loading
close
SON DAKİKALAR

Asker tank kullanmak için yazılı izin istedi mi?

Can Ataklı
Tarih: 02.02.2016
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Asker hükümete tank kullanılması halinde sivil kayıpların da çok olabileceğini bildirerek 'Bunun sorumluluğunu sadece bize yükleyemezsiniz' diyor.

Güneydoğu’da yürütülen operasyonlara tüm gücüyle katılan askerin aslında durumdan çok da hoşnut olmadığını duyuyordum.
Yazmamamın nedeni, konunun hassas olması ve kaynaklarıma zarar vermeme endişesiydi.
Ancak HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bir tv kanalına çıktı ve çok ilginç açıklamalar yaptı.
Bu durumda konu da yazılır hale geldi.
Demirtaş’ın söyledikleri özetle şöyle;
Asker hükümetten (ve saraydan elbette) gelen “Ne pahasına olursa olsun teröristleri kentlerden temizleyin, bunun için istediğiniz gücü kullanabilirsiniz. Kentlere gerekirse tankla girin” talimatına karşı yazılı emir istiyor.
Asker hükümete tank kullanılması halinde sivil kayıpların da çok olabileceğini bildirerek “Bunun sorumluluğunu sadece bize yükleyemezsiniz” diyor.
Asker bunun da ötesinde “garanti” talebinde bulunuyor ve “Bu operasyonlar başladığı andan itibaren kesilmesi talimatı vermeyeceksiniz, operasyonların ne zaman biteceğine biz karar vereceğiz” iradesinde bulunuyor.
Ayrıca tıpkı bir gecede çıkan MİT müsteşarını koruma yasası gibi yasanın da bu tür durumlarda kalkan gibi kullanılması için gerekli olduğu vurgulanıyor.
Demirtaş bunu söylediğine göre ben de duyumlarımı yazabilirim.
Asker açılım süreci boyunca sesini çıkarmadı, kendini göstermedi.
Çünkü hükümet askere izinsiz hiçbir operasyon yapmama talimatı verdi.
Daha sonra askerin süreç boyunca 200’ün üzerinde izin istediği bunlardan sadece 8’ine izin verildiğini resmi açıklamalardan öğrendik.
Askerin operasyonlar konusundaki kaygısı şu; açılım süreci nedeniyle kendisine hiçbir operasyon yapılmayacağını bilen PKK kentlerde rahatlıkla örgütlendi, siperler, hendekler kazdı, yer altı tünelleri ile direniş ve kaçış hatları kurdu.
Yıllar süren bu hazırlıklar bittikten sonra hendeklerin, tünellerin ortadan kaldırılması çok zor. Çünkü teröristler bu alt yapıyı kullanarak güvenlik kuvvetlerine büyük kayıplar verdirebiliyor. Ayrıca hazırlanan bubi tuzakları nedeniyle bu yerlere giriş çok zor.
Operasyonlarda ağır silahların ve özellikle tankların kullanılması ve ateş açılması halinde sivil kayıpların da olması kaçınılmaz. Bunu ne çapta olacağını önceden görmek ve tahmin etmek de pek mümkün değil.
Bir suç operasyonunda sivil kayıpların çok olmasını kamuoyuna ve dünyaya anlatmak çok zordur.
O halde hükümet bütün sorumluluğu üzerine almalı ve operasyonlar için yazılı izin vermelidir.
Kısacası asker terörle mücadelede eli kolu bağlı olarak yıllarca kışlasında tutulduktan sonra bir anda cepheye sürülmesinin sorumluluğunu üstlenmeyi kabul etmek istemiyor.
Haksız mı? Değil elbette.
Sonuçta Türk Silahlı Kuvvetleri elbette kentlerde örgütlenmiş teröristleri tamamen temizleyecek güçtedir. Biraz zaman alsa da bir süre sonra en azından kentlerde hiç terörist kalmadığını göreceğiz.
Önemli olan bir süre sonra açıkça ortaya çıkacak olan maddi manevi hasarın sorumluluğunun nasıl paylaşılacağıdır.
Bu sorumluluk askerin üzerinde kalmamalıdır.

---BUNU YASMAK GEREK---

Bir Cumhurbaşkanı bu kadar konuşmaz.
Tayyip Erdoğan seçildiği günden beri “seçilmişliği” kutsayarak “Ben halkın seçtiği cumhurbaşkanıyım, benden diğer cumhurbaşkanları gibi davranmamı beklemeyin” diyor.
Zaten onlar gibi de davranmıyor. Artık herkes biliyor ki, başkanlık sistemi olmasa bile Erdoğan tam bir başkan gibi davranmaktadır. Hükümetin ve parlamentonun artık hiçbir hükmü yoktur. Her şeye tek karar veren saraydır.
Durum böyle olunca Erdoğan da her konuda konuşuyor. Hiç susmuyor.
Üstelik bu konuşmalarının pek çoğu da devlet yönetimiyle ilgili değil, kendisini orada meşru göstermek için halktan destek sağlamaya yönelik popülist sözler bunlar.
Amaç kahve kültürü düzeyindeki insanların “adam haklı ama” demesini sağlamak.
Diyarbakır’da bir “yaralı krizi” yaşanıyor.
Bir evde çok sayıda yaralı olduğu ama devletin buraya ambulans göndermediği ileri sürülüyor. Aynı anda mülki amirler de ambulanslara ateş açıldığı bu nedenle evlere yaklaşılamadığını söylüyorlar.
Bu aşamada Erdoğan “Belki de yaralı yoktur, tuzaktır” deyiverdi.
Bir cumhurbaşkanı bu kadar detaya giremez. Girerse bunun ters sonuçları olabilir.
Çünkü bu tür popülist sözler aynı zamanda “oraya ambulans göndermeyin” anlamına da gelir.
Ayrıca cumhurbaşkanı “tahminlerini” açıklayamaz. Devletin bütün istihbarat birimlerinden bilgi alma gücü var. Kesin bilgiye ulaşmadan tahmin yürütmesi en azıdan devlet ciddiyeti ile bağdaşmaz.

--DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER—

Başkanlık gelirse çok güzel olacakmış
Nasıl yıllarca “içi boş” bir açılım politikası tartışıldıysa, şimdi de başkanlık sistemi aynı şekilde tartışılıyor.
Her gece yandaş kanallarda hiçbir şey söylemeyen ama ille de başkanlık diye tutturan sözde hukukçuları, gazetecileri, siyasetçileri izliyoruz.
Başkanlığı öyle bir anlatıyorlar ki hayran kalmamak mümkün değil.
Başkanlık gelirse şunlar olacakmış;
Kuvvetler ayrılığı gerçek anlamıyla geçerli olacak.
Yargı bağımsızlığı sağlanacak.
Özgürlükler özgürce kullanılabilecek.
Denetim mekanizmaları etkin biçimde çalışacak.
İyi güzel de, bütün bu kavramlar zaten mevcut anayasada var.
Yani bunlar yok da başkanlık sayesinde gelecek değil.
Ama yandaşlar farkında olmadan bu ilkelerin hiç birinin uygulanmadığını da itiraf etmiş oluyorlar.
Ayrıca, tamam geçin başkanlığa da zaten halen mevcut olan bu ilkeleri şu anda kullanmanızı kim önlüyor elinizi kim tutuyor?
Bu iktidar her şeyi komediye çevirdi.

--KOMİK---

Adam birden teröristbaşı oldu
PKK terörü 30 yılı aşkın süredir gündemimizde. Bu sürecin çok büyük bölümünde örgütün lideri Abdullah Öcalan “teröristbaşı” olarak anıldı hep.
Ne zaman “açılım” süreci başlatıldı, terör, terörist tanımları da rafa kalktı.
Bugün aşırı devletçi refleksle “Bütün PKK’lıları öldürün” diye çığlıklar atanların hiçbirine 7 haziran öncesine kadar Öcalan için terörist dedirtemezdiniz.
Bunları sıkça yazıp söylüyorum da, hiçbirinde utanma olmadığı için duymazdan geliyorlar.
İktidar da bu durumdan çok hoşnuttu. Zaten “Öcalan’a sayın denmesinin suç olmasını ortadan kaldırmakla, terörü övme diye bir suçu yasalardan çıkarmakla” şişiniyorlardı o sırada.
Yılların terörist lideri Öcalan, açılım süreciyle birlikte “İmralı” diye anılmaya başlanmıştı.
“Sayın Öcalan” demeyi belli ki onlar da “fazla” buluyorlardı ve kısaca “İmralı” diyorlardı.
Kamuoyu “İmralı’ya” tam alışmışken iki gün önce saraydaki bugüne kadar hiç kullanmadığı “Teröristbaşı” tanımını kullanmaz mı?
Eee ne oldu da “İmralı” bir anda “teröristbaşı” oldu böyle.
Türkiye bütün sıkıntılarının yanı sıra komik de bir ülke.

--YENİ ÖĞRENDİM—

İçişleri Bakanlığında üç milletvekili açlık grevi yapıyormuş
Şaşırmayın, ben dün öğrendim.
HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş ve Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir İçişleri Bakanlığı’nda bir odaya girmişler ve açlık grevine başlamışlar.
Gerekçe, Diyarbakır’da yaralılara ambulans gönderilmemesini protesto etmekmiş.
Aslında haber medyada çıkmış.
Çıkmış çıkmasına da o kadar az yer almış ki, benim bile haberim olmadı.
Anladığım medyada gizli bir ambargo var. Haberi koymuyorlar ya da görünür biçimde yayınlanmıyorlar.
Ama bununla da yetinilmemiş. Üç milletvekilinin yanlarındaki cep telefonları kapatılmış. Böylelikle içerden dışarıya haber vermeleri, fotoğraf ve video paylaşmalarının da önüne geçilmiş.
Bunu belli ki servis sağlayan GSM şirketlerine talimat vererek yaptırmışlardır. Onlar kesmişlerdir. Peki hangi kanuna göre böyle bir uygulama yapılabilir ki?
Üç HDP milletvekilini haklı bulursunuz ya da bulmazsınız, o ayrı, ama yapılan uygulama ancak faşist bir ülkede görülebilir.
İşin tuhafı, üç milletvekilinin dünyayla ilişkisi kesildiği için kimse bilgi alamıyor ama cumhurbaşkanı onları PKK uşaklığı ile suçlayabiliyor.
Ben de “yeni öğrendim” diyorum ya, haberi Erdoğan’ın konuşması üzerine öğrendim.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları