Can Ataklı; Meğer iktidar suyun dağıtımı için kendi istediği birine ihale edilmesini istiyormuş. Kıbrıs hükümeti de buna karşı çıkmış. Vay sen misin laf dinlemeyen, su getiren borunun ağzını açık bırakmışız denize akıyormuş.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Paşam nikaha neden gittiğinizi anladık da bu sorulara neden cevap vermiyorsunuz?Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın yılın düğününe katılması ve üstelik nikâh şahitliği yapması çok eleştirildi biliyorsunuz.
Paşa önce bazı gazetecilerin kulağına “nikaha gitme gerekçesini” fısıldattı, ama sonra baktı olmuyor, Genelkurmay üzerinden açıklama yaptırdı.
Bu açıklamadan bilmediğimiz bir gerçeği de öğrenmiş olduk. Meğer Akar nikaha tek başına gitmemiş, bütün kuvvet komutanlarını da beraberinde götürmüş.
Peki, bu ilk gün neden medyaya yansımadı?
Çok basit. Nikahı sadece yandaş yalaka medyanın izlemesine izin verildi.
Onlar arasında da gerçek gazeteci yok. Öyle olunca nikaha kim geldi kim gelmedi diye bakarken sadece yalakalık yapabilecekleri kişileri görüyorlar. Hiçbiri, komuta konseyinin tam kadro orada olduğunun farkına bile varmıyor.
Neyse konumuz o değil, araya sıkıştırmış oldum.
Genelkurmay Başkanı'nın nikaha neden geldiğini, tedarikçisine nasıl destek olduğunu, hakkındaki eleştirilere çok üzüldüğünü öğrendik de, Türkiye'nin en hayati konularındaki sorulara cevapları bir türlü alamıyoruz.
Bir daha tekrarlayayım o zaman;
Bir saray gazetecisi Rus uçağını Fethullahçı pilotun düşürdüğünü yandaş medyanın en iri gazetesinde yazdı.
Aynı saray gazetecisi F-16 pilotlarının yarısının Fethullahçı olduğunu, bunların ilk şurada ordudan atılacağını, Genelkurmay Başkanı'nın buna direnmesi halinde kendisinin de gideceğini iddia etti.
Sonra bu saray gazetecisi Genelkurmay'a davet edildi, izzet ikram ile karşılandı, paşalar kendisini ne kadar sevdiklerini, ayrıca cumhurbaşkanına ne kadar bağlı olduklarını anlattılar.
Bunları saray gazetecisinin köşe yazısından öğrendik.
Ancak nedense o saray gazetecisi yandaş medyanın en irisinde yazdığı yazıdaki sorularına bir cevap alıp almadığını hiç açıklamadı.
Genelkurmay da ısrarlı sorulara karşı hep sessiz kaldı.
O halde bir daha soralım. Onlar da bir daha cevap vermesinler. Ama bu sorular halkın vicdanında ve sağduyusunda kalsın.
1- Rus uçağını düşüren pilot Fethullahçı mıydı?
2- Bu pilot şu anda ne yapıyor, görevini sürdürüyor ve uçuyor mu?
3- F-16 pilotlarının yarısı gerçekten Fethullahçı mı?
4- Eğer öyle ise bu pilotlar ilk şurada ordudan atılacak mı?
5- Genelkurmay Başkanı sarayın bu isteğine karşı çıkıyor mu?
6- Bu da doğruysa, direnmesi halinde kendisinin de görevden alınma ihtimali var mı?
O saray gazetecisi “Genelkurmay Başkanı direnirse o da gidecek, bu kadar basit” diye yazdı ya ben de tekrar soruyorum “işte sorular da bu kadar basit, cevap vermek neden bu kadar zor?”
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Demirtaş artık bir savcının iki dudağı arasında
Meclis'teki dokunulmazlıklar aslında HDP'yi Meclis'ten atmak için çıkarılmak isteniyordu.
Ancak olay bir anda partilerin “dokunulmazlık fetişizmine” dönüştü kapsama alanı “fezlekesi olan” her milletvekiline çıkarıldı.
Sonuçta hiç gereği yokken üç muhalefet partisinin genel başkanı da dokunulmazlıklarından oldu.
Elbette iktidarın ilk hedefi en kısa zamanda HDP'li milletvekillerini tutuklatmak.
Sanıyorum sistem şöyle işleyecek; Savcılar dokunulmazlıklar kalktığı için HDP'li milletvekillerinin üzerine gidecek. Çoğu terörle suçlanacağı için hızlı tutuklamalar olacak. Ardından çok hızlı bir yargılama süreci yaşanacak. HDP milletvekillerine ceza yağacak ve hapisten çıkamayacaklar. Böylelikle milletvekillikleri de düşecek. Sonrasında da belki bir ara seçim yapılacak, AKP anayasa değişikliği için eksiği olan 14 milletvekilini tamamlayacak.
CHP ve MHP liderleri hakkındaki fezlekelerde “tutuklanmaya” kadar gidecek suçlamalar yok.
Ancak bu iki lider anayasa değişikliğinin cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasından sonra tamamen korunmasız hale gelecek.
Bu durumda iki lider de Türkiye'nin herhangi bir yerindeki bir savcının iki dudağına bakmak zorunda kalacak.
Savcılar iki lidere “gel” diyecekler onlar da tıpış tıpış gidecek.
Hatta öyle ki iktidarın talimatıyla bir savcı örneğin Kılıçdaroğlu'nun bir sözünü “teröre destek” olarak niteleyerek tutuklama yapmaya dahi kalkışabilecek.
MHP “teröristleri Meclis'ten atalım” coşkusu, CHP de “elalem ne der” korkusuyla dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verince kendilerini de bir anda korunmasız halde bıraktılar.
Benim yorumum şu; Siyasette sığ popülizm ve korkaklık asla affedilmiyor.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Zuhal Olcay Kistik Fibrosiz hastaları için yarın yardım konserine çıkıyor
İtiraf edeyim bu hastalığı ilk kez duydum.
Adı Kistik Fibrozis.
“Nedir?” diye sordum.
Şuymuş; “Kistik fibrozis” henüz tedavisi olmayan kalıtsal bir hastalık. Bu hastalık, doğumdan itibaren pek çok organın salgı bezlerini etkileyerek, solunum, sindirim ve üreme sistemlerinde fonksiyon bozukluklarına yol açıyormuş. Ülkemizde 3.000'de bir görülme sıklığına sahip olan bu hastalık genellikle yaşamın ilk bir iki yılı içinde ortaya çıkıyormuş. Kistik fibrozisli hastaları günlük üç saati aşan tedavi görmeleri gerekiyormuş. Hastaların günlük tedaviye uyumlarını sürdürmeleri ve en etkili tedavileri alabilmeleri için tam donanımlı tanı ve tedavi merkezlerine ihtiyaçları varmış.
Allah kimseye vermesin.
İşte bu hastalığın tanı ve tedavi merkezi için bir yardım kampanyası açılmış.
Zuhal Olcay ve Sinema Senfoni Orkestrası 23 Mayıs Pazartesi gecesi, Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde sahne alacak.
Bu konserden ve diğer yardımlardan sağlanacak gelirle Marmara Üniversitesi Araştırma Hastanesi'nde Kistik Fibrozis Tanı ve Tedavi Merkezi kurulacak.
Hem Zuhal Olcay'ın harika performansını izlemek hem de bu az bilinen hastalığın tedavisine katkı sağlamak isteyenlere öneririm.
Biletleri Biletix ve Zorlu PSM gişelerinden alabilirsiniz.
ÖNERİ
İstanbul'da bazı kavşaklara trafik polisi koymak çok mu zor?
İstanbul trafiğinin nasıl bir çile olduğunu herkesin bildiği bir gerçek.
Özellikle sabah ve akşam saatlerinde caddelere sanki bir kâbus çöküyor.
İşte tam bu sırada iş yapmaları gereken trafik polisleri her nasılsa ortadan kayboluyor.
İstanbul'da öyle kavşaklar var ki, trafik ışıklarına rağmen sorun çözülemiyor ve ortaya bir de fazladan kilitlenmeler çıkıyor.
Örneğin hemen her gün geçtiğim Beşiktaş'ta çok yoğun trafik oluyor ve bir tarafa yeşil yanarken, diğer taraf da durduğu için trafik kilitleniyor.
Oysa belli saatlerde bu kavşaklarda trafik polisi olsa, bir tarafa kırmızı yanmadan diğer tarafı durdurur ve hiç olmazsa akış biraz daha hızlı olur.
Ama nedense yapmıyorlar hatta “her kavşağa bir trafik polisi mi koyacağız” diye de dalga geçiyorlar.
Oysa elbette her kavşağa polis konmaz ama örnek verdiğim Beşiktaş'ta polis olmadığı için trafik akış hızı saatte bir kilometrenin altına bile düşüyor.
BAŞIMDAN GEÇENLER
Asrın projesinin suyu boşa akıtılıyor
Birkaç gün önce bir günlüğüne Kıbrıs'a gidip geldim.
Uluslararası Rotary 2420 bölgenin 2016 konferansında konuk konuşmacı olarak katılımcılarla sohbet ettim.
Rotary kulüplerinin pek çok toplantısında konuşmacılık yapmıştım. Ancak bu bölgelerin yaptığı en büyük toplantıymış. 700'ün üzerinde üye vardı. Özellikle kulübün ritüeli “Bayrak töreni” gerçekten bir görsel şölendi.
Toplantıdan sonraki yemekte Kıbrıslılarla da sohbet olanağı buldum.
Bir ara “Neyse ki su sorununuz çözüldü, artık rahatsınız değil mi?” diye sorduğum bir Kıbrıslı “Nerede Can bey” dedi “Türkiye'den gelen su şu anda boşa akıyor bir gramını bile kullanamıyoruz” dedi.
Şaşkınlık içinde nedenini sordum.
Meğer iktidar suyun dağıtımı için kendi istediği birine ihale edilmesini istiyormuş. Kıbrıs hükümeti de buna karşı çıkmış. Vay sen misin laf dinlemeyen, su getiren borunun ağzını açık bırakmışız denize akıyormuş.
Yani asrın projesi olarak sunulan su projesi de böyle su gibi akıp gidiyormuş.
Konuştuğum Kıbrıslı geçenlerde hükümetin bu yüzden bozulduğunu söyledikten sonra “Yeni hükümet çare bulmaya çalışıyor, su dağıtım ihalesi Türkiye'nin istediği kişilere verilirse Kıbrıslılar da suya kavuşacak” dedi.
BUNU YAZMAK GEREK
Saray “hukukun temel prensibini” bilmiyor olamaz
Meclis'te dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili anayasa değişikliği görüşmeleri sürerken Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi ve “Suç işleyen milletvekillerini Meclis'te görmek istemiyorum” dedi.
Erdoğan, özellikle HDP milletvekillerinin suçlu olduklarını peşinen ilan etti.
Oysa hukukun en temel prensibi “bir kişi hakkındaki suçlamalar kanıtlanıncaya kadar masumdur” ilkesidir.
Suçu ne olursa olsun herkesin “yargılanma ve savunma hakkı” vardır.
Bir kişi herkesin önünde birini öldürse ve suç aletiyle birlikte yakalansa bile yargılanıp mahkum oluncaya kadar “katil” ithamıyla tanımlanamaz.
Cumhurbaşkanlığı hukukun üstünlüğünü korumak konumundaki en yüksek makamdır.
Teknik olarak cumhurbaşkanının bu temel kuralı en iyi bilen olduğunu kabul etmemiz gerek.
Oysa Erdoğan Meclis'teki bir grup milletvekilini peşinen “suçlu ilan etme” hakkını kendinde görebiliyor.
Cumhurbaşkanının hukuku yok saydığı bir ülkede adaletten söz etmek herhalde mümkün değildir.
İşin acı olan tarafı ise cumhurbaşkanının, gücünü anayasadan alan “sorumsuzluk” hakkını bu kadar kötü kullanmasıdır ki ne yazık ki geldiğimiz noktada bunun önüne geçecek hiçbir engel de kalmamıştır.
Can Ataklı - Korkusuz