Apo’dan mektup getiren bakan hâlâ açıklanmadı
Can Ataklı: Tabii AKP’yi canhıraş biçimde destekleyen medyanın beyin yıkama operasyonları ile neredeyse hissizleşmiş AKP tabanının bundan etkileneceğini düşünmek de bana çok saçma geliyor ya o da ayrı konu tabii.
ANALİZ
Çiftlik Bank soruşturmasını elbette istemeyeceklerdir
Medya yavaş yavaş gündemden düşürüyor Çiftlik Bank rezaletini.
Sonuçta herkes söyleyeceğini söyledi, şimdi para kaptıranlar dertleriyle baş başa kaldılar.
Tombalak bir oğlanın kurduğu Çiftlik Bank’ta “çarpılan” paranın 500 milyon lira olduğunu sanıyorduk ilk başta.
Sonra ortaya çıktı ki “götürülen” para 2 milyarı bulmuş.
Üstelik Çiftlik Bank tek başına da değil. Bunun gibi 15’e yakın girişim varmış.
Hepsi mi dolandırıcı?
Olmayabilir. Zincirleme reaksiyon hepsini ezip geçti galiba. 1980’lerde banker faciasında da böyle olmuştu.
En büyük banker battı. Ardından ne kadar banker varsa çöktü gitti. İçinde namusuyla veya en azından “asıl amacı dolandırıcılık olmayan” bankerler de vardı belki ama sistem üçkağıt üzerine kurulu olduğundan doğrusu yanlışı ayırt etmek çok zordu.
CHP Meclis’te bu konunun araştırılması için bir önerge verdi.
Amaç bu tür dolandırıcılık sistemlerini incelemek bundan sonra halkın bu tür oyunlara gelmesini önlemekti.
Ancak AKP buna karşı çıktı. Meclis’in “Çiftlik Bank dolandırıcılığı” ana başlığında bu tür bütün girişimleri incelemesine izin vermedi.
Neden?
Nedeni çok basit.
Çünkü Çiftlik Bank ve benzeri kuruluşlar AKP zihniyetinin bir ürünü.
O dolandırıcılar kendi kendilerine ortaya çıkmadılar.
İktidarın “köşe dönmeci” zihniyeti bulduğu kurnaz bir oyunu sergilemekten çekinmedi.
Zavallı insanları kandırmak için de “Çok hızlı kazanç” sloganının ötesinde “dini motif ve yöntemler” kullanıldı hep.
Çiftlik Bank ve benzerlerinin açılışları Kuran’ı Kerim okunmasıyla başlatıldı. Kurdeleler “tekbir sesleriyle” kesildi. Hızlı kazancın daha da hızlı olabilmesi için eller göğe kaldırıldı dualar okundu.
Bu da en azından bir karinedir ki Çiftlik Bank olayında tuzağa düşürülenlerin ekseriyeti AKP’lilerden oluşuyor.
O halde AKP bir araştırma komisyonu kurulursa Çiftlik Bank olayının altından kalkmakta zorlanabilir.
Tam da seçimlere giderken böyle bir riski almak istemezler elbette.
Nitekim muhtemelen medyanın özellikle AKP’li kesiminde ki artık bu neredeyse yüzde 90’ı geçti, Çiftlik Bank ve benzerleriyle ilgili haber yapılmamasının da nedeni budur.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Adalet böyle olunca insanın güveni kalmıyor
Bu köşenin sürekli okurları yaşadığım “telefon olayını” hatırlayacaktır.
Beylerbeyi’nden bindiğim bir takside cep telefonumu unutmuştum. Telefonumu aradığımda karşıma çıkan taksici “Merak etme Can Bey telefon bende” demişti.
Ancak bu taksici telefonu bana vermek için talep edeceği parayı alamayacağını düşünerek olsa gerek “Can Bey telefon konsolda duruyordu ama taksime binen bir müşteri çalmış” demişti. Belki de fiyatı yükseltmeye çalışıyordu bu yolla.
Ben de bu kişiyi karakola davet etmiş ve şikayetçi olmuştum. Sabaha kadar süren maceramız sonunda nöbetçi savcı “Telefonumun Imei numarasından bulunması” talebimi reddederek “konuya dosya üzerinden bakarız” demişti.
Böylelikle telefonumun yerini bulma şansı ortadan kalkmıştı. Herhalde telefonu el koyduğunu düşündüğüm o taksici yaşadığı olaylarda sonra o telefonu hâlâ kendinde tutmayacaktı.
Savcılığın bu davranışı o gece yargıya olan güvenimi hayli sarsmıştı. Daha sonra öğrendim ki meğer savcılar bu tür olaylara hiç bakmıyormuş bile.
Bunun böyle olduğunu yeni bir deneyimle yaşadım.
Bundan bir süre önce Çengelköy karakolundan arayarak “Savcılıktan gelen yazıya göre şikayetçi olduğunuz hırsızlık olayındaki telefonun Imei numarasının eksik olduğu bildirilmektedir. Savcılık telefonun bulunabilmesi için numaranın tamamını talep etmektedir. Doğru numarayı getirmenizi ve yeniden ifade vermenizi rica ediyoruz” dediler.
Hırsızlık 2017 yılının ekim ayında oldu.
Savcılık Nisan 2018’de diyor ki “Numara yanlış, doğrusunu verin telefonu bulalım.”
Geçiniz lütfen. O telefon yok artık. O gece görev savsaklanmasa belki bulunabilirdi. Ama 6 ay sonra mümkün mü?
Yine de devlet düzenine saygımdan ötürü karakola gittim. Telefonu aldığım yeri bile hatırlamadığımı, o Imei numarasını Turkcell yetkili bayisinden fatura kaydını buldurarak aldığımı belirten bir ifade verdim.
Yine sonuç çıkmayacak tabii.
Çıkması da mümkün değil.
Türkiye’de yargı sistemi böyle çalışıyor çünkü. Siz basit bir hırsızlık konusunda şikayetçi oluyorsunuz, bir tür sonuç alacağınızı düşünüyorsunuz. Muhtemelen siz yaşlandıktan sonra elinize bir sonuç geliyor ama size bir faydası olmuyor.
Telefonumu bulsalar ne olacak ki artık.
Beni asıl yaralayan son derece düzeysiz ama kurnaz mı kurnaz bir taksicinin “elime geçirdiğim ünlü birini paçavraya çevirdim işte” keyfini yaşaması ve sizin buna karşı hiçbir şey yapamamanız.
Bİ SORALIM BAKALIM
Apo’dan mektup getiren bakan hâlâ açıklanmadı
Üzerinden ne kadar geçti ben bile unuttum. Ama bir aydan fazla oldu herhalde.
HDP’nin halen hapisteki eski eşbaşkanı ve milletvekili Selahattin Demirtaş 2010’daki Anayasa Referandumu sırasında AKP’li bir bakanın kendilerine İmralı’da tutuklu olan Apo’dan mektup getirdiğini açıklamıştı.
Demirtaş mahkeme kayıtlarına da geçen ifadesinde bu bakanın adını söylememişti.
Neden söylemedi onu hâlâ anlamış değilim, muhtemelen sarayla bir pazarlık yapmak için kendine saklıyor olabilir.
Ancak ne hikmetse kimse bu konunun üzerinde durmak istemiyor.
Bir tek İYİ Parti Milletvekili Aytun Çıray bir iki hafta konuyu sıcak tutmaya çalıştı ama belli ki o da pes etti.
Konu sanki “devlet sırrı” haline geldi.
Ama ne olursa olsun bir gerçek sonsuza kadar saklanamaz.
Hapisteki bir terör örgütü liderinden aldığı mektubu “referandumda evet demenizi lideriniz de istiyor” diyerek HDP’ye aktaran bakan mutlaka ortaya çıkacaktır.
Tabii AKP’yi canhıraş biçimde destekleyen medyanın beyin yıkama operasyonları ile neredeyse hissizleşmiş AKP tabanının bundan etkileneceğini düşünmek de bana çok saçma geliyor ya o da ayrı konu tabii.
KOMİK
Cemaati bu kadar paranoya haline getirmek de akıl kârı değil
Sivas Üniversitesi öğretim üyelerinden Ali Aksu’nun İtalya’da yaşayan kardeşi varmış. Oradan aldığı otomobille Türkiye’ye gelmiş.
Sonra İtalya’ya geri dönmüş. Arabasını da geçici olarak ağabeyine bırakmış.
Ancak işe bakın ki arabanın plakası aynen şöyle; FG 017 RL
Sözcü Gazetesi “bizim yayınımız üzerine” diyor, araca el konulmuş.
Meğer haber ilk kez SÖZCÜ’de yayınlanmış. Sivas’taki hükümet yetkilileri haberi görünce belli ki telaşlanmış. Meğer yerli plakalarda zaten FG serisine yasak gelmiş.
Bu araç yabancı plakalı olmasına rağmen FG plakasının uygun olmadığına karar verilmiş.
Haberi okuyunca şaşırdım “Adamın arabasına hangi hakla el konabiliyor ki?” diye düşündüm. Yasa ve kurallar çok ilginç, her duruma göre mutlaka uygun bir şey bulunabiliyor.
Meğer yabancı plakalı bir aracı Türkiye’de sadece asıl sahibi kullanabilirmiş. Bir başkasının kullanmasına izin yokmuş.
Emniyet arabaya el koyup garaja çekmiş. Gerçek sahibi gelince alıp gidecekmiş.
Tabii adamcağız sınıra kadar nasıl gidecek o da ayrı konu.
O öğretim görevlisi veya kardeşi cemaatçi midir, bilemiyorum tabii ama plaka harfinden bile işkillenip acayip işler yapmanın da pek akıl kârı olmadığını düşünüyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları