''Bana Mustafa Kemal’i anlat dediler''
Can Ataklı; Atatürk yine Sevr’e atıfta bulunarak “Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir” diyor.
Büyük Zafer’in 100’üncü yılı kutlu olsun
ANALİZ
“Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” yeni nesle layıkıyla öğretilmeli
Büyük Önder Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı verip cumhuriyeti ilanından sonra yaptığı konuşmalar içinde bana göre en etkili olanı gençliğe seslenişidir.
“Ey Türk gençliği” diye başlayan bu söylev, içeriği açısından çok önemlidir.
Peki, biz bu çok önemli konuşmayı genç nesle layıkıyla anlatabiliyor muyuz?
Gençler Atatürk’ün sözlerinin farkındalar mı?
Sadece gençler değil toplumun bütünü olarak bakıldığında kaç kişi Gençliğe Hitabe’deki incelikleri görmüş ve içselleştirmiştir.
Bugün hem ülkemizin hem de dünyanın vardığı aşamadan bakarak bundan 100 yıl öncesini anlamak gerçekten çok zor.
Atatürk bu söylevini verirken Sevr Anlaşması’nın bütün şartlarını ortaya koymuş ve aynı şeylerin bir gün tekrar başımıza gelebileceğine dikkat çekmiştir.
“İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır” cümlesini ele alalım.
Sevr imzalandığında; Osmanlı tamamen parçalanmıştı, İstanbul işgal edilmiş, Anadolu paylaşılmış, 600 yıllık imparatorluğa ise sadece İzmit, Ankara, Erzurum hattında bir bölge bırakılmıştı.
Emperyalist devletlerin aklına böyle bir hezimetten parlak bir cumhuriyet çıkacağı gelmemişti elbette. Ama cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte aynı güçler her türlü melaneti işleyerek genç cumhuriyeti yıkmak için dört koldan saldırmıştı.
Bu saldırın devam etmediğini söyleyebilir miyiz?
Atatürk yine Sevr’e atıfta bulunarak “Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir” diyor.
Büyük önder ileriyi gören bir insandı.
Tersanelerimizin, limanlarımızın, tüm ekonomik değerlerimizin bir gün yabancıların eline geçebileceğini öngörüyor, ordumuzun yıpratılabileceğini ve etkisiz hale getirilebileceğini hesaplıyordu.
Bu öngörüsünde yanılmış olabilir mi?
Şu cümlesi çok önemlidir Gençliğe hitabenin; “Memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.”
Sevr öncesi, Osmanlı ailesinin fertleri ve emirlerindekiler aynen bu durumdaydı.
Dalalet yani “sapkınlık içinde doğru yoldan ayrılmış” haldeydiler. Ve tabii ki gaflet yani umursamazlık, uyku hali içindeydiler.
Bunların yeniden yaşanması elbette mümkündü Atatürk’ün gözünde.
Atatürk bu görüşünü “Bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler” cümlesiyle daha da pekiştiriyor.
Yeni nesil, bizim yaptığımız hatayı yaparak “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”ni ezberlemek yerine cümle cümle irdeleyerek “geçmişte yaşananlarla şimdi yaşananları karşılaştırmalı” ve gereken dersleri çıkarmalıdır.
Bu konuda da elbette gerçek Atatürkçü ve vatansever eğitimcilere çok iş düşmektedir.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
“Bana Mustafa Kemal’i anlat dediler”
Sosyal medyada bir öğretmenin 1968 yılından kalma bir anısını anlattığı yazısı dolaşıyor.
Pek çok kişinin olduğu gibi benim de ilgimi çekti.
Her ne kadar sosyal medyada yoğun biçimde paylaşılmış olsa da gazetede kayda geçmesi amacıyla sizlere aktarmak istiyorum.
Şöyle dile getirmiş yaşadıkları öğretmenimiz;
Tarih, 30 Ağustos 1968’di. Afyon Lisesi’nden bir grup öğretmen, Kocatepe’de yapılacak olan zafer kutlamalarına gittik. Konuşmaların yapılacağı kürsünün yakınında yerimizi aldık. Saygı duruşu ve istiklal marşından sonra konuşmalara geçildi.
Gazilere öncelik verildi. İlk konuşmacı, kurtuluş savaşımızın süvari kolordu komutanı Fahrettin Altay Paşa’ydı.
Bir albay, Paşa’nın koluna girdi. Kürsüye çıkmasına yardımcı oldu. Konuşma süresince de elinde bir şemsiye ile O’nu güneşten korudu. Fahrettin Altay Paşa konuşmasına şöyle başladı:
“Bana ‘Mustafa Kemal’i anlatır mısınız?’ dediler. Ben de memnuniyetle kabul ettim ve geldim.
Ancak anlatımım kısa olacak. Size 26 Ağustos 1922 sabahı taarruz anındaki bir olayı aktaracağım. Bu şekilde Mustafa Kemal’i anlatmış olacağım.”
Fahrettin Altay şöyle devam etti;
Planlandığı şekilde 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.00’te başta Mustafa Kemal olmak üzere İsmet Paşa, Fevzi Çakmak, Nurettin Paşa, ben ve diğer komutanlar, ordu karargâhı olarak Afyon Kocatepe’deydik.
Plan gereği taarruz, önce top atışlarıyla başladı. Bu bir baskındı. 20 dakika sürdü.
Ardından tahrip atışları yapıldı. Bu da 10 dakika devam etti.
Yunan mevzilerindeki makineli tüfek yuvaları, Yunan topları, tel örgüleri hedef alındı.
Komutanlar olarak bizler de top atışlarının sonucunu görmeye çalışıyor, alt kademelere iletmek üzere Mustafa Kemal’in emrini bekliyorduk.
Sonuçta Yunan mevzilerinde alevlerin yükseldiğini, hedeflerin vurulduğunu, düşmanın mevzilerini terk ederek geri çekilmekte olduğunu gördük.
Mustafa Kemal’e yöneldik. O’nun taarruz ve takip emrini bekliyorduk. Ne ki O, gözlerini Yunan mevzilerinden ayırmıyor ve geri çekilen Yunan ordusunu izliyordu.
Fevzi Çakmak, sessizliği bozdu. “Haydi Kemal, düşman kaçıyor, taarruz emrini ver” dedi.
Mustafa Kemal “Dur abi” diye cevap verdi.
Bir süre sonra Fevzi Çakmak: “Kemal, tarihi bir fırsatı kaçırıyorsun, düşman yeni mevzilerine yerleşecek, emrini ver artık” diye ısrarda bulundu. Mustafa Kemal, yine “Dur abi” dedi.
Bir süre daha geçti. Fevzi Çakmak bu kez “Allah aşkına Kemal ver şu emri, komutanlar seni bekliyor, yeter artık” diye sesini yükseltti.
Mustafa Kemal yine “Dur abi” dediği sırada beklenmedik bir olay meydana geldi. Yunan ordusunun terk ettiği mevzilerde cehennemi patlamalar başladı.
Mustafa Kemal’in taarruz ve takip emrini geciktirme sebebi anlaşıldı. Yunan ordusu, geri çekilirken cephe boyunca mevzilere saatli bombalarını yerleştirmiş, askerlerimize tuzak hazırlamışlardı.
Mustafa Kemal’in öngörüsü, büyük bir felaketi önlemişti. Taarruzda ısrar eden Fevzi Çakmak, Mustafa Kemal’e sarıldı. “Seni bize Allah mı gönderdi Kemal?” dedi.
Müteakiben süngü hücumu ve ileri top atışları emrini aldık. Alt kademelere ilettik. Sonucu biliyorsunuz.
Bana Mustafa Kemal’i anlat dediler. İşte Mustafa Kemal budur.
BUNU YAZMAK GEREK
Gençliğe Hitabe’nin tamamını yine koyalım da göz önünde dursun sürekli
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları