Basın kartlarında neden bu kadar zorluk çıkarılır?
Can Ataklı; Son bir notum da şu: Pasaport, ehliyet, kimlik kartı gibi değerli evrak bile posta yoluyla gönderilirken basın kartını ille gidip iletişim başkanlığının illerdeki temsilciklerinden gidip teslim almanız gerek.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Nedir bu her yeri İmam Hatip’e çevirme merakı?
Tatil yaptığım sırada Beylerbeyi’nden tanıdığım birçok kişi aradı.
“Aman Can Bey” dediler, “Tam da yazı yazmayacak zamanı buldunuz, oldu mu şimdi?”
Tabii meraklandım “Hayrola, ne oldu?” diye sordum.
Üç yıldır yeniden yapımını heyecanla beklediğimiz Beylerbeyi İlkokulu elden gidiyormuş.
Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu İmam Hatip Lisesi’ne çevirme kararı almış.
Çengelköy’deki İmam Hatip Lisesi’nin binası yenilenecekmiş.
Bu nedenle okulun öğrencilerini yeni yapılan Beylerbeyi İlkokulu’na kaydırmayı uygun(!) görmüşler.
Peki Beylerbeyi İlkokulu’nun öğrencileri ne yapacak?
Çengelköy, Küplüce, Çamlıca, Kuzguncuk’taki ilkokullara dağıtılacaklar yine.
Beylerbeyi İlkokulu önümüzdeki yıl tam 100 yaşına basacak.
1980’li yılların ortasına kadar okul Beylerbeyi Sarayı’nın hemen yanındaki şimdi
Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü olarak kullanılan binada hizmet veriyordu.
Özal döneminde, bina Sabancılara verildi,
Okul ise Abdullahağa Camisi’nin arkasındaki bir binaya taşındı.
Üç yıl önce binanın depreme uygun olmadığı raporlarla saptanınca yenisinin yapılmasına karar verildi.
Öğrenciler de zorunlu olarak komşu mahallelerdeki okullara gönderildiler.
Bu yaz ortasında okul inşaatı bitti, ortaya pırıl pırıl bir bina çıktı.
Bölgede ilkokul çağında çocukları olan bütün aileler adeta bayram yaparken “Okulunuz artık İmam Hatip Lisesi oldu, siz başka kapıya” uyarısı ile sarsıldılar.
Tatilden dönünceye kadar veliler birkaç kez okul binasının önünde eylem yapmışlar, okul binasının geri verilmesini istemişler.
Ancak milli eğitim müdürü “Uzatmayın artık, karar verildi, başınız derde girmeden kesin bu konuyu” demiş bazı velilere.
Beyberbeyi’nde yaşananlar elbette bir ilk değil.
Türkiye’nin her yanında sayısız ilkokul, ortaokul ve lise binaları imam hatiplere tahsis edildi.
Okul bulunmayan yerlere ise son derece modern yeni binalar dikildi kaşla göz arasında.
Bu iktidar eğitimin temel yapı taşı olarak artık imam hatip sistemini kullanıyor.
Bu okullar aslında birer meslek okulu.
Ancak artık mevcut imam hatiplerden mezun olanların neredeyse hiçbiri asıl mesleğini seçmiyor.
İmam hatipler üniversite sınavlarına artık katsayısız, engelsiz girebilmek ve meslekleriyle hiç ilgisi olmayan bölümlere gidilebilmesi için kullanılıyor.
Üniversiteye giremeyenler ise mezun oldukları bu meslek okullarını herhangi işe girmede bir referans olarak kullanıyor.
Zaten bir hile yapılarak İmam hatip okulu adı İmam hatip lisesi olarak değiştirildi, yani bir anlamda okulun meslek okulu olma vasfı da bitirilmiş oldu.
Siyasal İslamcı bu iktidar imam hatipler sayesinde dini bütün doktorlar, mühendisler, hukukçular, öğretmenler yetiştirmeyi planlıyor.
Oysa bütün araştırmalar gösteriyor ki bu tür zorlamalar daha dindar ve iktidara göre kindar nesiller yetiştirmek yerine bilimden, sanattan; kültürden olduğu kadar dinden de uzak nesiller yetiştirmeye başladı.
Bir süre sonra dindar doktorlara, mühendislere kavuşmak hayal edilirken hiçbir şeyden anlamayan doktorlarla, mühendislerle karşılaşırsak kimse şaşırmasın.
Beylerbeyi halkı mücadeleye devam kararında.
Önümüzdeki hafta İskele’de büyük katılımlı bir eylem de planlanıyor.
BAŞIMDAN GEÇENLER
Basın kartlarında neden bu kadar zorluk çıkarılır?
Bir gazeteci için en değerli varlık basın kartıdır.
Eskiden “sarı basın kartı” olarak anılan kimlik kartı, gazetecinin şeref nişanesidir.
Basın kartları çalışılan kurumlar tarafından verilmez, eskiden Başbakanlık, şimdi ise Cumhurbaşkanlığı’na bağlı iletişim başkanlığı tarafından veriliyor.
Basın kartı almak için bir kurumda sigorta ve vergisi ödenerek belli bir süre çalışmak ve en az lise eğitimli olmak ilk koşul.
Daha sonraki yıllarda ise ancak gerçek zamanlı çalışma halinde bu kart kullanılabiliyor.
Ancak kurallara uygun çalışan her gazetecinin hakkı olan bu basın kartlarını hazırlamak ve dağıtmakla yükümlü İletişim Başkanlığı burada da ayırımcılık yapıyor.
Birçok gazeteci hiçbir gerekçe gösterilmeden basın kartından mahrum bırakılıyor.
Özellikle muhalif olarak bilinen isimlerin basın kartları ya hiç gönderilmiyor ya “Bu ayki kurul toplantısından çıkmadı” bahanesiyle ertelendikçe erteleniyor.
Ben emekli gazeteciyim ve sürekli basın kartı taşıma hakkım var.
Ama nedense emekli kartlarına da ikişer yıllık süre konmuş.
Neden? Bilen yok. Cevap veren de yok.
Demek ki isterse bundan sonraki dönemde bana da kart vermeyebilirler.
Son bir notum da şu: Pasaport, ehliyet, kimlik kartı gibi değerli evrak bile posta yoluyla gönderilirken basın kartını ille gidip iletişim başkanlığının illerdeki temsilciklerinden gidip teslim almanız gerek.
Bunun da mantığı ve nedeni bilinmiyor.
Ama İstanbul’da sırf kart almak için Sultanahmet Meydanı’na gitmek tam bir işkence.
Bu arada bu yıl ilk kez basın kartlarını çok şık bir kutu içinde, yanında bir kimlik taşıma cüzdanı ve bir kalemle sunmuşlar.
Gerçi benim kalemimin açma kapama düğmesi daha ilk kullanışta bozuldu.
Kim bilir ihalesini kime verdiler, dünyanın parasını kazanmıştır bu işten o her kimse.
BUNU YAZMAK GEREK
“Sayın cumhurbaşkanımızın da bilgisi dahilinde” lafından gına geldi
Ülkenin yönetiminde söz sahibi olanların neredeyse tamamı söze her başladıklarında AKP Genel Başkanı’nın adını mutlaka anıyorlar ve “Sayın Cumhurbaşkanımızın bilgisi dahilinde, sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla, sayın Cumhurbaşkanımızın himayesinde” tanımlarını kesinlikle kullanıyorlar.
Ama size bir şey diyeyim mi, bana gına geldi artık.
Hele saray sözcüsü İbrahim Kalın’ın Balıklı Rum Hastanesi’nde çıkan yangından sonra “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla ile yangına müdahale ettik” demesi bu işin şaheseri olmuştu.
Kalın’dan sonra yine benzer bir komik açıklama da İçişleri Bakanı Soylu’dan geldi.
Gaziantep ve Mardin’deki kazalardan sonra açıklama yapan Soylu da “Kazaların ardından hemen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bildirdik ve bölgeye intikal ettik” dedi.
Bir kaza için bile önce Erdoğan’a soruluyor, izin alınıyor ve sonrasında gerekenlerin yapılmasına başlanıyor.
Tabii bu tür söylemler en azından benim zihnimde “Bunlar sadece kağıt üzerinde etkili ve yetkili, gerisi palavra” algısı oluşturuyor.
Tabii bu zevat yakın bir gelecekte iktidarın kaybedilmesi halinde “Biz bir şey yapmadık, her şeyin talimatı genel başkandan gelmişti” diyecekler orası da ayrı.
ÇOK ÜZÜLDÜM
“Ölürsün ama mevzuata uygun olarak ölürsün”
Tatildeyken gelen bir fıkrayı saklamışım.
Vatandaşa basit bir iş için mevzuat gereği çıkarılan bin bir güçlüğü anlatan harika bir fıkra bu.
Gelin birlikte okuyalım;
Bir bürokrat, görevli olarak şehirden kasabaya giderken yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş. Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş ve “İmdat, Boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış.
O sırada yakınlardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.
Köylü bürokratın yardım çağrısını hiç umursamamış bile sadece “Geçmiş olsun” demiş.
Bürokrat paniklemiş “Lütfen, bir dal uzat. Kurtar beni!” diye yalvarmış..
Köylü “Olmaz sen şu anda hazine toprakları üzerindesin. Hazine malından bir şey almak suçtur” demiş.
Bürokrat “Sen, dalga mı geçiyorsun. Ölüyorum. Kurtar beni!” diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla.
Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş: “Ben Hazine’den mal alıp suçlu duruma düşemem. Fakat seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Mal müdürüne talimat verilir. Şayet, hazine arazisi değilse itfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar…”
Bürokrat, “Yahu… Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm” demiş.
Köylü gülmüş “Ben ölmezsin demiyorum ki… Bizim devletle bir işimiz olsa siz de bu yolları önermiyor musunuz? Biz de oradan oraya gide gide ölüyoruz adeta…. Sen de ölsen, bari mevzuata uygun ölmüş olursun!..”
YENİ ÖĞRENDİM
İstanbul Adliye Sarayı’nı aç ve susuz bırakmışlar
Bir avukat dostum göndermiş.
Çağlayan Adliyesi’ndeki su ve yiyecek bankomatları nedense kaldırılmış.
Özellikle avukatlar çok tepkili.
Biri sosyal medyada duygularını şöyle dile getirmiş:
“Adliyemizde var olan su, çay ve atıştırmalık bankomatları kaldırılmış durumda. Adliyeler 16.30’dan itibaren kapanışa hazırlanır, 17.00 kapanıyor. Oysa adliye kapanmış olsa da bina içinde çalışan pek çok kişi vardır.
Nöbetçi mahkemeler, nöbetçi savcılar, getirilen sanık ya da şüpheliler ve avukatları hatta yakınları hayli büyük bir kalabalık oluşturur.
Son dönemde lokanta ve kafeteryalar yeni bir şirkete ihale edildi.
Bankomatların kapatılması da bundan sonra oldu.
Bu kabul edilemez. İstanbul Barosu ve TBB günde 10 binleri bulan Avukat sirkülasyonundaki adliyelerde meslektaşlarımızı aç, susuz, bitap duruma düşürmüş, 3 kuruşluk şirket sahiplerine bizleri adeta peşkeş çekmiştir.
İstanbul Barosu yönetimini bu restaurant sahiplerinin adliye içindeki fütursuz kararlarını alıp uygulatmasına sessiz kalmasını protesto ediyor ve kınıyoruz.”
Baro seçimleri yaklaşıyor, bu yönetim “sudan” bir sebeple yerinden olursa şaşırmam.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları