Can Ataklı; Konuşmada çok vahim bölümler var.
Örneğin Erdoğan açıkça tehdit ediyor ve 'Mültecileri otobüse doldurup sınırınıza bırakırım' diyor.
Merkel’in Türkiye’ye geldiği saatlerde, Yunanistan kaynaklı olduğu ileri sürülen bir “konuşma tutanağı” basına sızdırıldı.
Tutanak Kasım ayında Antalya’daki G-20 zirvesinde Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Lüksemburg Başbakanı Jean Claude Junker ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki konuşmaları içeriyordu.
Bu tutanak önceki gün muhalif bazı gazetelerde hayli “eleştirel” başlıklarla yayınlandı.
Yandaş medya için ise bu tutanakların önemi yoktu herhalde ki çoğu yayınlamaya gerek görmemişti.
Hepsi ağız birliği etmiş gibi Erdoğan’ı kahramanlaştırmış.
Yıllarca batının karşısında sus pus olan Türkiye’nin gür sesi çıkmış meğer.
Düne kadar önünde el pençe divan durduğumuz yabacılara ilk kez Erdoğan ayar vermiş.
Tutanakları ben de okudum.
Bütününe bakınca hiç hoşlanmadım.
Çünkü Erdoğan’ın üslubu ve söyledikleri ayıplı geldi bana.
Bazı cümleler zorlanırsa Türkiye’nin dik duruşu gibi sunulabilir belki ama geneli çok kötü ve Türkiye’nin itibarını zedeliyor.
Birincisi, Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanıdır. Karşısındaki Komisyon üyeleri ile bu kadar uzun ve ayrıntılı konuşma yapması diplomatik geleneklere aykırı.
Bu sanıyorum Erdoğan’ın “her şey benden sorulur” mantığının bir sonucu.
Ama konuşmada çok vahim bölümler var.
Örneğin Erdoğan açıkça tehdit ediyor ve “Mültecileri otobüse doldurup sınırınıza bırakırım” diyor.
Junker’in “Avrupa Birliği İlerleme raporunun açıklanmasını sizin isteğiniz üzerine seçim sonuna bıraktık” sözlerine öfkeleniyor ve “Zaten bize yararı olmadı” karşılığını veriyor.
Üstüne Junker’in “Şimdi kendimi kandırılmış hissettim” sözlerine karşı bir şey diyemiyor.
En önemlisi “Avrupa mülteciler için 3 milyar Euro verecekse hiç konuşmayalım” bile sözleri.
Bir Cumhurbaşkanı hiç dengi olmayan kişilerle “insan canı” üzerinden para pazarlığı yapar mı?
Tutanakta elle tutulur tek olumlu cümle bana göre “Schengen anlaşması iptal olur bu nedenle sizinle anlaşmak istiyoruz” sözlerine “Anlaşma olmazsa mültecileri nasıl durduracaksınız, öldürecek misiniz?” diye sorması.
İlle bu cümleyi savunacaksanız tamam kabul ediyorum Erdoğan dik durmuştur, Türkiye’nin gücünü göstermiştir, o bir kahramandır.
Tamam mı?
--BUNU YAZMAK GEREK---
Saray ve hükümetin YPG hassasiyetinin gerçek nedeni
Dış politikada çok ciddi bir dönem yaşıyoruz. Bölgemizdeki gelişmelerin ağırlığının dışında başımıza bir de YPG yüzünden Amerika ile krize girmemiz eklendi.
Erdoğan’ın “tarafını seç, bizden yana mısın, YPG’den mi?” sorusuna Beyaz Saray’ın basın sözcüsü “YPG’ye desteğimiz sürecektir” açıklaması geldi.
Sorun nasıl giderilecektir meçhul.
Gerçi alıştık, kamuoyu önünde Amerika’ya ilk esip gürlememiz bu değil ama her seferinde Amerika’nın dediğine uyuldu. İç kamuoyu bunun farkına bile varmadı, Erdoğan’ın dünya lideri sanmaya devam etti.
Peki, Türkiye’nin PYD konusunda bu kadar katı olmasının nedeni ne?
Daha önce PYD liderini Ankara’da ağırlayan iktidar şimdi ne oldu da düşman kesildi?
Görünen neden, PYD’nin PKK ile çok işli dışlı olması.
Zamanında da öyleydi, ama iktidar da PKK ile içli dışlı olunca bir şey fark etmiyordu.
Ama o zaman da geçerli olan şimdi de bu geçerliliğini koruyan faktör başka.
İktidar Suriye’nin kuzeyinde “dinci-islamcı” bir yapının hâkim olmasını istiyor.
Zaten “yeni anayasa” adı altında özerk bölgelerin kurulması fikri de buradan kaynaklanıyor.
Başkanlık sistemi ile birlikte Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’d özerk bölgeler kurulacak, bu bölgelerde hâkimiyeti dinci-islamcı Kürt, Arap ya da başka etnik gruplar üstlenecek ama hepsi Başkana bağlı olacak.
Amerika’nın PYD’ye desteği bu oyunu bozuyor. Çünkü PYD bölgede özerk bölgeler kurabilirse bunların niteliği dinci-islamcı olmayacak.
İktidar var gücüyle bunu engellemeye çalışıyor.
---ŞAŞIRDIM---
İç savaşta zaten siviller ölür
Bir yandan saray bir yandan hükümet ısrarla dünyaya “ayar” vermeye çalışıyor.
Uzun süredir muhalefetin elinde olan sınırımıza 40 kilometre uzaklıktaki Halep Suriye devlet güçlerinin eline geçmek üzere.
Bu nedenle ölümler oluyor, savaştan kaçanlar Türkiye’ye koşuyor.
İktidar da dünyaya “bir katliam yapıldığını, sivillerin öldürüldüğünü, dünyanın buna dur demesi gerektiğini” anlatıyor.
Ancak burada anlaşılmayan şu; Halep muhalefetin elindeydi, Suriye güçleri kente saldırıyorsa karşı koyanlar da muhalif, o zaman ölenler için neden sivil deniyor? Muhalefet kayıp vermiyor mu?
Ayrıca şunu da bilmemiz gerek; iç savaş ordular arası yapılmaz. Bu nedenle ölenlerin büyük çoğunluğu da sivil olarak adlandırılır. Elinde silah vardır ya da yoktur, savaş varsa birileri ölecektir.
Şimdi bazı aklı evveller “Türkiye’de de böyle değil mi?” diye sorabilir. Hayır, öyle değil. Türkiye’de iç savaş yok, terörle mücadele var. Bu nedenle sivil ölümleri kabul edilemez.
---ÜZÜLDÜM—
Böyle bir ülkede yaşamak sadece üzüntü veriyor
Fenerbahçe Türkiye Kupası maçına çıkmak için Diyarbakır’a gitti.
Takım sabah uçağa bindi, uçak Diyarbakır’a indi, futbolcular hiç mola vermeden doğru stada gittiler, soyunma odasında formalarını giydiler ve maça çıktılar.
Maçın bitiş düdüğü ile futbolcular hemen soyunma odasına gitti, eşofmanlarıyla birlikte tekrar alana gidip uçağa bindiler ve İstanbul’a döndüler.
Neden?
Gerekçesi güvenlik.
Herşeyi bir kenara bırakın. Ülkemizin geldiği hale bakar mısınız?
Muhtemelen Diyarbakır’da da çok büyük taraftarı olan bir takım, seyircisiz yapılan bir maça son dakikada geliyor ve bir dakika bile fazla kalmadan çekip gidiyor.
Maç sırasında binlerce polis hem stadta hem çevrede akıl almaz yoğunlukta güvenlik önlemleri alıyor.
Bu görüntünün, bu yaşananların bu ülkeyi yönetiyoruz iddiasında olanların gözüne sokulmalı.
Acaba bu yöneticiler “13 yıldır iktidardayız, bu güzel ülkemizi bir kentte herkesi birleştiren bir spor karşılaşması bile yapamayacak hale getirecek ne yaptık?” diye düşünüyorlar mıdır?
---DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER—
Sen haberi görmeyince o olmamış mı oluyor yani?
Amedspor’lular Fenerbahçe maçına “Çocuklar ölmesin maça gelsin” yazılı bir pankartla çıktılar.
Sonra da maç başladığı an 30 saniye süren “hareketsizlik” eylemi yaptılar.
Maç gündüz olduğu için öğle saatlerinden itibaren sosyal medyada ve internet sitelerinde bu haber yüzlerce kez servis edildi.
Ancak dün yandaş gazetelere bakarken çok dikkatimi çekti, neredeyse hiç birinde bu protestoların haberi yoktu.
Haberi hiç görmeyince olmamış sayıyor galiba bu yandaş gazeteciler.
Ama hiç merak etmeyin, saraydaki yarın çıkıp da “Bu rezil protesto” falan gibi bir konuşma yaparsa hemen manşetlerine taşırlar..
Bu arada Amedspor’a ceza verilecek olması, görünüşte siyasi olarak algılanabilir ama kurallara göre yanlış değil.
Çünkü resmi maçlarda takımlar sahaya çıkarken pankart taşıyabilir, ama tek şartı bunun için önceden izin alınması. Diyarbakırlı takım da bunu biliyordu elbette ama cezayı göze aldı.
Umarım verilecek ceza “siyasi” nedenlerle absürd hale getirilmez.
--MERAK ETTİĞİM ŞEYLER---
Fenerbahçe o protesto anında gol atabilirdi
Diyarbakır’daki kupa maçının başlama düdüğü çaldığında Amedspor futbolcuları yüzlerini tribünlere dönüp kıpırdamadan durmaya başladılar.
Fenerbahçeli futbolcular ise yapılanı görünce kendi aralarında top çevirerek beklediler.
Peki, Fenerbahçe rakip oyuncuların hareketsizliğinden yararlanıp gol atabilir miydi?
Evet.
Bu gol sayılır mıydı?
Evet.
Çünkü hakem maçı başlatmış. Artık o andan itibaren kurallar geçerli.
Ama Fenerbahçe gol atsaydı bu hiç şık olmazdı, ayıplı bir gol olurdu bu.
Burada aklıma takılan iki soru var;
1- Fenerbahçeli futbolcular Diyarbakırlıların böyle bir protesto yapacağını öncen biliyor muydu ve bu durumda gol atmamaya mı karar vermişlerdi yoksa futbolcular protesto eylemine saygı göstererek kendiliklerinden mi aralarında top çevirdiler?
2- Futbol Federasyonu oyun başladığı halde atağa kalkmayan ve Diyarbakır’ın protestosuna dolaylı olarak katılan Fenerbahçe’ye “spora siyaset sokmak” suçlamasıyla ceza everebilir mi?
Can Ataklı - Korkusuz