Avukatlar “Hakim kim?” yerine “Kaç yaşında?” diye soruyormuş
Can Ataklı: Arkadaşım “Eskiden bir dava söz konusu olduğunda ilk baktığımız şey hakimin kimliği olurdu. Şimdi bu değişti artık, yaşına bakıyoruz” dedi.
ÖNERİ
Kanal İstanbul yapılamaz, bari parasını deprem için harcayın
İktidarın Kanal İstanbul ısrarı ve hatta dayatması elbette sürecektir.
Bana göre bu seçim kararına kadar olacaktır.
Daha önceki yıllarda olduğu gibi yine seçimden önce “Çılgın projeyi yapıyoruz” diyeceklerdir, o kadar.
Ama bu kanal yine de olmayacaktır.
Nedeni basit: “Bilime aykırı.”
Sadece bu neden yeter yetmesine de her şeyi para ile ölçen AKP’ye küçük bir hesap kitap işi yapmak istiyorum.
Böylelikle hem bu projenin maddi olarak da yapılmasının zorluğunu görsünler hem de sadece boş bir hayal için uçup gidecek paranın daha gerekli yerlere harcanması gerektiğini düşünsünler.
Gerekli dediğim pek çok yer olabilir ama önceliğin deprem olduğundan da kuşku yok.
Kanal İstanbul için yapılacak masraf, deprem için önlemlere ayrılsa İstanbul kurtulur bunu görmek gerek.
Bir inşaat mühendisinin hesabını madde madde size de sunmak isterim;
Kanal İstanbul 45 bin metre uzunluğunda suni bir su geçiş yoludur.
1) Öncelikli olarak ticari gemilerin geçişine müsait olması gereken bu kanalın taban genişliğinin asgari 200 metre olması gerekmektedir.
2) Yine bu gemilerin geçişine müsait su derinliğinin asgari 30 metre olması şarttır. Karadeniz’le Marmara Denizi arasındaki kot farkını ihmal ederek, dolu su kotunu 0.00 kabul ettiğimizde kanal taban kotu -30.00 kotunda olacaktır. Bu gerçeklik, kanal kazı taban kotunun -40.00 olmasını getirmektedir. Zira kanal kazısı -40.00 kotuna kadar indirilmelidir ki, tesviye, stabil dolgu, dolgu sıkıştırma, yalıtım katları ve asgari 8 metre kalınlığında beton kaçınılmazdır.
3) Kazı şevinin bizim 1/1 olarak tanımladığımız eğimde, yani yatayla 45 derece yapacak şekilde olması asgari seçenektir. Bölgenin toprak yapısı itibarıyla bu şevin bile yetersiz olacağı görülmekte ise de günümüzde uygulanabilmekte olan teknolojik imkan ve yapılar itibarıyla bu şevlerin 45 derece olabileceği varsayılabilir.
4) Kanal güzergahının çok önemli bir kısmını teşkil eden İstanbul’un Arnavutköy İlçesi’nin vasati topografik kotu +160.00 olup başka bir deyimle denizden ortalama 160 metre yukarıdadır. Bu durumda kanal kazı derinliği dolu suyun üzerine 160 metre, dolu suyun altında 40 metre olmak üzere ortalama 200 metredir. Bu da demektir ki 200 metre derinlik için kanalın her iki tarafında 200 metre genişliğinde şevli kazı yapılacaktır.
5) Bu durumda karşımıza çıkan hamur teknesine benzer kazı profili, taban genişliği 250 metre, tavan genişliği 250+200+200 = 650 metre, yüksekliği ise 200 metre olan ikizkenar bir yamuk olmaktadır. Bu yamuğun alanı, [(250+650)/2]x200 = 90.000 metre karedir.
6) Boyu 45.000 metre olan bu kanalın asgari 30.000 metresi bu profille kazılacak, kimi yerde ise bu kadar büyük bir kesite gerek kalmayacak olsa da takribi kazı miktarı; 90.000 metrekare x 30.000 metre + 45.000 metrekare x 15.000 metre = 3.375.000.000 metre küptür.
7) Toprak kazısı birim fiyatı nakliye hariç 8 TL/m3 olarak kabul ettiğimizde, sadece kazı maliyeti 3.375.000.000 m3 x 8 TL/m3 hesabıyla göre, 27.000.000.000 lira (27 milyar lira) olmaktadır.
8) Kazıdan çıkan toprağın nakliye araçlarına yüklenmesi, ortalama 10 kilometre mesafeye taşınması ve depo alanlarına boşaltılarak kaba tesviyesinin yapılması maliyeti yaklaşık 10 TL/m3’dür. Kazıdan çıkan toprağın taşıma maliyeti de 3.375.000.000 m3 x 10 TL/m3 hesabıyla 33.750.000.000 lira (34 milyar lira) olmaktadır.
9) Buna göre diğer hiçbir zorluk ve maliyet düşünülmeksizin Kanal İstanbul için gerekli kazı + kazı nakliye bedeli 61 milyar liradır. Yani 10 milyar dolar…
Tabii buna proje maliyetlerini, kamulaştırma bedellerini, kazılar sırasında dökülecek beton miktarını eklediğimizde ortaya çıkan rakam kabaca 150 milyar TL’yi yani 26 milyar doları bulmaktadır.
Elazığ depreminden sonra üstelik bizzat bakan tarafından “İstanbul’da 7’den büyük deprem bekliyoruz” sözleri üzerine bu kanal için dayatmak hiç de akıl kârı değil.
ŞAŞIRDIM
Batı ülkeleri, Erdoğan’a desteği mecburen açıktan gösteriyorlar artık
İktidarın başı AKP Genel Başkanı ve çevresindekiler “Dış güçlerin iktidarı yıkmak için yoğun çaba harcadığını” söylüyorlar sürekli biliyorsunuz.
Görmediğimiz, bilmediğimiz bir “dış güçler” var. Kimi “karanlık şer odakları” hep hareket halinde, “bazı ülkeler” Erdoğan’ı devirmek için ellerinden geleni yapıyor.
İktidar ve yandaş tetikçi takımı nedense bu güçlerin ismini hiç söylemez.
Buna karşı, benim yazılarımı okuyan, televizyon konuşmalarımı da izleyenler çok iyi biliyorlar, hep şunu söylüyorum “Dış güçler denilen özellikle Amerika ve Avrupa ülkelerinin, Erdoğan’ı ve AKP iktidarını devirme istekleri hiç yok. Tam tersine asla daha iyisini bulamayacakları için Erdoğan’ı adeta pamuklar içinde koruyorlar. En büyük endişeleri Erdoğan’ın iktidardan gitmesidir.”
Tabii bu sözlerime özellikle iktidar yandaşları alayla karşılık veriyor. Amerika ve Avrupa kaynakları bazı haberleri göstererek “Bu mu destek?” diye gülüyorlar.
Ben de bunların dolaylı destek olduğunu çünkü Amerika ve Avrupa’dan gelen aleyhte çıkışların (PYD ile iş birliği, Suriyeliler için para verilmesi, bazı muhaliflere destek olunması) iç kamuoyunda iktidara olan desteği artırdığını anlatıyorum.
Merkel’in son İstanbul ziyaretinden sonra Bild gazetesinde çok ilginç bir yorum vardı.
Bild, yorumunda şöyle diyor;
“Türkiye’nin kendisi de bölgede mülteci baskısına sebep oluyor. Suriye’nin kuzeyi ve Libya’daki müdahaleleriyle, ayrıca ülkesindeki yasa dışı göçmenlere karşı uzlaşmaz sert tutumuyla. Merkel bu konuda sessiz kalamaz. Evet, Merkel Türkiye’deki insan hakları ihlalleri, Türkiye’nin askeri girişimleri ve mültecilerin durumu konusunda konuşmalı, bunların altını çizmeli. Ama Merkel, Türkiye’ye kolaylık da göstermeli. Çünkü göçmen krizi sadece bölgede ve sadece Türkiye ile birlikte çözülebilir ve çözülmeli. Erdoğansız olmaz.”
Gazete bakmış başka çare yok, “İnsan hakları ihlallerini, askeri operasyonları falan bir kenara bırakın, Erdoğan olmazsa olmaz” diyerek yıllardır süren desteği mecburen açıkça ilan etmekte bir sakınca görmüyor.
Dikkat edin yorumda “Sorun Türkiye ile çözülebilir” denildikten sonra “Bunun için Erdoğan’ın gerekli olduğu” vurgusunu yapıyor.
Yani Türkiye’de yönetim başkasında olursa Amerika ve Batı’nın çıkarları da bozulacak.
BUNU YAZMAK GEREK
Kapıların hep dışarı açılması gerekecektir
Elazığ depreminde de güvenlik kameraları sayesinde çeşitli yerlerde deprem anında yaşananları izledik.
Market, AVM, kahvehane, lokanta gibi kalabalıkların girip çıktığı mekanlarda kapıların hep içe doğru açıldığını fark ettiniz mi?
Oysa yangın yönetmeliğine göre bu tür binalarda kapıların dışarı doğru açılması gerek.
Özellikle okullarda bu kurala kesinlikle uyulması gerekiyor.
Çünkü bir panik anında insanlar kapılara hücum ederler.
Eğer kapı dışarı değil, içeri doğru açılıyorsa yığılmalar ve sıkışmalar nedeniyle büyük facialar yaşanabilir.
Buna rağmen neredeyse kitlesel giriş çıkışların olduğu yerlerin ezici çoğunluğunda bu kurala hiç uyulmuyor.
Öncelikle yangın için düşünülen bu önlemin depremlerde de çok gerekli olduğunu herhalde uzun uzadıya anlatmak bile gerekmez.
Depremle ilgili önlemler alınırken bu konu ilk aşamada halledilmelidir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Hangisi daha beter; “Elazığ’da Kürtler yaşıyor yardıma gerek yok” demek mi, HDP yardımını kente sokmamak mı?
Her depremden sonra birtakım kendini bilmezler sosyal medyada abuk sabuk paylaşımlarla herkesin sinirini bozarlar.
Bu sefer de yine bazı ruh hastaları “Elazığ’da AKP yüzde 70 oy aldı, beter olsunlar” diye tweet attılar.
Bazıları da “Elazığ’da Kürtler yaşıyor, yardım göndermeye gerek yok” bile dediler.
Bunları asla ciddiye bile almamak gerek.
Nedeni basit: Bunları kimin attığı bilinmiyor.
İzlense elbette bulunabilir belki ama sonuçta kimsenin tanımadığı, bilmediği hesaplar bunlar.
Eğer bu tür mesajlar bilinen isimler veya kurumlar tarafından atılırsa işte o zaman ayağa kalkmak belki de görev haline gelir.
Buna karşı Elazığ Valisi’nin, HDP’li bir belediyeden gelen yardımı kente sokmaması ile bu tür sosyal medya paylaşımları arasında fark yok.
Hatta öyle ki valinin yaptığı bana göre çok daha ağır bir nefret suçu.
Vali, illerde devleti temsil eden kişidir ve sırf HDP’den geldiği için yardımı geri çevirmek bir nefret suçu olduğu gibi, bunun bir devlet politikası olduğu izlenimi de yaratır.
YENİ ÖĞRENDİM
Avukatlar “Hakim kim?” yerine “Kaç yaşında?” diye soruyormuş
Hafta sonu bir avukat arkadaşımla sohbet ediyordum.
Konu yargı bağımsızlığına geldi.
Arkadaşım “Ne bağımsızlığı” dedikten sonra ekledi; “Yargı tamamen kontrol altında. Ne kadar haklı olursak olalım verilecek hükümlerle ilgili bir tahmin yapmamız bile mümkün olmuyor.”
Ama bana çok ilginç gelen başka bir saptama oldu.
Arkadaşım “Eskiden bir dava söz konusu olduğunda ilk baktığımız şey hakimin kimliği olurdu. Şimdi bu değişti artık, yaşına bakıyoruz” dedi.
İster istemez şaşırdım “Hakimin kimliği elbette önemlidir ama yaşına bakmak da ne demek oluyor?” diye sordum.
Avukat arkadaşım “Anlatayım” dedi ve şöyle devam etti;
“Diyelim ki sıradan bir davamız var. Hakim 40 yaş ve üstüyse pek sıkıntı yok. Ama 40 altı bir hakime düşmüşsek endişe başlıyor.”
Ben de “Genç hakimler acemi mi olur diye endişe ediyorsunuz?” diye araya girdim.
Arkadaşım bu kez kahkaha attı “Ne alakası var” dedikten sonra “Kesme de anlatayım” diyerek şunu söyledi;
“40 yaş üstü hakimler genellikle bu ülkenin yetiştirdiği, siyasi görüşleri farklı da olsa anayasa ve yasalara saygılı, hukukun üstünlüğüne inanan ve gereğini yerine getiren hakimler oluyor. Ama 40 yaş altı hakimlerin büyük çoğunluğu iktidar partisinin kasaba avukatlarından devşirilen hakimler. Bunların hem tecrübesi yok hem de sadece tepeden gelen talimatları uyguladıkları için davalar karşısında hiçbir etkileri olmuyor. Böylelikle bizim davalar da tamamen şansa kalıyor.”
Acı ama gerçek bir durum.
Ne fena hale geldik değil mi?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları