş. Küçük, rahatsız olduğunu ve mahkemeye gitmeyeceğini söylemiş. Bunun üzerine görevliler zorla götürmeye kalkışmış, Küçük’ün omuzu ve kolları mosmor olmuş.
X ray’den çıplak geçmiş
Cezaevinden mahkeme salonuna kapalı otobüslerle götürülen tutuklular dönüşlerinde yine x ray cihazından geçiriliyormuş. Cihaz ses çıkardıkça “tekrar geç” komutu veriliyormuş. Soner Yalçın cihazın sürekli ötmesinden bunalarak üzerinde ne varsa çıkarıp öyle geçmiş. “Yeter artık” diye de bağırmış.
Yarın devam ediyorum
Silivri ziyaretimizin izlenimlerini yazıyorum sadece. Konunun siyasi ve hukuksal boyutuna pek girmek istemiyorum. Oradaki yaşamı elimden geldiğince gözler önüne sermeye çabalıyorum. Ziyaret ettiğimiz diğer 6 gazeteci arkadaşımızla ilgili izlenimleri de sizlere yarın sunacağım.