Can Ataklı; Siyasetçilerin din istismarı yaparak egemenliklerini korumalarına bakmayın siz, her şeye rağmen Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri sayesindeTürkiye sürekli çatışma içinde olan ve hiçbir alanda gelişemeyen Arap ülkeleri gibi olmamıştır, olmayacak
İran ile Suudi Arabistan arasındaki gerginliğin Türkiye’de kamuoyu tarafından ne kadar ciddiye alındığını anlamak zor.
Çünkü kamuoyu ne olup bittiğini tam olarak bilmiyor.
Bilmediği gibi anlamıyor da.
Anlamaması kafasının çalışmamasından, bilgisizlikten, cahillikten değil.
Türkiye’de yaşayanlar için “Mezhep kavgası” veya “din savaşı” bilinen bir şey değil.
Bizde ülkenin bazı yörelerinde “husumete veya amansız düşmanlığa varmayan” mezhepler arası anlaşmazlıklar vardır o kadar.
En bilineni Alevi- Sünni çekişmesidir.
Bu da sürgit olan bir savaş gibi değildir. Toplumun önemli bir bölümü Sünni Alevi çekişmesi içinde değildir. Zaman zaman yaşanılan tatsız olaylar nedeniyle tedirginlik yaşadığımız dönemler olmuştur.
Bunun dışında Sünni nüfus daha fazla ve Diyanet yapılanması da Sünni mezheplere göre olduğu için, Alevi toplumunun “özgürlük, ibadet ve ibadet yeri” sıkıntıları yaşadığını görebiliriz.
Bunlar sorun değil mi? Elbette sorun ama bu Türkiye’nin altını üstüne getirecek çapta bir çatışmaya yol açmamıştır bugüne kadar.
Çünkü Anadolu insanı, İslam dinini bütün Arap ülkelerinden çok farklı olarak, daha özgürce, daha anlayarak ve inanarak yaşamıştır bugüne kadar.
Siyasetçilerin din istismarı yaparak egemenliklerini korumalarına bakmayın siz, her şeye rağmen Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri sayesindeTürkiye sürekli çatışma içinde olan ve hiçbir alanda gelişemeyen Arap ülkeleri gibi olmamıştır, olmayacaktır da.
Şimdilik dışımızda gibi görünen gerginlik çok sıcak bir çatışmaya dönüşebilir.
Aslında Ortadoğu’da kimin egemen olacağını belirlemek için yaratılan bu gerginliğin temelinde “mezhep farkı” aktif etken olacağı için çok kan dökülmesi de kaçınılmazdır.
Eğer bölgede bir Mezhep savaşı çıkarsa, bunun sadece ordular arasında olmayacağını bilmemiz gerek. Böyle bir savaşta bir anda herkes birbirini öldürmeye başlayacaktır.
Türkiye’de yaşayanlar bunu ilk anda fark etmeyeceklerdir, ancak komşularımız Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün gibi ülkeler “hassas mezhep dengeleri” üzerine kurulu olduklarından savaş yaşamın her alanına yayılacaktır.
Elbette şunu söylemek durumundayız; mezhep savaşı adı altındaki savaşta birbirlerini öldürecek olan Müslüman güçlerin arkasında Müslüman olmayan başka güçler olacaktır.
Ama şunu bilelim ki, ilk aşamada bu güçler, yani özellikle Batı hiçbir şey yapmayacak, ellerini ovuşturup Müslümanların Müslümanları katletmesini izleyeceklerdir.
Endişem, Türkiye’yi yöneten zihniyetin, kamuoyunda çok fazla anlaşılmasa bile “mezhepçi bir anlayış” içinde olmaları ve bu nedenle yaşanacak bir “din savaşında” taraf olmaya kalkacağıdır.
Bu nedenle özellikle dindar-mütedeyyin insanların, Cumhuriyet Türkiye’sinde inançlarını nasıl rahat ve huzur içinde yaşadıklarını düşünmelerini, Türkiye’yi bir mezhep savaşına sokmaya kalkacaklara her alanda uyarıda bulunmalarını tavsiye etmek istiyorum.
Aksi bir durum Türkiye için ama özellikle kendini dindar olarak gören kesimler için korkunç bir travma yaratacaktır.
--BUNU YAZMAK GEREK—
Saray İslam dünyasındaki gerginliği kendi lehine kullanmak isteyebilir
Tayyip Erdoğan, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık batağına düşen bu arada kendini kurtarmak için askeri kullanmaya kalkıp kimi özgürlükleri yok etmeye isteyenlerin sayesinde aradan sıyrılıp iktidar koltuğuna oturmayı başardı.
O günden bu yana da iktidarı kaybetmemek için Türkiye’nin değerlerinin içini boşalttı, din istismarını görülmemiş ölçüde kullandı, yoksulluğu, çaresizliği toplumun kendisine karşı bir silah olarak doğrultarak her seferinde en yüksek oyu aldı.
Bunun da ötesinde başta Amerika olmak üzere Batı dünyasının Ortadoğu’daki emellerine hizmet eden Büyük Ortadoğu Projesi’nde kendisine biçilen rolü oynamayı severek kabul etti.
Geçen 14 yıl içinde Türkiye’de laikliği neredeyse tamamen ortadan kaldırmayı başarırken, İslam dünyasında da “lider” olma hülyasına kapıldı.
Mısır’daki İhvan’ın lideri Mürsi’nin devrilmesinden sonra da kendini bu örgütün başı gibi görmeye başladı.
Şimdi gelelim en önemli noktaya;
Erdoğan bu yükselişinde, Türkiye’de geniş kitleler pek umursamasa da “mezhepçi anlayışı” hep önde tuttu. Erdoğan için aslonan Sünnilik.
Irak ve Suriye politikalarını bu temel üzerine oturttu. Kamuoyu, diplomatik ve akademik çevreler dış politikadaki yanlışlara dikkat çekerken, Erdoğan bunların hiçbirine aldırmadı bile, çünkü mezhepçi anlayışı gereği yapılanların hiçbiri yanlış değil ona göre.
Şu anda İslam dünyası çok büyük tehdit altında. Her an bir din savaşı çıkabilir.
Erdoğan, Sünni kesimlerin gerçek lideri olduğunu göstermek için bu savaşta taraf olmaya kalkabilir.
--DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER—
Başkanlığın nasıl olacağını kendileri de bilmiyor
Bütün sorunları bir kenara bıraktık sadece “başkanlık sistemi” tartışıyoruz.
Ekranlarda konuşulanları bazen hayretler içinde izliyorum.
Mevcut sisteme o kadar ağır cümlelerle saldırıyorlar ki şaşmamak elde değil.
Erdoğan ısrarla başkanlık istiyor.
Hesapta “bu ülke için daha iyi olduğu için” diyor ama yaptığı tariften sadece kendisi çıkıyor. Ya sonrası.
Neyse, o ayrı konu.
Erdoğan dün yine muhtarlara konuştu. Yine başkanlığı anlattı.
Ama bir cümlesi çok dikkat çekiciydi. Şöyle dedi; "Türkiye'nin kendi yönetim sistemini kendi ihtiyaçlarına göre belirlemeye ihtiyacı var. Başkanlık sisteminin altının nasıl doldurulacağına milletçe hep beraber karar vereceğiz."
Yani bir plan yok mu?
Bu konuşmadan anladığımız yok. Çünkü saraydaki “beraber yapacağız” diyor.
İyi de en azından halka bir taslak vermek gerekmiyor mu?
--MERAK ETTİĞİM ŞEYLER—
Güneydoğu’yu terk eden halk şimdi nerede?
Hükümet seçimden sonra “artık açılım yok” kararı alarak asıl hedefin terörle mücadele olduğunu açıklamıştı.
Bu kapsamda Güneydoğu’da birçok kentte sokağa çıkma yasakları kondu. Normal polisler yerlerini özel harekâtçılara ve ordu birliklerine bıraktı.
Bu arada başta öğretmenler olmak üzere bazı kamu görevlileri de çeşitli bahanelerle bu kentlerden çıkarıldı.
Hükümet ayrıca halka da “Operasyonlarda suçlu duruma düşmemek için bulunduğunuz yeri boşaltın” çağrısı yaptı.
Bölgeden gelen haberlere göre 500 binin üzerinde yurttaş evini barkını terk etti.
Peki, bu insanlar nerede? Hepsi mi akrabalarının yanına taşındı, nereye gittiler?
İnsanların evlerini yurtlarını terk etmesi kolay değildir.
Bölgede pek çok gazeteci var hesapta ama nedense evlerini terk edenlerle ilgili hiç haber gelmiyor.
---ŞAŞIRDIM—
“Dünya seyrediyor” edebiyatı yapmak kolay
Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilerin dramı bitmiyor. Hemen her gün batan bir mülteci botu haberi okumaktan yoruluyoruz.
Özellikle önceki gün yaşanan facia gerçekten yürekleri daha da çok burktu.
Ayvalık’ta sahile vuran çok sayıda mülteci cesedinin fotoğrafına bakmak bile gerçekten çok zordu.
Tabii bu manzaralar oldukça kamuoyu tepkisi de yükseliyor.
Medya ise bu tepkileri Batı’ya yönlendirme yaparak değerlendirme çabasında.
“Dünya seyrediyor” diyordu örneğin dün büyük bir gazete manşetinden.
Oysa dünya seyretmiyor ki. Türkiye’ye parasını vererek bu göçü önlemeye çalıştı. Türkiye de 3 milyar euro karşılığında hem geçişi önleyeceğini, hem şu an ülkemizde yaşayanlara bakacağını hem de kontrol dışı Avrupa’ya gidenleri geri alacağına söz verdi.
Ancak görünen o ki, Türkiye baştaki güya “kurnaz” politikasını sürdürmek niyetinde.
Yani mültecileri acımasız biçimde Avrupa’ya geçmeleri için yüreklendiriyor onlara yardım ediyor.
Bunu şu nedenle çok rahat yazıyorum;
Türkiye’ye akın akın gelen Suriye’liler sadece savaştan kaçmadılar. Çoğu Türkiye’nin tahriki ve özendirmesiyle geldi. Hesapta gelenler sınırdaki kamplarda kalacaklardı. Oysa öyle olmadı, on binlerce Suriye’li batı bölgesine taşındı. Bunların birçoğuna da deniz yoluyla Yunan adalarına geçmeleri için olanak sağlandı.
Eğer bu tür bir destek olmasa, on binlerce kişi Türkiye’yi bir baştan diğer başa geçemez.
Eğer bir mülteci dramı yaşanıyorsa, bunun baş sorumlularından biri yanlış dış politikaları ile Türkiye’nin de başını ciddi belaya sokan iktidardır.
Can Ataklı - Korkusuz