loading
close
SON DAKİKALAR

Bir Cumhurbaşkanının bankada döviz hesabı olamaz

Can Ataklı
Tarih: 08.12.2016
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı: Bir ülkeyi tek başına yöneten bir devlet adamı neden banka hesabında döviz tutar? Eğer bir Cumhurbaşkanı tasarrufunu döviz olarak saklıyorsa, kendi parasına güvenmiyor demektir. O güvenmeyince vatandaş niye güvensin?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

BİR GAZETECİNİN “TANIK OLMA” TALİHSİZLİĞİ

Gazeteci Tuncay Mollaveisoğlu cemaatin dinci faşist darbe kalkışmasından bir gün sonra yazdığı yazı yüzünden 1 yıl üç ay hapse mahkum edildi. Hem ilk duruşmada ve tek celsede.
Mahkeme Mollaveisoğlu'nun “gazetedeki yazısında FETÖ'nün şiddet içeren eylemlerini meşru gösterdiği ve bu şekilde ‘terör örgütünün propagandasını yapmak' suçunu işlediği sabit olduğundan” ifadelerini kullanarak “tecili olmayan” hapsine karar verdi.
Bu karar en az gazetecilerin tutuklanması kadar önemlidir.
Bu kararla artık gazetecilerin “tanık” oldukları olayları bile özgürce yazabilmesinin önüne çekilmiş bir set gibidir.
Nedenini anlatayım; Tuncay Mollaveisoğlu yazarı olduğu Yeniçağ Gazetesi'nde 17 Temmuz günü “Erdoğan'ı yanımdan nasıl kaçırdılar?” başlıklı bir yazı yazdı.
Yazı 17 Temmuz'da yayınlandığına göre Mollaveisoğlu yazıyı dinci faşist kalkışmanın ertesi sabahı kaleme almış demektir.
Yeniçağ yazarı kalkışma günü tesadüf eseri Cumhurbaşkanının da tatil yaptığı Marmaris'teki otelde kalıyor. O gece yaşananların önemli bir bölümüne de tanık oluyor.
Mollaveisoğlu'nun yazısı aslında “bir tanıklık” yazısı. Komandoların otele nasıl geldiklerini, açılan ateşleri, patlayan bombaları, o sırada şehit olan iki polisi ayrıntılarıyla anlatıyor Mollaveisoğlu.
Yazının devamında ise üzerinden henüz 18 saat bile geçmemiş olan darbe kalkışması ile ilgili gözlem ve analizlerini yazıyor.
Bu yazı hakkında “darbeyi bildiği ve destek verdiği” şeklinde bir suç duyurusu yapılıyor, Mollaveisoğlu hakkında dava açılıyor.
Yazının tamamını Yeniçağ Gazetesi internet sitesinden okuyabilirsiniz, bütün ayrıntılarını bu köşeye almam mümkün değil.
Dava açılmasına rağmen Tuncay Mollaveisoğlu'nun içi rahat. Çünkü o gece ile ilgili tanık olduğu olayları birebir anlatmış. Ayrıca daha sonra Muğla Cumhuriyet Savcılığı'nın darbeci komandolarla ilgili hazırladığı iddianamede yazılan ayrıntılar neredeyse Mollaveisoğlu'nun yazısıyla birebir örtüşüyor.
Savcının beraat talebine rağmen mahkeme başlıyor, hakimler sorgulamayı yapıyor ve karar jet hızıyla açıklanıyor.
“Mollaveisoğlu darbeyi övmüş, darbecileri haklı ve meşru göstermiştir. 1 yıl 3 ay hapsine.”
O yazı çok sıcak saatlerde yazılmış bir “tanıklık” yazısı. İçinde geçen bir cümle var o da şu “Darbeciler söylendiği gibi halka ateş açmadılar, amaçları Cumhurbaşkanını bulmaktı.”
Mollaveisoğlu aynı yazıyı birkaç gün sonra yazsa, Ankara ve İstanbul'da yaşananları da daha açık bir zihinle irdeler ve aynı cümleyi, yine aynı anlamda ama farklı kelimelerle yazardı belki. Yeniçağ yazarı olayın sıcaklığı ile sadece o anlarla ilgili gözlemini aktarmış, ki bu zaten hain komandolarla ilgili iddianamede de aynen var. O anda komandolar halka ateş açmamışsa başka ne yazılabilirdi?
Bu dava bana göre eldeki belge ve bilgilere göre Yargıtay'dan döner.
Ancak tehlike şu ki, mahkemeler FETÖ olayı nedeniyle öyle bir psikolojik baskı altında ki, iktidardan gelen “subjektif” suç duyurularına karşı hukuk kurallarını uygulayamıyor adaleti yerine getiremiyor.
Bu da bundan böyle muhalif ya da olmayan bütün gazetecilerin “iktidar veya sarayı eleştiren” her türlü haber ve yazılarından sonra “dehşetli cezalarla” susturulacağı anlamına gelir.
Nitekim Tuncay Mollaveisoğlu'nun avukatı Celal Ülgen'in mahkeme kararından sonra yaptığı açıklama hepimiz için önemli bir uyarı niteliğindedir:
Şöyle diyor Ülgen; “Bu mahkemeler bağımsız mahkemeler değil. Bu mahkeme kendilerinden çok korkuyorlar. Recep Tayyip Erdoğan'ı kızdıracak bir karar verdikleri takdirde hayatları mahvolacak diye ürküyorlar. Polis sirenlerinden çok korkuyorlar. Sirenleri duydukları zaman eyvah sıra bana mı geldi diye korkup kalp krizinden gidiyorlar. Onun için böyle kararlar çıkıyor.”

CANIMI SIKAN ŞEYLER

BİR CUMHURBAŞKANININ BANKADA DÖVİZ HESABI OLAMAZ

CHP Genel Bakanı bütçe konuşması sırasında “Cumhurbaşkanının 200 bin doları vardı. Bunu bozdurdu mu?” diye sordu. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da elindeki bir kâğıdı sallayarak “Bozdurdu, bu da makbuzu, buradan size ekmek çıkmaz” dedi.
Ancak her nedense o makbuzu açıkça göstermedi, sadece elinde salladı.
O halde “o kâğıt döviz bozdurma makbuzu değil, öyle olsa herkese dağıtırlardı” demek ve kuşkulanmak hakkımız var.
Adalet Bakanı ve AKP'liler istedikleri kadar “Hayır o Sayın Cumhurbaşkanı'nın dolarını bozdurduğunun makbuzudur” desin kimse inanmaz.
Ancak konunun bir de başka tarafı var. Kimi okurlar “Cumhurbaşkanının sadece 200 bin doları mı varmış” diyerek şaşkınlık gösterebilirler.
Kılıçdaroğlu'nun “bozduruldu mu?” diye sorduğu o para Erdoğan'ın zorunlu olarak verdiği “mal varlığı bildirimindeki” bilgilere dayanıyor. Anladığım kadarıyla Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirken verdiği mal varlığı bildiriminde “bankada 200 bin dolarım var” demiş.
O halde şunu sormak hakkımız; “Bir ülkeyi tek başına yöneten bir devlet adamı neden banka hesabında döviz tutar? Bir Cumhurbaşkanı kendi ülkesini ve bağımsızlığının sembolü olan kendi parasını korumakla mükelleftir. Eğer bir Cumhurbaşkanı tasarrufunu döviz olarak saklıyorsa, kendi parasına güvenmiyor demektir. O güvenmeyince vatandaş niye güvensin?”
Bana göre Erdoğan'ın “Bakın ben de dövizimi bozdurdum” diye makbuz göstermek yerine “neden Türk Lirası yerine dolar hesabı olduğunu” açıklaması gerekir.
Türkiye'nin yöneticilerinin dolar hesapları varsa vatandaşa “doları bozdur” demeleri sadece popülist bir şovdur. Ne yazık ki halkın bir bölümü bu şova inanmakta ve farkında olmadan aldanmaktadır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

SURİYE'DE BİR İLERİ BİR GERİ, PEKİ, NEREYE KADAR?

Daha yazının mürekkebi kurumadan Genelkurmay sitesinden açıklama geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri El Bab'da konuşlanan IŞİD hedeflerine başarılı bir operasyon yaptı. 9 hedef imha edildi. Operasyona Türk savaş uçakları da hava desteği verdi.
Bu açıklamanın yapıldığı sırada benim dün yazdığım yazı sayfada duruyordu. Savunma Bakanı'nın açıklamasını merkez alarak Suriye'de yine hareketsiz kaldığımızı belirterek “Rusya izin verince giriyoruz, vermeyince giremiyoruz” demiştim.
Tesadüfe bakın ki dün Başbakan Binali Yıldırım Rusya'daydı ve hem Başbakan Medvedev'le hem de Devlet Başkanı Putin'le görüştü.
Hemen ardından hava destekli operasyonumuz gerçekleşti. Sanıyorum Yıldırım'ın Rusya'da olmasının hatırına yine izin verildi ve operasyon yapma şansı bulduk.
Tabii bir talihsizlik sonucu eş zamanlı olarak Suriye'deki askerimiz yine saldırıya uğradı ve iki şehit daha verdik.
Suriye politikası böyle emme basma tulumba gibi “bir gün izinli bir gün izinsiz” daha ne kadar sürecek? Bu belirsizlik ortamında daha ne kadar askerimizi şehit vereceğiz?

BUNU YAZMAK GEREK

DÜŞMANIMIN DÜŞMANI İLLE DOSTUM DEĞİLDİ
R

Siyasette, uluslararası ilişkilerde hatta kendi aramızdaki sosyal ilişkilerde bile geçerli sözlerden biri “Düşmanımın düşmanı dostumdur” olarak bilinir.
Düşmanla işbirliği yapamazsınız elbette, ama düşmanın düşmanı ile ortak noktalar bulabilir ve ondan aldığınız bilgi ya da destekle asıl düşmanınızı alt edebilirsiniz.
Özellikle tarihteki büyük savaşlarda bunun örneğini çok bulursunuz.
Genelde geçerli bir akçedir “düşmanımın düşmanı dostumdur” deyişi.
Ancak bu her seferde geçerli olmayabilir.
Düşmanınızın düşmanı öyle bir düşmandır ki, onunla asla işbirliği yapamazsınız. Hatta düşmanınızı bu yolla alt edebileceğini bilseniz bile düşmanınızın düşmanı ile işbirliği yapmanız size de ağır hasar verebilir. Öyledir ki bazen düşmanınızın düşmanı sizin için daha büyük düşmandır ve asıl düşmanınızı yok edeceğinizi zannederken kendiniz yok olmuşsunuz.
Gördüğüm “çok acil” lüzum üzerine bunu yazmak istedim.

KOMİK

5 LİRAYA “İMZALI KAŞELİ” DÖVİZ SATIŞ BELGESİ SATILIYORMUŞ

Valla haber muhalif bir kalemden çıkmış olsaydı ciddiye bile almayacaktım ama yandaş yazarların önde gidenlerinden biri, Ersoy Dede, fotoğrafı ile birlikte koymuş.
Fotoğrafta cama asılmış bir etiket var. Diyor ki “İstenilen miktarda imzalı kaşeli döviz makbuzu 5 Türk Lirası.”
Uyanıklığa bakar mısınız?
Kimi esnaf “dolar bozdurduğunu makbuzuyla kanıtla bedava tıraş, bedava süt, bedava peynir” falan gibi şovlar yapıyor ya, birileri de 5 liraya dolar bozdurma makbuzu satarak para kazanıyor.
“Serbest piyasa ekonomisi” aslında böyle bir şey işte.

SORDUM ÖĞRENDİM

BEŞİKTAŞ'IN RENGİ SİYAH BEYAZ DEĞİL Mİ?

Öncelikle Beşiktaş'ın Kiev'de aldığı ağır yenilgiden ötürü çok üzgün olduğumu belirtmek isterim. Canlı yayında olduğum için en tartışmalı anları daha sonra izleyebildim. Bir takımın bu kadar fahiş hakem hatalarıyla (belki de kasıtlıdır) yıkılması cinayet gibi bir şey.
Moral açısından çökertilen bir takımın ondan sonra yediği gol sayısının artık bir önemi kalmıyor.
Maçla ilgili bir şey yazmak istemiyorum, ancak Beşiktaş'ın forması bana garip geldi.
Beşiktaş kuruluş tarihi açısından Türkiye'nin en eski takımı. Rengi siyah beyazdır. Her Beşiktaş lı “siyah-beyazla” övünür.
Peki, bu kırmızı forma nereden çıktı? Beşiktaş tarihinin en önemli maçlarından birine neden hiç kullanmadığı bu forma ile çıktı.
Bana çok garip ve hatta gereksiz gelen bu yeni formayı Beşiktaş'ın en önemli isimlerinden futbol yazarı ve yorumcusu Sinan Vardar'a sordum.
“Her takımın ana renkleri dışında bir de üçüncü rengi vardır. Beşiktaş'ın üçüncü rengi kırmızıdır. Ama bugüne kadar hatırladığım kadarıyla bu rengi kullanmamışlardı” dedi.
Vardar Avrupa maçlarında takımlar UEFA'ya daha önceden maçlarda kullanacakları forma renklerini bildirdiklerini anlatarak “Örneğin Galatasaray da Avrupa maçlarına mor forma ile çıkmıştı maçlara bir dönem. Beşiktaş bu kez üçüncü rengi olan kırmızıyı tercih etmiş. Neden yaptılar bilmiyorum” diye konuştu.
Milli Takım da bilinen “kırmızı- beyaz” renkleri yerine mavi, turkuaz gibi renklerle bezenmiş formalarla çıkıyor sahaya. Onu da hiç beğenmemiştim, Beşiktaş'ın da kırmızı forması hiç hoşuma gitmedi.
Beşiktaş deyince aklıma “siyah-beyaz” geliyor.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları