Avrasya Tüneli zammını kim neye göre yaptı?
Can Ataklı: Yani müteahhit hesapta “yap-işlet-devret” sistemiyle yapmıştı bu tüneli ama parasını çabucak alabilmesi için saray kendisine ekstra garanti vaat etmişti.
Bİ SORALIM BAKALIM
Madem toplanan verginin beş katı harcandı tek tek açıklayın o zaman
Elazığ depremi iktidarın özellikle Erdoğan’ın kimyasını çok bozdu.
Erdoğan deprem anından beri çok gergin. Eleştirileri sevmediği zaten biliniyor ama Elazığ depreminden sonraki eleştirilere gösterdiği aşırı tepki dikkatlerden kaçmıyor.
Daha depremin üzerinden birkaç saat geçtikten sonra önceliği yaraların nasıl sarılacağını anlatmak yerine deprem nedeniyle hükümete yöneltilen eleştirilere gösterdi.
“Vatan haini” dedi eleştirenlerin bazılarına.
Deprem vergilerinin ne olduğunu sormanın “alçaklık” olduğunu söyledi.
Erdoğan’ın bu sözleri üzerine yandaş yalaka takım da harekete geçti.
En küçük eleştiriyi yapanlara bile hınçla saldırdılar hemen.
Erdoğan hızını alamadı depremden birkaç gün sonra “Bunları mutlaka teşhir etmek gerek” dedi.
Sözlerinin bir linç kampanyasına dönüşeceğini hesaplıyor muydu acaba bilemiyorum. Erdoğan depremde yetersiz kalmalarının eleştirilmesine özellikle 1999’dan bu yana toplanan vergilerin ne olduğunun sorulmasına karşı cevabını ise ancak bir hafta sonra verdi.
Tabii fırsattan istifade CHP Genel Başkanı’na da hakaretler ederek “Bay Kemal’e cevap verecek halim yok” dedikten sonra “Toplanan deprem vergilerinin beş katı harcama yapıldı bugüne kadar” açıklaması yaptı.
1999’daki çok ağır hasar veren Marmara depreminden sonra cep telefonlarından “sadece bir kereye mahsus” ekstra vergi alınmasına karar verilmişti.
Ancak bu vergi daha sonraki yıllarda devam etti.
Sonuçta tam 20 yıldır bu vergi toplanıyor. Yapılan hesaplamalara göre o günden bu yana sadece bu amaçla toplanan paranın 64 milyar lirayı bulduğu belirtiliyor.
Elazığ depremindeki yetersizlikler üzerine pek çok kişi doğal olarak “Deprem için toplanan bu paralarla ne yapıldı?” diye sordu.
Erdoğan’ın öfkesi buna.
Çünkü belli bir şey yapılmamış.
Başka amaçlarla yapılan kimi yatırımlar şimdi sanki deprem için harcanmış gibi gösteriliyor hepsi bu.
Örneğin eski Maliye Bakanı Naci Ağbal “Devletin harcadığı her kuruşun hesabını veriyoruz. Toplanan vergiler özel fona harcanmamış, bütçenin genel geliri olmuş. Alnımız açık ve kimsenin konuşamayacağı bir şey yok” dedi.
AKP Grup Başkanı Naci Bostancı da “Bütçede paralar toplanır, ihtiyaca göre de harcanır. Dolayısıyla deprem vergileri adı altında, bunlar toplanacak ve depreme gönderilecek tarzında bir düzenleme söz konusu değildir” diye konuştu. Demek ki neymiş? Deprem için para toplanması söz konusu değilmiş, bütün para genel bütçeye aktarılırmış, tüm harcamalar da buradan yapılırmış. Yani deprem için yapılan özel bir harcama yok. Bu nedenle sorulara yapılan harcamaların hesabını veremedikleri için çok öfkeleniyorlar.
Oysa belli amaçla toplanan paranın nasıl harcandığını kuruşu kuruşuna açıklamak zorundadır her iktidar.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Avrasya Tüneli zammını kim neye göre yaptı?
Erdoğan’ın en övündüğü inşaatlardan biri Avrasya Tüneli.
İstanbul trafiğine önemli katkısı olacağı düşünülen Avrasya Tüneli Asya ile Avrupa’yı denizin altından bağlıyor. Araçların bu tünelden geçiş ücretlerine yılın ilk ayının son günü yüzde 56 zam yapıldı.
Hesapta enflasyon yüzde 12’ye kadar düştü birkaç ay içinde tek haneli rakamı da görecek ama nedense bu tür hizmetlere yapılan zamlar enflasyonu bile kıskandıracak ölçüde yüksek oluyor.
Tabii sadece “yüksek orandaki” zammı konuşuyoruz ister istemez, peki bu zammı kim yaptı? Resmi açıklama şöyle; “Avrasya Tüneli İnşaat ve Yatırım A.Ş’den yapılan açıklamaya göre, bugünden itibaren geçerli olmak üzere Avrasya Tüneli tek yön geçiş ücretleri otomobiller için 36.40 TL, minibüsler için ise 54.70 TL oldu.” Tünelden geçiş ücretleri daha önce otomobiller için 23.30 TL, minibüsler içinse 34.90 TL’ydi. Şimdi merakım şu; Bir özel şirket geçiş ücretlerine kafasına göre zam yapabilir mi? Çünkü Erdoğan bu tüneli yaptırırken müteahhite “araç geçiş garantisi” vermişti.
Yani müteahhit hesapta “yap-işlet-devret” sistemiyle yapmıştı bu tüneli ama parasını çabucak alabilmesi için saray kendisine ekstra garanti vaat etmişti.
Demek ki Erdoğan’ın yönettiği devlet bundan sonra tünelden geçmeyen her otomobil için 36 lira 40 kuruş, minibüs içinse 54 lira 70 kuruş para ödeyecek.
Muhtemelen aşırı pahalı olması nedeniyle araç sayısında azalma olacaktır buna karşı devletin, dolayısıyla geçse de geçmese de Türk halkının ödeyeceği miktar artacaktır.
Böylelikle tüneli yapan müteahhit daha da kısa süre içinde harcadığı parayı misliyle alıp gidecektir.
Nedir bu yangından mal kaçırır gibi davranmak, anlayan var mı?
NOT: Bu tünel yapıldığında Ulaştırma Bakanlığı geçiş ücretinin otomobiller için 4 Dolar artı KDV olacağını açıklamıştı. Hesabı siz yapın artık. Bir konuda da doğruyu söyleyemezler mi acaba?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Demokrasinin kanıtı böyle gösterilmez
İktidar kendi yarattığı medyada aslında kendinden olmayan pek çok kişiyi de devşirmeyi becerdi. Hiç aklınıza gelmeyen isimler saray yalakası haline geldiler. Bunların akıllıları var, akılsızları var. Bunların yeteneklileri var, yeteneksizleri var.
Bunların çok ciddi avantalar alanları var, farkında olmadan bu işi gönüllü yapanları var.
Her şeye rağmen “biraz daha akıllı, biraz daha yetenekli, biraz daha medeni” diye düşündüğüm bazı isimlerin bu yalakalık yarışında öne geçebilmek için nasıl çırpındıklarını görünce hem çok üzülüyorum hem de canım çok sıkılıyor. İşte bunlardan biri Serdar Turgut. Aslında ruhu daha fazlasına dayanamadığı ve tabii olanağı da olduğu için adeta Türkiye’den kaçarcasına gidip Amerika’ya yerleşti.
Donmaktayken pisliğin içine düşüp biraz sonra ısınan ve nerede olduğunu algılamayıp ciklemeye başlayan serçe misali Serdar Turgut da Amerika’da rahata erince şakımaya başlıyor anlaşılan.
Şöyle yazmış Serdar Turgut; “Müthiş bir yazar olduğunu düşündüğüm Yılmaz Özdil ‘asrın liderimiz’ diye başladığı yazılarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ağzına geleni okkalı bir şekilde devamlı yazıyor. Öyle ki Türkiye, ‘Sizde demokrasi yok’ diyen ülkelere sadece Yılmaz’ın yazılarından oluşan bir dosya hazırlayıp gönderse o eleştiriyi yapanlar ‘Özür dileriz sizde Batı standartlarını aşan bir demokrasi varmış. Biz hata yapmışız’ bile diyebilirler.”
Şu işe bakar mısınız, akıllı ve medeni olduğunu sandığım Serdar Turgut “demokrasinin varlığını” getirip nereye dayıyor? Demek ki eğer bir yazar Erdoğan’ı eleştirebiliyorsa o ülkede demokrasi var.
Buna karşı yargı tamamen bir kişinin elinde, parlamento yok edilmiş, kanunlar bir kişinin ağzından yazılan kararname ile çıkıyor, eğitim dindar-kindar hale getirilmiş, on binlerce kişi yazdığı bir twit nedeniyle soruşturma ve dava bombardımanı altında, yüzlerce gazeteci hapiste ama Yılmaz Özdil eleştiri yazınca ülke bir anda güllük gülistanlık demokrat bir ülke oluyor bu kafaya göre.
NOT: Tabii Serdar Turgut uzaklarda olunca anlamıyor. Verdiği örnek aslında demokrasi için değil diktatör için geçerli olabilir. Ama belli ki bu sonradan olma yalakaların bilinçaltında asıl yatan bu. Farkında değiller sadece.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Dünkü tarihi bir daha 1010 yıl sonra göreceğiz
Pazar sabahı bugünkü yazıları yazmak üzere oturduğumda tarihi attım önce yazının dosya başlığına.
O an dikkatimi çekti ve kendi kendime “Ben dün niye farkına varmadım?” diye kızdım.
Sonra “Kızma çünkü sen yazı dosyasının tarihini atarken tek sayı ve gün kullanıyorsun” diye kendimi teselli ettim.
Örneğin dünkü yazımın dosya başlığı “2 Şubat 2020 Pazar Korkusuz” şeklindeydi. Ama tarih olarak atsaydım “02-02-2020” olacaktı.
Bu açıdan bakınca dünkü tarih çok ilginç ve eşsiz aslında.
4 tane sıfır ve 4 tane 2’den oluşan bir tarih.
Bunun gibisini tam 1010 yıl sonra tekrar göreceğiz. 3 bin 30 yılında Mart ayının üçünde böyle bir tarih atılabilecek. “03-03-3030”
Ben o günü de görmeyi istiyorum açıkça söylemek gerekirse.
Ne var ki şunun şurasında bin yıl, göz açıp kapayana geçer….
BUNU YAZMAK GEREK
Basın kartı kanunla verilir kafaya göre iptal etme hakkı kimsede olamaz
Son günlerde saraya bağlı İletişim Başkanlığı’nın pek çok gazetecinin sarı asın kartını iptal ettiğini öğreniyoruz. Kamuoyu belki “sarı basın kartı” tanımını biliyordur belki ama ne işe yaradığını bilen sayısı azdır. Sarı basın kartı bir kişinin gazeteci olduğunun tescil belgesidir. Her gazeteci bu karta sahip olamaz. Belli kuralların yerine gelmesi gerekir. Örneğin eğitim düzeyi, bir medya kuruluşunda kadrolu olarak çalışma süresi, vergi ve sigorta primlerinin düzenli ödenmiş olması koşulları aranır.
Bu kart sahibine bir imtiyaz sağlamaz ama devletin haber alma hürriyetini sağlanması ve koruması açısından bir özel belge niteliğindedir.
Bu kart sahibi başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere her yerde görev yapabilir. Akreditasyon gerektiren hallerde bu kart sahipleri önceliklidir. İş yasasına göre çalışma süreleri, kıdem tazminatları, sosyal hakları ayrıca belirlenmiştir.
Sonuçta sarı basın kartı iktidarların bir lütfu değil, gazeteciye yasaların ve hukukun sağladığı bir haktır.
Rejim değişince sarayın ilgili birimleri de kendilerini “devlet adına her şeyi yapabilen yarı tanrılar” gibi gördüklerinden olsa gerek beğenmedikleri gazetecilerin, üstelik bu hakkı kıdemlerinden ötürü ömür boyu kazanmış olsa bile, basın kartlarını ellerinden alabiliyor.
Bu medyanın neredeyse tamamını eline geçirmiş bir iktidarın aslında hala ne kadar korku içinde olduğunun bir kanıtıdır olsa olsa.
KOMİK
Çekik gözlü gördüğünüzde aman kaçın kurtulun!
Corona virüsü ile ilgili son günlerin telaşlı havası içinde espriler de yapılıyor doğal olarak.
Bu virüs Çin’de ortaya çıktı ya;
Hastaneye bir çekik gözlü gittiğinde bizim ahali çil yavrusu gibi kaçışıyormuş.
Millet Çin mallarını çöpe atmaya başlamış.
Çin lokantalarına gidenlerin sayısında ciddi düşüş olmuş.
Çin konsolosluğunun önünden geçenler ağızlarına maske takıyormuş.
Karısı çekik gözlü olan komşuya “Başka yere taşının” denmiş.
Ankara’daki Çinçin mahallesinde oturanlar panikteymiş.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları